Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu
 

Go Back   Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu > Kültür - Sanat > Kültür - Sanat - Tarih > Cumhuriyet Tarihi
Kayıt ol Yardım Kimler Online Bugünki Mesajlar Arama

canlı casino siteleri canlı casino siteleri sagedatasecurity.com casino siteleri takipçi satın al
porno diyarbakır escort bayan antalya escort malatya escort

mehmet çavuşun anıları

Cumhuriyet Tarihi kategorisinde açılmış olan mehmet çavuşun anıları konusu , ...


Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 20.07.2013, 16:07   #1 (permalink)
Isınan Üye
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart mehmet çavuşun anıları

MEHMET ÇAVUŞ'un ANILARI





Çankırı’nın Eldivan İlçesi’nde yaşayan Ecir Uşalardan Mehmet’in askerlik hayatı I. Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi’ne gönderilmesiyle başlar. Biz I. Dünya Savaşı’nın son dönemlerinden Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar geçen 1917-1922 dönemini bu dönemin şartlarını Türk askerinin hangi imkanlarla veya imkansızlıklarla düşman karşısına çıktığını bu gazimizin anılarında bulduk. Zamanımızda sayıları giderek azalan diğer gazilerin anıları da hiç değilse kasetlere kaydedilmeli ve arşivlenmelidir. Aksi takdirde canlı tarihlerimizin birer birer yok olmasıyla klâsik tarih kitaplarında bulamayacağımız bilgiler de yok olacaktır.

Anılarını aktardığımız Mehmet Çavuş (Çeviren)’in anılarının dışındaki hayatı hakkında bilgilerimiz şöyledir:

1313 (1897) yılında doğmuştur. Babasının adı Mehmet annesinin adı Fatma’dır. Name ve Hatice adlı hanımlarla iki kez evlenmiş bu iki evlilikten beş çocuk sahibi olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın Mehmet Çavuş’u 82 yaşındayken 23.10.1979 yılında ebediyete intikal etmiştir.

I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi

Vatanî görevine davullu zurnalı törenle uğurlanan Mehmet Doğu’da Halil Paşa’nın V. Kafkas Fırkası’na katılmak için önce Ankara’ya gelir. Orada toplanan diğer askerlerle birlikte yürüyerek Kayseri’ye ulaşır. Buradan sonra görev yerine varıncaya kadar başından geçenleri şöyle anlatır:

Kayseri’den cepheye ulaştırılmak için hazırlanan erzakları sırtımıza yükledik. Sırtımızdaki bu erzaklara dokunmamız bile yasaktı. Çok açlık çekmemize rağmen bu erzaklara ilişmedik. Zaten böyle bir şey yapmanın çok büyük cezası vardı. Çok eziyetli bir şekilde gidilen bu yolda çok kaçanlar oldu. Bunlardan yakaladıklarını bir güzel dövüyorlardı. Fakat yine de kaçma olayları engellenemiyordu. En sonunda bizi onar onikişer gruplar halinde birbirimize bağladılar da bu şekilde kaçmaların önü alındı. Böyle bağlı olarak yürümek de çok zor bir iş insanın ihtiyaç giderebilmesi bile mümkün olmuyor. Büyük zorluklarla Suşehri’ne kadar geldik. Burası cepheye yakın olduğu için sırtımızdaki erzakları ambarlara teslim aldılar da rahatladık. Buradan sonra erzak taşıma işi eşeklerle yapıldı.

Buradan cepheye varmak için hareket ettik cepheye sevkiyata giderken camilerde konaklıyorduk. Buralarda neredeyse koyun koyuna yatıyorduk. Gece bir ihtiyacın oldu da kalkman gerektiğinde ya da birine kazara dokunduğun zaman hırsız sanıyorla karanlıkta da kimse birbirini tanımadığı için iyi bir dayak yiyorsun.

Asker içinde dayanışma amacıyla gruplaşmalar vardı. Ankaralılar Kayserililer Kastamonulular gibi. Herkes hemşehrisini kolluyordu. Biz Ankaralılar’la birlikteydik ama az olduğumuz için diğerlerinin arasında garip kaldık.

Cepheye vardığımızda bizi Halil Paşa’nın V. Kafkas Fırkası’na teslim ettiler. Bize bir makineli tüfek verdiler. Cambul denen bir dağda bu makineli tüfekle görev yapmaya başladık. Dağın yamaçlarında Ruslar’ın yapacakları saldırılara karşı savunmaya hazır bir şekilde bekliyorduk.

Burası ana birlikten uzak bir yerdi. Yiyecek erzak günde bir kere geliyordu ama o da bizi doyurmaya yetmiyordu. Etraftaki meşe ağaçlarından temin ettiğimiz çekirdek ve çam ağaçlarından topladığımız çam purçu gibi yiyeceklerle açlığımızı gidermeye çalışıyorduk. Bunlar yenecek şeyler değil ama hayatta kalabilmek için başka yol da yoktu.

Buradaki soğuk da bir başka sıkıntı. Nöbetçilerin bir çoğu donarak öldüler. Soğuktan donanların kaskatı buz olduklarını ben burada gördüm.

Biz oradayken Ruslar cepheden çekildiler. Onların yerine bu sefer de Ermeni çeteleri geldi. Ermenileroralarda kalan Müslüman köylüleri Camilere topluyor başka yerlere topluyor ateşe veriyordu. Biz de bunların peşine düştük.

Gittiğimiz yerlerde eğer Ermeni başıbozuk çeteleri bizden önce gelmişlerse bir sürü cesetle karşılaşıyorduk. Bu vahşeti anlatmak mümkün değil. İnsan ancak gördüğü zaman anlayabiliyor. Bir yanda yanmış cesetler bir yanda kurşuna dizilmiş karınları yarılmış insanlar. Dedim ya görmeden anlamak çok zor. Anlatmak daha zor. Hâlâ o gördüğüm vahşetin etkisinden kurtulabilmiş değilim. Bu köylerde canlı bir şey bırakmadıkları gibi taş üstünde taş da bırakmıyorlardı. Kadınkızçocuk ihtiyar demeden vahşice öldürüyorlardı. Evleri ahırları yakıyor hatta hayvanları bile telef ediyorlardı. Biz köyden köye koşarak Ermeniler’in oraları ateşleyip katliam yapmasından kurtarmaya çalışıyorduk. Kurtarmak için gittiğimiz köylerden çoğunda biz yetişinceye kadar böyle vahşice yakılmış insanlar katledilmiş hayvanlar bulduk. Ermeniler’den kurtulmak için dağa kaçan Müslümanları da buralarda soğuk yakıyordu. Burada ateşte yanmakla soğukta yanmak arasında hiçbir fark olmadığını gördüm.

Ermeni çetelerinin peşinden kovalaya kovalaya Uluşiran’a doğru yola çıktık. Bu arada bizlere ihtiyat tayını diye üçer kilo peksimet verdiler. Biz bu peksimetleri de hemen bitirdik. Uluşiran’a varmaya ikiyüz adım kala soğuktan bayılmışım. Sandıklı’lı Hasan Onbaşı beni bir hayvanın sırtında iki tüfek arasına yükleyerek köye kadar getirmiş. Bir ateş yakıp onun yanına koymuşlar. Ayıldığımda deli gibi olduğumu hatırlıyorum. Nice sonra kendime geldim. Benim gibi hasta olanlar köyde kaldılar. Diğer askerler Kelkit’e doğru Ermeni çetelerinin peşinden gittiler.

Orada kalan hastaların en büyük derdi ekmek bulmaktı. Sağda solda yiyecek arıyorduk. Kaç gün geçti hatırlayamıyorum Kelkit’e giden ordudan bize hayvan gönderildi. Köyde kalan diğer hastalarla birlikte hayvanlara binerek Kelkit’teki kıtamıza yetiştik.

Buradan Köseköy’e vardık. Burası büyük bir yerdi. Ruslar karargah olarak burasını kullanıyorlarmış. Ruslar’ın erzak depolan buradaymış. Buradan ayrılırken bütün erzakları ateşlemişler. Biz ateşlenmiş erzaklar arasından bulabildiğimiz yiyecekleri ayırıp yedik. Ruslar’ın yanlarına almadıkları ama bize de bırakmamak için yakıp kül ettikleri erzakların arasından yiyecek aramak bulduğumuz yarı kömürleşmiş erzakı yemek bize üzüntü veriyordu ama yaşamak için bunu yapmaya mecburduk.

Köseköy’den Bayburt’a doğru hareket ettik. Burada da büyük bir şeker mağazasını ateşlemişler. Yanan şekerler her tarafa akmış. Katran haline gelen bu şekerler de bizim askerler için bir ziyafet oldu. Bayburt’ta fazla kalamadık. Ruslar’ın boşalttığı bir köye geldik. Köyü aramaya başladık. Burada terkedilmiş evlerde şeker un buğday gibi pek çok erzak bulduk. Burada artık açlık diye bir şey kalmadı. Kocaman kocaman tayınlar verilmeye başlandı. Askerin karnı ilk defa tam olarak doydu.

Bir gün beni taburun sucusunun başına verdiler su bulmaya gönderdiler. Bir sazlık yere gittik. Su bulmak ne mümkün. Her taraf donmuş. Sazlığın neresine gidersek gidelim buz. Uzun zaman aramamıza rağmen suyu bulamadan kaplarımız bomboş geri döndük. Neyse ki biz dönene kadar diğer arkadaşlar suyu bulmuşlar. Karavanaları hazırlamışlar. Biz de yedik ama benim ayaklarım başladı zonklamaya. Ağrı dayanılmaz bir hal aldı. Çoraplarımı çıkarınca parmaklarımın etleri çoraplarıma yapışmış bir halde elime geldi. Suyu ararken ayaklarım da donmuş.

Kıtaatın doktoru “sen artık askerlik yapamazsın” dedi. Ben “aman doktor bey beni geri gönderme ayaklarımın tabanlarına basarak da olsa kıtaata uyarım” desem de bu ayaklarla yürüyemez verilen görevleri yapamazsın diye beni geriye sevk yazdılar.

Ben kıtaattan ayrılırken daha önce verilen üç günlük tayını geri istediler. Bütün kıtaat bu tayınları aldıkları gün bitirmişlerdi. Benim tayınımın da diğerlerininki gibi bittiğini söyleyince kızdılar. Kıtaattan ayrıldım. Ağlaya ağlaya Bayburt’a doğru yola çıktım. Bir yandan ayaklarımın acısı bir yandan askerden çürüğe çıkarılmanın verdiği eziklikle ayak tabanlarıma basa basa yürümeye çalışıyordum.

Bu şekilde Bayburt’taki birliğe geri döndüm. Burada evvelden hamam olarak kullanılan ama harabeye dönmüş çatısı kalmamış bir yerde kalıyorduk. O soğukta burada kalmak gerçekten çok zordu. Bir yandan da açlık ve sefalet kol geziyordu. Ruslar’ın bıraktıkları artıklardan yiyecek bulmak için çöplükleri bile karıştırıyorduk. O kadar ki bulduğumuz eti yenmiş sadece kafaları kalmış balıklar ile artıkların arasından çıkan ufak peksimet parçalan bile bizim için yemek oluyordu. Bunları paylaşabilmek için asker arasında kavgalar çıkıyordu.

Bir gün arkadaşların elinde turşu gördüm. Ellerine bir sürü turşu almışlar iştahla yiyorlardı. Aç insanlar için turşunun tek bir anlamı vardı: Ziyafet. Hemen nereden aldıklarını sordum. Bana da yerini gösterdiler. Bir binanın bodrumunda büyük fıçılar içinde turşu bulmuşlar. Hava kararmış olmasına rağmen ben de bu binaya turşu almaya gittim. Karanlıktan merdivenleri tam olarak göremiyordum. Buzlu merdivenlerden birden ayağım kaydı ve yukardan bodruma düştüm. Çenem ve kollarım yaralandı. Orada yaralı yatarken bir asker daha benim gibi düştü. O daha fazla yaralandı. “Cankurtaran yok mu?” diye bağırıyordu. Yanıma gelmesini söyledim. İkimiz birden orada bulduğumuz otların içinde sabaha kadar bekledik. Sabahleyin bizi buldular oradan dışarı çıkardılar. Daha sonra yine oraya gittim. Bu sefer gündüzdü. Sırt çantamın içine turşuları doldurdum.

Askerlik yapamayacağım için ben memleketime doğru yürümeye devam ettim. O yara bere içinde tabanlarıma basa basa önce Merzifon’a sonra da köye geldim.

Bu anılar bize tarih kitaplarında anlatılmayan ya da basit bir ayrıntıymış gibi gösterilen açlığın soğuğun ve her türlü imkansızlığın Kafkas Cephesi’nde düşmandan daha tehlikeli olduğunu zayiatların açlık ve soğuk nedeniyle verildiğini göstermektedir. Ruslar’ın yerlerine Ermeni çetelerini bırakarak çekilmesiyle karşısında savaşacak ciddi bir düşman bulamayan Türk askeri soğuktan donarak ya da yaralanarak büyük kayıplar vermiştir.

Anıların bu bölümünde Ermeni çetelerinin yaptıkları mezalim de canlı bir şahidin ağzından bütün çıplaklığıyla ortaya konmaktadır. Bütün eli silah tutan erkekleri askere alman Müslüman Türk köylerinde hayatlarını sürdürmeye çalışan insanlarıkadınerkekçocuk yaşlı demeden katleden yaşadıkları yerlerde taş üstünde taş bırakmayan Ermeni çetelerinin vahşetleri burada bir daha gözler önüne serilmiştir.


Konu Furkanbsd tarafından (20.07.2013 Saat 16:48 ) değiştirilmiştir.
Furkanbsd isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Yukarı'daki Konuyu Aşağıdaki Sosyal Ağlarda Paylaşabilirsiniz.


Yetkileriniz
Konu Açma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum hakkında Kullanılan sistem hakkında
Forumaski paylaşım sitesidir.Bu nedenle yazılı, görsel ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenmektedir.Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir.Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazılı, görsel ve diğer materyalleri 48 saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır. Bildirimlerinizi bu linkten bize yapabilirsiniz.

Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2016, ve Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.
yetişkin sohbet chatkamerali.net

Saat: 19:10