Can Yücel Şiirleri ve Yazıları Can Yücel Şiirleri ve Yazıları Can Yücel Şiirleri ve Yazıları, Can Yücel Şiiri, Şiirleri ve Yazıları Can Yücel Şiirleri ve Yazıları Hikayeleri Akdeniz Yaraşıyor Sana Akdeniz yaraşıyor sana Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında Hiç dinmiyor motorların gürültüsü Köpekler havlıyor uzaktan Demin bir çocuk ağladı Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir Denizi tokmaklıyor balıkçılar Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği Hayatta yattık dün gece Üstümüzde meltem Kekik kokuyor ellerim hala Senle yatmadım sanki Dağları dolaştım Ben senden öğrendim deniz yazmayı Elimden düşmüyor mavi kalem Bir tirandil çıkar gibi sefere Okula gidiyor öğretmenim Ben de ardından açılıyorum Bir poyraz çizip deftere Bir ada var sırf ebabil Dönüyor dönüyor başımda Senle yaşadığım günler Gümüş bir çevre oldu ömrüm Değince güneşine Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını Gözlerim kamaşınca senden Ölüm belki sularından kaçırdığım O loş suda yıkanmaktır Durdukça yosundan yeşil Kulaç attıkça mavi Ben düzde sanırdım yıkıntım Örenim alkolik asarım Mutun doruğundaymışım meğer Senle çıkınca anladım Eski Yunan atları var hani Yeleleri bükümlü Gün inerken de öyle Ağaçtan izdüşümleriyle Yürüyor Balan tepeleri Yürüyor bölük bölük can Toplu bir güzelliğe doğru Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize Al Bir Uzun Hava Çekirgeydi Raşko’nun elindeki güvercin Raşko’da mengeneydi, bu beynimizde kalsın! Çekmişler ıstor diye muhribin dumanını Böyle aşk, böyle barış, Allah belamı versin! Bugün kitabım verdim tek pedal matbaaya Bu yol beni götürür sağlam Selimiye’ye Ağlıyorsam gözyaşım iki gözüme dursun Vermişim ben canımı al-uzun bir havaya Aslandan Al Haberi! Romalılar aslanlara atarlarmış Hıristiyanları. O Hıristiyanlar ki Romalılardan daha dürüst, daha düzgün, daha uygar bir düzene inanmaktan başka suçları yoktu... Romalılar oyalamak için işsiz yığınlarını O zamanın gazetesi Ve Hürriyet’i olan Coliseum stadyomunda Aslanlara atarlarmış sen gibi ben gibi Mehmet Turgut gibi insanları O Mehmet Turgut ki İşsiz olmaktan başka suçu yoktu İşsiz parasız evsiz-barksız Ve aslanın kafesine girdiğini farketmeyecek kadar uykusuz... O Mehmet Turgut ki Libya’ya gitmek için sıra bekleyen bir Kunuri Aslanıydı Adana’nın Girne yolunda bir lunaparkta Buldular parçalanmış vücudunu... Sade Adana’nın Girne yolunda değil Roma’da da böyle Oyalamak için işsiz yığınlarını Ve belki de azalsın diye işsizlerin sayısı O zamanın gazetesi Ve Hürriyet’i olan Coliseum stadyomunda Aslanlara atarlardı sen gibi ben gibi Mehmet Turgut gibi insanları... Ama Ali adındaki O kendi de müebbete mahkum aslan Aslanlar akıllanıyorlar mı nedir Yemedi kardeşim yemedi Kore Gazisi Mehmet Turgut’un göğsündeki Silver Star nişanını! Ay! Ay! Ay! Şu gökteki ay var ya Şu boktan şu yarım ay Bakarsan bakarsan bakarsan Bi tek sözüme bakıyor benim dolunay olmak için O bana bakıyor Ben ona. O bana bakıyor Ben ona, Hepimiz ama Hepimiz Hepimiz Bakıyoruz hep birbirimize bakıyoruz hep bakıyoruz ADAM olmak için hep Ay! Ay! Ay! O bana bakıyor Ben ona. O bana bakıyor Ben ona Canım yanarcasına Ne zaman Ama ne zaman olacak bu iş? Bakıyorum bakıyorum da aya Bakıyorum da ayın ayaklarına Yatırmışlar yine Ahmed’i falakaya Bağlanmayacaksın Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. "O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin onu sevdiğinden. Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın. Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin. İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları... Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. "O benim." diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin... Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın. Mesela turuncuya, yada pembeye. Ya da cennete ait olacaksın. Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat. İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak... Baharla Ölüm Konuşmaları I Memelerim koparıyor Yüzyıl süren bir yalnızlık dile gelmişçesine Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi! Ve ağrıya ağrıya tabi, ağraya ağraya ağbi... Nakkaş Tepe de ancak bezmimize böyle gelmiştir Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle Yerbilimsel bir hapisten sonra II İçimdeki karanlığı patlatacağım Zifiri bir su akacak kamışımdan toprağa Bir kedi yavrulayacak köpek dişli bir kedi Ve böğürtlenler köpürecak ağzından Yedikçe kendi kendini mayhoş Ya da Posta Nazırı dedemden kalma Mors’un en morundan bir karga Konacak karşıki direğin doruğuna Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu Ne kadar taşlasan boş oynamıyor yerinden Ben kargadan korkmam ama bunun gözleri baykuş Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak Ve ötüyor ötüyor ötecek Beni ışığa bağlayan (Bağlayın beni ışığa! Gerin telleri gerin!) beni ışığa bağlayan o gelin telleri o gelin telleri kopuncaya dek... Akpembe bahar yelkenleriyle Güneşin rüzgarına gerilmiş bir badem ağacı gibi... İçimdeki karanlığı patlatacağım Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla ağlaya ağlaya Yepyeni bir insan pırıl pırıl bir can bitecek toprağa... III İki çöpçü geliyordu karşıdan. Biri (Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını ) Öbürüne (Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o Anavavza gözüyle dünyanın en güzel atlarının neredeyse ineceği e biraz genişçe bir çakır su gibi görüyordu, eminim) Eyitti kim: Halk Partisi’nin solunda bir parti olsa Hiç dinlemez oyumu ona veririm IV Sevda Tepesinde geçen gün Karşıki masanın altında İki tane tavuk gördüm Toprakla yıkanıyorlardı Eşeledikleri çukurda İnsanlar için de belki ölüm Toprakla bi tür Yıkanmaktır diye düşündüm V Üşüyor mu deniz üstüne boşandıkça yağmur? Ondan mı dersin tüyleri böyle ürperiyor? Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta Alı al moru mor bir sandal gibi acaba Yıllar sonra yılmayıp yine Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine? VI Buket diye bahçeli bir meyhane vardı Yenişehir’de Yıkıldı çoktan GİMA var şimdi yerinde Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun Yamacında bir masa Cahit Ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba Zaten Cahit’in gözleri daim yaşlı “Şunu siliver!” derdi garsona “Şu muşambayı siliver, mirim!” Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye Yine de bu bahar öğlesinde Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi -İsterse kalpten olsun, isterse- Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye VII Ruhum sıkıldıkça, ruhum, Mızrapsız bir tambur gibi Apayrı bir hava çalıyor vücudum Ruhum sıkıldıkça ruhum, Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı Apayrı bir hava çalıyor vücudum Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere! Başka yere, başka yere, başka yere! Ruhum sıkıldıkça, ruhum, Cemil Beysiz bir tambur gibi Kendi kendini çalıyor vücudum VIII Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da Duvarda bir gedik ilişti gözüme Uydurdum gözümü deliğe: Bir bahçe Bahçe değil bir havuz Havuz değil bir bahçe Üstü nilüfer kesmiş silme O nefti yapraklarıyla gelmiş O aksarı çiçeğiyle Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe! İnsanoğlu beni görsün diye mi? Bahçede oysa Bahçedeki bir havuz Bir havuz ki bir bahçe Ne in var ne cin ne bey ne ağa Surları da çekmişler dört bir yanına Bizler de varmayalım diye bu uçmağa Sade bir garibim yavru kurbağa Serilmiş o ortası çukur O sal gibi yaprağa Yarı suyun içinde Yarı yansımış ışığa Pırıla pırıl yeşile yeşil Rezil mi rezil Başladı birden haykırmağa Başladı inin cinin ağanın beyin Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği Çevresine bizler görmeyelim diye Surlar çektiği O kimsesiz güzele türkü yakmağa Şairim ben Benim işte o kurbağa IX Hep ölümü çalacak değil a Zangoç Bu da Sema’yla Asaf’ın kızına Hoşgeldin demek için Oysa Ne kadar Ne kadar Ne kadar yalnız Sanıyordum kendimi demin X Atkestanelerini geçen süvari ışıklar Er-erken kaldırmış hanımellerini tühallah üşüyecekler! Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle Esen yel! Esen yel! Kim gördü böyle gül yiyen horoz Tanyeri kokuyor sesi... Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı hapiste dolmuş bir şarap şişesi Öbür horozlar da ayaklanıyor merdiven nakışlı ibikleriyle Ve balkonlardan sarkarken düşleri bebelerin bir albayrak yarışı gibi Horozlar nev-icad ediyorlar denizi Hırsızlar! Hırsızlar! Ve deniz levent gölgeleriyle Turgut Reis’in Bütün bu dizelerden alınıyor Bir ala bir mora kesiyor yüzü Esen yel! Esen yel! Bu sabah bir firardır kan-davasından bir çocuk Kuşluk vaktine kalmadan önce Güneşin kurşunlarıyla vurulacak Ve akşamladı mıydı çamlar ve karadı mıydı Tepelerde Tepelerde Öyle güzel ki esen yel Esen yel! Esen yel! Bu sabah ve bu bahar bir firardır Baruta koşan bir fitil İfil İfil Öyle güzel ki esen yel! Esen yel! Esen yel! Öyle güzel Öyle güzel ki Esmese de Esmese de Güzel XI İçimden bir his bırakmıyor beni ölmeceye. İçimden bir his. Bir his ki Çapraz oturmuş denizin kıyısına Taş Taş Taş Derken bir GÜNEŞ! Tıpkı Üsküdarda’ki Şemsi Paşa Camisi gibi. Sen iskeletlerle değil diyor bana Sen iskelelerle kuracaksın cesedini Ve öyle köpeksin ki sen Öldükten sonra bile Yılmaz’ın UMUDundaki Paytonların ardından Koşacaksın hep Geleceğe Çın Çın Çın Ve karnımın gevşemesine karşın Taş..larımdaki tarçın Bırakmıyor beni ölmeceye Evet diyemiyorum Diyemiyorum ki evet O hayırlı O hayırlı geceye XII Ben de Boğaziçi de bu bahar Mavi sakalına erguvanlar takmış Sarhoş bir İskele Babası kadar Hem delikanlı hem deliler gibi ihtiyar Bayramlık Koyunlar keçiler ve koçlar için Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı Bu barış var ya, bu barış Cephedekiler için o kadar barış Belkim Bir Kertenkeleyim Belkim bir kertenkeleydim piç edilmiş bir yağmurun serini bir güzelin çirkiniydim çirkinlerin en güzeli yeşil koşsa güneşlerin gölgesi ben en hızlı yeşiliydim kurbağa yarışlarında annemin çatal matal kaç çataldım kim bilir bin dereden bir kendimi getirdim haydan gelip huya giden bir huysuz heyheyler içinde bir heydim belkim yedi belkim sekiz belaydım düdük çalar hırsızlanmış polisler ben korkudan üstlerime işerdim üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü karşısında önüm açık gezerdim ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan rus cenginde çağanozdum bir zaman iki gözüm iki koltuk-eviydi mavilerim bir miyobun koynunda kendi düşen köyler kentler ağlamaz sur dışında ben oturur ağlardım ekmek diye bağrışırdı bebeler elma derler ben ortaya çıkardım ağıtlarla kutlanırdı İsa-doğdu gecesi fildişinden bir kuleydim yıktım kendimi bilmem hangi keloğlanın fesiydim bir püskülsüz sümbülteber tohumu fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden bir naraydım kimse bilmez nereden ya yakından ya uçmaktan gelirdim belkim ince belkim kalın bir sestim belkilerin kol gezdiği saatta belkim belki bile değildim. Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim Ben hayatta en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek Nasıl koşarsa ardından bir devin O çapkın babamı ben öyle sevdim Bilmezdi ki oturduğumuz semti Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi Atlastan bakardım nereye gitti Öyle öyle ezber ettim gurbeti Sevinçten uçardım hasta oldum mu, Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a Bi helallaşmak ister elbet , diğ'mi oğluyla! Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu, Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu, En son teftişine çıkana değin Koştururken ardından o uçmaktaki devin, Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için Açıldı nefesim, fikrim, canevim Hayatta ben en çok babamı sevdim Beşik Dürtmesi Kuzu gibi olun diyorlar Büyüyüp ortaya çıkınca Koyun gibi gütmek için sizi Bir Cin Şiiri Davacı zengin, davalı yoksulsa Zenginden yana işler yasa Davacı yoksul, davalı zenginse Davalıda kalır yine nizalı arsa Davacı da davalı da zenginse davada Özür diler çekilir aradan kadı Davacı da davalı da yoksulsa, bak, Sade o zaman işte yerin bulur hak Bir Sen Eksiktin Ayışığı Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri, Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman'dan sonra Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik, Başımızda perensip sahibi bir başçavuş. Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz... Bi sen eksiktin ayışığı Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya! Buluşmak Üzere Diyelim yağmura tutuldun bir gün Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek Öbür yanda güneş kendi keyfinde Ne de olsa yaz yağmuru Pırıl pırıl düşüyor damlalar Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın Dar attın kendini karşı evin sundurmasına İşte o evin kapısında bulacaksın beni Diyelim için çekti bir sabah vakti Erkenceden denize gireyim dedin Kulaç attıkça sen Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan Ege denizi bu efendi deniz Seslenmiyor Derken bi de dibe dalayım diyorsun İçine doğdu belki de İşte çil çil koşuşan balıklar Lapinalar gümüşler var ya Eylim eylim salınan yosunlar Onların arasında bulacaksın beni Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı Herkes orda sen de ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim Özgürlüğe mutluluğa doğru Her işin başında sevgi diyor Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili Bi de başını çeviriyorsun ki Yanında ben varım Bunaydın Bir limon kalmış güneşten Bi de daluçlarında buhur Bulutlar ki kar Bulutlar yağıyor Dizdüşümlerime... Bir tahtaboştasın loş Sarmanlar gelip gidiyor Silüsler beyazdan da yılan Sen bu tipiden çıkmıyacan... Bir limon kalsada güneşten Bide ölümcül umut Sen bu umuttan iflah Olamaya Can. . . Büyük Can Dedi Ki: Kovalamayın beni yatağa Hiç uykum yok Daha lafınıza karışacağım Ortalığı dağıtacağım Televizyonu kapatacağım Ayçiçeği resmi yapacağım daha Başparmağıma şiir okuyacağım Islık çalacağım Daha çok işim var Gecenizi karartacağım Kütahya vazonuzu kıracağım Vakitsiz yatırmayın beni Daha çok erken Cankurtaranla Yardın be cancağızım Yardın sonunda şu Beyoğlu trafiğini İlkyardım pamuklarıyla o ölümcül acelenden Korna çiçekleri açıyor şimdi yaralarının üzerinde Ölen yok sen gibi güzel Sınıfsal ecelinden Danton'un Çaydanlığı Kırılan bir çaydanlıktı biz öyle sandık Ya da bir yıldız uyanmış sonra uyanıvermiş Öyle şaşılası bişey ki şaşmadım bile Sen söyledin Türkçe yüzermiş Capon balıkları Sen hep böyle güneşli yalanlar söyle Ben toplarım parçalarını Kırk yılın Halimesi böyle bir güvercin Oturup ağda yapsın düpedüz Devrim Bu bir değil iki değil dördüncü bacağı Halime kopardıkça dünya yenileniyor Bu el yeni abeceyle yazılmış bir el Laik bir bacağı sıvazlıyor Komşular kibar evler dağa çıkmışlar dünden. Biz de Halimeyle vatanı süpürüyorduk. Dışarıdan hariciyeli bir ses: (Affedersin! Affedersin! Affedersin! Yangın merdiveniniz yanıyor!) Ne bu curcuna be! Gözünü kapan gelmiş! İyi ya dedim, kapattım pencereyi. Biz de çaydanlık kırıldı sandık!... Kırk yılın Halimesi böyle bir güvercin Oturup ağda yapsın düpedüz Devrim Değişik Başka türlü birşey benim istediğim Ne ağaca benzer ne de buluta Burası gibi değil gideceğim memleket Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava Nerde gördüklerim,nerde o beklediğim Rengi başka, tadı başka Bir başka yolculuk dalından düşmek yere Yaşadığından uzun Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere Ağacın yüksekliğince Dalın yüksekliğince rüzgârda Vardığım çimen yeşilliğince Değişim İnce uzun bir hayvan Çarpıyor Çarpıyor Çarpıyordu kendini taşlara. Canı mı sıkılıyor Can mı çekişiyordu yoksa? Yok efendim dedi yanımdaki adam Gömlek değiştiriyor yılan Bu hallerden anlarız dedi az çok Biz de sınıf değişmiştik bi zaman Demin Kasvet, elinde bir paslı makas, İstanbul'un asma köprülerini kesti. Sevdamızın ipinde cirit oynayan cambaz Şimdi bir kör satırdır içimizde. Ha düşer, Ha düşer, Ha düşer... Başımızın üstünde demin gülüp duran gökyüzü Yedekte bir salapurya şimdi |
Cevap: Can Yücel Şiirleri ve Yazıları Üç harf yan yana kaç şekilde gelir,bilirmisin? "Aşk" dersin, "Sen" dersin, "Ben" dersin, Sen ben biter; "Biz" dersin, Gün gelir; "Git" dersin. Peki, "Dur" kelimesinden haberdar değil misin? "Dur" demeyi bilmez misin? "Git" demek kolay "Dur diyebilecek kadar yürekli misin... (C.Yücel) |
Cevap: Can Yücel Şiirleri ve Yazıları Utanılacak bir şey değildir ağlamak, Yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer... (C.Yücel) |
Cevap: Can Yücel Şiirleri ve Yazıları Senden ayrılınca anımsadım dünyanın bu kadar kalabalık olduğunu. |
Cevap: Can Yücel Şiirleri ve Yazıları Küçükken annem, yerde ekmek görünce: yükseğe koy kuşlar yer derdi.Sevdiklerimizi hep yüksekte tuttuk, acaba kuşlar mı yedi ? |
Saat: 05:17 |
Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.