Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu
 

Go Back   Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu > Hayat ve Eğlence > Genel Sağlık > Dahiliye
Kayıt ol Yardım Kimler Online Bugünki Mesajlar Arama

canlı casino siteleri canlı casino siteleri sagedatasecurity.com casino siteleri takipçi satın al
porno diyarbakır escort bayan antalya escort malatya escort

Dahiliye

Dahiliye kategorisinde açılmış olan Dahiliye konusu , ...


Like Tree10Beğeni

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 16.11.2012, 21:04   #261 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

mikrosefali


Mikrosefali yaş ve cinsiyete bağlı olarak değişen baş ve baş çevresi boyutlarının standartlardan küçük olması olarak tanımlanır. Mikrosefali bir hastalık olarak tanımlanmasından daha çok bir klinik bulgudur. Hatta bazen normal varyasyonun bir ucunu gösterebilir. Eskiden yaş, cinsiyet ve ırk ortalamasının iki standart sapmadan küçük olan ölçümlere mikrosefali denilmekteydi, ancak sağlıklı okul çocuklarının % 1.9'unun ortalamanın iki standart sapmanın altında baş çevresi sahibi olmaları ve normal zekalı bazı ailelerde dominant ya da resesif olarak mikrosefali ve kısa boy geçişi olması bu tanımı değiştirmiştir.

Kafatasının küçük boyutu küçük beyine işaret eder. Ancak mental retardasyonun boyutunu beyin boyutu değil altta yatan yapısal patoloji belirler.

Mikrosefali iki ana gruba ayrılır;
1. Birincil mikrosefali: Gebeliğin ilk yedi ayında olan anormal gelişimin sonucunda ortaya çıkan küçük beyini tanımlar.
2. ikincil mikrosefali: Gebeliğin son iki ayında ya da perinatal dönemde olan bir hasar sonucunda ortaya çıkan küçük beyini tanımlar.

Baş Çevresinin Normal Gelişimi:
Doğumda ortalama 35 cm olan baş çevresi, ilk iki ay haftada 0.5 cm; iki ile altı ay arası ise haftada 0.25 cm büyür. ilk üç aydaki ortalama toplam kafa çevresi büyümesi 5 cm iken, bu ikinci üç ayda 4 cm ve üçüncü üç ayda 2 cm kadardır. Dokuz ay ile bir yaş arasında ise baş çevresi 1 cm kadar artacaktır.

Birincil Mikrosefali
Birçok genetik ve çevresel etken sonucu oluşur.

1. Genetik
2. Karyotip Bozuklukları
a. Down Sendromu (Trizomi 21)
b. Edward Sendromu (Trizomi 18)
c. Cri-du-chat Sendromu (Sp-)
d. Cornelia de Lange Sendromu
e. Rubinstein Taybi Sendromu
f. Smith Lemli Opitz Sendromu
3. Radyasyon İyonize radyasyon ile özellikle dördüncü ve yirminci gebelik haftaları arasında karşılaşmak mikrosefalide önemli bir etkendir. Ne kadar erken karşılaşılırsa beyin o kadar küçük, nörolojik anormalliğin sonuçları da o kadar kötü olacaktır.
4. Doğumsal Enfeksiyonlar
5. Kimyasal Ajanlar
a. İlaçlar
b. Metabolik

İkincil Mikrosefali
Nedenleri
1. Menenjit ve ensefalit
2. Malnütrisyon(Beslenme yetersizliği)
3. Hipertermi(ilk 4-6 haftada olan belirgin yüksek ateş)
4. Hipoksik-iskemik ensefalopati

Tanı
Doğumdaki baş çevresinin küçük olması embriyonik ya da fetal gelişimde olmuş bir olayı göstereceğinden önemlidir. iki yaş sonrasında beyine olan bir girişim pek ağır bir mikrosefali ile sonuçlanmaz. Bunlar dışında aile öyküsü genetik etkenlerin ortaya çıkarılması açısından önemlidir. Risk etmenleriyle karşılaşma; örneğin radyasyon, enfeksiyon, ilaçlar önemlidir. Annede diabetes mellitus ya da fenilketonüri; özellikle yaşamın ilk 4-6 haftasında olan yüksek ateş, havale araştırılmalıdır.

Fizik incelemede tek bir ölçümden çok seri baş çevresi ölçümlerinin değerli olması bize izlemin önemini belirtir. Bu özellikle en az bir anormalliğin saptanmasında gereklidir. Ayrıca anne-baba ve kardeşlerin de baş çevresi ölçülmelidir. Araştırmalara göre normal sınırlar içinde olan ama boy ve kilosuna oranla daha küçük baş çevresi olan bebekler yedi yaşına geldiklerinde yapılan testlerde gelişme geriliği gözlenmemiştir.

Eğer çocukta bir kromozomal sendromdan kuşkulanılıyorsa ya da anormal yüz şekli, kısa boy ya da ek doğumsal anomaliler varsa, karyotipleme yapılmalıdır.
Açlık plazma ve idrar amino asit analizi yapılmalıdır.
Serum amonyumu belirlenmelidir. Doğumsal enfeksiyonların tanısında seroloji ve virolojiden yararlanılır.

Radyolojik incelemelerde tanının konunmasında yararlıdır.

KAYNAK:


Uzm. Dr. Özge Yılmaz, , Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Çocuk Sağ. Enst. Sosyal Pediyatri Anabilim Dalı
Doç. Dr. Songül Yalçın, Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Çocuk Sağ. Enst. Sosyal Pediyatri Anabilim Dalı

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:04   #262 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Mitral valv prolapsusu çocukta



Kalbin sol kulakçığı ile sol karıncığı arasındaki kapağın iki yaprakçığından biri veya her ikisinin normalden daha kalın, gevşek ve yumuşak olması durumudur. Bazı hastalarda ise kapağın düz durmasını sağlayan iplikçikler normalden uzun olabilir. Bu nedenlerle kapak kalbin kasılması sırasında sol kulakçığa doğru sarkar. Bazen de bu sarkma nedeniyle kapak tam kapanamaz ve sol kulakçığa doğru kanın geri kaçmasına sebep olur. Prolapsus saptanan hastaların ailelerinde ve yakın akrabalarında da bu hastalığın bulunma olasılığı % 30’dur.

Tanı nasıl konulur ?
Genellikle hastaların çarpıntı, göğüs ağrısı, bayılma gibi nedenlerle doktora başvurması ile şüphelenilir. Bazı hastalar ise hiçbir şikayeti olmadığı halde başka nedenlerle doktora gittiklerinde, kalp muayenesi sırasında üfürüm veya klik denen bir ses duyulması sonucu tanı alırlar. Kesin tanı ekokardiyografi ve renkli Doppler ile konulur. Çarpıntı şikayeti de varsa holter (24 saatlik kalp grafisi) incelemesi gerekebilir.

Tedavide ne yapılabilir ?
Çoğunda tedavi gerekmez. Sadece belirli aralarla kontrol yeterlidir. Ancak çarpıntının bazı cinslerinde ilaç vermek gerekebilir. Kapakta yetersizlik (kan sızdırma) varsa ameliyat, sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Çarpıntısı olma olasılığı için, çarpıntıdan korunmak için verilen önerilere uymak gereklidir (sayfa ?).

İleriye dönük yapılması gerekenler :
· Kapaktaki sorun ciddi değil ise beden eğitimi veya spor yasaklanmaz. Eğer kısıtlama gerekiyorsa, doktorunuz tarafından belirtilecektir.

· Zaman içinde bulgularda değişme olabileceği için kontrol gereklidir. Kontrol sonucu eğer gerekli görülürse önerilerde değişiklikler yapılabilir.

· Ameliyat olma durumu söz konusu olduğunda, çarpıntı olasılığına karşı doktorunuzu mutlaka uyarınız.

· Çeşitli nedenlerle susuz kalmak veya idrar söktürücü (diüretik) kullanmak bayılmaya neden olabilir.

· Kontrol aralarında şikayetlerde belirgin artma veya bayılma gibi bulgular ortaya çıkarsa kontrol zamanını beklemeden doktorunuzla ilişki kurunuz.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:05   #263 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

molluscum contagiozum

Bir poxvirus tarafından ortaya çıkarılan, derinin iyi huylu bir hastalığıdır.

Klinik : İnkübasyon süresi 2-7 haftadır, bazan 6 ay kadar uzun olabilir. Vücutta yaygın, az sayıda, biribirinden ayrı, ciltten kabarık, papüler lezyonlardır. Bazı lezyonların orta kısmında umblikus adı verilen çöküntüler bulunur. Vakaların % 10’unda papüllerin etrafında ekzamatöz reaksiyon bulunur. Sistemik semptom ve bulgu yoktur. Ekzemalı veya immün yetmezlikli hastalarda çok yaygın olabilir.

Komplikasyonlar : Bilinen bir komplikasyonu yoktur.

Epidemiyoloji ve bulaşma : Direkt temas, cinsel temas veya havlu gibi bulaşık eşyalarla yayılır. Enfektivite düşüktür, bulaştırma süresi bilinmemektedir.

Tanı : Genellikle lezyonların tipik görünümü ve sıkıldıkları zaman içlerinden süt rengi ve kıvamında sıvı gelmesi ile tanı konur. Bu sıvının yaymasında Wright veya Giemsa boyası ile intrasitoplazmik inklüzyonlar ve elektron mikroskopide tipik virus partikülleri görülebilir.

Ayırıcı tanı : Siğiller, su çiçeği, herpetik enfeksiyonlar.

Tedavi : Lezyonlar spontan olarak, iz bırakmadan iyileşir. Ancak kısa sürede iyileşmeyen lezyonların yayılmasını ve başka kişilere bulaşmabını önlemek için, lokal anestetik kremler sürüldükten veya sıvı nitrojen uygulandıktan sonra içindeki sıvının çıkarılması önerilmektedir.

Korunma : İzolasyon gerekli değildir. Açık lezyonlarda temas izolasyonu ile ilgili kurallara uyulması yararlı olur. Nadir görülen epidemi durumlarında hastalarla direk vücut temasından kaçınmak ve hastaların havlu, çarşaf gibi vücuduyla temas eden eşyalarının başkaları tarafından kullanımını engellemek gerekir.



Kaynak :

Türk İnfeksiyon Web Sitesi (TİNWEB)

[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:05   #264 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Myasthenia gravis


Myasthenia gravis (MG), yorulmakla artan ve antikolinesterazlarla (AKE) kısmen veya tamamen düzelen kas zaafı (bitkinliği) ile karakterize, postsinaptik yerleşimli nikotinik AChR’nin hedef alındığı otoimmun kökenli bir hastalıktır. Solunum krizi nedeniyle doğal seyrinde mortalitesi çok yüksek olan bu hastalık, hastalar uygun tedavi ile tamamen normal bir yaşam sürebileceklerinden, nöromüsküler hastalıklar arasında, hatta tüm nöroloji pratiğinde özel bir öneme sahiptir.

EPİDEMİYOLOJİ

Birçok Avrupa ülkesi ve A.B.D.’de yapılan epidemiyolojik çalışmalarda elde edilen farklı değerler MG’nin insidansının 4-15/milyon/yıl, prevalansının ise 45-150/milyon arasında değiştiğini göstermektedir. MG daha çok genç insan hastalığı gibi bilinirken yeni epidemiyolojik çalışmalar MG insidansının 50 yaş üzerinde daha yüksek olduğunu ortaya çıkarmıştır. En sık ortaya çıkış yaşı kadınlarda 20-30 arası ve 50’nin üstü olmak üzere bimodal, erkeklerde ise 50’nin üstündedir. Başka bir deyişle gençlerde kadınlarda erkeklere göre daha sık, yaşlılarda ise kadın ve erkekte aynı oranda görülür. MG, 1 yaşın altında görülmez, 1-10 yaşları arasında da nadirdir.

KLİNİK

Belirtiler

Hastalığın en önemli özelliği yorulmakla artan ve dinlenmekle en az kısmen düzelen kas zaafıdır. Hastalar sabahları düzeldiklerini, belirtilerin akşama doğru ya da yorulunca artığını ifade ederler. Hastalık remisyon ve alevlenmelerle seyreder. Remisyonlar birkaç günden birkaç yıla kadar sürebilir.

Hastalık çoğu zaman oküler belirtilerle, en sık da ptozla başlar. Buna çift görme eşlik eder ya da birkaç gün veya hafta içinde eklenir. Olguların küçük bir bölümünde (%10) hastalık oküler kaslara sınırlı kalır; iki yıl sadece oküler belirtilerle seyreden MG’in artık oküler dışı kaslarda belirti verme olasılığı çok azdır ve oküler MG’den sözedilir. Hastaların çoğunda ise oküler bulgulara kısa zamanda bulber (orofarengeal) kaslar ve ektremite kaslarına ait belirtiler eklenir (jeneralize MG). Bulber belirtiler konuşma, yutma ve çiğneme güçlüğü, hastalığın en ağır halinde de solunum zorluğudur. Ekstremite kaslarındaki belirtiler yokuş-merdiven çıkarken zorlanma, kollarını yukarı kaldırma zorluğu ya da bir iki el parmağını bir süre kaldıramama şeklinde kendini gösterir. Hastalık oküler kaslarda başlayabildiği gibi bulber kaslarda da başlayabilir. Ekstremite kaslarına ait belirtilerle başlaması daha nadirdir ve daha çok gençlerde görülür. Yine aynı şekilde diğer kaslara ait belirtiler başlangıç belirtilerine kısa zamanda eklenir.

Enfeksiyonlar ve ağır stres hastalığın gidişini genellikle olumsuz yönde etkiler. Gebelik ve loğusa dönemleri hastalığın gidişini değiştiren faktörlerdir, ancak bu değişimin hangi yönde olacağını önceden kestirebilmek mümkün değildir.

Bulgular

Ptoz çoğu kez unilateraldir, bilateral olduğu zaman da asimetrik olması dikkati çeker. Ekstraoküler kas tutulumu genellikle bilateraldir ve belli bir patterne uymaz, yani güçsüz kas dağılımının belli bir sinir innervasyonunu düşündürmesi, ya da serebral (özellikle beyinsapı) hastalıklarda görülen internükleer oftalmopleji veya konjuge bakış kusuru tarzında olması olağan değildir. Ancak nadiren bu tarzda tutulmalar da görüldüğünden her türlü göz hareket bozukluğunda MG’i akla getirmek gerekir.

M. orbicularis oculi zaafı MG’de en sabit bulgulardan biridir. Remisyonda olan hastalarda dahi tek muayene bulgusu bu olabilir. Bu kasta zaaf olmayan jeneralize miyastenik hasta çok nadir görüldüğünden bu kasın kuvvetli olması MG tanısından şüphe doğurabilir. Genellikle bilateral olan yüz zaafı hastalarda ağzın horizontal yerine vertikal yönde kayması şeklinde tipik bir gülüşe neden olur (miyastenik ‘snarl’). Bulber tutulumu olanlarda dil, yumuşak damak, masseter ve boyun kaslarında zaaf görülür, nazone konuşma dikkat çekicidir.

Ekstremite kaslarındaki zaaf kollarda proksimal ve distal, bacaklarda ise daha çok proksimal kasların tutulması şeklindedir. En çok zaaf bulunan kaslar triceps, el parmak ekstansörleri ve iliopsoastır. Deltoid ve hamstringler de sık tutulan kaslardandır. Bu kaslardaki zaafı ortaya çıkarmak için hastalara yukarda anlatılan bitkinliği ortaya çıkarıcı testler (bir süre yukarıya bakmak ya da kolları havada tutmak gibi) yaptırmak gerekebilir. Muayene bulguları motor alana sınırlıdır. Kemik veter refleksleri normaldir, hatta canlı bulunabilir. Duyu muayenesi normaldir.

ETYOPATOGENEZ

MG, antikorlar aracılığıyla oluşan otoimmun bir hastalıktır. Bu tip hastalıkları tanımlamada kullanılan tüm kriterler burada mevcuttur: Hastaların birçoğunda antikor bulunur ve antikorun AChR ile birleştiği gösterilebilir. Hastalık pasif transfer ile hayvanlara geçirilebilir, antijen ile immunizasyon sonucu hayvanlarda hastalık oluşur, serumda antikorların azaltılması (plazmaferez) hastalığın belirtilerini azaltır.

Otoantikorlar çizgili kaslarda postsinaptik olarak yerleşmiş olan nikotinik AChR’ine karşı oluşur. Anti-AChR antikorları birkaç yoldan reseptör sayısının azalmasına neden olur. Bunlardan en önemli iki yol kompleman aracılığıyla postsinaptik membran harabiyeti ve antikorların birleştirdiği (cross-linking) reseptörlerin daha hızlı harabolmasıdır. ACh birleşme yerlerinin fonksiyonel olarak blokajı da sözkonusu ise de bu daha az önemlidir. Bazı hastalarda anti-AChR antikorları gösterilemez, ancak pasif transfer ile hastalığın geçirilebilmesi bu hastalarda da otoantikorların varlığına kanıttır.

Anti-AChR antikorları B lenfositleri tarafından yapılır, ancak otoimmun cevabın oluşmasında yardımcı T lenfositlerinin de katkısı gerekmektedir (T hücresine bağımlı humoral immun cevap). Otoimmun yanıtın nasıl başladığı bilinmemektedir. MG’li hastaların yaklaşık % 10’unda timoma, % 70 kadarında timus hiperplazisi bulunması ve hastaların önemli bir kısmının timektomiden yararlanması dikkatleri timus üzerine çekmiştir. İmmunolojik olarak kendi antijenlerine cevap veren “zararlı” T hücrelerinin elimine edildiği yerin timus olması, burada yüzeylerinde AChR taşıyan ‘myoid’ hücrelerin bulunması, timik lenfositlerin anti-AChR antikoru sentez edebilmeleri, timomalarda AChR veya bazı subünitelerine benzeyen bir protein ekspresyonu olması gibi özellikler timusun önemli bir rolü olabileceğini düşündürmektedir. Ancak timusun olayın başlangıcından mı sorumlu olduğu yoksa immunolojik sürecin daha sonraki aşamalarında mı devreye girdiği sorusu halen cevaplanamamıştır.

HLA ile ilişki genetik bir predispozisyonun sözkonusu olduğunu göstermektedir. Timomasız gençlerde A1, B8, DRw3 ile, timomasız yaşlılarda ise A3, B7, DRw2 ile ilişki varken timomalı hastalarda belli bir ilişki saptanmamıştır.

Miyastenik kavşakta elektrofizyolojik düzeyde gelişen olayları anlatmaya, normal bir kavşaktakileri kısaca gözden geçirerek başlayalım. Sinir aksiyon potansiyeli motor sinir terminaline varınca burdaki voltaja bağımlı kalsiyum kanalları (VGCC) açılır ve kalsiyum hücre içine girerek ACh vesiküllerinin sinir membranı ile birleşmesini sağlar. Böylece sinapsa verilen ACh molekülleri, reseptör ile birleşir ve burdaki katyon kanalları açılır. Sodyumun kas hücresi içine girmesiyle postsinaptik membran lokal olarak depolarize olur (son plak potansiyeli, endplate potential, EPP). EPP amplitüdü aksiyon potansiyeli (AP) için gereken eşiğe ulaşırsa kas lifi boyunca yayılan AP oluşur. Normal şartlarda EPP amplitüdü AP oluşturmak için gereken amplitüdün çok üzerindedir ve bu ikisinin arasındaki amplitüd farkına ‘emniyet faktörü’ denir. Üstüste gelen impulslar sonucu serbest bırakılan ACh miktarı normalde her impulsta giderek azalmasına rağmen emniyet faktörü çok geniş olduğundan her EPP bir AP oluşturur.

Miyastenik bir kavşakta birçok reseptör harabolmuş ve birleşen ACh-AChR miktarı azalmıştır. Bunun sonucu bu kavşaklarda EPP amplitüdü düşer ve bunların bir kısmında EPP’ler AP oluşturacak amplitüde erişemez. Birçok kavşakta AP oluşamazsa kas zaafı ortaya çıkar. MG’de görülen yorulma fenomenini ise patolojik postsinaptik durumun fizyolojik presinaptik durumla birleşmesi ile açıklayabiliriz. Gelen ilk impulsta bol miktarda ACh salgılanacağından birçok reseptör harabolmuş olsa bile yine de salgılanan ACh’in sağlam kalmış reseptörlerle birleşme olasılığı yüksektir; dolayısıyla, yeterli sayıda kas lifinde AP oluştuğundan ilk impulsta kas zaafı olmaz. Fizyolojik olarak her yeni gelen impulsta serbest kalan ACh miktarı azalacağından EPP amplitüdü artık birçok kavşakta AP oluşturacak düzeye erişemez ve zaaf ortaya çıkar.

TANI

Okülobulber belirtilerle başlayan ve gün içinde fluktuasyon gösteren bir klinik tablo kuvvetle MG’i düşündürür. Öyküde spontan remisyonların varlığı bu tanıyı destekler. AKE ile kas gücünde objektif ve net düzelme ile tanı konur.

Tanıda kısa etkili edrophonium chloride (Tensilon) veya daha uzun etkili neostigmin bromid (Prostigmin) kullanılır. Edrophonium klorid’in etkisi birkaç saniyede başlar ve birkaç dakikada sona erer. 10 mg’lık ampulleri olan edrophonium klorid’in önce 2 mg’ını intravenöz olarak verip 1 dakika cevabı beklemek, cevap alınmazsa gerisini vermek gerekir. Neostigmine bromid’in etkisi ise 20 dakika kadar sonra başlar ve 2 saat sürer. İki ampul (1 mg) neostigmin bromid, 0.4 mg atropin ile birlikte intramüsküler olarak yapılır. Bu testler motor nöron hastalığı ve poliyomiyelit gibi bazı hastalıklarda hafif pozitif olabilir ama genellikle cevap MG’de olduğu gibi net ve tekrarlanabilir değildir. Özellikle yaşlı hastalarda parenteral AKE yerine 2 draje (120 mg) piridostigmin bromid (Mestinon) vererek daha geç çıkacak olan cevabı beklemek daha tedbirli bir tutum olabilir.Soğuğun kavşakta iletiyi düzeltmesine dayanarak ptotik gözkapağına uygulanan buzun etkisiyle gözkapağının açılması da tanıda yardımcı olabilir.


Şekil 18. Myasthenia gravis’li hastada soldaki ptozun (Şekil 18a) antikolinesteraz verildikten sonra düzelmesi (Şekil 18b).

Tanıda aşağıda ayrıntılı anlatılacak olan EMG ve anti-AChR tayini de çok yararlıdır, ancak bunların negatif sonuç vermesi MG tanısını reddettirmez. Tanıda en çok zorluk çıkaran oküler MG’dir. Bunlarda bazen ptoz ve göz hareket bozukluğu AKE’a cevap vermez; sıklıkla ardışık uyarım testlerinde dekrement saptanmaz ve yine olguların yarısında anti-AChR antikoru saptanamaz. Bu durumda yegane destekleyici test tek lif EMG’sidir ki ender olarak o da normal sonuç verebilir. Öykü MG’yi kuvvetle düşündürüyorsa bu tanıdan kesinlikle vazgeçmemek gerekir. Başka olası tanılar elendikten sonra steroid ile alınan cevap ile bile MG tanısını desteklemek mümkündür.





LABORATUVAR BULGULARI

Elektromiyografi

a.Ardışık sinir uyarım testleri:


Sinire supramaksimal olarak uygulanan düşük frekanslı (2 Hz veya 3 Hz) ardışık uyarım ile birbirini izleyen bileşik kas aksiyon potansiyellerinin amplitüdünde tipik bir düşme (miyastenik dekrement) kaydedilir. İlk potansiyele göre % 10 veya daha fazla olduğunda anlamlı kabul edilen bu düşüşün MG’de belli birkaç patterni vardır: Düşüş ya hemen ikinci potansiyelde olur ya da dördüncü veya beşinci potansiyele kadar sürer. Her iki durumda da izleyen potansiyellerin (birinci durumda üç ve sonrası, ikinci durumda beş-altı ve sonrası) amplitüdünde ya daha fazla bir düşme olmaz ya da bir artma olur. Beşinci potansiyelden sonra da devam eden sürekli düşüş MG’de görülen bir pattern değildir.

Bu testi distal kaslarda yapmak daha kolaydır, ancak proksimal kaslar ve yüz kaslarında miyastenik dekrementi ortaya çıkarma olasılığı daha fazladır. En verimli seçim zaafın olduğu alanda bir kas (örneğin, ekstremite zaafı olanda m. anconeus, bulber zaafı olanda m. nasalis gibi) uyarılarak yapılır. Ayrıntılı bir inceleme ile remisyonda olmayan ve çok hafif olmayan jeneralize MG’lilerin % 95 kadarında dekrement bulunabilir.

Ardışık sinir uyarım testlerinde en büyük tehlike artefakt olarak ortaya çıkan dekrementi gerçek dekrement sanmak ve yanlış olarak MG tanısı koymaktır. Bu bakımdan incelenecek kası çok iyi stabilize etmek, dekrementi bir değil birkaç kez elde ederek emin olmak ve dekrement patternine dikkat etmek çok önemlidir.


b. Tek lif EMG’si:

Tek lif EMG’si ile ‘jitter’ ölçümü MG tanısında kullanılan bütün testlerin en duyarlı olanıdır. Hemen bütün miyasteniklerde artmış ‘jitter’ bulunur, hele güçsüz bir kasta ‘jitter’in normal bulunması MG tanısını dışlar. Tek lif EMG’si, ardışık sinir uyarımı ile dekrement bulma olasılığının oldukça düşük olduğu oküler MG ve çok az bulguları olan hafif jeneralize olgularda özellikle çok yararlıdır. Tek lif EMG’sinin duyarlılığı çok yüksek iken özgünlüğü ardışık sinir uyarımına göre daha düşüktür.


Anti-asetilkolin reseptör antikorları

Anti-AChR antikorları MG için oldukça özgündür. Bu antikorlar jeneralize MG’lilerin % 85 kadarının serumunda saptanabilir. Timomalı hastaların hemen tümünde pozitif bulunur. Oküler MG’te pozitiflik oranı sadece % 50’dir. Bazı hastalarda ise bir keresinde negatif olduğu halde daha sonra pozitif bulunabilir. Bu nedenle antikor negatif olan hastalarda daha sonra bir iki kez daha kan alarak testi yinelemek yerinde olur.

Diğer antikorlarlar

Anti-AChR antikorları hep negatif kalanlara “sero-negatif MG” denir. Son zamanlarda bunların serumunda kasa spesifik tirozin kinaz reseptörüne karşı antikorlar (MuSK) bulunmuştur. Erişkin kavşakta da varolan bu reseptörler sinaps oluşumu sırasında agrinin indüklediği AChR kümelenmesini sağlar. Bazı çizgili kas antikorlarının MG’in alt gruplarının tanımlanmasında işe yarıyabileceğini düşündüren çalışmalar vardır. Timomalıların büyük bir bölümünde pozitif olan titin ve ryanodine reseptör antikoru timomasız yaşlı hastaların da bir kısmında pozitif olabilir. Ayrıca miyasteniklerde çeşitli dokulara karşı antikorlar (tiroid, gastrik parietal hücreler gibi) bulunabilir.

Timus radyolojik incelemesi

Mediastenin bilgisayarlı tomografisi ile hemen tüm timomalar saptanır. Kontrast maddeyi, MG’li hastayı kötüleştirme olasılığını gözönüne alarak, özellikle bulber tutulumu olan hastalarda vermekten kaçınmak gerekir. Genellikle magnetik rezonans görüntülemesi yapılmasına gerek kalmaz.




Tanı
Öykü (okülobulber zaaf, fluktuasyon, remisyon)
Antikolinesterazlara net cevap

İnceleme

(tanıya destek)


Ardışık sinir uyarımı ve/veya tek lif EMG
Anti-asetilkolin reseptör antikor tayini
Timus incelenmesi


AYIRICI TANI

Okülobulber yakınma ve bulgular ön planda olduğu zaman en çok karışabilecek hastalık multipl skleroz gibi beyinsapını tutan hastalıklardır. Beyinsapı hastalıkları fluktuasyon olmaması, birinci motor nöron ve duysal bulguların diğerlerine eşlik etmesi ile MG’den ayrılır.

Sadece oküler yakınma ve bulgularla seyreden MG, zaafın belli bir patterne uymayışı ile izole kranyal sinir felçlerinden ayırdedilir. Sıklıkla MG ile karıştırılabilen blefarospazmda gözkapaklarında kasılma hissi olması tipiktir. Bilateral ptoza ek olarak gözler orta hattan çok az oynayacak derecede ağır ve bilateral göz hareket bozukluğu olan hastada ayırıcı tanıya konjenital miyastenik sendromlar (KMS), mitokondriyal hastalıklar (progresif eksternal oftalmopleji) ve konjenital miyopatiler girer. Bu hastalıklarda MG’nin aksine çift görme yoktur veya çok azdır. KMS’ler ve konjenital miyopatiler bebeklik döneminde başlar, MG ise ilk yıldan sonra başlar. Mitokondriyal miyopati ve konjenital miyopatilerde AKE’a net bir cevap alınmaz. Gerektiğinde kas biyopsisi ve genetik test gibi ileri incelemelerle kesin tanı konur. Akut dönemde karışabilecek bir hastalık da Miller Fisher sendromu ve nadir olarak oküler bulguların ön planda olduğu Guillain-Barré sendromudur. Kemik veter reflekslerinin kaybolması ve EMG bulguları bu hastalıkların tanısında yardımcı olur.

Sadece bulber yakınma ve bulgular olduğunda düşünülmesi gereken bir hastalık motor nöron hastalığının bulber formudur. Motor nöron hastalığındaki anartriye kadar varabilen ve fluktuasyon göstermeyen, birinci ve ikinci motor nöronun birlikte tutulumu sonucu ortaya çıkan tipik konuşma şekli MG’in nazone konuşmasından çok farklıdır.

Sadece ekstremite zaafı ile giden MG son derece nadirdir. Yine de kas hastalığı düşünülen her olguda fluktuasyon ve remisyona ait ipuçları yakalamaya çalışılmalı ve tedavi edilebilen bir hastalık kaçırılmamalıdır.

Her akut yerleşen miyastenik tabloda botulizm akla gelmelidir. Bacaklarda zaafın ön planda olduğu hastalarda Lambert Eaton miyastenik sendrom düşünülmelidir.

MG ile en sık karışan hastalık depresyondur. MG’li hastaların öyküsünden birçoğunun yıllarca depresyon tanısıyla izlendiği anlaşılır. MG’li hastaların basit bir yorgunluktan yakınmadıkları, bunun gerçek bir zaaf olduğu, sabah-akşam farkı gibi çok net özellikleri olduğu unutulmamalıdır.

TEDAVİ

AKE, timektomi ve immunsüpresif ilaçlar, eskiden % 30 mortalitesi olan MG’in prognozunu tamamen değiştirmiş, hastalara normal bir yaşam sürme şansını vermiştir. AKE’lar semptomatik yarar sağlar, diğerlerinin ise hastalığın immunolojik kökenine yönelik olduklarından tedavi edici özellikleri vardır.

Hastalığın flüktüasyon ve spontan remisyonlarla gitmesi ve ağırlık derecesinin her hastada farklı olması tedavi sonuçlarını değerlendirmeyi güçleştirmektedir. Kontrollü klinik çalışmaların azlığı da gözönüne alınırsa ilaçların hangi kombinasyon halinde ve hangi dozda kullanılacağı hakkında kesin formüller öne sürmenin mümkün olmadığı kolayca anlaşılır. Tedavinin doktora ve hastaya göre bazı değişiklikler göstermesi kaçınılmazdır.

Antikolinesterazlar

AKE, asetilkolinin yıkılmasını engelleyerek sinaptik aralıkta daha uzun süre kalmasını sağlar. Günlük tedavide en sık kullanılan piridostigmin bromid’in (Mestinon) 60 mg’lık oral formudur. Etkisi 15-30 dakikada başlar, 1-2 saatte maksimuma erişir ve 3-4 saat sürer. Oral olarak kullanılabilen ve piridostigmin bromid’den çok az farkları olan diğer preparatlar Türkiye’de bulunmayan neostigmin bromid (Prostigmin) ve ambenonium klorid’dir (Mytelase).

AKE dozunu ayarlamak oldukça güçtür. Hastaya AKE tedavisinden neler beklenildiğinin anlatılması ve hastayla çok yakın bir işbirliğinin sağlanması şarttır. AKE’ı belirtiler ortaya çıkmaya başladığı zaman almak gerekir; beklenen, ilacı aldıktan 1-2 saat sonra belirtilerin azalması veya kaybolmasıdır. Hastalığın ağırlığına göre günde 1-8 draje arası almak çoğu zaman yeterlidir. Ağır hastalarda 2-3 saatte bir 2 drajeye kadar (12x120 mg) çıkmak gerekebilir; günde sekizden fazla alması gereken hastaları hastane şartlarında izlemek daha uygundur.

Hastalığın ağır dönemlerinde AKE’ı olabildiğince 24 saat içine eşit aralıklarla yaymak gerekir. Hastalık kontrol altına alındığında sadece gündüz verilebilir ve aralıklar da daha serbest olarak ayarlanabilir. İmmünsüpresif başlanmışsa amaç, immünsüpresif ajan etkisini gösterdikçe AKE’ı azaltmak ve hasta remisyona girdiğinde kesmektir. Hasta bozulduğunda AKE’a yeniden başlanabilir. Görülüyor ki AKE dozunun hastalığın ağırlığına, günlük aktivite derecesine, kullanılan diğer ilaçlara bağlı olarak dinamik olarak değiştirilmesi gerekmektedir.

Timektomi

Timomalı hastalarda mutlaka timomektomi yapılmalıdır. Tümör çoğunlukla kapsüllü ve selim niteliktedir. Ancak bir bölümünde habis özellikler taşır ve çevre dokuya invazyon yapar. Uzak metastazlar çok nadirdir.

Timektomi, timomasız hastalarda da çok önemli bir yer tutar. Jeneralize MG’li genç hastada tedavinin temel basamaklarından biridir. Elli beş yaşın üzerindeki hastalarda ise karar, ameliyatın riskleri tartılarak verilebilir. Pür oküler miyasteniklerde timektomi genellikle yapılmaz.

Timektomiden hastaların üçte iki kadarının yararlandığı, bunların içinden bir bölümünün ise remisyona girdiği düşünülmektedir. Bu yarar hemen ortaya çıkmamakta, ancak birkaç yıl sonra kendini göstermektedir. Hastalığın erken dönemlerinde yapılan timektomiden yararlanma şansının daha yüksek olduğu düşünülmektedir. Diğer taraftan timektominin herhangi bir zararı gösterilmiş değildir.

Timektomi hiçbir zaman acil yapılması gereken bir ameliyat değildir. Bu bakımdan hasta AKE’lar ile iyi duruma getirilememişse immunsüpresif ilaçlarla tedavi edildikten sonra ameliyat düşünülmelidir. Genellikle ameliyattan sonra da ilaçları sürdürmek, ameliyat döneminde, özellikle immunsupresif tedavide değişiklik yapmamak gerekir.

Kortikosteroidler

Kortikosteroidler hastaların büyük çoğunluğunu tamamen düzeltir. Bu düzelme 4-6 hafta içinde görülür, düzelme süreci daha da uzayabilir. En çok prednizolon (PRD) kullanılır.

Hastaların bir bölümünde PRD başlanıldıktan bir hafta-10 gün sonra kas zaafı geçici olarak artabilir. Özellikle bulber zaafı olan hastada bu nedenle denge tümüyle bozulabilir ve solunum güçlüğü belirebilir. Bu bakımdan PRD ‘u düşük dozda başlayıp birkaç günde bir yükselterek istenilen düzeye çıkmak, özellikle ilaca hasta yatırılarak başlanmıyorsa, daha emniyetli bir yoldur. Hastanede yatan hastada, solunumun korunabileceği şartlar sağlanabiliyorsa, doğrudan yüksek doz başlanabilir. Bu yöntem istenen cevabın daha çabuk alınması bakımından avantajlıdır. Amaçlanan doz 1 mg/kg/gün civarındadır. Pür oküler ya da hafif jeneralize miyasteniklerde daha düşük dozlar yetebilir, hergün yerine günaşırı uygulama denenebilir.

PRD başlandıktan sonra hastada bariz bir iyileşme elde edilince ilaç dozu düşürülmeye başlanır. Doz düşürme ilacı günaşırı vermeye yönelik olarak yapılır ve doz azaldıkça düşürme temposu da yavaşlatılır. PRD günaşırı 10-20 mg gibi bir idame dozunda sürekli olarak tutulur. PRD tümüyle kesilirse hastalık büyük bir olasılıkla alevleneceğinden ilacı ancak hastayla bu risk tartışıldıktan sonra, hastanın isteği doğrultusunda kesmek uygundur. PRD düşürülürken ya da kestikten sonra alevlenme olursa yeniden yüksekçe bir doza çıkarak vermek ve yeni bir immunsüpresif eklemeyi düşünmek gerekir.

Kortikosteroidlerin yan etkileri arasında kozmetik bozuklukların yanısıra uygun tedaviyle kontrol altına alınabilen hipertansiyon, hiperglisemi ve hiperkolesterolemiyi sayabiliriz. En büyük problem ise, özellikle menopozdaki kadınlarda kalsiyum ve D vitamini tedavisine rağmen önlenmesi çok zor olan osteoporoz hızlanması ve buna bağlı fraktürlerdir. Katarakt oluşumu da sıkça rastlanan yan etkilerdendir.

Diğer immunsüpressif ilaçlar

Azathioprine, kortikosteroid alamayan hastalarda, kortikosteroid dozu düşürülürken alevlenme olduğunda, kortikosteroid dozu hızlıca düşürülmek istendiğinde tedaviye eklenebilir. Bazı durumlarda (özellikle yaşlılarda) azathioprine’e PRD ile eşzamanlı başlamanın avantajları olabilmektedir. Fertil dönemdeki hastalarda temkinli kullanılmalıdır. Doz 2.5 mg/kg/gün olarak hesaplanır. Etkisi geç (en az 6 ay sonra) çıktığından verildiği ilk aylarda yarar beklenmemelidir. Cevap alındıktan sonra yavaş olarak düşürülür ve genellikle düşük bir dozda tutulur. Karaciğer ve lökositler üzerine toksik etki gösterebildiğinden karaciğer fonksiyon testleri ve kan sayımı (özellikle lenfosit sayısı) ile izlemek gerekir.

Azathioprine’e göre daha az kullanılan cyclophosphamide ve cyclosporine-A, etkileri daha çabuk ortaya çıkan ancak yan etkileri daha çok olan immunsüpresiflerdir. İlkinin lökopeni ve hemorajik sistit, ikincisinin ise hipertansiyon ve renal toksisite olan bellibaşlı yan etkileri yakından izlenmelidir.

İntravenöz immunglobulin (İVİg) ve plazmaferez

Birinin diğerine üstünlüğü kanıtlanmamış olmakla birlikte İVİg’in etkili olmayıp plazmaferezin etkili olduğu olgular bildirilmiştir. Diğer taraftan plazmaferezin yan etkileri (enfeksiyon, hipovolemi) İVİg’e göre daha çoktur. Hastane şartlarına ve edinilmiş tecrübeye göre seçim yapılır. Bunlar, ani bozulmalarda kısa süreli olarak ya da diğer immunsüpresiflerle iyi kontrol altına alınamayan durumlarda uzun süreli olarak kullanılabilen tedavi şekilleridir. Birkaç gün içinde başlayan olumlu etki birkaç haftada sona ereceğinden bunların tek başına kullanılması sözkonusu değildir. Mutlaka başka bir immünsüpresife ek olarak ya da timektomi öncesi timektomiye hazırlık amacıyla kullanılırlar.



Miyastenik kriz

Gelişen solunum güçlüğü mekanik ventilasyon kullanmayı gerektiren düzeye vardığında miyastenik krizden sözedilir. Özellikle ağır bulber tutulumu olan hastalarda her an beklenilmesi ve acil davranılması gereken bir durumdur. Konuşma, yutma ve çiğnemesi çok iyi olan bir hastada solunum güçlüğü gelişirse bunun miyasteniye bağlı olmadığını, başka bir sebep aramak gerektiğini düşünmek daha doğrudur.

Solunum güçlüğü gelişmeye başlayan hasta genellikle Mestinon dozunu artırarak iyileşmeye çalışır. Bazen Mestinon o kadar çok alınır ki miyastenik yerine kolinerjik semptomlar ön plana çıkar, hatta kolinerjik kriz ortaya çıkar. İşin zor tarafı, fazla asetilkolinin çizgili kas üzerindeki etkisinin (nikotinik etki) aynı miyasteniye benzer bir tablo yaratmasındadır. Asetilkolinin çizgili kas dışı etkileri (müskarinik etkiler - mide bulantısı, barsak hareketleri artması, terleme, hipersalivasyon) ile nikotinik etkiler birlikte gitmediğinden müskarinik etkilerin olması ya da olmaması da ayırıcı tanıda yararlı değildir. Solunum güçlüğü içindeki hastada miyastenik ve kolinerjik krizleri birbirinden ayırmak nerdeyse olanaksız olduğundan yapılacak en doğru davranış hastanın solunumunu güvenceye almak ve mekanik ventilasyonun yapılabileceği şartları sağlamaktır. Yine de miyastenik krizin kolinerjikten çok daha sık olduğunu bilmekte yarar vardır; hasta az Mestinon kullanmaktaysa reanimasyon şartları sağlanana kadar Mestinon verilmelidir.

MG’de ilaç kullanımı

Nöromüsküler kavşağı etkileyen birçok ilaç miyasteniyi bozabilir, hatta MG’in ortaya çıkmasına neden olabilir. Bunların arasında en çok dikkat edilmesi gereken ilaçlar antibiyotiklerdir. Aminoglikozid grubu, lincomycin ve trimethoprim gibi antibiyotikler miyasteniklere verilmemelidir, mutlaka verilmesi gerekirse mekanik ventilasyon olasılığı gözönünde tutulmalıdır. Antiaritmikler (procainamide, kinidin) ve badrenerjik blokerler miyasteniyi bozabilir. Depolarizan ilaçlar (succinylcholine) dikkatle kullanılmalıdır. Magnezyum ve BT yaparken kullanılan iyotlu kontrast madde güçsüzlüğü artırabilir. D-penicillamine MG ortaya çıkarabilir.


KULLANILMAMASI GEREKEN İLAÇLAR


· Bazı antibiyotikler

· Aminoglikozitler (Gentamisin, steptomisin, tobramisin, amikasin, kanamisin, neomisin ve diğerleri)

· Linkomisin (*Lincocyn)

· Sulfonamid (*Bactrim ve eşdeğerleri)

· Tetrasiklin

· Kloramfenikol

· Polimiksin

· Kinin

· Antiaritmik ve b-blokerler

· Prokainamid, propranolol, lidokain ve diğerleri

· Bazı antiepileptikler (Fenitoin)

· Kürar ve türevleri

· Morfin ve diğer narkotik analjezikler

· Trankilizan ve barbitüratlar

· Bazı antidepresanlar

· Lityum

· Magnezyumlu laksatifler ve antiasidler

· D-penisilamin

· Östrojen içeren preparatlar

KULLANILMASINDA GENELLİKLE SAKINCA OLMAYAN İLAÇLAR


· Bazı antibiyotikler

· Penisilinler (Ampisilin dışında)

· Sefalosporinler

· Analjezikler

· Parasetamol





Bu hastalarda, ilaçlar miyasteniyi bozacak korkusuyla, MG dışı hastalıkların yetersiz tedavi edilmesi de ciddi bir sorun yaratır. Bu bakımdan miyastenik belirtileri artırmayan ilaçları bilmek büyük önem taşır. Daha rahat kullanılabilecek ilaçlar arasında penisilin ve sefalosporin grubu antibiyotikleri, SSRİ grubu antidepresanları, Xanax, acetyl salisilik asit ve paracetamol’u sayabiliriz. Ancak sakınılacak ilaç listesinde yer almasa bile her yeni ilaç kullanımı sırasında hastayı yakından izlemek, gerektiğinde ilacı kesmek gerekir.

MG ve diğer otoimmun hastalıklar

MG ile birlikte olabilen otoimmun hastalıkların başında tiroid hastalıkları gelir. Romatoid artrit, psoriasis, pernisyöz anemi, otoimmun aplastik anemi gibi hastalıklar da MG’e eşlik edebilir.

Neonatal miyasteni:

Miyastenik annelerin % 10-20’ sinin çocuğunda doğumdan sonraki 3 gün içinde miyastenik semptomlar görülür. Belirtiler annedeki anti-AChR antikorlarının pasif olarak çocuğa geçmesine bağlıdır. Belirtiler 2-3 haftada kaybolur, ancak bu süre içinde AKE ile tedavi gerekebilir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:05   #265 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Mykardit kalp kası adelesi iltihabı

Tanımı
Miyokardın inflamatuar hastalıklarına MİYOKARDİT adı verilir. Sekonder inflamatuar kardiyomiyopati de denmektedir.
Epidemiyoloji
Kardiyotrop virus infeksiyonlarının %1'inde kalp tutlumu olabilmektedir. Bu viruslerden Coxackie-B ile olan enfeksiyonlarda ise olguların %4'ünden fazlasında kardiyak etkilenim ortaya çıkmaktadır. Kardiyak tutulumlu olguların çoğu asemptomatik veya çok hafif semptom ve bulguları olduğu için gerçek oranların bu oranlardan çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir.

Etiyoloji

1) İnfeksiyöz miyokarditler
- Virüsler; Coxackie-B, Influenza virüsleri, Adenovirüsler, Ec-hovirüsler.
- Bakteriler; Septik hastalıklar (Örneğin, bakteriyel endokardit) esnasında Stafilokoklar veya Enterokoklar gibi ajanlarla, tonsillit, kızıl, erisipel gibi hastalıklar esnasında beta hemolitik Streptokoklarla, Lyme hastalığı (Borelia burgdorferi) esnasında, Difteri ve nadiren Tifo, Frengi ve Tuberkuloz gibi etkenlere bağlı olarak miyokardit gelişebilir.
- Riketsiyalar
- Protoozalar:Toxoplasmozis, Chagas hastalığı (Trypanosoma cruzi), Plasmodium falciparum
- Parazitler: Trişinozis, Ekinokoklar.
- Mantarlar
2) İnfeksiyöz olmayan miyokarditler
- Romatoid artrit, kollagen doku hastalıkları,vaskulitler
- İdiyopatik Fiedler miyokarditi
- Mediastinal radyoterapi sonrası miyokarditi (Radyasyon Miyokarditi)
- İlaçlar; phenothiazinler, penisilinler, kokain,lityum, kobalt, metildopa.
- Metabolik bozukluklar (Üremi gibi)
Miyokarditlerin histolojik tanısında dallas kriterleri
Beş bulgu konstelasyonu
1. Aktif miyokarditte; dokuda lenfositer infiltrasyon, monositoliz, interstisyel ödem ile birlikte (varsa) fibrozis, virus RNAsı, IgM antikorlar ve C3
2. Borderline (sınırda) miyokardit tanısında doku biyopsisinde sadece bir miktar lenfositer infiltrat mevcuttur. Biyopsinin tekrarı gerekebilir.
Kontrol biyopsilerinde;
3. Persistan miyokardit: Fibroziste ve bağ dokusunda artış kötü prognoz işaretidir.
4. İyileşmekte olan miyokardit: Lenfosit infiltrasyonunda gerileme ve rejeneratif değişiklikler görülür.
5. İyileşmiş miyokardit ( inflamatuar hücre yok, nekroz yok)
Histopatolojik özel bulgular
Aschoff nodülü -> Romatoid artrit
Dev hücreler + Lenfoplasmositer infiltratlar -> İdiyopatik Fiedler miyokarditi

Klinik
Miyokarditlerin klinik seyirleri çok değişik özelliklerde olabilir. Bazen asemptomatik, bazen çok hafif, bazen ise fulminan seyirli olabilir. Bazen kronikleşerek dilate kardiyomiyopatiye gidebilir. İnfeksiyöz miyokarditlerde genellikle halsizlik, çabuk yorulma, çarpıntı, ritm bozuklukları , dispne, senkop gibi semptomlar görülür. Ek olarak enfeksiyonla ilgili ateş, öksürük, ishal, miyalji, plörodini, bulantı gibi nonspesifik semptomlar olabilir. Aritmiler ve kalp yetmezliğine ait bulgular, başta gelen muayene bulgularıdır. Burada unutulmaması gereken en önemli nokta miyokarditlerin klinik herhangi bir bulgu veya semptoma yol açmadan da başlayıp gelişebileceğidir!
Oskültasyonda değişici üfürümlerin duyulması, 3. kalp sesi ve düzensiz kalp atımlarının varlığı tanıda yardımcı olabilir. Gribal bir enfeksiyon tablosuyla birlikte ortaya çıkan anormal kalp hızı veya efor kısıtlanması gibi kardiyak şikayetlerde miyokardit olasılığı derhal akla gelmelidir.

Laboratuar
CK ve CK-MB hastaların bir kısmında yükselebilir. İnflamasyon bulgularında artış (Sedimantasyon, CRP, periferik yayma) spesifik enfeksiyon etkenine yönelik tetkikler (bakteriyolojik, serolojik, virus izolasyonu), viral miyokarditlerde AMLA (antimiyolemmal Ak), ASA (antisarkolemmal Ak) gibi antikorların tesbiti.
Holter EKG

EKG değişiklikleri relatif olarak sık ve çoğunlukla geçicidir.
- Sinüzal taşikardi
- Aritmiler (Özellikle erken ventriküler veya supraventriküler atımlar)
- AV blok veya dal blokları gibi İleti bozuklukları (Difteri ve Lyme Karditlerinde ileti bozuklukları sıktır!!)
- ST,T değişiklileri (ST depresyonu, T inversiyonu vb.)
- Miyoperikardit gelişen olgularda eş zamanlı perikardite bağlı olarak ST elevasyonu gelişimi
- Voltaj azalması (Ayırıcı tanıda EKO ile başta perikardiyal sıvı artışı ile aşırı miyokardiyal tutulum yönünden derhal değerlendirilmesi gerekir. )
EKO
Çoğunlukla normal bulgular
Bölgesel duvar hareket bozuklukları
Miyoperikarditlerde perikardiyal sıvı artışı
Atriyal ve/veya ventriküler fonksiyonların bozulması
Kalp boşluklarının büyümesi

Antimiyozin sintigrafisi
Radyoaktif işaretli antimiyozin antikorları kullanılarak yapılan sintigrafi hasas bir tanı yolu olmakla beraber spesifik bir metod değildir. İzotoplar sadece miyokarditte değil aynı zamanda miyokart infarktüsünde ve dilate kardiyomiyopatili hastaların üçte birinde kardiyak tutulum göstermektedir.
Röntgen
Telekardiyogramda bazen kalpte büyüme, akciğer stazı bulguları gibi önemli bulgular saptanabilir.
İnvazif tanı
Endomiyokardiyal biopsi ve/veya koroner anatominin gösterilmesi için yapılır.

Ayırıcı tanı

- Göğüs ağrısı + ST değişiklikleri olanlarda: Koroner kalp hastalığı
- Miyokart infarktüsü
- Kalp yetmezliği + kardiyomegali olanlarda: Dilate kardiyomiyopati (Hem ayırıcı tanı, hem de miyokardit komplikasyomu)
- İnflamatuar olmayan kardiyomiyopatiler: Sarkoidoz gibi sistemik hastalıklara bağlı, metabolik hastalıklara bağlı (amiloidoz, hipokalemi, Kalsinozis, oxalozis, hemakromatozis, konjenital depo hastalıkları, Beriberi gibi avitaminozlar, Kwashiorkor gibi beslenme bozuklukları), nöromuskuler hastalıklara bağlı, hormonal bozukluklara bağlı (hipo veya hipertiroidiler, feokromasitoma, akromegali, postpartum kardiyomiyopati) ve toksik kardiyomiyopatiler (fosfor, krom, arsenik, kobalt, alkol, antrasiklinler).
Tanı
Öykü + klinik, mümkün ve gerekli olan hallerde miyokardiyal biyopsi ile histopatolojik/immunohistopatolojik/viral tanı metodlarıyla tanı konur. EKG, EKO, EKG-holter (uzun süreli EKG izlemi), inflamasyon ve enfeksiyona bağlı laboratuar bulgularıyla tanının desteklenmesi ve hasta takibi yapılır.
Tedavi
A) Etiyolojiye yönelik
Romatizmal karditlerde Streptokok eradikasyonu için penisilin tedavisi ile birlikte kardit için salisilat ve steroid tedavisi (Bkz. Romatizmal ateş) Difteri miyokarditinde antitoksin, Kawasaki miyokarditinde salisilatlar ve yüksek doz intravenöz gamaglobulin tedavisi, Chagas hastalığında Nifurtimox=Lampit tedavisi uygulanır.
Viral miyokarditlerde antiviral tedavi halen kontrollü çalışmalarda değerlendirilmekte olup, deneysel aşamadadır.
B) Semptomatik :

1- EKG değişiklikleri ve akut faz bulguları düzelene kadar yatak istirahati (genellikle ilk hafta )
2- Yatak istirahati esnasında tromboemboli profilaksisi
3- Komplikasyonların tedavisi
a) Kalp yetmezliği olanlarda anti konjestif tedavi
Hızlı etkili diüretikler (Furosemide veya Ethacrynic acid gibi)
Hızlı etkili pozitif inotropik ajanlar (İsoproteronol, Dobutamine, Dopamine gibi)
ACE inhibitörleri
Respiratuar sıkıntısı olanlara oksijen ve pozisyon (Kardiyak iskemle)
b) Antiaritmik tedavi
c) Geçici pacemaker
Doğal seyir ve prognoz
Viral miyokarditli hastaların çoğunda olay geçici hafif bir inflamasyondan ibaret kalıp, tam olarak iyileşme olur. Bazen sekel olarak kalıcı veya tekrarlayıcı ritm bozuklukları (örneğin, ekstrasistoller gibi) oluşabilir. Bazı hastalarda ise kalıcı veya ilerleyici bir kardiyomegali ile birlikte subakut veya kronik miyokardit ve sonuçta dilate kardiyomiyopati tablosu gelişir. Bu hastaların klinik olarak dilate kardiyomiyopatili hastalardan veya endokardiyal fibroelastozislilerden ayırımı mümkün olmaz. Nadiren görülen en önemli ani komplikasyon ÖLÜM'dür (Burada ritm bozuklukları, iletim bozuklukları, kalp yetmezliği ana etkenlerdir). Coxackie-B, Difteri ve Chagas hastalığına bağlı miyokarditlerde komplikasyon oranı relatif olarak yüksektir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:05   #266 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Naboth kistleri

Naboth kistleri rahim ağzında yani servikste bulunan küçük kistik oluşumlardır. Naboth folikülü, epitheliyal inklüzyon kisti ya da retansiyon kisti olarak da isimlendirilirler. Boyları 2 ile 10 mm arasında değişir. Kisitn içi mukus adı verilen sarı-beyaz renkli sümüğümsü ve yoğun bir sıvı ile doludur.



Serviks kanalı normalde mukus salgılayan ve Naboth adı verilen salgı bezleri ile döşenmiştir. Bu salgı bezlerinin dışarıya açılan ağızları metaplazi adı verilen normal bir süreç neticesinde normal hücre tabakası ile kaplanır ve tıkanır. Bu değişimin sonucunda Naboth bezlerinin salgısı dışarıya akamaz ve bez şişmeye başlar. Salgı biriktikçe bez genişlemeye başlar ve rahim ağzı üzerinde yüzeyden kabarık küçük ksitik bir oluşum halini alır. Muayenede yüzeyden kabarık soluk renkli kabarcıklar olarak görülür. Ultrason incelemesinde fark edilebilir. Kistler tek ya da gruplar halinde birden fazla sayıda olabilir.

Kist oluşumuna neden olan bu değişimin en önemli nedeni doğum yapmış olmaktır. Kistler genelde üreme çağındaki doğum yapmış kadınlarda görülür ve normal bir bulgu olarak kabul edilir. Naboth kistleri menopoz sonrası dönemde serviks üzerini kaplayan mukoza tabakasının incelmesine bağlı olarak da görülebilir. Daha az rastlanılan bir diğer neden ise kronik serviks enfeksiyonudur.



Belirtiler ve görülme sıklığı
Naboth kistleri herhangi bir belirti vermez. Teorik olarak her kadında bulunur.

Tanı
Tanı başka bir şikayet nedeniyle yapılan ya da rutin muayene sırasında konur. Hemen her zaman normal muayene bulgusu olarak değerlendirilir. Çok nadiren boyutlarının çok büyük ya da görünüşünün alışılmışın dışında olduğu durumlarda kolposkopi ve biopsi gerekebilir.
Naboth kistleri kronik oluşumlardır ve bir süre sonra kendiliklerinden kaybolmazlar.

Önlem
Normal muayene bulgusu olarak kabul edildiklerinden oluşmalarına engel olmak için bir önlem almak gerekmez.

Tedavi
Normal muayene bulgusu olarak kabul edildiklerinden genelde tedavi gerekmez. Şart olmamakla birlikte yakma ya da dondurma tedavisi uygulanmasının bir zararı yoktur.

Ne zaman doktora gitmek gerekir ?
Naboth kistleri normal oldukları ve şikayet yaratmadıkları için doktor muayenesi gerektirmezler ancak cinsel yönden aktif bir kadınsanız herhangibir yakınmanız olmasa dahi yılda birkez rutin check-up için jinekoloğunuza gitmelisiniz.

Kaynak:
Blaustein's Pathology of the Female Genital Tract, 4th ed. Kurman RJ (ed). New York: Springer-Verlag, 1994, pp. 195.
"Bu yazı Dr. Alper Mumcu'dan ([Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]) alınmıştır"

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:06   #267 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

nasır

Nasır, aşağı yukarı herkesin bildiği bir sorundur. Genellikle kendi kendine tedavi edilebilir; ama çok ciddi olduğunda doktora göstermek gerekir. Nasır, sürtünme ya da basınç nedeniyle derinin boynuzsu tabakasından oluşan bir oluşumdur. Ölü deri hücreleri birikerek bir keratin (protein) tabakası oluştururlar. Bu durum ilerledikçe nasırın altındaki deri hücreleri iltihaplanır, ağrı ve rahatsızlık verir.

Nedenleri


Nasır, daha çok derinin aşırı sürtünmeyle karşılaştığı yerlerde ortaya çıkar. Elleriyle çalışan işçilerde ve çıplak ayakla dolaşanlarda, normal olarak ağrı vermeyen ve gerçek nasır olmayan deri kalınlaşması olabilir. Ancak, sözgelimi kemancılarda sürekli olarak çenelerini kemanın gövdesine dayamaktan ya da yeni ayakkabı alanlarda ayakkabının belirli noktalarda ayağı vurmasından gerçek nasır oluşur.

Bütün sıkı ayakkabıların ve yüksek ökçelerin nasır oluşturabilmesine karşılık, nasır en çok ayaktaki çıkıntılarda, parmaklar arasında ve topukta ortaya çıkar. Bunyonların üzerinde de nasır olur. Bunun nedeni, buradaki kemiğin çıkıntılı oluşu ve sürekli olarak ayakkabıya sürtünmesidir. Bu kemik çıkıntıları üzerindeki sert deri tabakası alt tabakaları koruduğundan, buralarda nasır sık görülür. Ancak nasır ve bunyon oluşumu arasında bundan öte bir ilişki yoktur. Bazı kişiler, özellikle de yaşlılar, nasıra daha eğilimlidirler.

Protez kullananlarda, derinin aşınması nedeniyle de nasır olabilir. Böyle durumlarda nasır oluşturan nedenin ortadan kaldırılması genellikle yeterlidir ama bazen nasırın alınması zorunlu hale gelebilir.

Belirtiler


Nasır, çevresindeki normal deriye göre daha sarımsı renkte, kalın bir deri tabakasıdır. Koni biçiminde olabilir. Ayak parmakları arasındaki nasırlar ise çoğunlukla yumuşaktır. Nasırlar günün sonunda ağrı yapar, ayrıca basınçla karşılaşınca rahatsızlık verirler. Kronikleştiğinde ya da şiddetli olduğunda, çevresindeki deri kızarır ve nasır, hareketsiz durulurken bile çok ağrır. Belirtiler çok çeşitlidir ve bazen nasırı siğilden ayırmak zor olur. Ancak siğil genellikle daha ufaktır ve basınçla ağrı yapar. Derinin üst tabakası kazındığında siyah noktacıklar halinde siğilin kökü ortaya çıkar.

Nasır rahatsızlık verir ve ağrır, ama çoğunlukla tehlikeli değildir. Daha ciddi bir sorun, "hiperkeratoz" denen, derinin avuç içinde ve tabanda hiçbir neden olmadan kalınlaşması ve bunun yayılması durumudur. Hiperkeratoz hemen doktora gösterilmelidir. Nasırın tek tehlikesi, alınması sırasında kirli aletlerin kullanılmasıyla enfeksiyon kapması ve iltihaplanmasıdır. Özellikle şeker hastalarının bu konuya dikkat etmesi gerekir. Ayaktaki kan dolaşımları zayıf olduğundan, enfeksiyon kolaylıkla kangrene dönüşebilir. Bu yüzden en iyisi nasırlarını bir uzmana göstermeleridir.

Tedavi


Nasır, kalınlaşmış deri olduğu için, derinin üst tabakalarının temizlenmesiyle tedavi edilir. Nasırlı kısım bir süre ıslatılıp yumuşatıldıktan sonra ponza taşıyla ovulur. Bu, yeni oluşmaya başlayan nasırlar için yeterlidir. Daha ileri durumlarda ise, nasır bir makasla ya da özel bıçaklarla alınır. Ancak bu işlem sırasında yumuşak deriyi kesmemeye dikkat edilmelidir. Yumuşatıp nasırı düşüren nasır yakıları da vardır. Salisilik asit (% 40 oranında) içeren bu yakılar nasırın tam üstüne uygulanır ve 24 saat bırakıldıktan sonra alınıp, yumuşayan nasır bir ponza taşıyla temizlenir. Tek uygulamada yumuşamayan nasıra yeniden yakı konur. Daha yaşlı kişiler bazen nasırlarıyla yaşama yolunu seçerler. Bunun için yumuşak tamponlar kullanılır. Ortası delik olan bu tamponlar nasırın ağrı vermesini önler. Şeker hastaları ve dolaşım sistemi bozukluğu olan kişiler ise, sık sık bir uzmana giderek gerekli bakımı yaptırmalıdırlar.

Değişik bir alışkanlık ya da yeni bir ayakkabı nedeniyle oluşan tek bir nasırın giderilmesi oldukça kolaydır ve bir daha yinelemez. Büyük nasırlardan kurtulmak için, önce nedenin ortadan kaldırılması gerekir. Ayak kemikleri üzerindeki ya da parmak aralarındaki yineleyen nasırlar, düzenli bakım ister. İyi uyan ayakkabılar yardımcı olursa da, bu tür nasırlar genellikle kronikleşme eğilimi gösterirler. En iyisi, daha başlangıçta tedavi için girişimde bulunmak ve düzenli ayak bakımını ihmal etmemektir

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:06   #268 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

nevüz ben benler

NEVÜSLER (BENLER)
Tıpta “Nevüs”, halk arasında “Ben” adı ile anılan deri oluşumları, çok farklı görünümde ve yapıda olabilmekle beraber, genellikle kastedilen; yuvarlak veya oval deriden hafif kabarık 3-5 mm büyüklükte, siyah-kahverengi sertçe yapılardır. Bunlar; pigment üretici hücreye çok benzeyen özel hücrelerin deri içinde bir alanda yuvalanması sonucu gelişirler. Doğuştan itibaren var olabilecekleri gibi çoğu çocukluk döneminde, bir kısmı da sonraki bir zamanda ortaya çıkarlar. Benler 2 nedenle tıbbi açıdan önem taşırlar;

1- Bazı ben tiplerinin zamanla malignleşme (kötü huylu bir şekle dönme) riskine sahip olması,

2- Pigment üretici hücrelerden gelişen “Melanom” adındaki malign oluşumunun iyi huylu bir ben olarak algılanıp tedavisiz bırakılması.

Bu nedenle risk taşıyan benlerin özelliklerinin ve bir bende rastlanabilecek hangi değişimlerin önemli olduğunun bilinmesi gerekir;

· 0.5-1 cm’den büyük olması

· Sınırın girintili çıkıntılı asimetrik olması

· Rengin alacalı olması (yer yer siyah, kırmızı, kahverengi, beyaz)

· Ayak tabanı, el ayası ve parmak uçlarında yer alması

· Sayılan bu özellikleri taşıyan benlerin ailede de olması

· Geçmişte zaman zaman yanık yapacak şekilde yoğun güneşlenmelerin olması

Var olan bir benin;

· Neden yokken kanaması

· Üzerinde ülser gelişmesi

· Rengin hızla koyulaşması

· Rengin etrafa yayılması (veya etrafta beyazlanma olması)

· Kaşınma, acıma gibi belirtilerin olması

Günümüzde malign melanom için en etkin tedavi, olabildiğince erken teşhis edilip cerrahi olarak etraflıca çıkarılmasıdır. Başlangıçta ve sonra zaman zaman yayılma olasılığına karşı gerekli incelemeler yapılır. Bir bene cerrahi girişim uygulandığında malignleşebileceği veya yayılabileceği inanışı YANLIŞ ve maalesef yaygın bir inanıştır. Ben veya bene benzeyen oluşumlarla ilgili herhangi bir kuşkuda sağlık kuruluşuna başvurmak en doğru davranış olacaktır.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:06   #269 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Obesite ( şişmanlık ) ve tedavisi

Şişmanlık (Obezite) ve Tedavisi


Hazırlayan: Uzman Diyetisyen Şeniz Ilgaz
Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü

Şişmanlık (obezite); vücut yağ miktarının sağlığı bozacak düzeyde artmasıdır. Enerji alımının enerji tüketiminden daha fazla olduğu durumlarda ortaya çıkar. Şişmanlık sadece estetik açıdan değil bazı hastalıkların ortaya çıkışını kolaylaştırması, yaşam süresini olumsuz yönde etkilemesi gibi nedenlerle önemli bir sağlık sorunudur.

Şişmanlık; kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, safra kesesi hastalıkları ve bazı kanser türleri ile ilişkisi olan, insan yaşamını kısaltan ve yaşam kalitesini bozan bir hastalıktır.

Şişman kişilerin zayıflamak için gösterdikleri çabalar çoğunlukla sonuçsuz kalmakta ve verilen kiloların zaman içinde geri alındığı gözlenmektedir. Genellikle şişmanlamak kolay, zayıflamaksa güçtür. Bu nedenle şişmanlığın tedavisinden önce, önlenmesi doğrudur. Şişmanlığın önlenmesinde en önemli kural, küçük yaştan itibaren yeterli ve dengeli beslenmenin sağlanması ve enerji dengesine uygun bir beslenme alışkanlığının kazandırılmasıdır.

Şişmanlığa Neden Olan Risk Faktörleri

Fiziksel aktivite
Beslenme alışkanlıkları
Yaş
Cinsiyet (Kadın)
Irksal faktörler
Eğitim düzeyi
Evlilik
Doğum sayısı
Sigarayı bırakma
Alkol
Psikolojik bozukluklar
Metabolik ve hormonal bozukluklar
Şişmanlığın Belirlenmesi
Bir kişinin şişman olup olmadığının belirlenmesinin en iyi yolu, Beden Kitle İndeksi (BKİ) veya Body Mass Index (BMI) olarak bilinen ve kolaylıkla hesaplanan bir yöntemin kullanılmasıdır.

Beden Kitle İndeksi Nasıl Hesaplanır ?

Vücut ağırlığının (kg olarak), boy uzunluğunun (metre cinsinden) karesine bölünmesiyle hesaplanır.

Örneğin : Vücut ağırlığı 70 kg, boyu 1.60 m olan bir kişinin beden kitle indeksi ;
70/1.602 = 70/1.60x1.60 = 70/2.56 = 27.34 kg/m2’dir.

Beden Kitle İndeksi Nasıl Değerlendirilir?
BMI DEĞERİ DURUM
18.5 kg/m2’nin altında ise zayıf
18.5-24.9 kg/m2 arasında ise normal kilolu
25-29.9 kg/m2 arasında ise hafif şişman (fazla kilolu)
30-34.9 kg/m2 arasında ise orta derecede şişman (I.Derece)
35-39.9 kg/m2 arasında ise ağır derecede şişman (II.Derece)
40 kg/m2 üzerinde ise çok ağır derecede şişman (III.Derece)


Buna göre yukarıdaki örneğimizdeki kişi beden kitle indeksine göre hafif şişmandır.

Kişinin beden kitle indeksinin 25- 29.9 kg/m2 arasında olması, o kişinin şişmanlık sınıfına aday olduğunu gösterir. Bu durum, özellikle bazı hususlara dikkat edilmesi gerektiğinin göstergesidir. Beden kitle indeksi bu değerler arasında olan kişi;

Fazla yağlı yemeklerden kaçınarak (kızartmalar, kavurmalar, yağlı etler, salam, sosis, soslar, mayonez, tahin, çukulata gibi)
Dengeli ve sağlıklı bir şekilde beslenerek
Fiziksel aktivitesini artırarak (yürüyüş yapmak gibi) beden kitle indeksinin 30kg/m2’nin üzerine çıkmasını önlemiş olur.

Beden kitle indeksinin 30kg/m2’nin üzerinde olması şişmanlık olarak kabul edilmiştir. Bu değere ulaşan kişilerin önemli sağlık riskine sahip oldukları bilinmektedir. Beden kitle indeksi değerinin 30kg/m2’nin üzerinde olması ile bireylerin vücut yağ miktarlarının da çok fazla olabileceği tahmin edilmektedir.

Şişmanlığa Neden Olabilen Hatalı Davranışlardan Bazıları

Hızlı yemek, büyük lokmalar almak, az çiğnemek
Öğün atlamak, öğün aralarında sürekli bir şeyler atıştırmak,
Sıkıntılı veya stresli durumlarda aşırı yemek,
Ziyaret ve davetlere sık sık katılmak ve bütün ikramları kabul etmek
Akşam yemeğinden sonra yatıncaya kadar sürekli yemek,
Su içmemek veya az içmek,
Özellikle çalışan kişilerde, akşam eve geldikten sonra yemek zamanına kadar atıştırmak ve sonra tekrar yemek yemek.
Şişmanlığın tedavisinde kullanılan yöntemler :
Diyet
Fiziksel aktivitenin artırılması
Davranış değişikliği
İlaç
Cerrahi yöntemlerdir.
Bu yöntemlerden, özellikle ilk üçü; düşük enerjili diyet, fiziksel aktivitenin artırılması ve davranış değişikliğinin sağlanması birlikte uygulandığında, hem ağırlık kaybını sağlamada hem de kaybedilen ağırlığın korunmasında büyük başarı sağlanmaktadır.

Diyete başlarken ve belirli aralıklarla vücut ağırlığının ve kan basıncının ölçümü yapılmalı, kan ürik asit, trigliserit, kolesterol, glikoz, T3 ve T4 gibi hormon düzeyleri saptanmalıdır.

Bireyin günlük kalori alımı, harcadığından daha az düzeyde olmalı , zayıflama diyeti haftada 0.5-1 kg ağırlık kaybına neden olacak şekilde düzenlenmelidir. Kalıcı bir zayıflama sağlayabilmek ve yağ kitlesinin daha çok kaybedilmesi için yavaş zayıflama önerilmektedir.

Şişmanlıkta Diyet Tedavisinin Amaçları Nelerdir?

Şişmanlık tedavisinde kullanılacak diyet örnekleri ile ilgili bir çok yayın, magazin, kadın dergileri, televizyon programları, kitaplar mevcuttur. Bu tür yayınlar günümüzde geniş bir izleyici kitlesine sahiptir. Diyet tedavisinde bilimsel ilkelere uyulması sağlıklı bir zayıflamanın sağlanmasında en güvenli yoldur. Enerji kısıtlı dengelenmiş bir diyet tedavisinin ana ilkeleri şunlardır :

Vücut ağırlığını olması gereken düzeye indirilmesi ve bu düzeyin korunması sağlanmalıdır. Beden kitle indeksinin 18.5-24.9 kg/m2 arasında olmasını sağlayan vücut ağırlığı değerleri bireyin normal kilolu olduğunu gösterir. Normal kiloya ulaşıldıktan sonra bunun korunması önemlidir.
Bireyin gereksinim duyduğu temel besin ögeleri yeterli ve dengeli olarak sağlanmalıdır. Tek bir besinle yapılan veya belirli birkaç besinin kullanıldığı, çok düşük enerjili diyetler sakıncalıdır. Zayıflama diyetinde enerji kısıtlanır ancak bireyin gereksinimi olan protein, karbonhidrat, yağ, vitamin, mineral ve sıvının sağlanması gerekir.
Zayıflama diyeti bireyin alışkanlıklarına, yaşam biçimine, inançlarına, sosyo-ekonomik koşullarına uygun olmalıdır.
Diyet tedavisi ile uzun sürede hastaya yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığını kazandırılmalıdır.
Diyette yeterli posa sağlanmalıdır. Posa açlık hissini geciktirir, yemek yeme süresini uzatır, mide boşalma hızını geciktirir, barsak hareketlerini artırır ve böylece ağırlık kaybına neden olur.
Öğün sayısını düzenlemelidir. Öğün sayısı belirli aralıklarla ve düzende, 6-8 öğün gibi olmalıdır. Böylece aşırı yemek yeme, acıkma hissi, atıştırmalar önlenir.
Diyetten gelen enerjinin dengesi sağlanmalıdır. Günlük kalori alımı harcadığından daha az düzeyde olmalı , enerji kısıtlaması haftada 0.5-1 kg ağırlık kaybına neden olacak şekilde düzenlenmelidir.
Şişmanlığa yol açan yiyeceklerin neler olduğu belirtilerek tüketilmesi yasaklanmalıdır.
Zayıflama Diyetlerinde Egzersizin Önemi
Genel olarak sağlıklı yaşam için egzersizin önemi tartışılmaz. Birçok şişman kimseye göre; egzersizin anlamı jimnastik salonları, yüzme havuzları, koşu alanları veya benzer yerlerde yapılan hareketlerdir. Oysa günlük yaşamda bazı alışkanlıklar da egzersiz yerine geçebilir. Örneğin kısa mesafelerde taşıt kullanmamak, asansöre binmemek, hızlı tempoyla yürümek, ev işlerini kendi kendine yapmaya çalışmak gibi.

Ciddi şişmanlık olgularında nefes problemleri, eklemlerle ilgili sorunlar ve denge güçlükleri söz konusudur. Buna bağlı olarak seçilecek aktivite düzeyi bireyin kapasitesine uygun olmalı ve yavaş yavaş artırılmalıdır. Kilo kaybı başladıktan sonra egzersiz programları süresi ve güçlüğü kademeli olarak artırılmalıdır.

Zayıflama Diyetini Uygularken Uyulması Gereken Öneriler

Alışverişte

Alışverişi tok karnına yapmak, yenmemesi veya az yenmesi gereken besinleri satın almamak.
Alışverişe liste hazırlayıp çıkmak.
Yanına yapılan listeye yetecek kadar para almak.
Yenmeye hazır besinleri almamak.
Satın alırken aynı gruptaki besinlerin enerjisi düşük olanını seçmek (örn: yağlı peynir yerine yağsız peynir almak gibi).
Yenmemesi gereken besinlerin olduğu reyonlara uğramamak .
Evde ve İşte
Boş zamanlarda yiyecek atıştırmak yerine egzersiz yapmak. Ev veya iş yerinde egzersiz için belirli bir alan ayırmak.
Sabah kalkınca, her öğün öncesi, sırası ve sonrasında 1 bardak ılık su içmek.
Önerilen yiyecekleri planlanan zamanlarda yemek (5-6 öğün şeklinde). Öğün atlamamak.
Başkalarının ikramlarını kabul etmemek ve bunu kabalık olarak nitelendirmemek. Çevredeki insanlara yemek için ısrar etmeleri yerine, yememek için teşvik etmelerinin daha iyi olacağını anlatmak .
Düzenli dışkılama alışkanlığı edinmek (her gün sabah kalkınca).
Her hafta, sabah aç karnına, aynı kıyafetlerle ve aynı terazide tartılmak ve ağırlığı kaydetmek.
Yemek Hazırlarken ve Yemek Yerken
Göz önünde yiyecek bulundurmamak.
Mutfağa fazla zaman ayırmamak.
Şişmanlamaya neden olan besinleri evde bulundurmamak, uygun besinleri buzdolabının ön tarafında bulundurmak.
Yemek için en küçük, yağsız salata için büyük tabak kullanmak. Servis yapılan kepçenin küçük boy olmasına dikkat etmek.
Yemeğin servis kabını masaya koymamak.
Yemek biter bitmez masadan kalkmak.
Tabakta yemek bırakmaktan çekinmemek, hatta tabakta bir miktar yemek bırakmayı alışkanlık haline getirmek ve kalanı ara öğünde yemek.
Mümkün olduğunca iyi çiğnemek ve yavaş yiyerek lokmaların tadına varmak.
Lokmalar arasında çatalı kaşığı elinden bırakmak.
Yemek yerken başka aktiviteler (TV seyretmek, okumak gibi) yapmamak.
Akşam yemeğinden sonra (saat 20.00-21.00’den sonra) bir şey yememek (şekersiz çay, ıhlamur vb. içilebilir).
Doyulmazsa tekrar alma şansı olduğunu düşünerek tabağa mümkün olduğu kadar az yemek koymak, bir miktar yedikten sonra bir süre bekleyip tokluk hissinin geldiğini görmek.
Yemek pişirirken düşük enerjili yemekler pişirmeye gayret etmek (etli yemeklere yağ koymamak, yemeklerdeki yağ miktarını azaltmak, kızartma yerine haşlama, ızgara veya fırında pişirmek vb.).
Yemek yemeye yönlendiren riskli durumları tespit etmek ve bu durumlardan uzak kalmaya çalışmak. Zengin soslar ve süslemelerden kaçınmak.
Özel Günlerde
Kalorisiz ve düşük kalorili içecekleri tercih etmek.
Her koşulda diyet listesine uygun besinleri seçmeye özen göstermek.
Çok aç olunduğunda gitmeden önce düşük enerjili besin (salata, meyve, ayran, çorba gibi) yemek.
Kendini besin tekliflerini reddetmeye hazırlamak, aksilikler karşısında cesareti kırmamak. Eğer fazla yenirse sonraki öğünü sadece salata ve biraz peynirle geçiştirmek.
TÜM BU ÖNERİLERİN BAŞINDA UNUTULMAMASI GEREKEN İSE ;
KİLO VERME KONUSUNDA

KENDİNE GÜVENMEK,
SABIRLI OLMAK,
SIKINTILARI YİYEREK GİDERMEK YERİNE BAŞKA FAALİYETLERDE BULUNMAKTIR (KİTAP OKUMAK GİBİ).

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:06   #270 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Obesite nedenleri


İnsan vücudu işlevlerini sürdürebilmek için gerekli enerjiyi dışarıdan, yediğimiz besinlerle karşılamak durumundadır. Besinlerle gereğinden fazla enerji alındığında ya da enerjinin gereği kadar harcanmaması durumunda , vücut fazlasını depolamaya başlar.
Üç ana besin kaynağı vardır
Protein (et, yumurta, süt vb.)

Karbonhidrat (şeker, un, sebze ve meyve vb.)

Yağ (katı, sıvı, hayvansal yağlar, zeytin, fındık, soya, kakao vb.)

Proteinler, vücudun yapı taşlarıdır ve mutlaka alınması gerekir.
Karbonhidratlar, vücudun en çabuk enerji sağladığı besin grubudur. Bu besinlerden alınan enerji, vücudun tüm işlevlerinde kullanılır ve çok çabuk tüketilir. Ancak çok fazla alındığında depolanır.
Son zamanlara kadar, gerek sağlık çalışanları, gerekse konuyla ilgisi olmayan kişiler aşırı kilolu olmanın psikolojik bir sorun olduğuna inanıyorlar ve obezitesi olanların ya yeme dürtülerini kontrol edemediklerini ya da çeşitli duygusal sorunların aşırı yemeye ve aşırı kiloya neden olduğunu düşünüyorlardı. Son araştırmalar, kilo almanın sanıldığından daha karmaşık olduğunu ve genetik, fizyolojik ve davranışsal ögeler içerdiğini göstermektedir.
Günümüzde psikolojik sorunların aşırı kilonun nedeni olmadığı, tam tersine aşırı kilolu olmanın psikolojik sorunlara yol açtığı ve bu sorunların da tedavinin başarısını olumsuz bir şekilde etkilediği çok iyi bilinmektedir.
Bir zayıflama programı uygulamaya başladığınızda, psikolojik faktörlerin kilo almanızda herhangi bir rolü olup olamayacağını belirlemeniz ve bu faktörlerin harcayacağınız çabayı ne şekilde etkileyebileceğini saptamanız son derece önemlidir.

Besinler ve Siz
Hepimizin besinlerle (ne yediğimiz) ve yemek yemeyle (niçin ve nasıl yediğimiz) ilişkisi bireyseldir ve biyolojimiz, ailemiz, arkadaşlarımız, kültürümüz, dinimiz, deneyimlerimiz, yaşama ve çalışma biçimimizin bir sonucudur. Bu faktörler bazı insanlar için olumlu etki gösterirler ve bir şeyler yemek bu kişiler için zevk, ödül, arkadaşlık, sevgi ve doyum anlamına gelir. Bazı insanlarda ise suçluluk duygusu, inkar, kontrol, kendisiyle çatışma, öfke, kaygı ve yoksunluk gibi çağrışımlara yol açmaktadır.
Aşağıdakilerden sizin duygularınızı
yansıtanlar hangileridir?

Sıkıldığımda moralimi düzeltmek için bir şeyler yerim.

Yemek, hayatın acı yönlerini hissetmememe yardımcı oluyor.

Sorunlarla yüzleşmemek için bir şeyler yiyorum.

Aç olmadığımda bile bir şeyler yiyorum.

Gece uyanıyorum ve tekrar uyuyabilmek için bir şeyler yemem gerekiyor.

Bir paketi açtığımda hepsini yemeden duramıyorum.

Yemek yedikten sonra kendimi suçlu hissediyorum.

Masada yemeğini en erken bitiren hep ben oluyorum.

Yemek hiç aklımdan çıkmıyor.

Tek başıma yemeyi tercih ediyorum.


Yukarıdaki bildirimlere verdiğiniz her evet yanıtını doktorunuzla görüşmelisiniz.

Kilonuz ve Siz
Herkesin kendi kilosuna ve vücuduna uyan bir görünüşü vardır. 'İri' olmak bazı insanlar için güç ve zenginlik anlamına gelirken, bazıları tarafından da kontrol yokluğu ve rahata düşkünlük olarak yorumlanmaktadır. Günümüzde özellikle kadınlar üzerinde zayıf olmaları konusunda çok büyük bir baskı vardır. Vücudunuzun şeklinden ya da kilonuzdan memnun olmamanız veya ailenizden ve arkadaşlarınızdan gelen baskılar ciddi boyutlarda duygusal sorunlara yol açabilir.
Aşağıdakilerden sizin duygularınızı
yansıtanlar hangileridir?

Sürekli olarak kilo vermeye çalışıyorum.

Hayatımdaki bütün sorunlarımın nedeni kilomdur.

Görünüşümden utanıyorum.

İrade gücüm kilomu kontrol etmek için yeterli değil.

Kilo verebilirsem sosyal yaşantımın çok daha iyi olacağını düşünüyorum.

Kilo vermek istiyorum ancak değişmekten korkuyorum.

Aşırı kilolu olduğum için insanlar benden hoşlanmıyorlar.

Ben şişman biriyim. Bu genetik ve bunu değiştiremem.

Biraz daha kilolu olmam sağlıksız olduğum anlamına gelmez.

Kilom beni çok üzüyor.

Zayıflamak için her şeyi yaparım.


Yukarıdaki bildirimlere verdiğiniz her evet yanıtını doktorunuzla görüşmelisiniz.

Kilo vermek, kontrolü ele almakla mümkündür.
Aşırı kilolu insanlara bir şeyler yeme konusundaki kontrollerini kaybettiren yiyeceklere ya da durumlara 'tetikleyiciler' adı verilir.

Tetikleyici yiyecekler
Sizin tetikleyici yiyecekleriniz hangileridir?
En sevdiğiniz yiyeceklerin bir listesini yapın ve inceleyin. Bir benzeşme var mı?
Çoğu yağdan ya da kaloriden zengin mi?
Listenizdeki her yiyecek için kendi kendinize sorun:

O yiyeceği gördüğünüzde kendinizi yemek zorunda mı hissediyorsunuz?

'Sadece bir tane' ya da 'birazcık' diye başlayıp durmakta güçlük mü çekiyorsunuz?

Aç olmasanız bile bu yiyecek varsa yiyor musunuz?

Bu yiyeceği hiç normal bir yemeğe tercih ettiniz mi?

Bu yiyeceği gözardı etmeyi deneyip başarısızlığa uğradınız mı?


Yukarıdaki sorulardan herhangi birine evet dediyseniz o yiyecek sizin için tetikleyicidir.

Tetikleyici yiyecekler konusunda ne yapabilirsiniz?
Bu yiyecekleri çok az miktarlarda almalısınız. Ancak tetikleyici bir yiyecek kontrolün sizden çıkması anlamına geldiğinden yapabileceğiniz en iyi şey bu yiyeceklerden tamamen kaçınmaktır.

Tetikleyici Durumlar
Bazen ne yediğiniz değil, nasıl ve ne zaman yediğiniz kontrolünüzü kaybetmenize yol açar.
Aşağıdaki bildirimlerden size uyanı seçin.

Gün boyunca çok az, gece ise çok fazla yiyorum.

Genellikle televizyon izlerken ya da telefonla konuşurken bir şeyler yiyorum.

Tam bir öğünden çok, isteksizce bir şeyler atıştırıyorum.

Genellikle ayakta yiyorum.

Canım sıkkın olduğunda ya da kaygılıyken yiyorum.

Eve gelir gelmez bir şeyler yemeye başlıyorum.


Yukarıdakilerin hepsi tetikleyici durumlara örnek olarak verilebilir. Bu durumlardan kaçınmak için yapmanız gerekenler şu şekilde özetlenebilir:
Öğünleri atlamayın. Günde üç öğün yemek ve yiyin ve aralarda atıştırın.
Yemeklerinize odaklanın. Kontrolünüzü kaybetmenize neden olabilecek şeylerden uzak durun.
Atıştırmayın, yemek yeyin. Atıştırdığınızda yiyebileceğinizden fazlasını yemeniz çok kolaydır.
Yemeği her zaman oturarak yeyin. Bu size düzenli yeme alışkanlığı kazandırır, atıştırmayı önler ve yemeklerinize odaklanmanızı kolaylaştırır.
Yiyecekleri bir ödül olarak kullanmayın, başka alternatifler arayın.
Eve geldikten sonraki ilk 15 dakika içinde hiçbir şey yemeyin. Yorgun ve aç olduğunuz için en tehlikeli zaman dilimi bu dönemdir. Bu nedenle en azından 45 dakika bekleyin.

Olumsuzları olumluya dönüştürmek
Kendi kendinizi kontrol etmeyi öğrenmeden kilonuzu kontrol altına alamazsınız. Olumsuz düşünceleriniz tüm kilo verme programınızı alt üst edebilir. İşte size başarılı olmanız için gerekli olduğunu düşündüğünüz şeyleri değiştirmek için bazı öneriler:
"Ya diyetteyim ya da değilim." Zayıflama programını mutlaka uygulanması gereken birşey olarak değerlendirmeyin. Kilo verme, tüm yaşam boyu süren ve yavaş değişikliklerle ilerleyen bir olaydır.

"Bir parça kek için irademe hakim olamadım." Yaşam iniş ve çıkışlarla doludur. Her küçük düşüşü bir yetersizlik belirtisi olarak algılamayın, boşverin gitsin.

"Herşey kilomu hatırlatıyor." Olayları soğukkanlı değerlendirin. Kilonuz kimliğinizi oluşturan şeylerin sadece küçük bir parçası.

"Hiçbir zaman yeterli olmayacak." Gerçek dışı hedefler koyarsanız, ne yaparsanız yapın başarılı olamazsınız. Amaçlarınızın ulaşılabilir olduğundan ve ulaştığınızda mutlu olacağınızdan emin olun.

"Zayıflama programları bende hiçbir zaman etkili olmuyor." Başlamadan pes etmeyin, sizin vücudunuz da herkes için geçerli olan biyoloji kurallarına uygun çalışıyor. Aldığınızdan daha fazla kalori harcarsanız kilo verirsiniz. Aldığınız ve harcadığınız kaloriler arasında bir denge oluşturursanız kilonuz sabit kalır.

"Yapamam." Tabii ki yapabilirsiniz. Gerçekçi hedefler belirleyin, acele etmeyin ve bu programdaki kılavuzu izleyin.

"Kendimi diyet yapıyor gibi hissetmiyorum." Sürekli diyeti düşünmeyin. Kilonuzu düzenlediğinizde size sağlayacağı yararları düşünün.

"Suçluyum." Kendi kendinizi cezalandırmayın. Kendini suçlamak motivasyonunuzu olumsuz etkileyecektir.

"Ben şişman biriyim." Kendinizi bir etiket olarak değil bir insan olarak görün. Bu şekilde düşünmek başarısızlığınızı kaçınılmaz kılar.

"Bu benim hatam değil." Kilonuzun sizin kontrolünüz dışındaki çeşitli güçlere bağlı olduğunu ve değiştirme konusunda çaresiz kaldığınızı düşünebilirsiniz. Aşırı kilolu olmanız sizin hatanız olmayabilir, ancak kilonuzu düzenlemek tamamen sizin sorumluluğunuzdadır.



Kilo Kontrolünüzü Olumsuz Etkileyebilecek Psikolojik Faktörler
Aşırı kilolu olmanın sonucu olarak ya da tamamen başka faktörler nedeniyle ortaya çıkan çok sayıda psikolojik durum vardır. Nedeni ne olursa olsun bir psikolojik durumun varlığı zayıflama programının gerektiği gibi uygulanmasını önler. Kilo kontrolü için duygusal açıdan sorunlar yaşanırken, sağlanması güç olan iki erdeme sahip olmak gereklidir: sabır ve dikkat. Zayıflama programına başlamadan önce tedavi edilmesi gereken durumlar aşağıda sıralanmaktadır.

Depresyon
Son üç ay içindeki genel ruh halinizi düşünün ve 0'ın en kötüyü, 10'un en iyiyi tanımladığı bir ölçek oluşturun. Genel skor 6'dan düşük ise depresyonda olabilirsiniz. Ağlama eğilimi bir depresyon göstergesi olabilir. Depresyonda iseniz herhangi bir değişiklik için gerekli motivasyonu sağlamanız, dolayısıyla da zayıflama programını uygulamanız son derece güçtür.

Anksiyete
Kendinizi ne derece kaygılı hissediyorsunuz? 0'ın normal, 5'in bir parça sıkıntılı, 8'in ileri derecede sıkıntılı ve 9 ile 10'un panik ataklar ya da sürekli sıkıntı anlamına geldiği bir ölçeğe göre cevap verin.

İş yapma güçlüğü
İşlerinizi tamamlamanın eskiye göre daha zor olduğunu düşünüyor musunuz?

Eğlenme yeteneği
Normal koşullarda birlikte olmaktan ve bir şeyler yapmaktan zevk aldığınız kişilerle olan ilişkileriniz nasıl? Eskisinden daha mı eğlenceli, daha mı kötü, aynı mı?

Libido
Cinsel isteğinizde eskiye göre bir değişiklik var mı? İnanılanın tersine libido kilodan etkilenmez. Libido kaybı varsa altta yatan başka nedenler araştırılmalıdır.

Enerji düzeyi
Kendinizi öncesine göre daha enerjik ya da daha yorgun hissediyor musunuz?

İlişkiler
Eşinizle, arkadaşlarınızla, patronunuzla ya da iş arkadaşlarınızla ilişkileriniz nasıl? Daha iyi, daha kötü, her zamanki gibi? Süregelen sorunlarınız var mı?
Kaybolma duygusu, güçsüzlük ya da öfke
Hiç kendinizi kaybolmuş, zayıf ve güçsüz hissettiniz mi?

Kilo vermenize yardımcı olacak davranış biçimleri

Sorunları belirleyin ve tedavi edin
Kilo almanızın ya da kilonuzu kontrol etme güçlüğünüzün psikolojik bir nedene bağlı olduğunu düşünüyorsanız profesyonel yardıma ihtiyacınız var demektir. Depresyon ve anksiyete gibi pek çok psikolojik sorun ilaç tedavisi ya da çeşitli önerilerle kolayca halledilebilir.

Tek başınıza yapmaya çalışmayın
Kilosunu tek başına kontrol edebilen insan sayısı çok azdır. Pek çok insan yardıma ihtiyaç duyar. Siz de ailenizden ve arkadaşlarınızdan yardımcı olmalarını isteyebilirsiniz. Ancak yardım istediğiniz kişinin sizi anladığından ve yardım etmeye istekli olduğundan emin olmalısınız. Grup oturumları bazı kişiler için yararlı iken bazıları için değildir, bu nedenle grubun sizin için doğru bir grup olup olmadığını anlamaya çalışın. Doktorunuzdan, psikoloğunuzdan ve beslenme uzmanınızdan da yardım isteyebilirsiniz.

Sabırlı olun ve kendinize şefkat gösterin
Kilo vermek zaman ve çaba gerektirir. Yaptığınız hataları önemsememe eğiliminde olmayın. Gerçekçi hedefler belirler ve ilerlemenizi monitörize etmeyi öğrenirseniz (Hedeflerin Belirlenmesi, Kilo Vermenin İzlenmesi ve Beslenme Rehberi başlıklı diğer broşürlerimize bakınız) başarılı olursunuz.

Gıdaları düşünme ve söz etme biçiminizi değiştirin
Hepimiz kendi kendimize konuşuruz. "Ne kadar kötü bir gün, tatlı bir şeyleri hak ettim" yerine "Tatlı bir şeyler yemek günümü güzelleştirmeyecek, diyetime bağlı kalmak ise kontrolü elimde tuttuğumu hissettirecek" demeyi deneyin. Yiyeceklerden söz etmemeye çalışın, konuşmak durumunda kalırsanız yüceltmeyin. Kilonuzu kontrol altında tutarsanız bunun size sağlayacağı yararları düşünün.

Gevşemeyi öğrenin
Stres ile başa çıkmak kilonuzu korumanız açısından önemlidir. Sizi strese sokan durumları belirleyin ve kaçınmanın yollarını arayın. Bunda başarılı olamıyorsanız hafifletmeye çalışın ve aşırı yeme ya da içme için bahane oluşturmalarına izin vermeyin. Kas gevşetme teknikleri, derin soluma ve meditasyon gibi yöntemlerle stresinizi kontrol altına almaya çalışın.
Kilonuzu etkilediğini düşündüğünüz duygusal faktörlerden bazılarını bir kağıda yazınız. Mesela: Yiyecekler hakkındaki düşünceleriniz, kilonuz hakkındaki düşünceleriniz, tetikleyici yiyecekleriniz, tetikleyici durumlarınız, kilo vermenizi önleyen faktörler, vb.
Önemli not: Aşırı kilolu olmanın nedenleri ve sonuçları tek bir nedene bağlanamayacak ve tek bir çözüm yoluyla halledilmeyecek derecede karmaşıktır. Araştırmalar aşırı kilolu insanların birbirlerinden çok farklı olduklarını ortaya koymaktadır. Her birey için genetik, diyetsel ve duygusal faktörlerden oluşan bir etkileşim söz konusudur. Doktorunuz ve sağlığınızla ilgilenen diğer kişilerle yakın bir çalışma içine girerek sizin için en doğru çözümü bulabilirsiniz.

Yağlar ise, yine organizmanın bazı işlevleri için gereken ama sıklıkla gereksinimden çok daha fazla alınan, hem fazla kalori içeren hem de çok zor sindirilip yakılabildiği için, kolaylıkla depolanabilen besinlerdir.
Bu besinlerden gereksinimden daha fazla enerji, yani kalori alınmışsa, süratle depolanmaya başlar. Depolama sıklıkla yağlarla yapılır. Bu da, obeziteye yani şişmanlığa giden yolu açar.

Alınan enerji nasıl harcanır?
Vücut enerjiyi üç yolla harcar; Bazal metabolik olaylar

Fiziksel aktivite

Termojenik aktivite

Bazal metabolik olaylar, vücudun sürekli gerçekleştirdiği ancak dışarıdan görülemeyen aktivitelerdir. Örneğin kalbin çalışması, damarların sürekli daralıp gevşemesi, mide ve barsakların sindirim hareketleri, solunum sisteminin oksijen sağlamak için yürüttüğü işlevler, böbrek ve üreme sisteminin faaliyetleri bazal metabolizmaya örnek olarak gösterilebilir. Bunlar, bazen küçük değişiklikler olsa da, sıklıkla aynı miktarda enerji harcayan işlevlerdir. Günlük enerji tüketiminin %70'ini bazal metabolizma oluşturur.
Fiziksel aktivite, 24 saat boyunca bilinçli olarak yapılan tüm hareketlerdir. Oturup kalkmak, yürümek, koşmak, gülmek, yemek yemek, spor yapmak, yüzmek, bisiklete binmek örnek olarak gösterilebilir. Günlük enerji tüketiminin %20'sini normal fiziksel aktivite oluşturur. Normalin üzerinde hareket edilirse enerji tüketimi artar.
Termojenik aktivite, alınan besinleri yakarken oluşan ısı ve bunun için harcanan enerjidir. Günlük enerji tüketiminin %10'unu termojenik aktivite oluşturur. Önemli nokta, alınan besinlerin birbirinden farklı termojenik aktivite oluşturmasıdır. Katı besinler sıvılardan, karbonhidratlar yağlardan, fruktoz glukozdan ve doymamış yağlar doymuş yağlardan daha fazla ısı oluştururlar. Yani bu besinler tercih edildiğinde daha fazla enerji harcanır.
Bu üç başlık, vücudun harcadığı enerji miktarını belirler. Bunlardan değiştirilmesi en güç olanı bazal metabolik olaylardır. Bu kişiden kişiye farklılık gösterebilir ve kalıtım ile ilişkilidir.
Genetik olarak şişmanlığa eğilimi olanlarda bazal metabolik hızda değişiklikler olabilir. Yani, obezitenin genetik bir boyutu söz konusudur.
Genetik etkilerin yanında, çevresel faktörler de obezitenin oluşumunda rol oynar. Sosyal, kültürel, dinsel farklılıklar, bunların etkisinde gelişen yeme alışkanlıkları, hareketlilik derecesi ve kişilik yapısına olan etkiler, bu süreçte rol oynadığı düşünülen faktörlerdir.
Ayrıca, hareketsiz yaşam tarzı da obezite oluşumunda çok önemli bir etkendir. Enerji harcamasını artıracak en kolay yol, fiziksel aktivitenin artırılmasıdır. Fiziksel aktivite ne kadar çok olursa, o kadar çok enerji yakılır ve kilo verilir.
Sonuç olarak obezite, besinlerle alınan enerji miktarının, metabolizma ve fizik aktivite ile tüketilen enerji miktarını aştığı durumda ortaya çıkar.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Yukarı'daki Konuyu Aşağıdaki Sosyal Ağlarda Paylaşabilirsiniz.


Yetkileriniz
Konu Açma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum hakkında Kullanılan sistem hakkında
Forumaski paylaşım sitesidir.Bu nedenle yazılı, görsel ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenmektedir.Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir.Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazılı, görsel ve diğer materyalleri 48 saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır. Bildirimlerinizi bu linkten bize yapabilirsiniz.

Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2016, ve Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.
yetişkin sohbet chatkamerali.net

Saat: 07:04