Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23.09.2013, 01:12   #1 (permalink)
FifiVePirtik
Tecrübeli Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Hizbullah nedir kimdir? neler yaptı? ve gerçekler

Hizbullah nedir kimdir? neler yaptı? ve gerçekler








[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]hizbullah nedir kimdir neyaptı ve gerçekleri

Arapça’da “Allah’ın partisi” anlamına gelen Hizbullah, Lübnan’da çok etkili bir siyasi ve askeri güç.
Arapça’da “Allah’ın hizbi-taraftarı” anlamına gelen Hizbullah, Lübnan’da çok etkili bir siyasi ve askeri güç. Kuruluşun hemen ardından İsrail’i, Lübnan’dan çekilmeye zorlamak için mücadele eden Hizbullah, özellikle askeri kanadı İslami Direniş sayesinde Mayıs 2000′de bu hedefine ulaştı. Hizbullah’ın popülaritesi de bu yıllarda en yüksek seviyesine ulaştı. Hizbullah siyasi bir güç olmasının yanısıra, sosyal ve sağlık hizmetleri de sunması sayesinde geniş desteğe sahip oldu. Hizbullah, ayrıca oldukça etkin bir televizyon kanalı olan El Menar’ın da sahibi.
Hizbullah esas olarak, İsrail’in Lübnan’ı işgalinin ardından, 1982 yılında, bir grup Müslüman din adamı tarafından kuruldu. Bekaa Vadisi’nde konuşlanan Hizbullah’ın askeri kanadı yaklaşık 2 bin kişiden oluşuyordu. Hizbullah, Filistin’in işgal altında bir Müslüman toprağı olduğunu, İsrail’in varolma hakkı bulunmadığını savunuyor. Hizbullah kuruluşunun hemen ardından, 1980′li yılların ilk yarısında Batılılara karşı rehin alma eylemlerini bir taktik olarak uyguladı. 1983 yılında önce Amerikan Büyükelçiliği’ne bombalı saldırı düzenledi, ardından Beyrut’ta Amerikan ordusunun karargâhına düzenlenen bombalı saldırıda 241 deniz piyadesini öldürdü. Bu saldırıların sonrasında, ABD askerleri, Beyrut’tan çekildi.

Hizbullah, Lübnan’daki Suriye yanlısı muhalefet bloğunun en güçlü üyesi durumunda. Blok, 2005 yılında iktidara gelen Batı yanlısı Fuad Sinyora hükümetine sert şekilde muhalefet ediyor.
Hizbullah Kasım 2006′ya dek Lübnan’daki ulusal birlik hükümetinin ortaklarından biriydi, ancak veto yetkilerinden ötürü çıkan bir anlaşmazlığın ardından hükümetten çekildi. Hizbullah ve müttefikleri, 2005 seçimlerinde 128 sandalyeli Lübnan meclisine 35 milletvekili soktu.
Washington, Hizbullah’ı terör Hizbullahü olarak nitelendiriyor ve Lübnan’ın istikrarını bozmaya çalışmakla suçluyor. Washington Avrupa Birliğinin de Hizbullah’ı terör Hizbullahü ilan etmesini istiyor. Ama bir çok Avrupalı diplomat, Hizbullah’ın Lübnan meclisinde temsil edilen bir siyasi güç olduğuna dikkat çekerek, bu öneriye kuşkuyla yaklaşıyor.

Hizbullah’ın en büyük sınavı, 2006 yazında, savaşçıların iki İsrail askerini sınır ötesi bir çarpışmada rehin almalarıyla başladı. Olay, İsrail’le 35 gün süren şiddetli bir çatışmaya yol açmış, Lübnan’ın güneyini ve başkent Beyrut’un bazı kesimlerini yerle bir eden savaş, ateşkesle sona ermişti. Hizbullah, İsrail’e karşı zafer ilan etti, böylece Arap dünyasındaki itibarını da arttırmış oldu. Lübnan’daki milisleri silahlarını bırakmaya çağıran iki BM kararına karşın (2004′te kabul edilen 1559 sayılı karar ve savaşı sona erdiren 1701 sayılı karar), Hizbullah silahlı gücünü koruyor.
2006 Ağustos çatışmalarında cepheden dönen İsrail askerleri, yaptıkları açıklamalarda, Hizbullah savaşçılarının kesinlikle Filistinli ya da Hamas’lı savaşçılara benzemediğini, çok iyi eğitimli olmalarının yanı sıra, çelik yelek, gece görüş gözlükleri, iyi bir iletişim donanımına ve hatta İsrail üniformalarına sahip olduklarını belirttiler. Ancak İsraillileri bekleyen tek yenilik bu da değildi. Seneler içinde, Hizbullah, uydu iletişimi, en son teknoloji ürünü piyade silahları, Rus yapımı olan anti-tank silahları, Semtex plastik patlayıcıları gibi çok çeşitli ve ağır eğitim gerektiren silahlara ve teknolojiye sahip oldu. Doğal olarak da bu süre boyunca da ciddi bir eğitime tabi tutuldu.
Öyle ki, Hizbullah silahlanmasını sadece güçlü gözükmek için değil, belirlenen stratejiye uygun olduğu ve iyi analiz edilmiş düşmana karşı işe yarayacağı için yaptı. Elde ettikleri anti-tank silahları İsrail’in en iyi tankı olan Merkeva’nın zırhını kolayca delebilecek güçteydi. İsrailli askerlerin barınak olarak kullandığı ve çatışmalarda siper edindikleri evlere karşı Sagger füzeleri kullanıldı. Anti-tank füzelerinin tank zırhını delip geçerek içerde imha olması gibi, Sagger füzeleri de vurulan evlerin ilk olarak desteklenmiş duvarlarını deliyor, ardından da içerde patlıyordu.

Hizbullah, düşmanının beklediği gibi elleri silahlı savaşçılar olarak meydana çıkıp sağa sola ateş eden çiftçiler değildi. Binbir tünelden bir anda ortaya çıkıp, roketi sallayıp yok oluyorlardı. Çeçenlerin Ruslara karşı kullandığı taktiğe benzer olan bu yöntem ile Hizbullah, düşmanını çoğu zaman çaresiz bırakmayı başardı. Hatta durum 35 gün savaşının ilerleyen günlerinde öyle bir hal aldı ki, İsrailli askerler kamikazelerden kaçan Amerikan denizcileri gibi kendilerini saklandıkları evlerden dışarılara atmaya başladılar.
Hizbullah, son savaşta, kendini çok iyi bir iletişim ve yeraltı tünelleri ağı içersinde organize etti. Ayrıca sayısız depo, askeri kışla ve bubi tuzakları ile savaşa ne kadar hazırlıklı olduğunu gösterdi. Hizbullah’ın İsrail tarafından tahmin edilen savaşçılar sayısı ise beklenenin üzerinde, yaklaşık dört bindi.
Hizbullah son İsrail savaşında, düşmanına en büyük zayiatı, onun en kuvvetli olduğu yerden, tanklardan verdi. Hizbullah savaşçılarını bulmakta ve görmekte zorlanan İsrail askerleri zorunlu olarak tanklar ile Lübnan yerleşim birimlerine girmek zorunda kaldı. Hizbullah ise İsrail tanklarını hedeflerine girer girmez teker teker vurmaya başladı. İsrail’in 2006 Ağustos’unda kaybettiği askerlerin yarısından fazlası tank zayiatlarında verildi.

Hizbullah’ın elindeki anti-tank füzeleri ise sadece Rusya yapımı RPG-29 ve 26 ile sınırlı değil. Irak’ta Amerikan zırhına karşı kullanılmış füzeleri bile elinde bulunduran Hizbullah’ın ilgi çeken bir diğer silahı ise Çin yapımı C-802. Savaş gemilerini vurması için tasarlanan bu silahı, 14 Temmuz’da(2006) Hizbullah bir İsrail savaş gemisini vurmakta kullandı.
Hizbullah’ı 35 gün savaşı sonrası inceleyen stratejistler şu noktalara özel vurgu yaptılar: “Hizbullah, İsrail ile giriştiği 18 senelik savaştan sonra artık korkmuyor. İsrail ordusunu sürekli taciz etme, düşmanının kusurları üzerine sürekli çalışma ile İsrail ordusunun da insanlardan oluşan, zarar verilebilir bir güç olduğunu anlamış durumda. Ayrıca artık çok daha iyi silahları var. Hizbullah sabırlı, dikkatli, istihbarata önem veren, gerilla savaşı eğitimi alan ve aynı zamanda İsrail’in gücünü bilen ve buna saygı duyan bir Hizbullah. Hizbullah kendi topraklarında, kendi insanları arasında savaşıyor ve İsrail’i bu tür bir savaşın içine çekmek istiyor. Yani İsrail’in zırhın arkasında üzerine doğru geleceğini biliyor. Hizbullah içersinde bir ekip çalışması ve uzun dönem planlama var ki, bu Filistinlilerde asla olmayan bir şey. Düşmanlarını izliyorlar, elde ettikleri bilgileri gözden geçiriyorlar, her detayı araştırıyorlar, esnek olan taktikleri tercih ediyorlar. Geniş ve hiyerarşik bir yapıları yok”.
Hizbullah’da yatay bir yapı bulunmuyor. Şeyh Hasan Nasrallah’ın üç bölümsel yönetime böldüğü Hizbullah’da, Beyrut ve Hizbullah konseyi politikayı belirliyor, ama asla savaşı yürütme görevini üstlenmiyor. Savaşı ve operasyonları ise geçtiğimiz aylarda Şam’da bir suikast sonucu hayatını kaybeden İmad Mugniye yürütüyordu.
Nasrallah, birçok durumda bazı politik sorulara, konuyu partinin siyasi meclisine götürmeksizin cevap vermeyi bile reddediyor, cevabın orada verileceğini söylüyor. Hizbullah içindeki kaynaklara göre, kritik kararlarda meclis içinde müthiş bir oylama olduğu gibi, Nasrullah da düşüncelerini yüksek meclisin üyelerine empoze etmiyor.

Stratejistler, Hizbullah’ın içinde bulunduğu esnek sisteme uygun olarak, siviller arasında sayısı yüksek olan otonom birimler halinde yaşadıklarını ve yerel güçlerden takviye aldıklarını da belirtiyorlar. Hizbullah komutanları ise tanınmamak için eski arabalar içersinde, rütbesiz bir şekilde dolaşıyorlar.




“ Hizbullah’a bağlı sivil güçlerde o kadar büyük iman ve yakın var ki, bu iman ve yakin onları profesyonel kadar güçlü kılıyor.
Suriye ile savaşa başlanırsa, Lübnan müdahale edecektir. Irak ve Ürdün’de bulunan müslümanlar patlamaya hazır bomba gibi savaşmak için Suriye’ye akın edecekler.
Hizbullah’ın 65 binlik ordusuyla hiçbir gücün savaşamayacağını Nato çok iyi biliyor. Lübnan’a girmek, ateş üstüne benzin dökmeye benzer. Bu yapılırsa, Suriye, Irak, Filistin Lübnan, Ürdün ve…sonu meçhul bir kargaşa başlayacaktır.






Nasrallah: Sünnileri Savunmak İçin Bosna Hersek'te Savaştık



Lübnan İslami Direnişi Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Seyyid Hasan Nasrallah, "Biz, Sünnileri savunmak için Bosna Hersek'te savaşmıştık" diyerek, son dönemde Hizbullah'ı hedef alan mezhepçilik suçlamalarına tepki gösterdi.

Nasrallah'ın konuşmasının geniş özetini sunuyoruz:

Sizlerin zafer bayramınızı, işgalden kurtuluş bayramınızı kutluyorum.

Şuan, tüm şehitleri, kurbanları, ailelerini, yaralıları, fedakarlıkları, özgürlüğüne kavuşan esirleri, halkımızı, topraklarında direnen ailelerimizi, ordu, halk ve direnişten kurbanlar verenleri, Filistinlilerden ve Suriyelilerden kurbanlar verenleri saygıyla anıyoruz.

Bu yıl kutlamalara ev sahipliği yapan Batı Beka ehlini özellikle de selamlıyorum. Bu güzel toprakların halkı, büyük şehitler verdiler, büyük fedakarlıklarda bulundular.

25 Mayıs 2000, Allah'ın günlerinden bir gündür, Allah'ın rahmetinin, bereketinin, yardımının, desteğinin direnen halkımız üzerinde tecelli ettiği bir gündür. Allah'ın öfkesinin Siyonist işgalciler üzerinde tecelli ettiği bir gündür.

Böylesine bir gün, direniş ve kurtuluş bayramı oldu. Bugün bizim zihinlerimizde canlı kalmalı ve gelecek nesillere de aktarılmalıdır. Çünkü bugünde derin bir ulusal tecrübe, büyük fedakarlıklar, dersler, ibretler, acılar, umutlar vardır. Çünkü bugün, şerefli aziz bir geleceğe acılan yoldur.

Böylesine bir günde, Filistin direnişinin gücüyle İsrail'in Gazze'den çıkışı ve Irak direnişinin gücüyle de Amerika'nın Irak'tan çıkışı gibi asrımızda olan olayları da hatırlamamız gerekiyor. Bugünler, Amerika-Siyonist proje tarafından hedef alınan tüm ümmetin bayramına dönüşmelidir.

Nekbe ve Nekse gibi acı günleri de unutmamamız gerekiyor. Muasır tarihimizde, Nekbe de Nekse de zaferler de var. 1948'deki Nekbe sadece Filistin'in değil tüm Arap ve Müslümanların, bölgedeki tüm Hristiyan ve Müslümanların Nekbe'sidir. Sadece bir halkı ilgilendiriyormuşçasına yaklaşmak hatadır.

Ders çıkarmak için Nekse gibi acı olayları hatırlamamız gerekiyor. Bazıları bu tür olayları unutmamızı istiyor. Çünkü bizlerin hatırasız, tarihsiz ve davasız kalmamızı istiyorlar.

Biz bu yıl direniş ve kurtuluş bayramını kutlarken bazı tehlikelerle karşı karşıyayız. Bu tehlikelerin başlıca iki tanesi şunlardır. Birincisi İsrail'dir, İsrail'in amaçları ve projeler.. İkincisi ise Suriye'de meydana gelen olaylar, evlerimizin kapılarımızın önünde tekfirci hareketlerin ortaya çıkmasıdır.

Kuzeye ve güneye bakmak zorunda kaldığımız günleri yaşıyoruz. Güneye bakmamız gerekiyor çünkü İsrail, projelerine devam ediyor. 2006 savaşından itibaren kendisini yeni savaş için eğitiyor, hazırlıyor. 2006 Temmuz savaşından sonra İsrail, 1., 2., 3., 4. dönüm noktası olarak adlandırdığı tatbikatlar yaptı. İç cephe düzeyinde yapılan bu tatbikatlara herkes katıldı.

İsrail, Pazar günü yine iç cephe tatbikatı yapacak. Ama bu defa, tatbikatı "Dönüm Noktası 7" yerine "Sağlam Cephe 1" tatbikatı olarak adlandırdılar. Bununla savaşa hazır olduklarını kastediyorlar. İsrail, her gün Lübnan'ı tehdit ediyor, her gün hazırlıklarını üst düzey derecede tutuyor, Suriye'ye saldırıyor ve tehdit ediyor.

Bugün, açık konuşacağım. Çünkü vakit, başları toprağa gömme zamanı değil. Vakit, başları dik tutma ve fırtınalara karşı mücadele etme zamanıdır. İsrail, 2006 Temmuz'undan beri iç cephesini güçlendirirken ve savaş için hazırlık yaparken bizler ne yaptık? Devlet ne yaptı? Halk ne yaptı? Hepimiz, güçlü ve muktedir bir ordu istiyoruz. Fakat ordunun hazırlığında, silahlandırılmasında nereye geldik?

Biz bu soruları sorunca, ya cevap alamıyoruz ya da Amerika'nın ordunun silahlandırılmasına veto uyguladığını söylüyorlar. Bu doğru. Ordunun silahlandırılması yasak. Suriye'nin de S-300'e sahip olması yasak. Çünkü Arap devletlerine stratejik silahların satılması durumunda, dengeler değişecek. Lübnan ordusunu silahlandırmıyorlar. Çünkü ordumuz, milli bir ordudur. Silaha sahip olması halinde direniş gibi savaşacaktır. Çünkü ordudaki asker ve subaylar, bu vatanın evlatlarıdır. Lübnan İç Cephe Sorumlusu kim?Lübnan'da düşmanın saldırısına karşı hazırlık kesinlikle yok! Ne sığınaklar ne güvenlikli odalar var.

İsrailliler, Lübnan sınırında yerleşim merkezleri inşa ediyor. Dünyanın farklı bölgelerinden gelen Yahudileri, hazırlıyor ve eğitiyor. Çünkü onların rolü, sınır şeridinin güvenliğidir. Bizde ise sınırda yüzyıllardır var olan köyler var. Devletten beklenen, burada yaşayanları korumasıdır.

Bir kaç haftadır İsrail, Golan'daki yerleşimcilerin silahlandırılmasını konuşuyor. Bizim sınırdaki halkımızın elinde ise silahları var. Bizdeki siyasiler ise sınırdaki köylerimizdeki halkın elinde bulunan silahların yasadışı olduğunu söylüyor ve toplanması çağrısı yapıyor. Burada sorun, Lübnan devletinin İsrail'e düşman muamelesinde bulunmamasıdır.

Bugün Lübnan, İsrail'i Güney Lübnan'dan çıkarabilecek ve 2006 Temmuz'unda olduğu gibi mücadele edebilecek güce sahiptir. Direniş, 2006'dan beri silahlanmaya devam ediyor, savaşa hazırlanıyor. İsrail'i Lübnan'a baktığında korkutan da direniştir. Lübnan'da çok sayıda kişinin direnişten nasıl kurtulabileceğini düşünüyor olmasına rağmen.

Direnişin silahını toplamayı düşünenler, bunu asla başaramayacaklar. Çünkü İsrail'e karşı savaşan direnişe, halk kucak açmaktadır. Devlet, şuan direnişin yaptığı görevi yerine getirinceye kadar silah bırakmayacağız. Çünkü şuanda devlet, Sayda'daki şehidin cenazesini bile koruyamayacak güçtedir. Burada gerçek bir tehdit var, İsrail hazırlığını sürdürüyor ve gelişmeleri takip ediyor.

Direnişteki sorumluluklarımızı yerine getirmeye devam edeceğiz. Baskılar ve karalama kampanyaları bizi yıldıramaz. Direniş, ülkesini savunmaya devam edecek, başı dik olarak kalacaktır. Güçlü ve adil bir devletin kurulması halinde o devletin emri altında savaşacağız.

Devletin varlığı, herhangi bir boşluk ve kaostan efdaldir. Devlette boşluk istemediğimizin delili, milletvekili seçimi için adaylarımızı 60 Kanun'a göre sunmamızdır.

Trablus'taki çatışmalar durmalıdır. Bu çatışmalarda ufuk gözükmüyor. Ordunun Trablus'ta hakimiyetini sağlaması gerekiyor.

SURİYE MESELESİ

Suriye'de yaşanan olaylar Lübnan için çok önemlidir. Aynı zamanda gerçekten de Lübnan için, şimdimiz ve geleceğimiz için kader tayin edicidir. Başlangıçta da söylediğim gibi gelin başlarımızı toprağa gömmeyelim ve Suriye meselesine sanki biz Suriye'nin sınırında değil de Cibuti'de yaşıyormuş gibi yaklaşmayalım. Biz, şuan söz söyleyecek cürete sahibiz, eylemi yapacak cürete sahibiz. İçinde bulunduğumuz bu tarihi günde bizden istenen net konuşmamızdır.

Olayların başladığı günden beri -hızlı bir hatırlatma yapacağım- Olayların başladığı ilk günden itibaren net bir siyasi duruşumuz vardı. Suriye halkının reform talepleri haklıdır. Dedik ki: Bu rejimde, olumlu yönler var. Özellikle de direniş konusunda. Bu rejimin olumsuz yönleri de var. Bunun için de reform gereklidir. Reformları gerçekleştirme yolu da siyasi diyalogtur. Biz ne rejimin ne de muhaliflerin birbirlerine silah doğrultmalarını doğru bulmadık. Çünkü biz Suriye'nin, Lübnan, bölge, İsrail-Arap mücadelesi, direniş hareketleri ve Filistin davası için ne anlam ifade ettiğini biliyoruz. Parti olarak mütevazi imkanlara sahip olsak da bölge düzeyinde büyük ve iyi ilişkilerimiz var.

Ben, bazı kardeşler ve bazı muhaliflerle, Suriye'deki krizin diyalog yoluyla çözülmesi için en başında, Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'le çalıştım. Cumhurbaşkanı Esed'in diyalogu kabul ettiğine şahidim. Fakat muhalefet reddetti. Cumhurbaşkanı Esed, diyalog yoluyla siyasi çözüme ulaşmayı ve köklü reformlar yapmayı kabul etti. Muhalefet reddetti çünkü rejimin bir kaç ay içerisinde düşeceğini sanmışlardı. Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya, AB, petrol zengini Arap ülkeleri ve Türkiye kimin yanında olursa, onun bir kaç hafta ya da bir kaç ay içerisinde zafer kazanacağını sandı.

Bu, hatalı bir takdirdi. Herhalukarda, İki yılda olaylar bu şekilde ve hızlıca gelişti, az önce zikrettiğim ülkelerden oluşan bir eksen oluştu. Bu eksene önderlik eden ve karar sahibi olan Amerika'dır. Bu eksende Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Araplar ve Türkler var. Hepimiz biliyoruz ki İsrail de bu ekseni dolaylı olarak destekledi. Çünkü Amerika'nın bölgedeki projesi, İsrail içindir, başka bir şey için değil. Suriye'deki çatışmalara daha sonra el-Kaide ve tekfirci örgütlerde girdi ve girdirildi, para verildi, Suriye'ye gitmeleri için tüm dünya tarafından kolaylıklar sağlandı.

Kimse bizi, kendileri dışında her şeyi reddeden on binlerce fanatik düşünce sahibinin, tekfircinin,savaşçının gizlice Suriye'ye girdiğine ikna edemez. Bu kişilere vizeler verildi ve kolaylıklar sağlandı. Kapılar ardına kadar açıldı ve Suriye'ye girdiler. Ve Suriye'ye karşı dünya savaşı başladı. Enformasyon, siyaset, diplomasi, ekonomi, finans, silahlandırma ve on binlerce silahlının Suriye'ye gönderilmesi... İki gün önce Amman'da toplanan sözde Suriye Dostları'nı bu savaşçılar değil, Lübnan'daki bir grup Hizbullah mensubunun Suriye içerisine girmesi, dış müdahale olarak görüldü.

Biz, tüm bu zaman zarfınca, Suriye'deki soruna müdahil olmadık. Size karşı dürüst olmam gerekirse bir kaç ay öncesine kadar müdahil olmadığımızı söyleyebilirim. Tüm taraflarla çalışır bir halde kaldık. Dedik ki: Suriye, yıkılacak ve yok olacak. Tek çözüm yolu var o da diyalog. Bunun için devletlerle, ulusal ve İslami güçlerle olan tüm ilişkimizi kullandık. Çağrımıza hiçbir olumlu yanıt alamadık. Diğer eksen, savaşı sonuna kadar sürdürmekte ısrarını korudu. Diyalog mevzu bahis olmadı. Bedeli ne olursa olsun neye mal olursa olsun Suriye'deki rejimi devireceklerini söylediler.

Ben, iki yıllık süre içerisinde makul ve uygun çözümler olduğunu ve Suriye liderliğinin de dolaylı olarak bunu kabul ettiğini biliyorum. Bu, şuana kadar gizli kaldı. Bu çözüm önerisi bölge ülkelerine iletildi ama onlar reddetti. Çünkü bu devletler, rejimin kalışına asla tahammül edemezler. Suriye yıkılsın. Önemli olan Suriye'deki rejimin devrilmesidir. Bir kaç ay öncesine kadar şu noktaya ulaştık: Suriye dışında bazı muhalifler var. Onların bir mantığı ve bir görüşü var. Talepleri hak'tır. Diyaloga hazırlar. Bu, onların hakkıdır, onlara saygı duyuyoruz. Bunlar, Suriye muhalefetinin bir parçasıdır.

Suriye muhalefetinin bir başka parçası da var ki CIA tarafından, Pentagon tarafından, felan ya da filan istihbarat örgütü tarafından görevlendirilmişlerdir. Kararları kendi ellerinde değil. Dışarıdaki muhalefetin hali budur.

Alana gelince... Suriye devletinin kontrolünden çıkan bölgeler kimin kontrolünde? Bu bölgeler, silahlı grupların kontrolünde. Muhalefet, Cenevre'deki konferansa katılmak istiyor. Suriye muhalefeti, bu grupları kontrol altında tutabiliyor mu? Batı, Araplar, istihbarat örgütleri, medya, ben ve siz hakikati biliyoruz. Hakikat şu: Meydana hakim olan gruplar, tekfirci akımlardır. Dışındakilerin bu gruplar üzerinde hiçbir etkisi yok. Suriye'deki silahlı gruplardaki hızlı dönüşüm hakkında batı da şaşkın. Bu türden insanları nasıl silahlandırmak isteyebiliyorlar?

Suriye muhalefetine bu renk hakim. Arap ve bölge devletleri, bu muhalefet finans ve silah desteği çıkıyor. Böylece hem bu gruplardan kurtulmak hem de Suriye'deki rejimden kurtulmak istiyor. Arap devletleri, bu grupların kendi ülkelerinden çıkışını kolaylaştırıyor. Bu gruplar, savaş tecrübesine sahipler, boğazlamakta hırslılar ve öldürmekte hırslılar, mücadelenin her türlüsüne hazırlar.

Bize göre bu grupların Suriye'ye ya da Lübnan'a sınır şehirlere hakim olması, sadece Hizbullah için değil sadece Lübnan'daki şiiler için değil, Lübnan için büyük tehlikedir, Lübnanlılar için büyük tehlikedir. Lübnan devleti için, Lübnan direnişi için büyük tehlikedir. Bu konuda delilim var. Bir grubu haksız yere suçlamam. Bu gruplar eğer, Lübnan sınırındaki şehirlerde kontrolü ele geçirseler,Lübnanlı Müslümanlar ve Hıristiyanlar üzerinde tehlike oluşturacaklar.

Müslümanlardan söz ederken Sünni, Dürzi, Şii ve Alevileri kastediyorum. Sadece Şiileri kastetmiyorum. Hatta öncelik Sünnilerdir. Delil mi istiyorsunuz? Delil isteyenler Irak'a baksın. Bugün Suriye'de savaşanlar Irak İslam Devleti'nin uzantılarıdır. Irak'taki Sünnilere Irak İslam Devleti'ni sorun. Kaç tane Sünni alim öldürüldü. Kaç tane Sünni İslami Partilerin liderleri öldürüldü. Anbar'daki, Felluce'deki ve Musul'daki mescitlerde bombalar patlatıldı. Sadece Şiilerin mescitleri ya da hüseyniyeler ya da Hrıstiyanların kiliseleri değil. Kaç tane aşiret lideri öldürüldü? Bu grup Irak'ta 5000 intihar eylemi düzenlediği için gurur duyuyor. Irak'taki intihar saldırıları, her mezhepten her dinden her ırktan her gruptan insanı hedef almaktadır.

Tekfirci aklın sorununu biliyorsunuz. Sadece akaidi sebeplerden sadece mezhebi sebeplerden ötürü değil basit sebeplerden ötürü bile diğerlerini tekfir edebiliyor, siyasi sebeplerden ötürü bile tekfir edebiliyor. Kim seçimlere katılıyorsa o kafirdir. Kanı helal, malı helal, namusu helal. İşte tekfirci akıl budur.Geçen hafta Pakistan'da seçimler vardı. Kaç insan sandık başında öldürüldü. Kaç Sünni Müslüman ve Sünni alim, seçim sandıklarının önünde, seçim kampanyalarında öldürüldü? Onları Pakistan'daki Taliban öldürdü. Çünkü Taliban, Pakistan'da seçimlere katılanları kafir olarak görmektedir.

Bende istatistik rakamlar var. Bu tekfirci aklın, Irak, Afganistan, Pakistan ve Somali'de öldürdüğü Sünnilerin sayısı, diğer İslam mezheplerine ve Hıristiyanlara oranla çok daha fazla.

Ey Lübnanlılar! Ey halklar! Size nasihatte bulunan bir kardeşinizim. Sizin küçük bir evladınızım. Sizin önünüzde bir tecrübe duruyor. Gözlerinizi neden açmıyorsunuz? Bu hastalıktan şimdi Tunus da muzdarip. Bu hastalıktan şimdi Libya da muzdarip. Ve şimdi bu hastalık bize, Lübnan'a yaklaşıyor.

İşte tehlike bu! Diyalogu kabul etmeyen bir akıl var. Bunlarda öncelik diye, ortak payda diye bir şey yok. Hiçbir şey yok bunlarda. Sadece en basit sebepten ötürü: "Sen, kafirsin" demek var. Sadece kafir demekle yetinmiyor. Malını, canını ve ırzını da mubah sayıyor.

Böylesine bir aklın gölgesinde Suriye'nin nasıl bir geleceği olabilir? Lübnan'ın nasıl bir geleceği olabilir? Filistin'in ve bölgenin nasıl bir geleceği olabilir. Varsa bana söyleyin.

Bazılarının itham ettiği gibi biz, bu mevzuya Şii köşesinden yaklaşmıyoruz. Tüm Müslüman ve Hıristiyanların, bu tekfirci akımların tehdidiyle karşı karşıya olduğunu gören bir köşeden bu mevzuya yaklaşıyoruz. Bu akım, Amerika tarafından destekleniyor, finansa ediliyor. Çünkü bölgenin uyanışı karşısında Amerika'nın elinde bölgeyi yıkmak, bölgeye hakim olmak için başka bir şey kalmadı.

Ben, hiç kimseyi korkutmak istemiyorum. Fakat bu bir gerçek. Başlangıçta siz de bunları gördünüz. Dediler ki "Suriye'deki rejim iki ya da üç aya düşecek. Sonra Lübnan'a geleceğiz." Gazetelerde, medyada bunlar var. Daha biz siyasi duruşumuzu ilan etmeden önce Amerika'ya ve İsrail'e güven mektupları sundular. "Biz, -2000'de zafer kazanan, 2006'da yeni ortadoğu projesini düşüren- direnişten intikam almaya geliyoruz. Biz, buna hazırız. Bizi sadece destekleyin" dediler.

Daha başlarda, Azaz'da Lübnanlı ziyaretçiler kaçırıldı. el-Kusayr'daki Lübnanların köylerini boşaltmaları için saldırılara başladılar. Bunu yapanlar, tekfirci aklın mensuplarıdır. Eğer bu tekfirci akım Suriye'ye sonra Lübnan'a ve bölgeye hakim olsa gelecek çok zor gerçekten de karanlık olur.

Suriye, ülkedeki rejime karşı bir halk devrimi sahası olmadı. Amerika, batı ve bölgedeki maşalarının dayattığı siyasi projenin sahası oldu. Hepimiz de biliriz ki Amerika'nın bölgedeki projesi tam anlamıyla İsrail projesidir.

Suriye, direnişin sırtıdır. Direnişin, dayanağıdır. Direniş, dayanağı vurulurken elleri kolları bağlı duramaz, sırtını dönemezdi. Biz, aptal değiliz. Aptal olan kendisine gelen ölüm, kuşatma ve komplolar karşısında bekler ve izler, hareket etmez. İşte ahmak budur. Sorumlu olan akıl, tamamen sorumluca davranır.

Değerli kardeşlerim! Eğer Suriye, Amerika'nın İsrail'in, tekfircilerin ve kendilerini bölge ülkeleri olarak adlandıran Amerika'nın bölgedeki maşalarının eline düşse, direniş kuşatma altına alınır ve İsrail de şartlarını Lübnan'a dayatmak, arzularını ve projelerini yeniden canlandırmak için Lübnan'a saldırır. Lübnan yeniden İsrail asrına döner. Suriye düşerse Filistin yok olur, Filistin'deki direniş yok olur. Eğer Suriye, Amerika, İsrail ve tekfircilerin eline düşerse Gazze, Batı Şeria ve Kudüs yok olur , bölge ülkelerini zor ve karanlık bir gelecek bekler.

Suriye'deki mücadelede iki taraf var. Birinci tarafta, Amerika, batı, Arap, bölge ülkeleri; göğüsleri yaran, başları koparan, kabirleri deşen, maziyi yıkan tekfirciler var: - bu mazinin 1400 senelik ömrü var. Müntesipleri yaşadıkça bu mazi da var oldu. Mescitler, kiliseler, makamlar, kabirler varlıklarını korudu-. Tekfirci gruplar bugün, maziyi, şimdiyi ve geleceği yıkıyor. Siyasi çözümü reddediyor ve savaşta ısrar ediyor.

Diğer tarafta ise Filistin davası, direniş hareketleri ve Siyonist proje karşısında net bir duruşu olan bir devlet/rejim var. Bu devlet sık sık diyaloga, siyasi çözüme ve reformları gerçekleştirmeye hazır olduğunu ilan etti.

Dileyen dilediği cephede yer alabilir. Fakat Hizbullah'ın Amerika, İsrail ve kabirleri deşen, baş kesen, göğüs yaran tekfircilerle aynı cephede yer alması mümkün değil.

Sen, istediğin cephede yer alabilirsin. Fakat Hizbullah'ın Amerika, İsrail ve kabirleri deşen, baş kesen, göğüs yaran tekfircilerle aynı cephede yer alması mümkün değil. Sen, istediğin cephede yer alabilirsin. Fakat Hizbullah, tüm kazanımları yıkmak isteyen, tüm fedakarlıkları yok etmek isteyen, binlerce şehidimizle çökerttiğimiz yenilenen Ortadoğu projesinde Amerika ve İsrail'e bizi köle yapmak isteyen cephede yer almayacaktır.

Hizbullah, kesinlikle diğer cephede yer alacaktır. Dileyen dilediği tarafta dursun. Tarafsız durmak isteyen tarafsız dursun. Denklemi değiştiremeyeceğine inananlar varsa, bu onların sorunudur. 1982'den bugüne kadar birçok kimse, denklemi değiştiremeyeceğine inanıyordu. Lübnan'da direniş, denklemi değiştirdi. Sadece yerel değil, bölge denklemini de değiştirdi.

Biz bugün sahip olduğumuz bu duruşumuzla, Lübnan'ı, Filistin'i ve Suriye'yi savunuyoruz. Tabiatıyla bu duruşumuzdan ötürü biz, medya ve siyasette büyük karalama kampanyalarına muhatap olacağız. Fakat sessiz kaldığımız, müdahil olmadığımız zamanda dahi, hakkımızda siyasette ve medyada karalama kampanyası sürmekteydi. Suriye'ye müdahil olsak da olmasak da bu karalama kampanyaları devam edecektir. Bu amaç doğrultusunda milyonlarca dolarla desteklenen kadim bir karar var. Makaleler, kitaplar, yalanlar, sloganlar, iftiralar ve doğru olmayan haberler.

Hizbullah'ın terör listesine eklenmesi ise yeni bir şey değil. Bundan ötürü hüzünlü değil sevinçliyiz. AB, bizim denklemi değiştirecek imkana sahip olduğumuzu söylüyor. Bu, büyük bir şey. Bununla gurur duyuyoruz.

Bizim mezhepçilikle suçlanmamız ise boş bir ithamdır. Lübnan, Filistin, Bosna Hersek ve diğer bölgelerde tarih buna şahittir. Değerli kardeşlerim biz, Bosna Hersek'e gittik. En iyi gençlerimiz gitti. Bizim orada bir askeri birliğimiz vardı. Bu konuda ilk defa konuşuyorum. Orada savaştık ve şehitler verdik. Kimi savunmak için orada savaştık? Oradaki Sünni Müslümanlar için savaştık. Bosna'da Şii yok.

Filistin konusunda şuana kadar katlandıklarımızın sebebi de Filistin'e akaidi bakışımızdır. Bu yolda bir çok cefaya katlandık ve katlanmaya da devam ediyoruz. Hiç kimse bizi mezhepçilikle suçlayamaz. Irak'taki duruşumuz nettir.Tüm olaylardaki duruşumuz nettir. İrademizi, maneviyatımızı, kararlılığımızı, ailelerimizi ve şehitlerimizi hedef alan girişimler başarısızlıkla sonuçlanacaktır.

Değerli kardeşlerim! Biz, tam olarak bir kaç hafta önce başlayan yeni bir merhaleyle karşı karşıyayız. Bu yeni merhalenin adı direnişi ve sırtını korumaktır, Lübnan'ı ve sırtını korumaktır. Bu, herkesin sorumluluğundadır.

Ben, herhangi birisinden bu sorumluluğa katılmasını istemiyorum. Bu savaş, daha önceki savaşlarda olduğu gibi adamları biz olan savaştır. Biz, inşaallah zaferler kazanacağız. Biz, yolu sürdüreceğiz. Sorumluluğu göğüsleyecek ve her türlü fedakarlığa katlanacağız.

Kurtuluş ve Direniş bayramının sonunda sizlere, 2006 Temmuz savaşının ilk günlerinde söylediğim gibi söylüyorum: Ey şerefli insanlar! Ey mücahitler! Ey kahramanlar! Size daima zafer vaadettiğim gibi size yeni zaferler vaadediyorum.



isra haber







__________________
Teşekkür Etmek için Beğen Butonuna Tıklayınız.
FifiVePirtik isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla