Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu
 

Go Back   Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu > Eğitim - Öğretim > Dersler > Felsefe - Sosyoloji
Kayıt ol Yardım Kimler Online Bugünki Mesajlar Arama

canlı casino siteleri canlı casino siteleri sagedatasecurity.com casino siteleri takipçi satın al
porno diyarbakır escort bayan antalya escort malatya escort

Felsefi Akımlar Arşivi

Felsefe - Sosyoloji kategorisinde açılmış olan Felsefi Akımlar Arşivi konusu , ...


Like Tree20Beğeni

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 01.02.2014, 23:03   #1 (permalink)
Özel Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Felsefi Akımlar Arşivi



FELSEFİ AKIMLAR ARŞİVİ

Asi Ruh isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 01.02.2014, 23:04   #2 (permalink)
Özel Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Akımlar Arşivi

Rasyonalizm

"Doğru ve genel geçer bilgi elde edilebilir. Böyle bir bilginin kaynağı akıldır düşünmedir." tezini savunun görüşe akılcılık (rasyonalizm) adı verilir. Bu görüşe göre akıl yoluyla belirlenmiş zorunlu kesin genel geçer bilgi örneği matematik ve mantıktır.

SOKRATES (M.Ö. 469-399)

İlk rasyonalist düşünürdür. Sahip olduğu görüşlere ilişkin hiçbir yazılı eser bırakmamıştır. Onun görüşleri öğrencisi olan Platon'un kitaplarından öğrenilmiştir. Sokrates'e göre bilgilerimiz doğuştandır. Bunu kanıtlamak için hiç matematik bilgisi olmayan bir köleye yönelttiği sorularla bir geometri öğretemez ancak onda doğuştan bulunan bilgi ve düşüncelerini uyandırabilir.

Onun bu yöntemine diyalektik (soru-cevap) sanatı denir. Bu yöntem üç aşamadan oluşur: Soru sorma ironi (alay etme) mayotik (doğurtma).


Sokrates bu yöntemle kavrama ulaşmayı amaçlar. Kavram ile yargılara sağlam bir temel bulacağına inanmıştır. Sokrates'in üzerinde durduğu başlıca konu ahlâk olmuştur. Erdemli olmanın (ahlâklılık) mutlu olmaya vardıracağını bu nedenle erdemin bilgi olduğunu dile getirmiştir.

PLATON (Eflatun M.Ö. 427-347)

Sokrates'in öğrencisidir. Rasyonalist anlayışı daha sistematik bir yapıya dönüştürmüştür. Platon'a göre iki evren vardır: Biri duyumlanabilen varlık evreni diğeri akıl ve düşünme yoluyla kavranabilen idealar evrenidir. Asıl gerçeklik idealar evrenidir.

Duyular yoluyla kavranabilen evren idealar evreninin bir görüntüsü kopyasıdır. İnsan gerçek bilgiye idealar evrenini kavrayarak yani düşünerek varabilir. Duyumlanan evrenin bilgisi yanıltıcıdır ve görelidir. Bu düşünceleriyle Platon rasyonalizmi idealizmle özdeşleştirmiştir.

ARİSTOTELES (M.Ö. 384-322)

Platon'un idealizmini eleştirerek rasyonalizmi realist bir anlayışa dönüştürmüştür. Aristoteles aynı zamanda mantığın kurucusudur. Ona göre mantıkdoğruya vardıran bir araçtır. O mantıklı düşünmeyi tümdengelim olarak değerlendirir. Gerçek bilgi tümel gerçekliklerden tümdengelim yoluyla elde edilebilirler. Aklın genel gerçekliklerden yola çıkarak buradan tikel ve özel bilgiler elde etmesi aklın temel fonksiyonudur ve türevidir.

Aristotelese göre iki tür bilgi vardır: Biri deneye yani yaşarken duyum ve algılarla kazanılan bilgiler diğeri ise bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi; kavramyargı ve akıl yürütmeye bağlıdır. Bilimsel bilgi tek tek var olanlardan kalan bilgi olmayıp genel ve tümel olanı kavramaya yönelik rasyonel bilgidir.

Aristoteles için akıl da etkin ve edilgen akıl olarak iki yönlü özellik gösterir. Etkin akıl ideaları kavrar bilir ve bütün insanlar da ortaktır. Edilgen akıl ise duyu verilerini işler tümel kavramları oluşturur. Bu akıl bulunduğu bireyin özelliğini taşır.

FARABİ (870-950)

Farabi İslam Felsefesi'nin kurucusudur. Aristoteles'in felsefesini benimsemiştir. Kuran ile Aristoteles felsefesini uzlaştırmaya çalışmıştır. Bu nedenle Farabi'ye ikinci öğretmen (muallim-i sani) denmiştir.

Farabi'ye göre en gerçek en yüce varlık Tanrı'dır. Tanrı var olmasını bir başka şeye borçlu olmayan varlığını kendinden alan bir özelliğe sahiptir. Diğer varlıklar ise kendi başlarına var olamaz.

Farabi'ye göre Tanrı hem öz hem de varoluştur. Yaratılanlar Tanrı'ya en yakın varlıklar olan "akıllar" halinde Tanrı'dan çıkarak var olurlar. Bu var oluş bir sıra düzenine göre olur. Tanrı'dan çıkan "akıl"lar arasında en önemlisi hep etkin akıldır. Bu akıl mutlak bilgi ile aynıdır. İlk bilgiler bu etkin akıldan çıkmıştır.

Duyumlara ve mantıksal çıkarımlara dayalı bilgilerin doğruluğundan emin olunamaz. Doğrulukları deneyle kanıtlanmış bilgiler tümel bilgilerdir. Bu bilgilerdoğruluğu aynı zamanda akla dayalı olan gerçek bilgilerdir.

DESCARTES (1596-1650)

Yeniçağ'da rasyonalizmin temsilcisi Fransız filozofudur. Matematikçidir. Matematikte "Analitik Geometri"nin kurucusudur. Descartes'e göre matematiğin metodunda analiz ve sentez vardır. Bu yol gerçeği elde etmede kullanılacak en doğru yoldur.

Descartes insan zihninde doğuştan var olduğunu kabul ettiği gerçeklerden başlanarak ve matematiğin metodu kullanılarak apaçık bilgilere varılabileceğini iddia etmiştir.

Descartes doğrulara gerçek bilgilere varmada "şüphe" metodunu kullanmıştır. Kullandığı şüphe bir amaç değil bir araç şüphesidir. Descartes'e göre şüphe etmek düşünmektir. Şüphe eden kişi düşünüyor demektir. Şüphe eden kişi şüphe eden benliğinden yani bilincinden ve bilincinin varlığından şüphe edemez. İşte bu Descartes'e göre ilk elde edilen gerçekliktir. Daha sonra bu yöntemle Tanrı'nın ve varlıkların şüphe edilemeyecek gerçeklikler olduğunu kanıtlar. Kanıtlamalarını hep akıl yoluyla yapar.

LEİBNİZ (1646-1716)

Leibniz bir Alman düşünürüdür. Aynı zamanda bir mantıkçı ve matematikçidir. Ona göre insan bilgisi iki yolla elde edilir: Duyularla ve akıl yoluyla elde edilen bilgiler. Duyu bilgisi yanıltıcı ve güvenilir olmayan bilgidir. Matematik bilgisi buna örnektir.

Leibniz'e göre her şey Tanrı'dan türemiştir. Tanrı sonsuzdur. İnsan aklı Tanrı bilgisine "çelişmezlik" ilkesi ile varır. Bu tür bilgiler ezeli ve ebedi hakikatleridir. Bunun yanında olgulara dayalı bilgiler de vardır. Bu bilgiler "yeter sebep" ilkesine dayanırlar. Bu görüşleriyle Leibniz rasyonalizm ile empirizmi uzlaştırmaya çalışmıştır.

HEGEL (1770-1831)

Hegel'e göre akıl değişmez mutlak en güvenilir bilgi kaynağıdır. Akıl insan düşünmesini ve bilinçsiz doğayı idare eden bir kanundur. Düşünmekaraştırılan ve bilgisi elde edilmek istenen "nesnenin özünü bilmek" etkinliğidir.

Her nesnede görüntüsünün ardında bir de öz vardır. Düşünmek nesnenin ardındaki bu özü kavramaktır. Hegel'e göre akla uygun olan gerçektir. Akılmutlak varlığın ve doğadaki değişmenin bilgisini apaçık olarak vermektedir.

Asrevya beğendi.
Asi Ruh isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 01.02.2014, 23:04   #3 (permalink)
Özel Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Akımlar Arşivi

Materyalizm

I. NİÇİN MATERYALİZMİ ÖĞRENMEMİZ GEREKİR?

Gördük ki "Varlık ile düşünce arasındaki ilişkiler nelerdir?" sorusuna ancak karşıt ve çelişik iki yanıt olabilir. Bundan önceki bölümde idealist yanıtı ve idealist felsefeyi savunmak için sunulan kanıtları inceledik. Şimdi de bu temel soruna (yineleyelim her felsefenin temelinde bulunan soruna) verilen ikinci yanıtı incelemek ve materyalizmin savunma kanıtlarının neler olduğunu görmek gerekir. Materyalizm Marksizmin felsefesi (sayfa 52) olduğu içinbizim açımızdan ne kadar önemli ise bunu öğrenmek de o kadar önemlidir. Öyleyse bu bakımdan materyalizmi iyi tanımak zorunludur. İyi tanımak özellikle zorunludur çünkü bu felsefe anlayışları çok az bilinmektedir ve tahrif edilmişlerdir. Gene zorunludur çünkü eğitimimizle -ilk ya da en yükseği olsun- gördüğümüz öğretimle yaşayış ve düşünüş alışkanlıklarımızla idealist anlayışlar farkında olmaksızın hepimizin içine az ya da çok işlemiştir. (Zaten başka bölümlerde bu olumlamanın birçok örneklerini ve niçin böyle olduğunu göreceğiz.) Demek ki marksizmi öğrenmek isteyenler için onun temelini yani materyalizmi bilmek bir zorunluluktur.

II. MATERYALİZM NEREDEN GELİR?

Felsefeyi genel bir biçimde dünyayı evreni açıklama çabası olarak tanımladık. Ama biliyoruz ki insanlığın bilgi düzeyine göre bu açıklamalar değişmiştir ve insanlık tarihi boyunca dünyayı açıklamak için iki tutum benimsenmiştir: bunlardan biri bir ya da birkaç üstün ruha doğaüstü güçlere başvuran bilime karşı tutumdur; öteki ise olgulara ve deneylere dayanan bilimsel tutumdur. Bu tutumlardan biri idealist filozoflarca öteki ise materyalistlerce savunulur. Bunun içindir ki bu kitabın daha başında materyalizm hakkında edinilecek ilk fikrin bu felsefenin evrenin bilimsel açıklanışı olduğunu söyledik.
İdealizm nasıl insanların bilgisizliğinden doğmuşsa - bilgisizliğin idealist anlayışları paylaşan siyasal ve kültürel güçler tarafından toplumlar tarihindenasıl korunduğunu ve sürdürüldüğünü göreceğiz- materyalizm de bilisizliğe ya da bilmesinlerciliğe karşı savaşımdan doğmuştur. Bunun içindir ki bu felsefe uzun süre önlenmeye çalışıldı ve bunun içindir ki resmi üniversite dünyasında çağdaş (sayfa 53) biçimiyle (diyalektik materyalizm) ya değeri bilinmedi ya hiç bilinmedi ya da pek az tanındı.

III. MATERYALİZM NASIL VE NİÇİN GELİŞTİ?

Bu felsefeye karşı savaşım verenlerin ve bu öğretinin yirmi yüzyıldan beri hep aynı yerde durduğunu söyleyenlerin iddialarının tersine materyalizmin tarihi bize bu felsefede canlı bir şeyin ve her zaman hareket halinde olan bir şeyin varlığını gösteriyor. Yüzyıllar boyunca insanların bilimsel bilgileri ilerledi. Düşünce tarihinin başlangıcında Yunan antikçağında bilimsel bilgiler hemen hemen hiç yok denecek gibiydi; ilk bilginler aynı zamanda filozof idiler; çünkü o çağda felsefe ve doğmakta olan bilimler bir bütün oluşturuyordu biri ötekilerin uzantısı oluyordu. Zamanla bilimler dünya olaylarının açıklanmasına idealist filozofların dogmaları ile çelişen ve tedirginlik yaratan bir açıklık getirince felsefe ile bilimler arasında bir çatışma başladı. Bu çağın resmi felsefesi ile çelişmekte olan bilimlerin felsefeden ayrılmaları zorunlu oldu. Böylece "...onların geleceğin yakın bir çözümü için olgunlaşmış bulunan daha sınırlı sorunları ele almak üzere felsefenin karmaşık şeyler yığınından kendilerini kurtarmak ve derin varsayımları filozoflara bırakmak ilk işleri oldu. Böylece felsefe ve ... bilimler arasında bu ayrılma oluştu."[12] Ama bilimlerle birlikte doğan onlara bağlı ve bağımlı olan materyalizmçağdaş materyalizm ile yani Marx ve Engels'in materyalizmi ile bilim ve felsefeyi diyalektik materyalizm içinde yeniden birleştirmek üzere bilimlerle birlikte ilerledi ve gelişti. (sayfa 54) Uygarlığın ilerleyişine bağlı olan bu gelişmeyi ve bu tarihi daha ilerde inceleyeceğiz ama şimdiden materyalizm ile bilimlerin birbirine bağlı olduklarını ve materyalizmin mutlak olarak bilime bağımlı olduğunu belirtiyoruz ki bunu akılda tutmak çok önemlidir. Şimdimateryalizmin esaslarını çeşitli biçimler altında materyalist olduğunu ileri süren bütün felsefeler için ortak olan esasları yerlerine yerleştirmek ve tanımlamak gerekiyor.

IV. MATERYALİSTLERİN İLKELERİ VE KANITLARI NELERDİR?

Bunu yanıtlayabilmek için felsefenin temel sorusuna varlık ile düşünce arasındaki ilişkilere yani bunlardan hangisinin daha önemli olduğu sorusuna dönmemiz gerekir. Materyalistler her şeyden önce varlık ile düşünce arasında madde ile ruh arasında belirli bir ilişkinin var olduğunu öne sürerler. Onlara göre ilk gerçek ilk şey varlıktır maddedir ve ruh ise ikinci gerçektir sonradan gelendir maddeye bağımlıdır.
Şu halde materyalistlere göre dünyayı ve maddeyi yaratmış olan tanrı ya da ruh değildir ama ruhu yaratmış olan dünyadır maddedir doğadır:
"Tinin kendisi maddenin en üstün bir ürününden başka bir şey değildir."[13]
Bunun içindir ki ikinci bölümde sorduğumuz soruyu tekrar ele alırsak ve "düşünme insana nereden gelir?" dersek materyalistler insan düşünüyor çünkü onun bir beyni vardır ve düşünce beynin ürünüdür diye yanıt verirler. Onlara göre maddesiz cisimsiz düşünce olamaz.
"Bize ne kadar yüce görünürlerse görünsünler bilincimiz ve düşüncemiz maddi bedensel bir organın beynin ürünlerinden (sayfa 55) başka bir şey değildir."[14]
Buna göre materyalistler için madde varlık bizim düşüncemizin dışında var olan gerçek şeylerdir ve var olmak için düşünceye ya da ruha gereksinme duymazlar. Aynı şekilde ruh maddesiz var olamayacağına göre ölümsüz ve bedenden bağımsız bir ruh da yoktur.
İdealistlerin söylediklerinin tersine bizi kuşatan şeyler bizden bağımsız olarak mevcutturlar bize düşüncelerimizi veren onlardır; ve bizim fikirlerimizşeylerin bizim beynimizdeki yansısından başka bir şey değildir.
Bunun içindir ki varlık ile düşünce arasındaki ilişkiler sorusunun ikinci yönü -"Bizim çevremizdeki dünya hakkındaki düşüncelerimiz ile bu dünya arasında nasıl bir bağıntı vardır? Bizim düşüncemiz gerçek dünyayı bilebilecek durumda mıdır? Gerçek dünyaya ilişkin tasarımlarımızda ve kavramlarımızda gerçekliğin doğru bir yansısını verebilir miyiz? Bu soru felsefe dilinde düşünce ile varlığın özdeşliği. sorunu diye adlandırılır."[15]- karşısındamateryalistler şu olumlamada bulunur: Evet biz dünyayı tanıyabiliriz ve bizim bu dünyaya ilişkin edindiğimiz fikirler gittikçe daha doğru olmaktadırçünkü biz dünyayı bilimlerin yardımıyla inceleyip öğrenebiliyoruz çünkü bilimler sürekli olarak deney yoluyla bizi çevreleyen şeylerin kendilerine özgü ve bizden bağımsız bir gerçekleri olduğunu tanıtlamaktadır ve insanlar daha şimdiden bu şeylerin bir bölümünü yeniden üretebilmekte ve yapay olarak yaratabilmektedirler.

Şu halde özetlemek için şöyle diyeceğiz: materyalistler felsefenin temel sorunu karşısında:

1. Ruhu yaratan maddedir ve bilimsel olarak asla maddesiz ruh görülmedi.

2. Madde her ruhun dışında vardır ve maddenin kendine özgü bir varlığı olduğundan var olmak için ruha (sayfa 56) gereksinme duymaz dolayısıyla idealistlerin söylediklerinin tersine şeyleri yaratanlar bizim fikirlerimiz değildir biz fikirlerimizi şeylerden alırız.

3. Biz dünyayı tanımak yeteneğindeyiz maddeden ve dünyadan edindiğimiz fikirler giderek daha doğru oluyorlar çünkü bilimlerin yardımıyla daha önce bildiklerimizi kesinleştirebildiğimizi ve bilmediklerimizi de bulabildiğimizi doğrularlar.

YAYINCILARIN NOTU

Bu bölümü daha iyi anlayabilmek için burada öğrenilenleri daha ilerde Altıncı Kısımda okunacak olan çok önemli bilgilerle karşılaştırınız.
Engels'in düşüncenin beynin bir ürünü olduğunu söylemekle karaciğerin safra salgılaması gibi beynin de düşünce salgıladığını söylediği sanılmamalıdır. Tersine Engels bu görüşle savaşmıştır (özellikle Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu adlı kitabına ayrıca Lenin'in Materyalizm ve Ampiryokritisizm'inin birinci ve ikinci bölümlerine bakınız.)
Bilinç bir organın salgısı değil beynin işlevidir. Bilinç safra gibi ya da bir hormon gibi bir şey değildir. Bir eylemdir bir işlevdir. Daha karmaşık bazı organik koşullarda beyin kabuğu işin içine karıştığından -organik koşulların kendileri de Politzer'in daha ilerde gösterdiği gibi toplumsal koşullardan ayrılamazlar- insan eylemi bilinçlidir.
Bu konuda Lucien Seve'in Introduction au Léninisme'ine (Leninizm'e Giriş s. 98-108) başvurmanızı salık veririz. Essais de la Nouvelle Critique. (Editions Sociales 1960.) (sayfa 57)

Dipnotlar:

[12] Réne Maublanc La Vie Ouvrière 25 Kasım 1935.
[13] Friedrich Engels Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu s. 24.
[14] agy s.24.
[15] agy s. 22.

Marx'ın "materyalist tarih anlayışının felsefî açıdan başlıca önemli noktalan şunlardır:

a. toplumsal yaşamda düşüncelerin öncelikle özerkliklerinin daha sonra da üstünlüklerinin reddi;

b. soyut felsefî düşüncenin tersine yöntemsel olarak somut tarihsel araştırmaya bağlılık;

c. toplumsal yaşamın üretim ve yeniden üretiminde insan etkinliğinin (praxis) merkezi rolünün kavramlaştırılması buradan hareketle;

d. insanlık tarihinde toplumsal ilişkilerin dolayımının ve doğanın dönüştürülmesinin nedeni olarak emeğin öneminin vurgulanması;

e. Marx 'ın türsel bir hümanizm olarak anlaşılmış bir doğalcılığı savunarak insanı temelde doğa ile birliği içinde kavradığı erken dönem (özellikle Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları) yazılarının dışavurumculuğundan; insanı temelde doğaya karşı ve onun egemeni olarak kavradığı orta ve geç dönem yazılarının teknolojik Prometheusçuluğa doğru değişme göstererek insan açısından doğanın anlamını vurgulaması;

f. bütününde Marx 'ta insan-doğa ilişkisini içsel olarak -insanin temelde doğaya bağımlı olması ancak doğanın temelde insandan bağımsız olması biçiminde- simetrik olmayan bir şekilde ele aldığı bilimsel GERÇEKÇILIK'e doğru göreceli olarak gelişen bir bağlanma ve gündelik gerçekliğe sürekli bir bağlanış.

Yalnızca (c) maddesi Marx 'ın yeni pratik ve dönüştürücü materyalizmi burada ayrıntılı olarak gözönüne alınabilir. Marx 'ın bu materyalizmi insanın saf hayvan varlığından ya da etkinliğinden çifte bir özgürlükle ayrıldığı görüşüne dayanır; güdüsel belirlenmeden bağımsızlığı ve planlı önceden dolayımlanmış bir biçimde üretimde bulunma özgürlüğü. Bu kavramlaştırmanın genel karakteri en özlü anlatımını Feuerbach Üzerinde Tezler 'de (8. tez) bulur; "Bütün toplumsal yaşam temelinde pratiktir. Teorinin gizemciliğine yol açan bütün anlaşmazlıklar akılcı çözümlerini insan pratiğinde ve bu pratiğin kavranılmasında bulurlar." Geleneksel tefekkürcü materyalizmin edilgin tarih-dışı ve bireyci özelliği ile/ ve klasik Alman idealizminin yalnızca idealize edilmiş ve yabancılaşmış bir biçim altında sunulmuş olarak değinip geçtiği toplumsal yaşamdaki dönüştürücü etkinlik ya da pratiğin rolüFeuerbach Üzerine Tezler'in ikili ana temasını oluşturur. Marx'ın Hegel 'in Aklın Fenomenolojisi 'ni eleştirisinin özünün; Hegel 'in nesnelleşme ve yabancılaşmayı nesnelleşmenin varolan (mevcut) tarihsel olarak özel yabancılaşmış biçimlerini bir Mutlak Özne'nin kendine yabancılaşmasının momentleri olarak kavrayarak aynı anda bu kategorileri akılcı bir biçimde değiştirerek ve tamamen insani yabancılaşmamış nesnelleşme olanağının da yolunu tıkamakla tanımladığına ve karıştırdığına ilk ' dikkati çeken Genç Hegel'de Lukâcs olmuştur. ! Fakat bir defa bu ayrım Marx 'ın kendi "nesnellik" kavramını kullanımında ve bu kavramın soy özellikleri taşıdığı konusunda üçlü bir kuşku yaratmıştı; bunun aydınlatılması en azından Feuerbach Üzerine Tezler'den bu yana Marx'ın materyalizmi için temel özellik haline gelmektedir. Şöyle ki 1. tez açık bir biçimde ayrıntılandırmasa da (a)nesnellik ya da dışsal olan ' ile bir öznenin üretimi olarak nesnelleşme (b) arasında bir ayrıma işaret eder ve 6. tez toplumsal biçimlerin yeniden üretim ya da dönüşüm süreci olarak (b) ve (c) nesnelleşmeleri arasında bir ayrımı gerektirir.

Asi Ruh isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 01.02.2014, 23:04   #4 (permalink)
Özel Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Akımlar Arşivi

Birinci tez Marx 'ı gerek şeylerin düşünceden bağımsızlığının materyalist kavranışı ve gerekse düşüncenin bir etkinlik olarak idealist kavranışının her ikisini de doğrulamaya ve böylelikle de (a) ile (b) arasında ya da Grundrisse'nin Giriş bölümündeki terminoloji ile söylersek gerçek nesneler ile düşüncenin nesneleri arasında ya da modern bilimsel gerçekçiliğin terminolojisi ile bilginin fiili nesneleri ile bilgi üretiminin nesne edinme süreci ya da etkinliği arasında bir . ayrım yapmaya yöneltir. Bu ayrım bize toplumsal alanda epistemolojik bir biçimde olduğu kadar ontolojik olarak da oluşturucu olan toplumsal pratiğin Marx için doğal bilimlerin nesnesi ' değil bir koşulu olduğunu anlamamıza olanak verir. Buraya kadar söylenenlerin ışığında görülen odur ki Marx 'ın idealizme olan itirazı; geleneksel materyalizm insanın bilgi üretimindeki etkin rolünü bilgi üretiminin nesne edinme boyutundan soyutlarken idealizmin bağımsız: gerçeklik düşüncesini (bilgi üretiminin) fiili boyutundan gayri meşru bir biçimde soyutlamakta olmasıdır.

