Tekil Mesaj gösterimi
Alt 22.05.2014, 18:19   #1 (permalink)
YeşiL6

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Beddua Nedir ? Kimlere Beddua Edilir ?

Beddua Nedir ? Kimlere Beddua Edilir ?

Dua kısaca kulun Yaratanına geri bildirimidir. Kul yaşadıkları olaylar ve kendisine verilen nimetlere bakarak Rabbine yönelir ve yalvarır. Bu bazen şükür, bazen istek, bazen ibadet, bazen de halini Allah’a arz olabilir. Beddua da dua kabilinden olsa da beddua ederken daha dikkatli olmak gerekir. Çünkü insanın yaşadığı olayların iç yüzünü, sebep sonuç ilişkilerini, faillerini tam olarak anlaması mümkün değildir.

Beddua kişinin yaşadığı ve gördüğü kötülükler karşısında durumu Rabbine arz etmesidir. Haşa Allah’a talimat verir gibi “şunu şöyle yap, bunu böyle yap” gibi beddua edilmesi, bedduanın küfür, aşağılama aracı kullanılması ya da dile sakız gibi dolanması uygun değildir. Ayrıca kişinin adres göstererek “Allah’ım falancayı şöyle yap” diyerek beddua etmesi de sakıncalıdır. Çünkü kişi olayların hakikatini bilemeyebilir veya öznel değerlendirmelerde bulunabilir. Bu durumda farkında olmadan suçsuz birine lanet okumuş oluruz.

Her günah işleyene beddua edilir mi? Ya da kimlere beddua edilir?

Öncelikle dinimizde bedduanın yeri nedir? Bunu ele alalım. Peygamberimiz bir hadisi şerifinde “Ben lânet edici değil, rahmet peygamberi olarak gönderildim” buyurarak bedduadan ziyade hayır dua ettiğini belirtmiştir. Bununla birlikte beddua ettiği hadisi şerifler de vardır. Örnek verirsek;

”Allahın laneti hırsızın üzerindedir!”

“Allah’ın lâneti rüşvet alan ve verenedir!”

“Faiz yiyen ve yedirene Allah lânet etsin!”

“Anne ve babasına söven kimse lânetlenmiştir!”

“Fitne uykudadır, onu uyandırana Allah lânet etsin!”

“Altın ve gümüşün kuluna, paraya tapana lânet olsun!”

“Halkın işlerini üstlenip de onlara güçlük çıkarana lânet olsun!”

“Zalim âmirlere, fasıklara, sünnetimi yıkan bid’atçilere Allah lânet etsin!”

“Arazi işaretlerini bozana (sınır taşlarını kaldırıp daha fazla yer tutma peşinde olana) Allah lânet etsin!”

Gibi hadisi şeriflerde beddua edilmiştir. Yukarıdaki hadisi şeriflere bakıldığı takdirde bedduanın belirli bir kişiden ziyade bazı günahları “periyodik” olarak işleyenlere tabiri caizse kaşarlanmış fasık ve kafir kişilere genel olarak edildiği görülmektedir.

Yani rastladığımız her kusur, günahta bedduaya sarılmak doğru değildir. Hele adres vermek hiç doğru değildir. Yukarıdaki hadislerde görüldüğü gibi Peygamberimiz “falancaya lanet olsun” dememiş, “ şu günahı işleyenlere” beddua etmiştir.

Dinimiz genel olarak birbirine beddua etme, birbiriyle çekişme ve mücadele etmeye değil birlik beraberlik ve yardımlaşmaya önem vermektedir. Beddua etmek için fırsat kollanmamalı, birisi hata yaptı diye bedduaya sarılmamalıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere beddua etmek için günah işleyenin bunu devamlı olarak yapması ve bile bile yapması gerekir.

Dinimizde beddua ile ilgili hatırımıza gelen hadiselerden biri Uhut savaşında, diğeri Hendek savaşında yaşanmıştır.

Uhut Savaşında Peygamberimiz (sas) neden beddua etmedi?

Uhut savaşı müslümanların mağlubiyetiyle sonuçlanan, Peygamberimizin (sas) yaralandığı (dişi kırılmış, başına ve yüzüne darbe alarak kanamıştır) bir savaştır. Peygamberimiz (sas) beddu etmek yerine “Allahım, kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar beni bilmiyorlar.” diyerek düşmanlarına hayır duada bulunmuştur. Peygamberimiz (sas)’ın bu duası Kabul olmuş, Uhut Savaşında müşriklere zaferi getiren Haild Bin Velid (ra) ve daha bir çok kişi daha sonra müslüman olmuş ve dine hizmet etmiştir. Özellikle Haild Bin Velid (ra) üstün komutanlık yeteneğiyle savaşlarda gösterdiği başarılar nedeniyle “Seyfullah” yani Allah’ın kılıcı lakabını almıştır.

Biz bu durumu değerlendirdiğimizde kafir bile olmadıkça “kaşarlanmış” olmayanlara beddua edilmemesi gerektiğini anlıyoruz. Nitekim Uhut savaşında müşrikler safında savaşanların bir kısmının daha sonradan müslüman olması onların, o esnada yaptığı şeyin çok da farkında olmadıklarını Peygamberimizin (sas) ifadesiyle “ne yaptıklarını bilmedikleri”ni daha sonra hakikati anlayıp müslüman olduklarını gösteriyor.

Hendek Savaşında Peygamberimiz (sas) neden beddua etti?

Uhut savaşında müşriklere beddua etmeyen peygamberimiz (sas) Hendek savaşında ikindi namazını kılamadığı için beddua etmiştir.

Uhut savaşında müşrikler olanca kuvvetleriye taarruza geçtiler, taarruzları o denli devamlılık arzediyordu ki o gün Peygamberimiz (sas) ve sahabiler o gün ikindi namazını kılacak fırsat bulamadılar.

Peygamberimiz de;

“Onlar nasıl güneş batıncaya kadar uğraştırıp bizi orta (ikindi) namazından alıkoydularsa, Allah da onların evlerine, karınlarına, kabirlerine ateş doldursun” diyerek beddua etti. (Kaynak: Vakıdi. Megazi, cilt 2 sayfa 474, / İbn Sad, Tabakatül Kübra, cilt 2 sayfa 69 ve 72/ Ahmed bin Hanbel,Müsned, cilt 1 sayfa 126/ Buhari, Sahih, cilt 5 sayfa 48,/Müslim, Sahih, cilt 1 sayfa 736 ve 737,/ Beyhaki,Sünen cilt 1 sayfa 460)

Uhut savaşında kendini yaralayan müşriklere “bilmiyorlar” diyerek beddua etmeyen Peygamberimiz (sas) Hendek savaşında beddua etmiştir. Bu Uhut savaşından sonra 2 yıl geçmesi, bu sürede Uhut savaşında henüz islamiyeti tam olarak bilmeden müslümanlara karşı savaşan müşriklerden bir kısmının müslümanlığı tanıyıp müslüman olması, bir kısmının da islamiyeti öğrense dahi şirkte ısrar edip müslümanlara karşı savaşını devam ettirmesi ile açıklanabilir.

Bu bize islamiyeti bilmesine ragmen uygulamayanlara ve bunda ısrar edenlere, tabiri caizse kalbi kaşarlanmışlara beddua etmenin sakıncası olmadığını göstermektedir.

İbretlik Bir’i Maûne Faciası

İslam tarihinin belki de en büyük bedduasının yaşandığı ibretlik hadiseyi aktarmakta fayda görüyoruz. Peygamberimiz (sas) Hendek savaşında müşriklere birkaç cümle ile beddua etmiş, Bir’i Maûne Faciasından sonra bu faciaya sebep olan katliamı yapan Benî Suleym, Rial, Zekvan, Usayye kabileleri aleyhine bir ay boyunca sabah namazında beddua okumuş, arkasında bulunan sahabiler de “âmîn” demiştir. Peygamberimizin başka zamanlarda da kunut okuduğuna dair rivayetler vardır.

Acaba Peygamberimiz (sas)’ın bu denli büyük beddua etmesine sebep olan hadise neydi?

Hiç kısaltmadan olayı anlatıyoruz (Kaynaklar: İbn Hişam, Sîre, cilt 3, sayfa 193-194/ İbn Sa’d, Tabakat, cilt 3, sayfa 514/ Taberî, Tarih, cilt. 3, sayfa 34/İbn Hişam, cilt 3, sayfa 194; İbn Sa’d, cilt 2, sayfa 52/ Buharî, Sahih, cilt 3, sayfa 28/ İbn Sa’d, cilt 2, sayfa 52/ Buharî, cilt 3, sayfa 29/ Buharî, cilt 3, sayfa 29/ Buharî, cilt 3, sayfa 28/ Buharî, cilt 3, sayfa 29/ Müslim, Sahih, cilt. 6, sayfa. 45/ İbn Hişam, cilt 3, sayfa 194/ İbn Sa’d, cilt 2, sayfa 52/ İbn Sa’d, cilt 2, sayfa 54/ İbn Sa’d, cilt 2, sayfa 53/ Ebû Davûd, Sünen, cilt 2, sayfa 68. Yazı haline getiren: Salih Suruç
Benî Âmir kabilesinin efendisi ve reisi Ebû Bera Âmir b. Mâlik, Pey*gam*be*ri*mizi ziyaret maksadıyla Medine’ye geldi. Ebû Bera, samimi bir insan, Resûl-i Ekrem’e ve Müslümanlara dost biriydi. Efendimize hediye etmek üzere de iki at ile iki deve getirmişti. Ancak Resûl-i Ekrem, “Ben, müşriklerin hediyesini kabul edemem. Eğer hediyenin kabul edilmesini istiyorsan Müslüman ol!” di*yerek onun hediyesini kabul etmedi ve kendisini Müslüman olmaya davet etti.

Ebû Bera o anda Müslüman olmadı, ama İslamiyete kar*şı gösterdiği alâka*dan da vazgeçmedi. Peygamber Efen*dimize, “Yâ Muhammed! Beni davet etti*ğin din, pek güzel, pek şereflidir. Kavmim benim sözümü dinler. Eğer sahabe*lerinden birkaçını Kur’an ve sün*ne*ti öğretmek üzere gönderecek olursan, ümit ederim ki davetini kabul ederler!” dedi.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Necid halkına pek güvenmiyor*du. Ashabına bir hainlikte bulunabilirler endişesini taşıyordu. Bu endişesini, “Göndereceğim ki*şiler hakkında Ne*cid halkından korkarım!” diyerek de izhar etti.

Ancak Ebû Bera teminat verdi. “Onları” dedi. “Ben himâyeme aldıktan sonra, Necid halkının onlara dokunması hadlerine mi düş*müş?”

Ebû Bera’nın güvenilir, sözüne itimat edilir biri olması, Peygamber Efendi*mizin endişesini giderdi. Sonunda, kırk veya yetmiş kişiden ibaret irşad heye*tini göndermeye karar verdi. Altısı muhacir, diğerleri ensardan idi. Hepsi de Suf*fa ehli idi. Başlarına Münzir b. Amr tayin edildi.

Peygamber Efendimiz, ayrıca Necid halkına ve Benî Âmir reislerine veril*mek üzere heyetle birlikte bir de mektup gönderdi.

İrşad ve tebliğ heyeti Bi’r-i Maûna denilen mevkiye vardı. Burası, Me*dine’nin doğu tarafına düşen, Süleym ile Âmiroğulları yurtları arasında kalan, Benî Süleym’e âit bir su kuyusu idi. Burada Hz. Re*sû*lul*lah’ın mektubunu Amir b. Tufeyl’e götürmek vazifesini, Haram b. Milhân üze*rine aldı. Bu sa*habe, mektubu götürüp ona teslim etti. Ne var ki mektubun muhatabı Âmir, okuma gereği bile duymadan elçi sahabeyi orada şehit etti.Aziz şehidin, bu hain adamın darbeleri altındaki son sözleri şunlar oldu:

“Allahü Ekber! Kâbe’nin Yüce Rabbine yemin olsun ki kazandım gitti!

Âmir b. Tufeyl, bu masum sahabeyi şehit etmekle de yetinmedi; Âmiroğul*la*rını, heyetteki diğer sahabeleri de öldürmek için yardıma çağırdı. Ancak Âmiroğulları, önceden Ebû Bera’ya, gelecek irşad heyetine dokunmaya*cak*la*rına dair söz vermiş bulunduklarından, bu adama yardıma yanaşmadılar.

Benî Âmir’den yardım konusunda red cevabı alan Âmir, bu sefer kendisi gibi gözleri ve gönülleri kan ve kin ile dolmuş Süleymanoğullarından birkaç kabilenin yardımını temin etti. Hep birlikte, Maûna Kuyusu mevkiinde olup bi*tenden habersiz bekleyen masum sahabeleri de şehit etmek üzere harekete geçtiler.

Bu arada, mektubu götüren sahabenin geciktiğini gören irşad heyeti, din*lendikleri Maûna Kuyusu mevkiinden durumu öğrenmek üzere Necid bölge*sine doğru yol almışlardı.

Tam o sırada, karşılarında elleri silahlı kalabalık bir müşrik topluluğu bul*dular.

Sahabeler, kılıçlarını sıyırarak kendilerini çepeçevre kuşatanlara, “Vallahi, bizim sizinle hiçbir işimiz yok. Biz sadece Pey*gam*be*ri*mizin verdiği bir vazife için yolumuza gidiyoruz!” dediler.

Fakat kana susamış müşrikler, bu sözlere aldırış bile et*mediler. Kararları kesindi: İslam’ı ve imanı öğretmek kutsî vazifesiyle yola çıkan bu fedakâr sa*habeleri, teker teker şehit edeceklerdi.

Başlarına gelecekleri fark eden sahabeler, el açarak Rabb-i Rahîmlerine, “Ey Rabbimiz! Durumumuzu Resûlüne haber verecek burada kimsemiz yok. Sela*mımızı ona sen ulaştır! İlâhî! Peygamberin vasıtasıyla kavmimize haber ver ki: Biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden râzı oldu ve bizi de râzı etti”diye yalvardılar.

Aynı anda Cebrail (a.s.), bu kahraman sahabelerin selamını ve durumlarını Resûl-i Kibriya Efendimize ulaştırdı. Selamlarına, “Aleyhimüsselam” diyerek karşılık veren Resûl-i Ekrem, ashabına dönerek, müşriklerin bu fedakâr kar*deşlerini şehit etmek üzere olduklarını haber verdi ve onlar için mağrifet dile*melerini istedi.

Peygamber Efendimiz, ashabına bu haberi iletirken irşad heyetinde bulunan sahabelerin birkaçı müstesna diğerleri hain düşman mızraklarıyla delik deşik edilmiş ve şehit olmuşlardı. Kurtulan sahabelerden ikisi deve gütmeye gitmiş*lerdi, biri ise öldü diye şehitler arasında terk edilmişti. Develeri güden iki sa*habe, bir müd*det sonra Bi’r-i Maûna mevkiine dönünce dehşetli manzarayla ür*per*diler. Bu ciğer parçalayıcı sahne karşısında gözyaşı döktüler. Ken*dine hâ*kim olamayan biri, müşriklerin arkasına takıldı ve şehit oluncaya kadar ken*di*le*riyle çarpıştı. Diğeri ise esir alındı, an*cak sonradan serbest bırakıldı. Şehitler ara*sında öldü diye terk edi*len Ka’b b. Zeyd Hazretleri ise, müşrikler ayrıldık*tan sonra, çıkıp Medine’ye geldi.

Pey*gam*be*ri*mizin (sas) bedduası

Bu seçkin sahabelerinin haince bir suikaste kurban git*me*lerinden dolayı, Peygamber Efendimiz, son derece üzüldü.

Enes b. Mâlik, “Re*sû*lul*lah’ın, Bi’r-i Maûna’da şehit edi*len ashaba yanıp üzüldüğü kadar hiçbir kimseye, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim!”der.

Duyduğu derin üzüntü, Peygamber Efendimizi, bu câhillikte bulunanlara beddua etmeye kadar götürdü. Haber aldığı gecenin sabah namazında birinci rekâttan sonra ikinci rekâtın rükûundan doğrulunca şu bedduada bulundu:

“Allahım! Mudar kabilelerini kahreyle!

“Allahım! Onların yıllarını Yusuf Peygamberin kıtlık yılları gibi çetin yap, başlarına dar getir!

“Allahım! Lihyanoğullarını, Adal, Kare, Zi’b, Rı’l, Zek*van ve Usayya kabi*le*lerini sana havâle ediyorum. Zira, onlar, Allah’a ve Resûlüne karşı geldi*ler!”

Pey*gam*be*ri*miz, bu bedduasına bir ay boyunca her vakit namazından sonra devam etti. Sahabe-i Kiram da “Âmin” dediler.

Fahr-i Kâinat’ın bu duası kabul olundu. Kısa bir müddet sonra adı geçen bölgede kıtlık kuraklık başladı, yağışlar kesildi, sular çekildi, her taraf yanıp kavruldu.

Diğer taraftan, Ebû Bera da, Resûl-i Ekrem Efendimizin, “Bu, Ebû Bera’nın başımıza getirdiği bir iştir” sitemine ve yapmış olduğu himâye taahhüdünün yeğeni Âmir b. Tufeyl tarafından böylesine canice çiğnenmesine tahammül edemedi ve üzüntüsünden hastalanarak kısa zaman sonra öldü.

Farklı beddua şekilleri

Bazen doğrudan doğruya beddua edilmese de söylenilen sözler beddua anlamı taşır. Nitekim Hazreti Nuh (as) tebliğinin neticesiz kalacağını anlayınca:

“Rabbi inni mağlub. Fentesir ya Erhamerrahimin.”

Yani “Mağlub oldum, yenildim. Yardım et Ya Rabbi!” (Saffan Suresi 75.ayet)

Diyerek Allah’ı (cc) yardıma çağırmış, bu yakarış sonucunda yeryüzünü sular basarak kafirleri yutmuştur.

Bediüzzaman Said Nursi’nin söylemiş olduğu “Zalimler için yaşasın cehennem” sözü de aslında beddua niteliğindedir. Kendisine türlü türlü eziyet edenlere tek tek beddua etmeyen Bediüzzaman’ın “Zalimler için yaşasın cehennem” sözü bize aslında beddua hakkında oldukça bilgi vermektedir.

Bediüzzaman kendine eziyet edenlere tek tek beddua etmemiştir. Çünkü onların bir çoğunun üstlerinden gelen emirle veya cahilliğinden kendisine eziyet ettiğini düşünüyordu. Kimin ne derece suçlu olduğu, günah işleyenlerin kaşarlanmış kişiler olup olmadığını bilmesi imkansızdı. Bu nedenle kendine her eziyet edene ayrı ayrı beddua etmedi. Ama “Zalimler için yaşasın cehennem” dedi. Çünkü zalim zulmü işleyen hatta zulüm işlemeyi adet haline getiren demektir. Falanca zalim demedi, sadece zalim dedi. Çünkü kimin gerçekten zalim olduğunu kulun bilmesi (Allah tarafından bildirilmedikçe) mümkün değildir.

Kendisine beddua edilen ne yapmalı?

Doğru yol üzere olan kimseye (Allahu alem) bedduanın bir tesiri olmaz. Ancak insanın kendisini hatasız zannetmesi büyük bir gaflettir. Bu nedenle kendimize beddua edilmemesi için gayret etmeli, birisi bize beddua ederse tövbe istiğfarda bulunarak kendimize çeki düzen vermeliyiz.

Kendisine beddua edilen zalimler ise asla düşünüp de tövbe istiğfarda bulunmazlar. Çünkü kaşarlanmış oldukları, bile bile günah işledikleri için beddua edilmiştir onlara. Kuran’ı Kerim de “Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Artık onlar dönemezler.” (Bakara suresi 18. Ayet) denilmektedir. Bu kişilere beddua edilmesi de nasihat verilmesi de azgınlıklarını artıracaktır. Tıpkı Ebu Leheb gibi. Ebu Leheb Peygamberimizin (sas) amcasıdır. Ebu Leheb ve eşi Peygamberimizin (sas) en yakınındaki kişiler de olsa, aslında O’nun (sas) ne anlattığını çok iyi bilseler de Peygamberimize (sas) en fazla eziyet eden kişilerden olmuşlardır.

Tebbet suresinin anlamı şu şekildedir:

1.Ebu Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da.2. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. 3. O, alevli bir ateşte yanacak. 4. Odun taşıyıcı olarak karısı da (ateşe girecek). 5. Ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.

Tebbet suresinde Ebu Leheb’e lanet okunmaktadır. Hakkında sure inen (hatta lanet içeren bir sure inen) bir şahsın bildiğini okumaya devam etmesi ibret alınması gereken bir durumdur.

Peki beddua edilene ne olur?

Atanın evladına, mürşidin talebesine, mazlumun zalime bedduası çok etkilidir. Bununla birlikte takdir Allah’ındır (cc). İsterse zalimi hemen cezalandırır isterse de ecrini bu dünyada alsın diye onlara uzun ve refah içinde bir hayat verir. Böyle yapar ki zalimler yaptığı iyiliklerin karşılığını dünyada tam olarak alsın, ahirete sevap taşıyamayarak cehenneme layık hale gelsin. Görüldüğü üzere zalime “Allah uzun ve mutlu ömür, bol kazanç ve sağlık, afiyet versin” demek bile beddua sayılır.

Özetle;

1.Gelişigüzel beddua edilmemeli, bu tür beddualardan bizim ve yakınlarımızın da zarar görebileceği unutulmamalı.

2.Beddua ederken nefsi duygulara mı kapılıyoruz yoksa memleketin selametini ve mazlumların hakkını mı düşünüyoruz? Buna dikkat edilmeli.

3. Allah zaten kimin mazlum kimin zalim olduğunu bilmektedir. Zalimler elbet cezasını çekecektir. Bedduanın amacı öncelikle mazlumun zarar görmesini engellemek olmalı.

4. Adres belirtilerek beddua edilmemeli. Kimsenin içini biz bilemeyiz. Genel olarak zulmedenlere beddua edilmeli.

5. Bize beddua edildiği zaman içimizde bir tedirginlik oluyor mu? Tedirginlik olmuyorsa bu kötüye işrettir. Çünkü Müslüman kendisini hatasız bilmemeli, korku ile ümit arasında yaşamalıdır. Emniyet küfürdür. Yani kişi “garanti cennete giderim” ya da “benim verilemeyecek hesabım yok” derse küfre bulaşmıştır.

6. Beddua bir nevi halini Yaratanına arz etmektir. Başkalarına şov olsun diye değil ibadet niyetiyle yapılmalıdır.

__________________
all the best.



YeşiL6 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla