Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09.09.2013, 10:48   #1 (permalink)
FifiVePirtik
Tecrübeli Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Klasik akım (klâsisizm)

Klasik Akım (Klâsisizm)

XVII. yy.ın edebiyat ve sanat öğretisidir. Bir eser için «klasik» sözcüğünün kullanıldığını, birisinden söz ederken «çok klasik giyiniyor» denildiğini duymuşsunuzdur. Aynı sözcük böylesine değişik şeyler için nasıl kullanılabilir? Çünkü klasikçilik geniş anlamıyla ağırbaşlılık, ölçülülük, ince zevkler ve dolayısıyla fazla gösterişli, göze batıcı ya da garip şeylerin yadsınması demektir.

Edebiyat ve Güzel Sanatlarda Klasikçilik

Daha özel bir anlamda da, Louis XIV saltanatının en parlak döneminde, yani 1661 ile 1685 yılları arasında Fransa'da yayımlanmış eserlere «klasik» denilir. Edebiyatta klasikçiliğin en ünlü temsilcileri Corneille, Moliere, Racine, La Fontaine, Boileau ve Bossuet'dir. Hepsi de aynı öğretiye inanmışlar, aynı beğenilerin ve ilkelerin çevresinde birleşmişlerdi: eski yazarları örnekseme kaygısı, doğru ve yapmacıksız olma isteği, garip ve olağandışı şeylere düşmanlık, kurallara uyma, hayal gücünün ve duygululuğun akıl yoluyla düzene konulması. Boileau bu öğretiyi 1674'te Şiir Sanatı adlı eserinde açıkladı.

Güzel sanatlar alanında ise, Versailles Sarayı'nı Aynalı Galeri'sini, Büyük Trianon'u, İnvalides'in kubbesini ve şapelini yapan mimar Jules Hardouin-Mansart'ı, Fransız usulü bahçeleriyle ünlü Andre Le Nötre'u, ressam Nicolas Poussin ile Le Lorrain diye anılan ressam Claude Gellee'yi sayabiliriz.

Kesinlik ve Açıklık

Bununla birlikte, klasikçilik kavramı yalnız Louis XIV saltanatıyla sınırlandırılamaz. Daha geniş anlamda, büyük ve güzel olan, üstünlüğünü yüzyılların yargısına kabul ettiren her eser, bir saflık, zarafet ve belirginlik kanıtı olduğu ölçüde klasiktir. «Klasik müzik» kavramı işte bu anlamda alınmıştır.

Klasikçilik aynı zamanda kusursuzluğun aranmasıdır: sanatçı eksik ve tutarsız olan her şeyi bir düzene sokmak, ona bir tutarlılık, bir birlik kazandırmak çabasındadır. Klasik eser, küçük ayrıntılarla, çok özel ya da rastlantılı olaylarla oyalanacak yerde ölümsüz şeyleri değerlendirmeğe çalışır. Sanatçıların hayal gücünü kısıtlayan bu katı kurallar, XVIII. yy.da yeni bir akademik üslûbun doğmasına yol açmıştır: çoğu zaman soğuk bir anlatımın izlerini taşıyan yeni klasikçilik.

(Solda) Fransız yazarı Boileau'nun (1636-1711) portresi. Edebiyatı ilkelere bağlamak, hattâ yazarın uymak zorunda olduğu yaşam ve ahlâk kurallarını (dürüstlük, doğruluk, çalışma zevki v.b.) belirlemek isteyen Boileau, giderek varacağı aşırılık derecesinde akademik üslûbu yaratacak olan «seçkin beğeni» kavramını da tanımlamıştır.

(Sağda) 1675-1683 yularında Mansart tarafından yapılan Dampierre Şatosu. Bu yapı, pencerelerinin katları belirleyen düzenli sıralanışı ve önü merdivenli geniş ve anıtsal girişiyle, klasik üslûbun tipik bir örneğidir. Şatonun ön yüzü sütunlarla ve İlkçağ tarzı bir alınlıkla süslenmiştir.

Fransa'da Klasik Akım, onaltıncı yüzyılda, şair ve kuram*cı Joachim du Bellay ve şair François Ronsard'ın önderliğin*deki, ülkeye antik yunan ve antik roma kökenli yabancı şiiri sokan Pleiade Okulu'nun kurulmasıyla başladı. Gerard de NERVAL, "Onaltıncı Yüzyıl Şiiri" başlıklı yazısında, Orta Çağ Fransız yazınını, Klasik Akım'ın başlangıcı olan Pleiade Okulu'nun nasıl bir ortamda kurulduğunu eleştirel bir bakış açısıyla çok iyi anlatır. Önce bu yazıyı olduğu gibi aktarıyo*rum:
"Büyük çağın şairlerine saygımızın sonsuz olduğunu söy*leyerek şu gerçeğe dokunmamız gerektiğini sanıyoruz: Şiir yapıtlarının çemberini çok fazla daralttılar; ellerinde yeteriyle malzeme olduğunu, önlerinde geniş bir alan bulunduğu*nu biliyorlardı. Bu nedenle de kendilerinden sonra gelecekle*ri asla düşünmediler. Metromane'ın deyimiyle yeğenlerini soyup soğana çevirdiler. Öyle ki, onlardan alacak bize ancak iki şey kaldı. Ya onları aşıp geçmek, ya da kölecesine taklitçi bir yazını varabileceği yere kadar izlemek (...)
"Kuşkusuz bu tür gözlemler yeni değil, çok eski. Ama yine de, sürekli, bu gözlemleri bıkmadan usanmadan halkın önüne koymak gerekiyor. Zira bu gözlemlerin uzun zaman*dan beri çürüttüğü safsataları bıkmadan usanmadan yineleyen kimseler var. Genellikle, yazında haklı nedenlerin sürek*li söylenmesinden korkulur, bilenler üstüne ise hayli şeyler yazılır. Öyle bir an gelir ki, her gün bu büyük tartışmaya tanık olan yeni okurlar, yeni dinleyiciler, kısaca yeniler, ya sürüp giden tartışmadan artık hiçbir şey anlamazlar ya da çağlardan beri kabul edilmiş ilkelerin yeniden ortaya sürül*mesinden, bilinmez nedendir, nefret ederler.
"Biz elbette böyle bir düşüncede değiliz, Fransız Edebiyatı*nı onurlandıran nice büyük yazarların değerine gölge düşür*mek değil sözkonusu olan. Onların yaptıklarından daha bü*yüklerini yapacağımızı da umut etmiyoruz. Burada sözkonusu olan daha başka şeyler yapabilmenin yollarının aranması ve onların üstüne eğilmedikleri, kendilerini verme*dikleri, edebiyatın bütün türlerine değinmektir.
"Amacım yabancılara öykünülmesini önermek de değil. Ancak, yabancıların yaptıklarını görelim, bizlere sundukları deneyimleri izleyelim, nasıl onlar ilk ozanlarını incelemiş, onlardan yararlanmışsa, biz de tıpkı onlar gibi ilk ozanları*mızı derinlemesine inceleyelim.
"Neden mi? Çünkü her ilkel yazın, bir gereksinimi yanıt*lamak için ve onu benimseyen halkın karakterine ve gelenek göreneklerine uygun yaratıldığından, ulusaldır. Bundan şu sonuç çıkar. Nasıl bütün bir ağaç bir tohumun içindeyse, bir edebiyat da gelişiminin, tam ve kesin gelişiminin bütün to*humlarını kendi içinde taşır.
"Bunu açıklamak için dost ülkelerde olanları anımsamak yeter: klasik adını verdiğimiz bizim yazınımız gibi, yabancı yazma öykünen edebiyattan, Pope ve Addison çağından sonra, Wieland ve Lessing çağından sonra, bazı kısa görüşlü kimseler, İngiltere ve Almanya üstüne söylenecek her şeyin söylendiğini sandılar...
"Her şey! Walter Scott ve Byron'un baş yapıtları dışında, Schiller ve Goethe'nin baş yapıtlarının dışında. Birinciler çağlarının ve topraklarının kendiliğinden doğan ürünleridir. Ötekiler eski katmanların yeni ve güçlü sürgünleridir.Hepsi de geleneklerin kaynağından doğma, Hippocrene'in kayna*ğından çok kendi yurtlarının ilkel esinlerinden kaynaklan*ma.
"Yani, kimse sanata: "Artık daha uzağa gitme!" demeye kalkmasın; "Senden önceki çağları aşamazsm"demesin!.. An*tikitenin, Hercule'ün sınır taşlarını koyarak ileri sürdüğü buydu: Ortaçağ bu sınırlamalara boş verip, yeni bir dünya buldu.
"Belki artık yeniden bulunacak, keşfedilecek dünyalar yok; zeka alanı günümüzde belki de eksiksiz, kendini ta*mamladı. Ama şu da bir gerçek, her şeyin bulunmuş olması yetmez. Her şey bulunsa bile, işlenmemiş ya da yetkinleşmemiş olanı işlemek ve yetkinleştirmek gerek. Haşatın verimli kılabileceği daha nice ovalar var. Nice zengin malzemeler onları kullanacak usta elleri bekliyor: nice eksik kalmış anıt örenleri var... Çok uzun zamandan beri bazı kral bahçelerini görkemle süslemekten, onları büyük giderlerle korunmuş yabancı bitki ve ağaçlarla doldurmaktan, içlerine tıka basa taştan tanrılar, fıskiyeler ve revakla yontulmuş ağaçlar yer*leştirmekten başka bir şey yapmadık.
"Burada biraz duralım. Kökene dönük bir inceleme ve araştırmayı fransız yazınına yasaklayan önyargıya açtığımız savaşta fazla ileri gidip hayaletlere kılıç sallamak ya da hava*da kılıç sallamak gafletine düşmelerim; bu ilkeye karşı iti*razlar bir zamanlar daha fazlaydı. Ünlü bir Alman yazarı fransız şiirinin geleceğine şöyle dokunuyordu.
"Shlegel'in yazdıklarını aynen çeviriyoruz: "Eğer Fransa'da şiir sonradan yeşerdiyse, bu başarıya ne ingilizlere ne de bir başka halka öykündüğü için kavuştu. Bu sonucu, genel planda şiirin ru*huna, özel planda ise eski çağların fransız yazınına dönüşle elde etti. Öykünme yolu ile asla bir ulus şiirini son hedefe yöneltemez. Hele de yabancı bir yazına yönelerek, ona öykünerek böyle bir amaca erişilemez, çünkü o yabancı yazın gelişimini kendi aydınla*rının çabası ve kendi toplumunun gelenek ve göreneği, ahlak anla*yışı sayesinde sağlamıştır. Her halkın, şiirinin kaynağına, kendi geleneklerine yönelmesi yeterlidir. Kendi gelenekleri konusunda ise, özellikle kendine değgin olanlardan başka uluslarla ortak olanı ayırmasını bilmeli. Şöyle ki, dinsel esinlenmeler herkese açık, her*kesin ortak malı ve her zaman bundan, yeni bir şiir, bütün düşün*celere, bütün zamanlara uygun bir şiir yapılabilir: Lamartine bunu anlamıştı ve yapıtları da Fransa'ya yeni bir şiirsel çağı muş*tular. "
"Ancak, la Harpe'ın yazın kurallarını izleyen bazı karar*sızlar, Malharbe'den önce gerçekten bir yazınımız var mıydı? gibi bir gözlemde bulunuyorlar. -Sıradan bir okuyu*cu için, yok! Rabelais ve Montaigne'i çağdaş fransızcaya uyarlanmış görmek isteyenler, la Fontaine'in, Moliere'in üs*luplarının ufak tefek kusurlar taşıdığını sananlar için, yok! Ama, eski bir sözcüğün korkutamadığı o gözüpek şiir ve dil amatörleri, kaba bir deyimin güldüremediği, oncques'lerin, ainçois'larm, ores'larm güç duruma sokmadığı gözüpek şiir ve dil amatörleri için, var. Bu kaynaktan nice yararlanmış yabancılar için var!.. Ayrıca, yabancılar bunu kabul etmek*ten de hiç korkmuyorlar. Hem, onların atalarımızdan aşır*dıklarını bizimkilerin onlardan aldıklarını görünce gülmek*ten kırılıyorlar.
"Şimdi biz şunu söylüyoruz: Ronsard'dan önce ulusal bir yazın, eksiksiz, kendi kendine yeterli, dehaların yalnız ondan esinlendiği, geniş kapsamları yalnız ondan aldıkları bir yazın var mıydı? Vardı. Tıpkı ait olduğu ulus gibi o da iki ayrım gösteriyordu. Bunlardan biri, alman eleştirmenle*rin Yiğitlik yazını dedikleri yazındı. Kökeni normand'lara, breton'lara, provence'lılara ve franc'lara dayanıyordu. Öteki, Fransa'nın yüreğinden doğmuştu, özünde halk yazınıydı ve buna da Calya yazını deniyordu.
"Rou'nun (Rollon) ve Brut'ün (Brutus) romanları, Philippi-de, 30 Breton'un Savaşı, Saint Graal, Tristan, Parlenopex, Lancelot gibi; GüVün, Tilki'nin romanları gibi kahramanlık şiirleri; ve hafif şiirlerden oluşan şarkılar, ballade'lar idylle'ler(ı)' kraliyet türküleri, bütünüyle Provence ya da onbirinci ve onikinci yüzyıl şiiri, yiğitlik yazını (chevaleresque) türündendir.
"Mystere'ler(2)/ moralite'ler(3) ve Palelin de dahil farce'lar(4); fabliau'lar(5), öyküler, facetie'ler(6), yergi betikleri ve ilahiler: genellikle eğlendirici konuların egemen olduğu, anlamlı, uçarı ve aşırı kıvanç dalgaları arasında yüksek bir ahlak eğitiminin yer aldığı bütün diğer yapıtlar da galya yazını'dır.
"Öylesine güçlü ve çeşitli elemanlara sahip böyle bir ede*biyattan parlak bir gelecek beklenirken, bir avuç yenilikçi*nin, onaltı yüzyıldan beri ölmüş Roma'yı, romalıların Roma-sını hortlatıp, giysileri, yaşam biçimleri ve tanrılarıyla, yarısı cermenlerden oluşan bir halkın içine, tümüyle hristiyan bir topluma saltanatla soktuğunu, eski yazını yerle bir ettiğini görünce kim şaşmaz? Kimdi bu yenilikçiler? Ronsard ve ar*kadaşları. Onların yazınımıza soktuğu akım günümüze dek sürdü.
"Şiirin Fransa'daki öyküsünü uzun uzun anlatıp boşuna zaman yitirmeyelim, zira Ronsard'm çağında tam bir yıkım içindeydi. Yeşermeden solmuş, gelişmesi gerekirken ölmüş*tü, çünkü yazgısı saray şairlerinin elindeydi, onlar da bu yazm'm içinden yalnızca, işlerine gelen bayram şarkılarını, dalkavuk ezgileri, açık saçık, uçkur edebiyatını almışlar, on*larla oyalanıyorlardı. Süregelen yazını anlayacak, onun sun*duğu zengin malzemeleri işleyip değerlendirecek dahiler yoktu. Ama yabancı ülkeler bu dahilere sahipti, özellikle İtal*ya Orta Çağ'da yetişmiş büyük şairlerini bize borçludur. Öte yandan, Fransa'da, onikinci ve onüçüncü yüzyılın yüksek şiirinden renksiz, özden yoksun, ölçü ve uyaklara, kuyumculu*ğa gömülmüş gülünç bir şiir çıkmıştı ortaya; benzetmelere, eğretilemelere dayanan, karanlık ve yavan uzun şiirler, ağır ve dağınık efsaneler, tatsız, kuru, uyaklı tarihsel öyküler. Ve bütün bunlar, düzyazı ve konuşulan dilden yüz yıl eski bir şiir diliyle yazılıyordu. Çünkü zamanın şairleri körü körüne kendilerinden önceki şairlere öykünüyor ve onların zamana*şımına uğramış ölü dillerini kullanıyorlardı. Herkes ciddi şi*irden nefret ediyor, artık yalnız gün geçtikçe kendini daha bir kabul ettiren düzyazıyla, onikinci yüzyılın uzun şiirlerini ve romanlarını çeviriyordu. Sonunda, fransızcanın şiir dili olmadığı, bu dille büyük şiir yazılamayacağı kararına varıl*dı. Bilgeler dört elle sarıldılar bu düşünceye, ve hemen, şiir*lerin artık yunanca ve latince yazılması gerektiğini ileri sür*düler.
"Halk şiirine gelince, Villon ve Marot sayesinde, Joinvil-le'lerin, Froissart'ların ve Rabelais'lerin dehasıyla ünlenmiş düzyazıyla yan yana varlığını sürdürüyordu. Ama Marot öldü, okulunun şairleri de onun gücünü ayakta tutacak so*lukta değillerdi. Ustaların çoğu yaşamasa da, Ronsard'a karşı en ciddi direniş yine de Marot Okulu şairlerinden geldi. Yergi alanında ünlerini koruyorlardı, en görkemli anında Ronsard'ı öylesine kıskaca almışlardı ki Mellin'in(*) kıskacı deyimi atasözü olmuştu.
Kullandığım birkaç tümce, zamanın edebiyatının büyük bir dahinin ölümünden sonra içine düştüğü durumu, parlak bir edebiyat döneminin sonunu -ki aynı şey daha sonra da yinelendi- göstermeme bilmem yetti mi? Geride kalan ikinci sınıf yazarlar, şaşkın, bir sağa bir sola dönüp önder arıyor*lardı. Bazıları, artık hayatta olmayan büyük adamların anısı*na bağlı, onun gölgesiyle yaşadı, bazıları, gülünç ürünler sergileyerek yenilik tutkusuna kapıldılar. En bilgeleri ise ku*ramsal yazılar yazıp çeviri yapmakla yetiniyordu... Aniden güçlü sesi kitleler üstünde yükselen bir adam çıkar ortaya. Sanat dünyası ikiye ayrılır ve savaş başlar. Savaşı dahi kaza*nır ama daha becerikli ve daha usta biri onun omuzlarından sıçrayıp, asıl dahinin kendisi olduğunu dört bir yana duyurur.
"Burda duralım: 1549'dayız, birkaç ay arayla iki yapıt ya*yınlanıyor: Fransız Dilinin Savunması(*), ve Pindare'vari Ode'lar. Ronsard'm arkadaşlarından ve öğrencilerinden J.du Bellay'nin Fransız Dilinin Savunması adlı kitabı, Fransız dili şiire elvermeyecek kadar yoksul, bırakalım halkın konuşma dili olarak kalsın, dizeleri Yunanca ve Latince yazalım diyen*lere karşı bir bildiridir. Şu yanıtı verir onlara du Bellay: "Dil*ler, ot gibi, kök gibi, ağaç gibi kendiliğinden doğup yeşermezler. Kimi diller enez, cılız ve güçsüz olarak sürüp gelirler, kimileri ise diri, sağlam ve gürbüzdür, tüm kavramların yükünü taşıyacak güçtedir. Ne var ki dünyamızda tüm dillere erdemlerini kazandı*ran, insanların, ölümlülerin istek ve egemen çabalarıdır. Dillerin hepsi aynı kaynak ve kökenden akıp gelirler, bu nedenle bazı dilleri iyi diye överken, öteki bazılarını da hor görmek, yermek yanlıştır. Dil insanların imgelem gücünden doğar. Aynı yargı ve aynı amaç*la yaratıldı. Zihnin kavramlarını ve kavrama yeteneğini sergiler, anlaşmamızı sağlar. Zaman içinde kimi diller şaşılacak derecede iyi bir düzen içine girip ötekilerden daha zengin hale gelirler. Ama bu mutlu son o dillerin kerametinden değil, onu konuşanların çaba ve çalışmalarından doğar. Sözü kendi halkıma getirmek istiyorum; yunanlılar ve latinlerden hiç aşağı kalır bir yanı olmadıkları halde, fransızca yazılmış her şeyi, umursamaz, kibirli bir tavırla, ya bir yana atıyor ya da onların hakkını vermiyor bu halk, ne kadar kına-sam azdır."
"Devam ediyor yazıya, fransız diline barbar denmemesi gerektiğini söylüyor, ve fransızcanın niçin yunan ve latin dil*lerinden daha zengin olmadığını araştırıyor: "Bunun suçlusu dedelerimizin bilgisizliğidir, iyi söylemekten çok, iyi yapabilmenin peşinde koştular, bu yüzden de üstesinden geldikleri şeylerin şan, şerefinden hem kendileri yoksun kaldılar, hem de bizi onların mey*vesinden yoksun bıraktılar. Dilimiz yoksullaştı, çini çıplak kaldı, o halde, şiirin, deyim yerindeyse, başka kaz kanatlarına, yabancı di*vitlere gereksinimi var. Şunu da belirtelim, kim diyebilir ki yunan*ca ve latince, Horace'ların, Demosthene'lerin, Virgile'lerin ve Ciceron'ların çağındaki saltanatına daha önce de sahipti? Bu yazarlar kültür alanında gerekli çabayı göstermeselerdi bugünkü görkemli üne kavuşabilirler miydi? Aynı şey, meyvelerini henüz vermese bile, yeşermeye başlayan dilimiz için de söz konusu. Bütün diller gibi o da doğurgan, suç dilimizde değil, onu gözleyip kollamakla görevli oldukları halde yeterince işlemiy enlerde. Dilleri kısa zamanda gelişip ünlenirken romahlar ihmalci davransalardı, bugünkü saltanatına kavuşur muydu latince. Usta bir tarımcı ola*rak, dillerini dağlardan alıp kendi bahçelerine diktiler, sonra, daha iyi meyve vermesi için, çevresindeki yararsız dalları budadılar ve onu, yunancadan alınmış, tohumda benzerlik taşıyan dallar ve yerel dallarla iyice beslediler. Aşı öyle tuttu ki dalların hepsi aynı gövdeden bitmiş gibi artık doğaldı."
"Du Bellay'nin latince dizeler yazan şairler ve çevirmenler üstüne ne düşündüğünü gördük: Şimdi de eski yunan ve roma yazınına öykünenler üstüne ne düşündüğünü görelim: "Yabancı bir dilden deyimler, kalıplar ve sözcükler almak ve onları kendi diline aktarmak, uyarlamak ayıp değil, övünülecek bir şeydir. Heroet'ye ya da Marot'ya ne kadar çok benzerlerse kendilerini o kadar yüce sanan kimi bilgelerin yaptığı gibi, aynı dilde bir başka dilin taklidi ileri düşünceli bazı okurlarımıza ters düşüyorsa, ben de onlara sitemle derim ki, ey dilinin zenginleşmesini ve başarılı olmasını isteyen sizler, dil tek bacakla koşarak nasıl ilerler? Asıl ayıp olan hakkını vermeyip onu bugünkü düzeyde bırakmaktır."
"Du Bellay geleceğe de göz atar, umutsuzluğa kapılma*mak gerektiğini, Fransız dilinin bir gün latince ve yunancanın düzeyine çıkabileceğini söyler: "Bir zamanlar Homere, ça*ğındaki insanların kısa boylu olmasından yakınırdı. Bizler de, günümüz zekasının geçmiş zekalardan daha güdük olduğunu san*mayalım. Mimaride, gemi yapımında, diğer bazı eski buluşlarda eşsizdiler, ama Muse'lerin onuncu kız kardeşi basımcılığın, ve şim*şekler yağdıran şu uğursuz top atışlarının mucidi bizler onlardan aşağı mı kaldık? Geçmiş zamanlara değgin olmayan nice buluşları*mız gösteriyor ki, aradan çağlar geçse de insan zekası sanıldığı gibi yozlaşmatnış, geri kalmamış. Buna karşın, bazılarının şöyle haykır*dığını duyuyorum: "Dilin bu yarışta geç kaldı, artık yetkinleşemez".. Kendilerine cevabım şu: "Bu gecikme onun bundan böyle de yetkinleşerneyeceği anlamına hiç gelmez, yetkinlik yapısında zaten var, yeter ki işlensin. Doğa'nın yasasıdır, ağaç doğar, yeşerir, son*ra solar, sonra kocayıp ölür, ne var ki, kök salmak için uzun yıllar bekleyen, didinen ağaç ötekilerden daha çok yaşar."
"Dilin ve şiirin sorunlarına yer veren birinci cilt burda biter. İkinci ciltte soruna daha bir yakından eğilir Du Bellay ve gerçek niyetini açıklar: eski fransız yazını yıkılmalı ve onun yerini Yunan ve Latin yazını almalı: "Bana inanan, güve*nen sanatçı dostlar, arkadaşlar var, eskilerin o büyük görkemine kavuşmak için izlemeleri gereken yolu parmakla gösterebilsem keşke. İlk kitapta söylediklerimi özetlemekle başlayalım: Yunanlıla*ra ve Romalılara öykünmeden o büyük ünlülerin görkem ve ışığına dilimizi kavuştur amayız. Biliyorum, bu öneride bulunan ilk fran*sız benim ve çokları beni dilimize yabancı bir şiiri sokmakla suçla*yacaklar, ya da düşünlerimi yeterli bulmayacaklar. Çünkü sözü, bi*lerek, döndürüp dolaştırmadan, soruna girdim, çünkü birinin iyi dediğine başkaları kötü der. Biri Marot'yu beğendiğini söyler, an*laşılması kolaymış, halk dilinden uzaklaşmıyormuş. Başkasına göre HeroeVnin üstüne yokmuş, dizeleri oturaklı, ustaca, bilginceymiş. Başkaları başka şairlerden zevk alır. Bana gelince, ileri sürdüğüm fikirleri bu tür duygu ve inançlar hiç etkilemedi, istediğim tek şey, şiirimizin uzun zaman var olan ve yetindiğimiz bu üslupu aşması, daha görkemli bir yere gelmesi, bu da hakkı zaten. Şimdi kısaca, şa*irlerimize değgin düşüncelerimizi de söyleyelim. Geçmiş bütün Fransız şairleri içinde bir teki, Guillaume de Louis, bir de yazını*mızda Jean de Meun(*) okunmaya değer. Çağdaşların esinleneceği şeyler yazdıkları için değil, yapıtlarını Fransızcanın eski görkemiyle kaleme aldıkları için (...) Sonrakileri, hatta Clement Marot'nun Salel'e yazdığı bir yergide adını saydığı, yapıtlarıyla yeteriyle ta*nınmış şairleri okura bırakıyorum, kararı onlar versinler."
"Du Bellay, böylece bazan överek ama daha çok eleştire*rek çağın bazı yazarlarıdan söz ediyor ve ilk yargısını yineli*yor: 'Bütün bu şairleri kemik toplamak için mi okuyacağız, oysa yunan ve roma şairleri, her şeyi, etiyle, kanıyla dile getirmişlerdi" diyor.

__________________
Teşekkür Etmek için Beğen Butonuna Tıklayınız.
FifiVePirtik isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla