Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20.10.2014, 13:52   #1 (permalink)
Papatya

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Ağız İle İlgili Deyimler

Ağız İle İlgili Deyimler


* (birine) ağzının payını (ölçüsünü) vermek


verilen karşılıkla bir kimseyi söylediğine veya yaptığına pişman etmek: “İyi oldu ağzının payını verdiğim, artık bana karşı daha dikkatli olur.” -A. Ümit.


* (birini) ağzına baktırmak


kendini zevkle dinletmek.


* (birinin) ağzına bakakalmak


sözlerine hayran olmak.


* (birinin) ağzına bir parmak bal çalmak


birini tatlı sözlerle veya çeşitli hediyelerle bir süre için kandırmak, oyalamak: “Hürriyet, müsavat diye herkesin ağzına bir parmak bal çaldılar.” -H. R. Gürpınar.


* (birinin) ağzına sakız olmak


dedikodusuna konu olmak.


* (birinin) ağzına tükürmek


hakaret ederek uyarmak.


* (birinin) ağzından


1) birisinden dinleyerek: Bu şiiri Âşık Veysel’in ağzından yazdım. 2) adına.


* (birinin) ağzından kapmak


1) birinin bildiği şeyleri, ustalıklı konuşmalarla ona sezdirmeden öğrenmek: “Bütün bu lafları harfi harfine Fatma Hanım’ın ağzından kapmış, bana kendi sözleri imiş gibi tekrar ediyor.” -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) birinin konuşmasını keserek kendisi söze başlamak.
* (birinin) ağzından lokmasını almak


birinin hakkı olan şeyi ondan almak.


* (birinin) ağzını bağlamak


bir kimseyi herhangi bir sebeple söz söyleyemez duruma getirmek, susmak zorunda bırakmak: “Ortağım burada kocama basmış büyüyü, basmış büyüyü. Dilini, ağzını bağlamış adamcağızın.” -R. N. Güntekin.


* (birinin) ağzını bıçak açmamak


üzüntüsünden söz söyleyecek durumda olmamak: “O gittiği günden beri Zeynep kadının ağzını bıçak açmıyor.” -Y. K. Karaosmanoğlu.


* (birinin) ağzını dilini bağlamak


birini konuşamaz duruma getirmek: “O şıllık basmış büyüyü, adamcağızın ağzını dilini bağlamıştı.” -R. N. Güntekin.


* (birinin) ağzını kapamak


kendisine çıkar sağlaması için bir kimseyi susturmak.


* (birinin) ağzını kullanmak (satmak)


birinin söylediklerinin aynısını söylemek.


* (birinin) ağzını tıkamak


sözünü kesmek, susturmak.


* (birinin) ağzının içine bakmak


1) ne söyleyeceğini beklemek; 2) onun sözüne göre davranmak.


* (birinin) ağzının içine girmek


1) çok yanaşmak, iyice sokulmak; 2) hayranlıkla, büyük bir zevkle seyredip dinlemek.


* (birinin) ağzının kokusunu çekmek


birinin her türlü isteğine, kaprisine boyun eğmek: “Onca yıl gurbetin kahrını, gâvurun ağzının kokusunu çekmiştik.” -M. İzgü.


* (birinin, birilerinin) ağzına düşmek


dile düşmek: “Doğrusu ben ne güzelliğimin ne de ilmimin kimsenin ağzına düşmesine razı değilim.” -E. İ. Benice.


* ağzını mühürlemek


konuşmamak, susmak: “Yine o değişmeyen ızdırap ile ağzını mühürler.” -Y. Z. Ortaç.


* ağzını sıkı (pek) tutmak


sır vermemek.


* ağzını toplamak


söylemekte olduğu kötü söz veya küfürleri kesmek: “Evvela ağzını topla! Ağzını bozarsan ben de senden aşağı kalmam.” -S. F. Abasıyanık.


* ağzını tutmak


1) boşboğazlık etmemek; 2) kötü söz söylememek; 3) bir konuda arzu edilmeyen düşüncelerin açığa çıkmasını susarak önlemek.
* ağzının içi yangın yerine dönmek


ağzının tadı bozulmak, tat alma duyusunu yitirmek: “Ağzımın içi yangın yerine dönüp yine de ağrılar kesilmeyince çok sıkıntılı bir vaziyete düştüm.” -R. N. Güntekin.


* ağzının içine baktırmak


sözlerini seve seve ve dikkatle dinletmek.


* ağzının kâhyası olmak


birinin alışkanlıklarına, davranışlarına, düzenine karışmak.


* ağzının mührü ile


oruçlu olarak.


* ağzının payını (ölçüsünü) almak


verilen karşılıkla bir kimseye söylediğine veya yaptığına pişman olmak.


* ağzının perhizi yok


“ağzına geleni söyler” anlamında kullanılan bir söz.


* ağzının suyu akmak


çok beğenip istemek, imrenmek: “Bu ziyafete elimiz erişmiyor, uzaktan ağzımın suyu akıyor.” -R. N. Güntekin.


* ağzının tadını bilmek


1) güzel yemeklerden anlamak; 2) her şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak: “Demek sen artık ağzının tadını bilmiyorsun! Demek senin hiçbir zevkin kalmamış!” -A. Ş. Hisar.


* ağzıyla içmesini bilmek


sözünü, sohbetini karşıdaki kişiyi incitmeyecek bir biçimde ayarlamak.



* ağzıyla kuş tutsa…


“ne yapsa, ne kadar çaba ve ustalık gösterse” anlamında kullanılan bir söz: “Aktör, o her günkü pırtısını giyip de sahneye çıkarsa, ağzıyla kuş tutsa seyirciye Demirhane Müdürü olduğunu yutturamaz.” -S. F. Abasıyanık.


* (bir söz, birilerinin) ağzında çalkalanmak


üzerinde çok konuşulmak: “Fakat bütün memleketin ağzında çalkalanan bu evlerin anha minha 5000 liradan fazlaya çıkmayacağı.” -S. F. Abasıyanık.


* (bir şey, birinin) ağzının kaşığı (kalıbı, lokması) olmamak


1) bir şey, bir kimsenin uğraşabileceği konulardan olmamak; 2) bir şey, bir kimsenin sözünü edemeyeceği kadar değerli olmak.


* (bir şeyi) ağzına sürmemek


herhangi bir yiyeceği veya içeceği hiç yememek veya içmemek.


* (bir şeyi) ağzında gevelemek


açıkça söylememek.


* (bir yiyecek) ağzında büyümek


sevmediğinden veya içi almadığından yutamamak.


* (birinden, bir şeyden) ağzı yanmak


bir şeyden veya kişiden büyük zarar görmek: “Ağzım yanmıştı bir kez şişman kadından, biz etine buduna aldanmıştık.” -M. İzgü.


* ağzından çıt çıkmamak


hiçbir şey söylememek.


* ağzından dökülmek


açıkça söylemekten çekindiği şey, konuşmasından belli olmak.


* ağzından düşmemek (düşürmemek)


her zaman sözünü etmek, söylemek: “Bu ne cehennemdir lafı ağzından düşmüyordu.” -N. Cumalı.


* ağzından girip burnundan çıkmak


1) türlü yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek, kandırmak: “O, köylülerin ağzından girip burnundan çıkmayı mükemmel becerir.” -

S. Ertem. 2) iyice dövmek: “Ulan, ağzını topla! Şimdi ağzından girer, burnundan çıkarım!” -M. Rona.


* ağzından inci saçmak


birbirinden güzel sözler söylemek.


* ağzından kaçırmak


istemediği hâlde boş bulunup söyleyivermek: “Sen onun için en fena tabirleri kullanıyorsun, asabisin, ağzından çirkin şeyler kaçırıyorsun.” -P. Safa.


* ağzından lakırtı (laf) almak (çekmek)


karşısındakini konuşturarak birtakım şeyleri öğrenmek: “Ağzımdan lakırtı almak istiyorsun ama demeyeceğim.” -B. Felek.


* ağzından söz (laf, lakırtı) eksik etmemek


o sözü sürekli söylemek.


* ağzından (söz, lakırtı) dirhemle çıkmak


çok az veya zorla konuşmak.


* ağzını açıp gözünü yummak


öfke ile, sonunu düşünmeden ağzına gelen bütün ağır sözleri söylemek: “Fakat bu inat, Emine’nin çenesini açmış; kızın ne kadar kusuru varsa babasından geldiğini söylerken, Tevfik’e ağzını açmış, gözünü yummuştu.” -H. E. Adıvar.


* ağzını aramak (yoklamak)


konuşturarak düşüncesini öğrenmeye çalışmak: “Ağzımı aradı, rahat mıydım, burada okuyacağımı aklım kesmiş miydi?” -A. Kutlu.


* ağzını bırakıp kıçıyla (bir tarafıyla) gülmek


alay ederek karşısındakine gülmek.


* ağzını bozmak


kaba sözler söylemek, küfretmek: “Bütün yapma inceliğine karşın kabaydı karısına karşı. Dövdüğü de oluyordu, ağzını bozduğu da.” -O. Rifat.


* ağzını burnunu çarşamba pazarına (çanağına) çevirmek


aşırı bir biçimde döverek perişan duruma getirmek.


* ağzını burnunu dağıtmak (kırmak, parçalamak)


aşırı bir biçimde döverek perişan duruma getirmek.


* ağzını havaya (poyraza) açmak


alay umduğunu elde edememek.


* ağzını hayra aç!


kötü ihtimaller söz konusu edildiğinde “Tanrı korusun” anlamında kullanılan bir söz.


* ağzını kapamak (kilitlemek)


susmak, bir şey söylemek istememek: “Kendini tutamıyorsun, bari ağzını kapa, sus, küçülme.” -P. Safa.


* ağzını kiraya vermek


kendini de ilgilendiren bir konuda düşüncesini söylememek.


* ağzını koklamak


niyetini ve durumunu öğrenmek istemek.


* ağzına geleni söylemek


1) nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcı sözler söylemek; 2) gelişigüzel, saçma sapan konuşmak.


* ağzına gem vurmak


susturmak, söyletmemek.


* ağzına kadar


boş yeri kalmayacak bir biçimde: “Bir bardağı bu yeşil şerbetle ağzına kadar doldurdu.” -İ. O. Anar.


* ağzına kilit takmak (vurmak)


1) susmak; 2) susturmak.


* ağzına kira istemek


söylemesi beklenen şeyi söylemekte nazlı davranmak.


* ağzına sağlık


1) bir sözü yerinde söyleyen kişilere söylenen bir beğenme sözü; 2) yapılan konuşmanın beğenildiğini belirtmek için söylenen söz.


* ağzına sıçmak


1) birini çok kötü duruma sokmak; 2) bir şeyi, bir işi işe yaramaz duruma getirmek, bozmak.


* ağzına takılmak


bir sözü konuşması sırasında bilinçsiz bir biçimde sürekli söylemek.


* ağzına taş almak


söze karışmayıp susmak.


* ağzına tıkmak


susturmak, konuşmasına engel olmak: “Aleyhinde kim ne söylerse hemen ağızlarına tıkarlardı.” -O. C. Kaygılı.


* ağzına verilmesini beklemek (istemek)


çalışmayıp işlerinin başkaları tarafından yapılmasını beklemek.


* ağzına yakışmamak


söylemesi ayıp kaçmak, uygun düşmemek, yakışık almamak.


* ağzına yüzüne bulaştırmak


bir işi kötü yapmak, becerememek: “Yapılacak şey ehemmiyetsizce bir pansuman ama ağızlarına yüzlerine bulaştırmalarından korkuyorum.” -R. N. Güntekin.


* ağzında bakla ıslanmamak


sır saklamamak.


* ağzında yaş kalmamak


bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söylemiş olmak.


* ağzından baklayı çıkarmak


baklayı ağzından çıkarmak.


* ağzından bal damlamak (akmak)


çok tatlı konuşmak: “Öyle zekiler vardır, konuştular mı ağızlarından bal akıyor sanırsın.” -A. İlhan.


* ağzından burnundan getirmek


1) huzurunu bozmak, sıkıntıya sokmak: “Siz buraya bizi eğlendirmeye mi geldiniz yoksa ağzımızdan burnumuzdan getirmeye mi?” -O. C. Kaygılı. 2) pişman etmek için uğraşmak.


* ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı duymamak (işitmemek)


sözlerini tartmadan söylemek.


* ağzından çıkmak


bir sözü istemeden, farkına varmadan söylemek, söylemiş bulunmak: Bir kez ağzımdan çıktı, o fiyata vereceğim.


* ağzı dili (ağzı) kurumak


1) susuz kalmak; 2) konuşamaz duruma gelmek: “Ağzım dilim kurudu, kız yalvara yalvara” -Halk türküsü.


* ağzı dili bağlanmak


herhangi bir sebeple konuşamaz olmak.


* ağzı dili tutulmak


1) konuşamamak; 2) beklenmedik bir durum karşısında heyecanlanmak, hayranlık duymak: “Kızları gördün, ağzın dilin tutuldu gayri.” -N. Cumalı.


* ağzı dolu dolu konuşmak


heyecanlı söz söylemek: “Birkaç kişiyle, garip bir lisanla ağzı dolu dolu konuşmaya başladı.” -S. F. Abasıyanık.


* ağzı kilitlenmek


konuşamaz duruma gelmek: “Fakat yalnız kaldıkları vakit ağzı kilitlendi ve tek gözü de Gülizar’ı görmez oldu.” -N. Hikmet.


* ağzı köpürmek


çok öfkelenmek: “Âdeta saldırdı üstüme ağzı köpürmüş, çirkin bayan.” -N. Hikmet.


* ağzı kulaklarına varmak


çok sevinmek: “Çocuklarıma beni misal gösterdiğini, ağzım kulaklarıma vararak öteden beriden işitiyordum.” -R. N. Güntekin.


* ağzı laf (lakırtı) yapmak


1) kolay konuşma yeteneği olmak; 2) inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak: “Çok şükür, ağzı laf yapandan çok, eli işe yatkın aydınlara muhtaç olduğumuzu, anlar gibiyiz.” -A. İlhan.


* ağzı olan konuşuyor


“konuyla ilgisi olmayan, bilir bilmez herkesin söyleyecek sözü var” anlamında kullanılan bir söz.


* ağzı oynamak


1) bir şeyler yemek; 2) konuşmak.


* ağzı sulanmak


1) imrenmek; 2) yeme, içme isteği artmak.


* ağzı süt kokmak


çok genç ve toy olmak: “Yazmaya başladığım günden bu yana ağzı süt kokan bir yazar olmaktan korkmuşumdur.” -T. Uyar.


* ağzı teneke kaplı


şaka çok sıcak veya çok acı şeyleri kolaylıkla içebilen, yiyebilen (kimse).


* ağzı var dili yok


1) “pek sessiz, kendi hâlinde” anlamında kullanılan bir söz: “Benim gibi ağzı var dili yok bir kadınla ne zevkleniyorsunuz?” -B. Felek. 2) “konuşamayan, derdini anlatamayan” anlamında kullanılan bir söz: “Hey zavallı balık, diyor, ağzın var dilin yok.” -S. F. Abasıyanık.


* ağzı varmamak


söylemeye, açıklamaya gönlü elvermemek.


* ağzına almak


1) yemek, içmek; 2) söylemek: “Bir daha millet kelimesini ağzına alırsan dilini koparırım, anladın mı?” -R. H. Karay.
* ağzına bir kemik atmak


birini küçük bir çıkarla susturmak.


* ağzına burnuna bulaştırmak


bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak.


* ağzına etmek
argo haddini bildirmek.


* ağzına geldiği gibi


önünü sonunu düşünmeden.


* ağızdan ağıza dolaşmak (geçmek)


bir söz herkes arasında söylenilmek: “Gazeteye yansıyan haber ağızdan ağıza geçerken açıklığını hemen hemen tamamen kaybetmiştir.” -Halikarnas Balıkçısı.


* ağızda dağılmak


genellikle hamur işi, iyi pişmiş ve lezzetli olmak.


* ağızda sakız gibi çiğnemek


bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak.


* ağza (ağızlara) düşmek


dedikodu konusu olmak.


* ağza alınmaz (alınmayacak)


söylenmesi ayıp, çirkin (söz, küfür): “Bu ağza alınmaz söz üzerine karşıdakiler birden alevlendiler.” -O. C. Kaygılı.


* ağza almamak


anmamak, sözünü etmemek: “Tövbekâr olduktan sonra eskiden işlediğimiz günahlar ağza alınmaz.” -H. E. Adıvar.


* ağza tat, boğaza feryat


“miktarı çok az olan yiyecek” anlamında kullanılan bir söz.


* ağzı açık kalmak


şaşırmak: “Dillere destan İstanbul nezaketini o evde gördüm, ağzım açık kaldı.” -A. Kutlu.


* ağzı burnu yerinde


oldukça güzel, yakışıklı.


* ağzı çiriş çanağına dönmek


ağzı kuruyup acılaşmak.


* ağzının tadı bozulmak (kaçmak)


bir kimsenin kurulu düzeni, dirliği bozulmak.


* ağzının tadını kaçırmak


1) neşesini, keyfini bozmak: “Ben o kadınlardan değilim ki, evin büyüğü ben olacağım diye tutturup akılsızlıklarla ağzımın tadını kaçırayım.” -M. Ş. Esendal. 2) bir kimsenin kurulu düzenini bozmak.


* bayramlık ağzını açmak


kaba konuşmak, küfretmek.


* (birinin) ağzının kokusunu çekmek


bir kimsenin çekilmez davranışlarına katlanmak.


* dil ağız vermemek



ağız dil vermemek: “Çocuk, hâlâ dil ağız vermeden yatıyordu.” -R. N. Güntekin.


*hep bir ağız olmak


söz birliği etmek, anlaşarak bir konuda aynı şeyleri söylemek.


* ağız açtırmamak


çok konuşarak başkalarının söz söylemesine, konuşmasına engel olmak: Yusuf Efendi biçareye ağız açtırmıyordu.


* ağız ağıza vermek (konuşmak)


iki kişi birbirine pek yakın durarak başkaları işitmeyecek bir biçimde konuşmak: “Tenha köşelerde ağız ağıza konuşurken yanlarına biri gelecek olursa hemen susuyorlardı.” -R. N. Güntekin.


* ağız (ağzını) açmak


1) konuşmaya başlamak; 2) kesici aletleri keskin duruma getirmek; 3) ağır sözler söylemeye başlamak; 4) azarlamak, paylamak: “Aman efendim, bendenize bir ağız açtılar, donakalmışım.” -M. Ş. Esendal. 5) alık alık bakmak.


* ağız aramak (yoklamak)


öğrenmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak.


* ağız birliği etmek


bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşmak, söz birliği etmek.


* ağız burun birbirine karışmak


1) dayak sonucunda yüz yara bere içinde kalmak; 2) yüzde aşırı öfke, üzüntü, yorgunluk vb. durumların izleri görünmek.


* ağız değiştirmek


önce söylediğini başka türlü anlatmak: “Gelgelelim Akif, Berlin’e gidip de oradaki kahveleri gördüğü vakit ağız değiştirmek zorunda kalır.” -S. Birsel.


* ağız dil vermemek

konuşmamak, susmak.


* ağız etmek


yaranmak için kibar konuşmaya çalışmak: “Kolonya dökmekten, şeker tutmaktan iyi gözükeceğim diye ağız etmekten yoruldu.” -L. Tekin.


* ağız kalabalığına getirmek


1) birini gereksiz sözlerle şaşırtmak; 2) ilgisiz sözler söyleyerek asıl konudan uzaklaştırmak.


* ağız kullanmak


duruma, ortama göre söz söylemek: Ben nasıl ağız kullanıyorsam sen de o yolda konuş.


* ağız satmak


yüksekten atarak kendini övmek.


* ağız tamburası çalmak


1) sözle avutmaya, oyalamaya çalışmak; 2) soğuktan dişleri birbirine çarpmak, çenesi titremek.


* ağız yapmak


birini kandırmak, yanıltmak amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde konuşmak: “Kaçacağım, tövbeler olsun, bir fırsatını bulayım diye ağız yaptı.” -M. Ş. Esendal.


* ağız yaymak


açık ve dürüst konuşmaktan kaçınmak.

alıntı

Papatya isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla