Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27.02.2014, 16:52   #1 (permalink)
Jineps

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Aşkın Motivasyonu

Aşkın Motivasyonu

İlk insandan bu yana aşk olgusu, tutkuyla yaşanan bir deneyim olarak günümüze kadar önemini korumuştur. Ancak günümüzdeki bir fark, aşkın gizli doğasını anlamak açısından daha bilimsel bulguların ortaya çıkmış olmasıdır. Günümüz bilim dünyasının aşkı açıklama çabaları farklı alanlardan beslenmektedir. Bunlar Evrimsel-Darwinistçi görüş ve Nöro-biyolojik alandır. Bu iki bakış açısı, bilimsel bulgularla pek çok anlamda birleşmiş gözükmektedir.

Aşkın bilimsel yorumu şudur; aşk hali, aslında beyin korteksindeki doğal “amfetamin”ler olan “dopamin” ve “norepinepherin” gibi sinir ileticileri seviyelerinin aniden yükselmesinin sonucunda hissettiğimiz bir duygu yoğunlaşmasıdır. Aşkı tetikleyen başlıca kimyasal maddeler ise “serotonin” ve “feniletilamin”dir. Beynin aşk uyarımıyla ilgilenen hipatolomustan salgılanan bu sinir ileticileri beynin ilgili yönlerine ulaşarak kimyasal bir süreç başlatırlar. Aşık olduğumuzda bol miktarda salgılanan bu maddeler beyninizdeki ruh hallerini kontrol eden bölgelere ulaşarak aşk hissini yaşamamıza neden olurlar.

Aşık olmak, uygun zamanlamayla ve hazır olmayla yakından ilişkilidir. Yani sizin için karşılaştığınız kişi en mükemmel ve en uygun kişi de olsa, eğer aşka hazır değilseniz onu farketmezsiniz. Peki aşık olmak ne kadar zaman alır? Aşık olma, buna hazır olan birisi için çok hızlı gelişen bir olgudur.

Bir grup insan için bu, belirli bir uyarıcının tetiklediği bir süreçtir. Bazılarımız kendileri için anlamlı sinyalleri veren kişilere karşı daha duyarlı olmaktadırlar. Ses tonu, yürüyüş tarzı ya da yüz biçimi gibi sinyallerin kaynağı, aile hayatımız, kültürümüz veya seyredilen bir film dahi olabilmektedir.

Ancak şu bir gerçek ki, benzer insanlardan hoşlanıyor ve onlarla daha rahat geçinebileceğimizi hissediyoruz. Bu hissin ortaya çıkmasında bazı bilimsel gerçekler rol oynamaktadır.

Çekiciliğin Anatomisi


Dünyanın farklı yerlerindeki 37 farklı toplumdan insan üzerinde yapılan bir çalışmada, insanların uzun süreli bir ilişki kuracakları kişide aradıkları özelliklerin başında “karşılıklı çekim” olduğu ortaya çıkmıştır. Bu çekimi ortaya çıkaran belirli süreçler vardır.

Araştırmalarda erkekleri karşı cinste etkileyen en önemli şeyin “görsel uyarıcı”lar olduğu belirlenirken; kadınlarınsa daha çok karşı cinsin “karakter” özelliklerinden etkilendiği ortaya konmuştur.

Bir deneye göre erkekler, bel kalça ölçüsü olarak 7/10 oranına sahip kadınları daha çekici bulmuşlardır. Bunun nedeni görselliğin erkekler için önemli olmasıdır. Bu orantı şekli erkeğin bilinçaltından önemli bir mesaj iletmektedir. Bulgulara göre bel-kalça oranları 0.7 civarında olan kadınların bebek doğurmaya daha uygun oldukları, daha kolay hamile kalabildikleri ve daha az düşük yaptıkları görülmektedir.

Bu veri şu araştırmayla da anlamlı gelmektedir. Erkek ve kadınlar üzerinde yapılan bir araştırmada, yüzdeki simetrinin önemli bir çekicilik unusuru olduğu kaydedilmiştir. Deneye göre, karşı cinsten birinin yüzündeki simetri derecesi ne kadar fazlaysa o ölçüde çekici olarak algılanmıştır.

Bir kadının çekiciliğini belirleyen ve fiziksel özelliklerini şekillendiren unsur salgılanan östrojen hormonudur. Bir erkeğin çekiciliğini belirleyen şey ise vücudunda salgılanan testesteron hormonudur. Bilim insanlarına göre erkekler, hormon düzeylerinin sağlıklı olduğunu gösteren özelliklere sahip kadınları aşırı derecede çekici bumaktadır. Çünkü bu, bir erkek için kadının sağlıklı çocuk doğurabileceği mesajını algılamasına neden olmaktadır. Evrimsel bakış açısına göre de erkekler, milyonlarca yıl boyunca sağlıklı, genç ve doğurgan olduğu belli olan kadınlarla eşleşme içgüdüsü göstermişlerdir. Kadınların genç görünmek için estetik ameliyatlara ve güzellik sektörüne bu kadar para harcamasının bu veriyle çok anlamlı olduğu söylenebilir. Çünkü gençlik ve güzellik temelde üreme potansiyelini ifade etmekte ve kadının erkekler tarafından seçim şansını üzerine toplamaktadır.

Kadınlar da “hakimiyet” belirten göstergeler olan, erkekteki güçlü bir vücut yapısını, üreme başarısına sezgisel mesajlar olarak algılamaktadır. Kadınlar erkeklerde dış görünüm yanında kararkter özellikleri de ararlar. Güvenilirlik, sadakat, iyi kalplilik gibi karakter özellikleri, iyi bir koca ve iyi baba olma mesajlarını da içinde taşımaktadır. Kadınlar erkeklerde kendileri ve çocukları için iyi bir gelecek sağlayıp sağlayamayacağına bakarlar. Kadınlar için bu anlamda zengin ve statü sahibi birisini çekici bulmasının evrimsel açıdan açıklaması da mantıklıdır. Çünkü bu unsurlar kadınlar ve çocukları için bir gelecek güvencesi anlamına gelmektedir.

Kendimiz için uygun kişiyi bulmamızda “koku” faktörü de önemli bir rol oynamaktadır. Koklama duyumuz sayesinde her bireye özgü olan bir “koku izi”ni farkederiz. Bu kokusuz kimyasal imzalar olan “feromon” sayesinde kendimiz için iyi bir sevgiliyi kötü olandan doğal şekilde ayırabiliriz. Dolayısıyla kullanılan parfümler yerine kişinin kendi öz kokusunu serbest bırakması çekiciliği sağlama açısından daha uygundur.

Karşı cinste bizi çeken unsurlardan birisi de “zeka”dır. Zeki insanları kendimize eş seçmemiz mantıklıdır, çünkü güçlü genleri geleceğe aktarmayı içgüdüsel şekilde isteriz. Diğer bir çekicilik unusuru da “yaratıcılık”tır. Bir araştırmaya göre yaratıcı mesleklerle uğraşan sanatçılar, şairler, nispeten daha az yaratıcı olan mesleklere göre iki kat fazla partnerle birlikte olmuşlardır. (Ekip Notu: Bu bulgunun tersi de doğru olabilir. Yani bu kişiler yaratıcı kişiler oldukları için cinsel aktivite düzeylerinde bir artış olmuş olabilir).

Çekiciliği etkileyen anatomik özellikler dışında çevresel faktörlerde mevcuttur. Örneğin karşı cinste algılanan çekicilik, korku veya endişe durumlarında artış göstermektedir. Bir deneyde kalbin daha fazla attığı korku durumlarında kadınlar erkeklere daha çekici görünmüşlerdir. Bu anlamda karşı cinsi etkilemek için en uygun ortam korku ve gerilim hissini yaşatan heyecan ortamlardır (Lunaparka veya bir korku filmine gitmek vb.).

Aşık Olmanın Sonuçları Nelerdir?


Araştırmalara göre hayatta kalmamız açısından aşkın önemli işlevleri vardır. Aşkın kimyasal maddeleri bağışıklık sistemimizi güçlendirirken, kalp rahatsızlığı gibi pek çok hastalığa yakalanma riskini azaltmaktadır. Daha uzun yaşama, daha az hastalanma gibi pek çok olumlu tarafı da vardır. Bir araştırmaya göre, halen sevgiye dayalı bir ilişki yaşayamıyor olmanın, insanların sağlığına kötü beslenmek, egzersiz yapmamak, kilolu olmak ve hatta sigara içmekten bile daha zararlı olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Bu olumlu taraflarının yanında aşık olmak beyinde öylesine bir etkiye neden olur ki, yasa dışı uyuşturucu kullanan kişilerde oluşan biyokimyasal tepkimelere benzer sonuçlar ortaya çıkmasına yol açarlar. Örneğin bir insanın aşık olduğu kişinin bir fotoğrafına baktığında beyninde görülen tepkiyle kokain kullandığında görülen etki oldukça benzerlik göstermektedir. “Dopamin” hormonu, yüksek düzeyde bir odaklanma ve sarsılmaz bir motivasyon kaynağıdır. Aşk hallerinde bu hormon büyük bir salgılama gösterir. Yüksek dopamin aşkın enerisini sağlayan ve o kişiye bağlı kalınmasını sağlayan bir etkide bulunur. Bu durum evrimsel açıdan da mantıklı olarak tek bir bireye ilgi göstermemizi ve odaklanmamızı sağlar. Böylece doğa, çocuğun doğmasına kadar geçen süreci garanti altına almış olur.

Memelilerin %97’si çok eşlidir. Bu anlamda insanların tek eşli olarak kalması seçimin dışında belirli faktörlere bağlı gözükmektedir. Bunlardan en önemlisi, oksitosin denilen bağlılık hormonunun ne kadar sık salgılandığıdır. “Oksitosin” hormonu, cinsel bir uyarıcı olarak işlev görmektedir. (Bu aynı zamanda, annenin bebeğini emzirdiğinde salgılanan ve annenin bebeğine bağlanmasını sağlayan salgıdır). Bağlılık hormonu olarak işlev gören bu salgı, cinsel ilişki sırasında salgılanmakta ve her iki tarafın bağlılığını güçlendirmektedir. Bu sonuca göre eğer sevdiğiniz bir insanla ilişkiye girerseniz ve bunu ne kadar sık şekilde yaparsanız o ilişkinin devamlılık olasılığını artırmış olursunuz. Bu anlamda biten ilişkilerde görülen önemli bir neden de bu salgının az salgılanması, yani cinsel ilişkinin bir şekilde azalması ve bitmeye yüz tutmasıdır.

Diğer bir hormon olan “vazopressin” de, cinsel ilişki sırasında salgılanır ve uzun vadeli bağlılığı sağlayan bir etki yaratır. İnsanlarda olduğu gibi tarla fareleri de bu hormonu salgılar ve yapılan deneylerde ilşiki sırasında salgılanan bu hormon, beynin ilgili kısmında hoş bir anı oluşturmasını ve sonraki süreçte çiftlerde bir bağlılık oluşmasını sağlamaktadır.

Ancak aşkın bu yoğun duygu hali, ilişkilerin 18. ayıyla 3. yılı arasında giderek azalmaktadır. Aşıkların ruh hallerini etkileyen sinir ileticileri eski güçlerini kaybederek, onlara alışan beyin üzerindeki etkilerini giderek yitirmektedirler.

Bilim insanlarına göre, tek eşli toplumun ayrılmaz bir parçası da eşlerin birbirini aldatmasıdır. Buna göre evliliğin herhangi bir sürecinde erkeklerin yarısından çoğunun, kadınlarınsa neredeyse üçte birin eşlerini aldattığı ortaya çıkmıştır. Peki aldatmanın nedeni nedir? Erkekler açısından aldatma, insandaki üreme dürtüsünün evrimleşmiş halidir. Bir anlamda bu dürtü insan ırkının devamını güvenceye almaktadır. Yani içgüdüsel bir nedenle erkekler eşleşme sayısını artırmaya çalışırlar. Ancak kadınlarsa tersine, genelde asıl ilişkilerinde mutsuz olduklarında eşlerini aldatmaktadırlar. Ancak biz insanlar çoğunlukla içgüdüleriyle hareket eden canlılar değilizdir. Bununla birlikte uzun süreli bir ilişkinin sürmesi için bazı kritik faktörler rol oynamaktadır.

Aşkı Sıcak Tutmanın ve Uzun Süreli Bir İlişkinin Sırları

Aşkın en önemli zamanı aralığı, ilk 1.5 yılı ile 3. yıldır. Bu kritik yıllardan sonra aşk hormonlarının azalmasına rağmen bağlılığın devam etmesi için öncelikle iki tarafın da birbiri için “doğru insan” olması gerekmektedir. Yani hayat görüşü, benzer hedefler ve değerleri paylaşmak ve belirli konularda banzer tutumlara sahip olmak uzun süreli ilişki şansını artırmaktadır.
Uzun vadeli ve iyi bir ilişkinin temelinde “iletişim” yatmaktadır. Sorunlar olsa bile bunları konuşabilmeyi ve bunlara çözüm bulmak için çaba göstermeyi bırakmamak çok önemlidir.
Bağlılık hormonu olan ve cinseli ilişki sırasında salgılanan oksitosinin salgılanmasını sağlamak, yani cinsel ilişkinin sürmesi gerekmektedir. (Haftada bir yapılması bile bu bağlılığın sürmesi için yeterlidir. Ancak evliliklerde cinsel ilişki sayısı ilişkinin başlarına kıyasla düşmektedir).
Beyin özellikleri olarak üçlü beyin yapımızın farklı isteklerde bulunduğunu anlamak önemlidir. Buna göre sürüngen beyinlerimizin ***, eski-memeli beyinlerimizn romantizm ve yeni-memeli beyinlerimizin ise uzun süreli entelektüel bir eş istemesi söz konusudur. Buna göre eski-memeli beyin, ona sevildiği mesajını veren biyolojik, fiziksel ve duygusal işaretleri alamadığı taktirde acı çeker. Eski-memeli (limbik) beyin mutsuzsa bunun acısını vücudun tüm organları çeker; karnımız ağrır, melankolik oluruz ve sağlığımız bozulur. Bir sevgi bağı ya da bir ilişki yaşayan insanların birbirine mekansal açıdan yakın olma istekleri, bunu sağlayamadıklarındaysa acı ve sıkıntı çekmeleri hep bu yüzdendir. Bu çok normaldir, insanlar ilişki yaşamak ve aile içinde yaşamak üzere programlanmıştır. Dolayısıyla eşlerin olabildiğince bir arada yaşaması ve ilgi gçstermesi gerekmektedir.
Son olarak da uzun bir ilişkinin sürmesindeki kritik faktör zamandır. İlişkiler zamanla hayatta kalma şansını artırmaktadır. Ne kadar yaşlıysanız, ilişkinizin süresi ne kadar uzunsa ve çocuk sayısı ne kadar çoksa, uzun süreli bir ilişki için önemli bir avantaj sağlanmaktadır. Bağlılık süresi aşka kıyasla zamanla güçlenmekte olduğu için bu unsurlar bağlılığı güçlendirmektedir.

e-motivasyon ekibi.

__________________
Taklitler aslını yaşatır.
KIPSS.









Ben soğuk değilim,
siz cıvıksınız.

.
Jineps isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla