Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07.01.2013, 23:22   #1 (permalink)
Jaqen
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Fotoğrafın gerçek değerini hangi kriterler belirleyebilir?

Bir fotoğrafın gerçek değerini hangi kriterler belirleyebilir? Fotoğrafların sergi ve müzayedelerde satılması konusunda neler düşünüyorsunuz?

Yazar: Prof. Sabit Kalfagil

Fotoğrafın ortak yapısal doğruları olduğunu sürekli savunuyorum. Gene sürekli olarak belirtiyorum ki, fotoğrafın iki katmanı var: “Ne anlatıyor ve nasıl anlatıyor?” şeklinde. Ne anlatıyor, işin özü içeriğidir, vazgeçilmezidir. Ama nasıl anlatıyor kısmı dilin ne derece etkili kullanıldığı ile anlatımın gücü ile ilgilidir. Bunlar hep bildiğimiz sürekli altını çizdiğimiz şeyler. Bu öteki sanatlar için de ayniyle geçerlidir ama dönüp sanat tarihine baktığımızda iz bırakanlar veya akılda kalanlar ve kalmayanlar diye, iki tip sanatçı ile karşılaşırız. Bazen bir müzede resimlere bakarken çok beğendiğimiz bir resmin altında örneğin, Rembrand adını bulmayı umarken adı sanı duyulmamış bir isimle karşılaşırsınız. Araştırınca onun bir takipçi olmadığı, Rembrand'la çağdaş ya da önce yaşadığı çıkar ortaya. Ama nedense sanat tarihçileri onu atlamışlardır. Bir sanatçının dikkat çekmesi ve öne çıkması her devirde bir miktar sanatının dışında başka etkenlere bağlıdır. Hatta magazin, aktüalite gibi değersiz saydığımız unsurların payı vardır. Modern sanatın öncülerinden, hatta teorisyen ve hocaları sayılan Klee, Miro, Kandinsky yerine nedense herkes sadece Picasso'yu tanır? Braquer'in resimlerinden daha mı değerlidir Picasso'nunkiler de bu kadar pahalıya satılır? Hollywood her ikisinin de filmini yaptığı halde bu iki yakın arkadaştan Gamgin ve Van Gogh'dan neden kulağı kesik olanının resimleri milyonlara satılır? Bu örneklerde ben çok yakın değerdeki sanatçılardan ipi göğüsleyenlerin daima en iyiler olmadığını ifade etmeye çalışıyorum. Bir de aynı değerde olduğu halde adı sanı duyulmayanlar var. Burada bunları sayıp dökmek gereksiz.



Çok hayranı olduğum halde Salvador Dali'nin ününün yaptığı tuhaflıklardan bağımsız olduğunu, Picasso'nun parasını almadan tabloya imza atmadığı gibi magazin haberlerinin onun ününe ün kattığını kim inkar edebilir.

Fransız İhtilali'nden önce sanat aristokrasiye ve kiliseye hizmet veriyordu. Sanatçıların öne çıkması bir mesenin koruyuculuğunu kazanması önemli oranda işlerinin beğenilmesine bağlı idi. Çünkü onu himayesine alacak olan senyör veya kilise belli bir birikime ve sanat yargılama gücüne sahipti. Bu arada kayırılma, şans ve girginlik gibi yan etkiler elbette bir ölçüde vardı ama sadece bir ölçüde.

Fransız İhtilali'yle birlikte sanatçılar eserlerini burjuvaziye göre yapmaya başladı. Eserler evlere sığacak şekilde küçüldü. Galeriler ve danışmanlar gibi aracılar ortaya çıktı. Çünkü burjuvazi bunları değerlendirecek güce sahip değildi. Bu aracılar yüzünden yargılamanın tarafsızlığı ortadan kalktı. Değerlendirmenin nasıl dürüst ve objektif olabileceğini belirleme ihtiyacı ancak 19. yy sanat tarihi ve sanat eleştirisinin nesneleşmesi yoluyla oluşmaya başladı. Bir sanat eserine tamamen tarafsız ve yapısal bir gözle bakabilmenin yolu açıldı. Derken 20. yy başında seri üretim gereksinmeleri doğrultusunda güçlenen rasyonalist akım modernizmin doğmasına neden oldu. İnsanlar bir sanat eserine bakmaya ve yargılamaya ancak alışmışken modernizm ideolojisinin radikal örnekleri yüzünden şaşkına döndüler.

2. Dünya Savaşı'nın büyük yıkıma uğrattığı Avrupa yeniden inşa edilirken acele ile çok sayıda ruhsuz modern yapının doğması 19. yy'ın alışkanlıklarına ters bir çevre oluşturdu. Bu da postmodernizm gibi tepkisel bir akıma zemin hazırladı. Uzun lafın kısası insanların sanatçıların yaptıklarını tam anlayacakları ve zevk alabilecekleri noktada uslu durmayan sanat çevresi yeni bir akım icat edip o imarların yabancılaşmasına neden oldu.

Geçmişte de uslu durmayan insanoğlu akılcı bir Romanesk dönemden uçuk bir Gotik döneme, sonra akılcı bir Rönesansa, daha sonra çılgın bir Barok döneme geçmişti. Ama bu dönemlerin her biri en az birkaç asır sürmüştü.

Modernizmin, belki de insanoğlunun kararlılıkla benimseyip uzun süre izlemesi gereken akılcı bir akım iken zemin hazırladığı postmodernizm ve nihayet “contemporain” sanat zırvalığıyla yeniden insanları yabancılaştırmış ve onları sanat tellallarının kucağına itmiştir. Böylece bir sanat ürününün değerini biçmeye yönelik olarak peşine düşülen nesne ve yapısal kriterler unutulmuş sanat ürününün değeri sanat bezirganlarının oluşturduğu magazinsel ortamın güdümüne bırakılmıştır.

Bugün alınıp satılan ürünlerin fiyatlandırmasının gerçek değerlerle hiç ilgisi yoktur. Nasıl sanat ürünlerine birtakım uydurma öyküler yükleyerek onları anlamlı kılan aracımlar varsa, sanat piyasası birtakım öykülerle besleyip ürünlere değer yükleyen simsarlar onların alınıp satılmasını yönlendirmektedirler. Böylece sonradan üzerine bir anlam ya da değer yüklenmiş sanat ürününün alıcısı aslında onun değersiz olduğunu öğrense de sonuç değişmez. Çünkü o eser yaygın bir piyasa değişiminde ifade edildiği gibi “Bir kez o fiyatı görmüştür”. Belli bir fiyat görmek piyasa ahlakında bir tür rütbe kazanmış olmak anlamındadır. Sonradan bir alıcı o nesneyi o fiyatın hafifçe altında satın alınca bile kendini kelepire almış sayar.

Eserlerin nesnel ve yapısal açıdan değerlendirilmesi yolu terk edilip bir kez piyasa denen, saygıdeğer (!) realiteye tabii olununca doğru-eğri, değerli-değersiz kavramları önemini yitirir. Bu tür değerlendirmenin şerrinden hiçbir kurum kendini kurtaramaz. Ne müzayedeler hatta ne de müzeler…

Alıntıdır


Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla