Aaron Paul Sturtevant, 27 Ağustos 1979 tarihinde İdaho’da doğdu ve burada büyüdü. Beş kardeşin en küçüğüydü. Babası emekli bir baptist bakanı olan Aaron çocukluğunda kilise programına katılarak oyunlar düzenledi. Boise’deki Centennial lisesinde okudu. Sekizinci döneminde aktör olmak istediğine karar verdi ve tiyatro bölümüne katıldı. Bundan sonra saplantı derecesinde aktörlük için yaşamaya başladı.

Liseden mezun olduktan hemen sonra Los Angeles’a taşınan Aaron bir süre Universal Studios Movie Theatre’da yer gösterici olarak çalıştı. Bu Aaron’un ilk işi değildi. Öncesinde bir radyo istasyonunda kurbağa kılığında maskot olarak da çalışmıştı.

Kariyeri Even the Losers (1998) televizyon filminde kaptığı bir rolle başladı. Ardından 1999 yapımı Locust Valley isimli bir televizyon filminde daha yer aldıktan sonra aynı yıl dönemin fırtınalar kopartan dizisi Beverly Hills, 90210’un bir bölümüne konuk oyuncu olarak katıldı. Beverly Hills, 90210 ona başka dizilerde de kendini gösterme şansını getirdi ve dönemin Melrose Place, Suddenly Susan ve 3rd Rock from the Sun dizilerine de birer bölüm konuk oyuncu oldu.

Bu dizilerdeki rolleri çok küçük olsa da Aaron’a sinemanın kapılarını açtı ve 2000 yılında Whatever It Takes filminde çok da küçük olmayan bir rol kapmayı başardı. Yine aynı yıl dönemin iyi dizilerinden Get Real’e konuk oldu. Dizide günümüzün en güzel oyuncularından kabul edilen, yeni kedi kadınımız Anne Hataway’de oynuyordu. 2001 yılında Jeff Bridges ve Kevin Spacey’li K-PAX’de rol alarak ilk büyük işini yaptı. İş ne kadar büyükse, Aaron’un rolü de o kadar küçüktü ama yine de K-PAX kariyeri için önemli bir adımdı. Aynı yıl 5 diziye daha konuk oyuncu olarak katıldı. O dönemde popülaritesi zirve de olan The X-Files da katıldığı diziler arasında yer alıyor.

Yıl 2002 olduğunda hala dizilere konuk oyuncu olmaya devam ediyordu. Aynı zamanda sinemayı da zorlamak isteyen Aaron bu sefer Ryan Reynolds’un keyifli komedisi Van Wilder’da rol almayı başardı. Rol yine küçüktü. 2003 ve 2004 yıllarında yine yaşamak için bir çok dizide tek bölümlük işler yaptı ve 2004’de Perfect Opposites filminde küçük bir rol üstlendi. Bir sonraki yıl Aaron için işler yine iyiye gitmeyecekti. 2005 yılında yaptığı Bad Girls from Valley High filminde öncekilere göre daha fazla ekranda olsa da kariyerinin tartışmasız en kötü işini yaptı.

Adeta “yükselmek için önce dibe vurmak gerekir” sözünün canlı kanıtıymış gibi kötü geçen 2005 yılının ardından 2006’da J.J. Abrams’ın yönetmenliğini yaptığı Mission: Impossible III’de rol aldı. Yine film büyük rol küçük durumunu yaşasa da kuşkusuz Aaron için değişimin başlangıcıydı. Aynı yıl bir diğer sinema filmi Choking Man’de yer aldı. Bu, onun için güzel bir filmde iyi bir roldü. 2007 yılına geldiğinde Aaron büyük bir aşama daha kaydetti ve sinemada ilk başrolünü kaptı. Daydreamer çok beğenilmese de onun için büyük bir adım oldu. Bu adım ona bir poligomistin üç eşiyle yaşadıklarını anlatan Big Love adlı dizi de kalıcı bir rol getirdi ve 5 sezon boyunca zaman zaman yer aldı.


Bir yıl sonrasında ise Say Goodnight (2008) adlı bir başka sinema projesindeydi ama Aaron Paul için 2008 senesinden bahsedeceksek esas söylenmesi gereken başka bir şey var. Breaking Bad zamanı gelmişti. Deneyimli oyuncu Bryan Cranston’un başrol oynadığı tüm zamanların en iyi 5 tv dizisi arasına giren Breaking Bad’de hayat verdiği Jesse Pinkman karakteri onu bir yıldız yaptı. Aslında dizinin yaratıcısı Vince Gilligan planlarını ilk sezonun sonunda Jesse Pinkman’ın ölmesi üzerine kurmuştu. Fakat Aaron Paul rolü öyle farklı ve iyi taşıdı ki muhteşem performansıyla Vince Gilligan’ın da fikrini değiştirmesine sebep oldu.

Aaron Paul’de diziye başlangıcını, “aslında pilottan (bölüm) nefret ettim. çalışmayı çok seviyordum, bu ortadaydı. İşe gidip otele geri döndüğümde yapacak pek bişey bulamıyordum. Fakat dizinin çekimlerine başladığmızda şehre aşık oldum. Ben Idaho, Boise’denim ve burası (Albuquerque) bana göre oranın büyük bir versiyonu. Los angeles’ın karmaşasından uzaklaşmak güzel ve orada sonsuz bir gökyüzü var. Her gün sanki çok güzel bir peyzajın içindeymiş gibi hissediyorum.” şeklinde anlatıyor.

Breaking Bad’e başladıktan sonra bir çok proje teklifi alan Aaron, 2009 yılında The Last House on the Left filminde oynamayı seçti. Gelen projelerden bu filmi seçme sebebini ise yine kendi anlatıyor: “Aslında bu projeyi es geçmiştim. Çünkü “Neden filmi tekrar yapıyorlar ki?!” diye düşünüyordum. Daha senaryoyu bile okumamıştım, fakat sonra oyuncu yönetmeni beni aradı. Daha sonra da hiç tanışmamış olduğum yapımcı cep telefonumdan arayıp, “Sadece yönetmenin son filmi Hardcore’yi (2004) izlemen lazım” dedi. Filmi bana gönderdiler ve o gece izledim. On dakika içinde, Last Hause‘nin bu yönetmenin zihnindeki haliyle nasıl olabileceğini tamamen hayal ettim. Filmin çok dahice olacağını düşündüm. Yönetmenin kendisi (Dennis Iliadis) de bir dahi. Bu yüzden bu kararı verdiğim için gururluyum. Last House ile o kadar gurur duyuyorum ki sanatsal, eğlenceli, çılgın, kara bir fim.”

Henüz 33 yaşındaki genç aktörün ileride nereye geleceğini bilemesek de rotasını yine kendisi bize söylüyor: “Yoluma benim için doğru yön olmadığını düşündüğüm bazı büyük stüdyo filmleri çıktı. Şuna inanıyorum ki eğer bu işte bir çeşit kalıcılık istiyorsanız bu, rolleri seçmekle ilgilidir. Sonuç olarak kariyerimde ilk kez hayatta kalmak için değil, role dayalı çalışabilirim. Bu yüzden seçici olmaya çalışıyorum. Sadece doğru projeyi istiyorum. İnanılmaz derecede heyecanlanmadığım bir şey için çalışmaktansa çalışmamayı tercih ederim. Bu belki yanlış seçimdir. Fakat dürüst olmak gerekirse gerçekten umrumda değil. Sadece küçük bir film olsa bile beni heyecanlandıracak, hikaye güdümlü karakter güdümlü ve patlamalar ve araba kovalamacalarına ihtiyacı olmayacak şeyler yapmak istiyorum.”

Aaron Paul, Lauren Parsekian’la evlendi ve Kuzey Hollywood’da yaşıyor.


En son 2014 yılında Need For Speed filminde oynayan Aaron başarısına başarı kattı. Film ile daha fazla hayran kazandı. Ayrıca hayranları olarak 2. filmi de bekliyor, oyunculuk kariyerinde başarılar diliyoruz.