Altıncı tez açık bir biçimde Feuerbach'ın hümanizmi üzerine kurulmuş olan bütün bireyci ve özcü toplum teorilerinin bir eleştirisini yapar ve Feuerbach'ın insanın tarihsel olarak gelişen toplumsallığının kötülüklere karşı gerçek anahtar olduğu yolundaki antropolojik açıklamalarını tecrit eder. Ve bu tez (b) ile (c) arasında; insanın amaçlı etkinliği ile bu etkinliğin koşulları ve aracısı olarak verili olmakla birlikte ancak (kendisi de) bu amaçlı etkinlik içinde yeniden üretilmiş ve dönüştürülmüş önceden varolan tarihsel olarak belirlenmiş toplum biçimlerinin yeniden üretimi ve dönüştürülmesi arasında bir ayrımı gerekli kılar. Bilinen nesnelerin birliğinin iki görünümü olarak (a) ve (b) arasında uygun bir ayrım meydana getirmedeki başarısızlık bir yandan epistemolojik idealist eğilimlere (Lukâcs ve Gramsci'den Kolakowski ve Schmidt 'e kadar (a)'nın (b)'ye indirgenmesine) öte yandan geleneksel materyalist eğilimlere (Engels ve Lenin'den Della Volpe 'ye ve "yansıtma teorisi"nin çağdaş örneklerine kadar (b)'nin (a)'ya indirgenmesine) yol açmıştır. Dönüştürücü etkinliğin birliğinin iki görünümü olarak (ya da praxis ile yapının ikiliği olarak) (b) ve (c) arasında uygun bir ayrım meydana getirmedeki başarısızlık da bir yandan sosyolojik bireycilik iradecilik kendiliğindencilik vb. ile (örneğin Sartre 'da olduğu gibi (c)'nin (b)'ye indirgenmesi) öte yandan determinizm şeyleşme hipoztaslaştırma vb. ile (örneğin Althusser 'de olduğu gibi (b)'nin (c)'ye indirgenmesi) sonuçlandı.

9. ve 10'uncu tezler özellikle Marx 'ın kendi yeni ve eski materyalizmleri arasındaki farklılıklarla ilgili kavramlaştırmasını ortaya koyar: "duygusallığı pratik etkinlik olarak kavramayan bu materyalizmle ulaşılan en yüksek nokta tek tek bireylerin ve sivil toplumun üzerine (derin) düşünüştür (tefekkür) "Eski materyalizmin bakış açısı sivil toplumdur yeni materyalizmin bakış açısı ise insan toplumu ya da toplumsal insanlıktır". Geleneksel materyalizmin problem alanı soyut bir tarih dışı bireycilik ve evrensellik üzerine kuruludur; birbirleriyle ve ortak doğallaşmış kaderleriyle dışsal ve içsel olarak ilişkili yalıtık durumdaki R. Crusoe'lar. Marx için bu kavramlaştırma epistemolojinin geleneksel sorunlarının (Bkz. BILGI KURAMI) ve genel olarak FELSEFE'nin temelini oluşturur. Maddi pratikten kopmuş tefekkürcü (düşünceye dalmış) bilinç için kendi bedeniyle diğer akıllarla dışındaki nesnelerle ve hatta kendi geçmiş durumlarıyla olan ilişkisi problematik hale gelir. Fakat ne bu felsefi sorunlara ne de buradan çıkan pratik sorunlara saf teorik bir terapi ile çözüm bulunamaz. Örneğin "bu düşüncelere yol açmış olan koşuları ortadan kaldırmak için kişinin kendi kafası dışında yalnızca birkaç fikir edinmek zorunda olduğu"na inanan (Alman Ideolojisi cilt I bölüm III) Genç Hegelci Stimer'in aksine "teorik karşıtlıkların çözümü yalnızca pratik bir biçim- de olanaklıdır ve bundan ötürü bir bilgi görevi değil gerçek yaşamın görevidir; çünkü felsefe bu görevi yalnızca teorik bir görev olarak kavradığı için çözümsüz kalır" (Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları 3'üncü elyazması) . Bu nedenle "filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yalnızca yorumladılar sorun onu değiştirmektir" (11. Tez). Engels'in daha sonraki felsefi yazmalarındâ özellikle Anti-Dühring'de Lııdwig Feuerbach'ta ve Doğanın Diyalektiği 'nde ayrıntılı bir biçimde ele aldığı materyalizmin daha çok kozmolojik evrendoğum (kozmoloji) yönüne verdigi bu abartılı önemi anlamak zordur. Bu konu yalnızca Ikinci Enternasyonal'in önderlerinin (Bernstein Kautsky Plehanov) teorik formasyonlarında kesin bir moment oluşturmakla kalmamış daha sonraları DIYALEKTIK MATERYALIZM diye bilinecek görüşün doktriner çekirdeği olarak sonraki çok sayıda tartışmanın etrafında döneceği merkezi de oluşturmuştur. Pozitivist ve evrimci (özellikle toplumsal Darwinizm) görüşlerin oluşturduğu bir bağlam içinde yazdığı yazılarda Engels ; (a) mekanik ve "metafizik" materyaliz- me karşı dünyanın değişmeyen ve durağan şeylerden değil karmaşık süreçlerden oluştuğunu ve (b) indirgemeci materyalizm karşı akli ve toplumsal biçimlerin (özünde maddi dünyanın [olanın] en yüksek ürünü olarak) maddi dünyaya (olana) indirgenemeyeceği ama ondan doğduğunu savundu. Lenin 'in Materyalizm ve Ampiriokritisizm'inin dolaysız hedefi Bogdanov gibi Bolşevik yoldaşları arasında hızla yayılmakta olan Mach 'ın pozitivist düşüncesiydi.

Gerek Engels gerekse Lenin materyalizm ve idealizmin karşılıklı olarak birbirlerini dışarıda bırakan ve tam anlamıyla açıklığa kavuşmuş kategoriler olarak ele alındıkları çok sayıda değişik nosyonlarını kullanmaktadırlar ve genel olarak materyalizmin ontolojik ve epistemolojik tanımlamalarından sanki bunlar dolaysız bir biçimde eşitlenebilirlermiş gibi söz etmektedirler. Ancak maddi olanın insan düşüncesinden bağımsızlığı tek başına onun varlık alanında nedensel üstünlüğünü gerektirmez; bu Platon'un Aquinas'ın ve Hegel 'in nesnel idealizmi ile tutarlıdır. Yukarıdaki (a) ve (b) maddelerinin -eğer akıl maddi olandan doğmuş ise o zaman bilginin olanaklılığının Darwinci bir açıklaması yapılabilir ve ter- sine olarak tam ve tutarlı bir gerçekçilik erişilemeyen bir doğanın içine yerleşmiş doğal nedensel bir araç olarak insan anlayışını gerektirir- özsel olarak birbirlerine bağlı olduklarını ileri sürmek kesinlikle olanaklıdır. Ancak ne Lenin ne de Engels bu bağlantıyı doyurucu bir biçimde açıklamışlardır. Engels'in ana vurgusunun ontoloji üzerineLenin'in.ise epistemoloji üzerine olduğu kuşku götürmez; ve bunları aşağıda olduğu gibi göstermek olanaklıdır: doğal dünya aklın ya da bilincin bütün biçimlerine önceldir ve nedensel olarak bağımsızdır tersi değil (Engels). bilinebilir olan dünya (sonlu ya da sonsuz) her tür akıldan bağımsız olarak vardır tersi değil (Lenin). Engels 'in materyalizminin dikkate değer bir özelliği şüpheciliğin pratik olarak yanlışlanması üzerindeki vurgusudur. Diğerlerinin arasında Dr. Johnson Hume ve Hegel 'in düşünce yolunu izleyerek Engels -bazı betimlemeler altında ya da başka bir yoldan bilinen bağımsız bir gerçeklik düşüncesine bağlanışın askıya alınması anlamında- şüpheciliğin kabul edilebilir olmadığını ya da ciddiye alınamayacağını ileri sürmüştür. Ner ne kadar teorik olarak ele geçirilemez olsa da şüphecilik pratik (Engels buna Gramsci 'nin daha sonraları teorik olarak tam bilinçlilik kav- ramında dolaylı bir biçimde ifade ettiği gibi şüphecilerin kendi dil pratiklerini de ekleyebilirdi) özellikle "deneyim ve çalışına" tarafından sürekli olarak yalanlanmakta ya da onunla karşıtlık içine girmekteydi. "Eger dogal bir süreçle ilgili yapmış olduğumuz kavramlaştırmanın doğruluğunu onu kendimiz için yapmakla ka- nıtlama yeteneğinde isek...o zaman "kendinde şeyin" Kantçı kavranamazlığına bir son verilir" (L. Feuerbach bölüm II.). Engels 'te felsefenin pozitivist bir kavranışı ile bilimin metafizik kavranışı arasında (hemen bütün yazılarına sinmiş olan) bir gerilim varken Lenin felsefenin tarihsel materyalizm ve genel olarak bilimler ile olan ' ilişkisinde görece özerk bir Lockecu ya da emekçi rolünü açıkça kabul eder. Buna;

1.felsefi bir kategori olarak madde ile bilimsel bir kav ram olarak madde arasında açık bir ayrımın yapılması

2.partinost (partizanlık) doktrininde ? felsefi müdahaledeki pratik ve çıkar özellikleri- nin vurgulanması

3. bilimsel değişme ile ILERLEME düşüncesinin "göreli" ve "mutlak" HAKIKAT arasındaki ayrım içinde uzlaştırılma (ve normatif olarak hem dogmatizme hem de şüpheciliğe karşı çıkma) çabası eşlik eder.

Diyalektik materyalist geleneğe damgasını vuran doğa DIYALEKTIK'i ile yansıtmacı bir bilgi teorisinden oluşan bir karışımdır. Her ikisi de aynı zamanda bunların karşılıklı tutarsız olduklarını da savunduğu BATI MARKSIZMI'nin kaynak metni olan Tarih ve Sınıf Bilinci'nde Lukâcs tarafından reddedilmiştir. Nesnelliği tarihte sonuşmaz bir biçimde yaklaşılmış ancak nihaî olarak yalnızca komünizmde gerçekleşecek olan evrensel bir özneler arasılığa göre yeniden tanımlayan Gramsci ("Tarihsel Materyalizm" de) vurgunun kökeni metafizik olan ikinci kavrama ("materyalizm") değil birinci kavram ("Tarihsel") üzerine konulması gerektigi unutulmuştur" diyerek Lukâcs'dan daha da ileri gitmiştir. "Praxis felsefesi mutlak "historisizm" mutlak lâikleşme ve düşüncenin dünyevileşmesi tarihin mutlak hümanizmasıdır" (Gramsci 1971 s.465). Batı Marksizminin diyalektik motiflere yakınlık duymuş olduğu yer onun materyalizme karşı olduğu yerdir. Örneğin Sartre için "materyalizmin hiçbir çeşidi" insanın tarihsel durumunun kesinlikle ayırdedici niteliğini oluşturan"... (özgürlüğü) hiçbir zaman açıklayamaz" (Sartre 1967 s.237). Öte yandan Batı Marksizminin materyalist olduğunu ilan ettiği yergenellikle 'de olduğu gibi özel olarak epistemolojik yanıdır; ve ontolojik sorunlardan söz açıldığında Timpanaro'nun ( 1976) toplumsal yaşamda özel olarak biyolojik "üst yapının" ve doğanın rolü- nün önemi üzerine vurgulamasında olduğu gibi tartışmalar ontolojide düşünceden yoksun bir ampirizm tarafından sıklıkla bozulmuştur.

Her materyalizm tartışmasında gizli bir "maddenin tanımlaması" sorunu vardır. (Şüphesiz doğal bilimi de içeren) toplumsal alanla sınırlı ve maddenin "toplumsal pratik" anlamında anlaşılmış olduğu Marx'ın pratik materyalizmi için özel bir zorluk doğmaz. Fakat Marksist materyalizm Engels 'ten bu yana daha genel savlara sahiptir ve şu anki zorluk; eğer maddi şey süre durumsal olarak (bir) boşluğu işgal etme yeteneğine sahip duyusal olarak teşhis edilmiş ve yeniden teşhis edilmiş bir varlık olarak kabul edilirse o zaman her ne kadar teşhisleri maddî şeylere bağımlı olsa da bilimsel bilginin çok sayıdaki nesnesi besbelli maddi-olmayandır. Hiç kuşkusuz eğer biri bilimsel ve felsefî ontolojiler arasında ayrım gözetirse Lenin 'in kabul ettiği gibi bu türden düşüncelerin felsefi materyalizmi yanlışlaması gerekmez. Ancak bunun içeriği nedir? Kimi materyalistler bilim aracılığı ile dünyanın bilinebilirliğinin tüketilebileceği düşüncesini kabul etmişlerdir. Ancak bunun temeli nedir? Bu yengin bilişsel tutum insan merkezli ve bu nedenle de idealist bir kibir gibi görünmektedir. Öte yandan bilinebilecek olan her ne ise bilim tarafından bilinmek zorundadır gibi daha ılımlı bit varsayım eğer bir totoloji değilse belirli araştırma alanlarında materyalizmin gerçekliğini doğalcılığın olanaklılığı yerine geçirir.

Asi Ruh isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 01.02.2014, 23:05   #5 (permalink)
Özel Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Akımlar Arşivi

Bu nedenlerden ötürü materyalizmin bazılarına; yan betimleyici tezlerden oluşan felsefi bir tutumdan veJya da daha özel olarak; (a) -örneğin Tanrının varlığına ruha formlara düşüncelere görevlere mutlak'a ya da bilimin olanaksızlığına (veya ikincil durumda olduğuna) dünyevi mutluluğa vb.ye dair- bir yığın ayrıntılı geleneksel felsefî önerme olarak ve (b) bu tür felsefî ayrıntıların yanlış ya da uygun olmayan bilinçlilik ya da IDEOLOJI'nin biçimleri olarak bilimsel açıklanışlarına bir bağlanışın olmazsa- olmaz temeli olarak kabul edilmesinden daha çok bir kaldıraç konumu (prise de position)bir pratik anlamlandırma (konumlandırma) olarak ele alınması çekici gelebilir. Bununla birlikte böyle bir (anlamlı) konumlandırma; hem bilim- sel ya da benzeri pozitif bir durumu önvarsayar ve hem de normatif olarak temellendirilme talebinin ilke olarak savunulması çok zordur. Bu nedenle materyalizmin pragmatik yeniden oluşumunun onun betimleyici karakterini geliştirmesi güçtür.

Her iki durumda da bir meşruiyet sorunu vardır. Gerçekte materyalizmin bilim ve bilimsellik bakımından meşru gösterilmesi kendiliğinden materyalizm olarak meşru göstermekten daha kolay olabilir: ve belki de yalnızca böyle bir özel açıklama (Feuerbach Üzerine 2'nci tezdeki) Marx 'ın hipoztaslaştırılmış ve soyut düşünce eleştirisi ile tutarlıdır.

Lukâcs-sonrası Marksizm için Marx 'ın öncülleri ile Engels 'in çıkarımlarının karşı kargıya getirilmesi tipik bir olgudur. Ancak bilimin çağdaş gerçekçi yeniden oluşumlarında bunların inceltilmiş biçimleri arasında bir tutarsızlık yoktur. Nitekim doğanın pratik araştırılması olarak bilim düşüncesi bağımsız biçimde varolan ve olguları dönüştürmede etkin gerçek yapıların aygıtların süreçlerin ilişkilerin ve alanla- rın antropolojik olmayan bir ontolojisini gerektirmektedir. Üstelik böyle bir aşkın gerçekçilik eger sözde kalmazsa kısmen de olsa Engels'in "Iki Büyük Kamp Tezi'nin ruhunu korumaktadır. Şöyle ki; (a) varlığın "epistemik aldanmanın" iki varyantı olan deneyim ve akıl içinde insani bir niteliğe indirgenmesindeki ortak yanlışlarına (birarada) işaret ederek ve (b) epistemolojik olarak nesnel idealizmin öznel idealizmin şeyleşmiş olgularını önvarsaymasında ve ontolojik olarak da öznel idealizmin nesnel idealizmin hipoztaslaştırılmış düşüncelerini önvarsaymasındaki - sistematik karşılıklı bağımlılıklarını ortaya sererek; öyle ki öznel ve nesnel idealizmin kendilerine özgü yapılan üzerine bir araştırma ile bunların iki yüzlü Tanrı efsanesinde olduğu gibi (Janus) ampirik kesinlik/kav- ramsal doğruluk biçimde aynı ikiligi taşımakta oldukları görülebilir; aşkın gerçekçilik hem öznel idealizmin ampirik gerçekçiliğine hem de nesnel idealizmin kavramsal gerçekçiliğine karşı çıkmaktadır. Aynı zamanda tarihsel araştır- mada Engels'in bilimsel bilgideki ve daha genel olarak toplumsal yaşamdaki değişiklikler çevresinde oluşan mücadeleler bağlamında materyalizm ve idealizmin uzlaşmaz diyalektik çelişkileri olarak birbirleriyle ilişkide oldukları görüşüne bazı dayanaklar sağlamaktadır. Son olarak materyalizmin aşkın gerçekçi bir açıklamasının doğalcı bir konumlandırmayı ortaya çıkartan güçlerle uyum halinde olduğu belirtilmelidir. Bu son değerlendirmenin önemi şuradadır; Marx ve Engels 'ten bu yana Marksizm idealizme bayağı ve (vülger) indirgemeci ya da "diyalektik-olmayan" örneğin tefekkürcü (Marx) ya da mekanik (Engels) materyalizme karşı ikili bir polemik yürüttü. Ve karakteristik bir biçim- de idealizm tarafından kutsanmış olan bazı konuların doyurucu bir "materyalist dökümü ya da eleştirisini hazırlama projesipratikte idealizmin çok daha doyurucu olarak yapmış olduğu bir ikiciliğe yeniden geri dönmeden -karakteristik materyalist karşılık- çoğunlukla (örneğin felsefenin bilime toplum ya da aklın doğaya genelin özele teorinin deneyime insan etkinliğinin ya da bilincinin toplumsal yapıya) indirgemecilikten kaçınma çabası olarak sonuçlandı. Bu da genellikle iki cephede bir savaşı zorunlu kıldı; - çeşitli nesnelcilik çeşitlerine örneğin meta- fizik bilimcilikdogmatizm determinizm şeyleşme'ye karşı ve öznelciliğin biçimsel olarak karşıt olan ancak gerçekte birbirlerini tamamla- yan türlerine örneğin pozitivizm bilinemezcilik şüphecilik bireycilik iradecilik'e karşı bir savaş. Marksist materyalizmin bu tarihsel ilişkiler arasında aracılık yapmaya ya da basit bir Hegelci sentezde bulunmaya çalıştığını düşünmek bir yanlış anlama olacaktır. Ortak sorunsallarını dönüştürürken eski uzlaşmaz ortaklıklarının hem yanlış hem de kısmi kavranışlarının her ikisinin de yeni ve üstün bir bakış açısından eleştirel rehavete terkedildiklerini düşünmek daha doğru olur.


Marx 'ın "materyalist tarih anlayışı 'nın felsefî açıdan başlıca önemli noktalan şunlardır:

a. toplumsal yaşamda düşüncelerin öncelikle özerkliklerinin daha sonra da üstünlüklerinin reddi;

b. soyut felsefî düşüncenin tersine yöntemsel olarak somut tarihsel araştırmaya bağlılık;

c. toplumsal yaşamın üretim ve yeniden üretiminde insan etkinliğinin (praxis) merkezi rolünün kavramlaştırılması buradan hareketle;

d. insanlık tarihinde toplumsal ilişkilerin dolayımının ve doğanın dönüştürülmesinin nedeni olarak emeğin öneminin vurgulanması;

e. Marx 'ın türsel bir hümanizm olarak anlaşılmış bir doğalcılığı savunarak insanı temelde doğa ile birliği içinde kavradığı erken dönem (özellikle Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları) yazılarının dışavurumculuğundan; insanı temelde doğaya karşı ve onun egemeni olarak kavradığı orta ve geç dönem yazılarının teknolojik Prometheusçuluğa doğru değişme göstererek insan açısından doğanın anlamını vurgulaması;

f. bütününde Marx 'ta insan-doğa ilişkisini içsel olarak -insanin temelde doğaya bağımlı olması ancak doğanın temelde insandan bağımsız olması biçiminde- simetrik olmayan bir şekilde ele aldığı bilimsel GERÇEKÇILIK'e doğru göreceli olarak gelişen bir bağlanma ve gündelik gerçekliğe sürekli bir bağlanış.

Asi Ruh isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 01.02.2014, 23:05   #6 (permalink)
Özel Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Akımlar Arşivi

KRİTİSİZM( Eleştiricilik) /I.Kant

Kant'a göre felsefe araştırması bir değerlendirme (eleştiri) olmalıdır. Felsefe us (Al. Vernunft)'la yapılıyor. Öyleyse usu değerlendirmek onun ne olduğunu ve ne olmadığını iyice bilmek gerek. Felsefe nasıl bir usla yapılıyor?.. Deneyden yararlanmayan bir salt us (Os. Akli mahiz Fr. Raison pure Al. Reinen vernunft)'la. Öyleyse salt us nedir?

Kant'ın üç büyük yapıtından ilki olan Salt Usun Eleştirisi (Kritik Der Reinen Vernunft 1781) bu sorunun karşılığını araştırır. Salt us duyarlığın (Al. Sinnlichkeit) verilerinden alınmamış olan (a priori) bir bilgiyi gerçekleştirdiği iddiasındadır. Buysa nesneler düzenini aşarak düşünce düzenine yükselmek demektir. Öyleyse salt usun bilme yöntemi bir aşkınlık yöntemi'dir.

Salt us bu yöntemle gerçek bir bilgi edinebilir mi? Öyleyse bilgi nedir önce onu tanımlamak gerek. Kant'a göre her bilgi bir yargı (Al. Urteil)'dir. Ne var ki her yargı bir bilgi (Al. Kenntnis) değildir. Örneğin "her cisim yer kaplar" yargısı bize yeni bir bilgi vermez çünkü "cisim" kavramı esasen "yer kaplamayı" içerir; bu yargıda sadece bir çözümleme yapılıyor ve "cisim" kavramı çözümlenerek kendisinde esasen bulunan bir bilgi hiçbir gereği yokken yeniden ortaya konuyor.

Oysa "bu yük ağırdır" yargısı bize yeni bir bilgi verir çünkü "yük" kavramı kendiliğinden ağır ya da hafif olduğunu bildirmez; burada ötekinin tersine bir çözümleme değil bir bireştirme yapıyoruz ve "yük" kavramıyla "ağır" kavramını birleştirerek yeni bir bilgi elde ediyoruz. Demek ki bize bilgi veren yargılar çözümsel yargılar değil bireşimsel yargılar'dır. Salt us bu bireşimsel yargıyı aşkınlık yöntemiyle deneyi aşarak gerçekleştirebilir mi? Kant bu soruya kesin olarak şu karşılığı veriyor:

Gerçekleştiremez. Böylece metafiziği kesin olarak yıkmış oluyor: Salt us deneyden yararlanmadan hiçbir bilgi gerçekleştiremez. Öyleyse metafizik tasarımlar insanların romantik düşlerinden başka bir şey değildirler. (Bu vargı Kant'ın materyalist yanını belirtir ve Engels bunun içindir ki kendisine utangaç materyalist der).

Kant öncesi felsefenin tanrılaştırdığı us böylelikle tahtından indirilmiş olmaktadır; artık aşkınlık yöntemiyle çalışan salt usa güvenilmeyecektir. Kant araştırmakta eşanlamda eleştirmekte devam ediyor: Salt us bireşimel yargı olan bilgi'yi niçin gerçekleştiremez?. Çünkü us sadece bir bireştirme işini gerçekleştirmektedir ve bu iş için gerekli gereçleri nesneler düzeninden almaktadır.

Elimizle tuttuğumuz taşı yere bırakınca onun düştüğünü görüyoruz ve ancak ondan sonradır ki (a Posteriori) "bırakılan taş düşer" bilgisini edinebiliyoruz. Bu deneyi yapmadan önce (a priori) bu konuda hiçbir bilgimiz olamaz. Bize bu gereçleri veren duyarlık'tır. Duyarlık bu gereçleri bize nasıl veriyor? Zaman ve mekân içinde veriyor. Oysa nesneler düzeninde zaman ve mekân diye bir şey yoktur.

Demek ki bunlar duyarlığın dışardan almadığı kendinden çıkardığı bir şeylerdir ve duyarlık bunları katmadan dışardan aldığı hiçbir şeyi bize gönderemez. Bunlar deneyden elde edilemeyeceklerine göre usun verileri midir? Kant bu soruya da kesinlikle şu karşılığı veriyor: Hayır bunlar usun verileri olamaz. Çünkü küçük çocuklar zaman ve uzayı düşünmeksizin bilirler hiçbir ussal işlemi gerçekleştiremedikleri halde sevdikleri şeylere yaklaşır ve sevmedikleri şeylerden uzaklaşırlar. Öyleyse duyarlık ne nesneler düzeninden ne de düşünce düzeninden aldığı bu şeyleri nasıl elde etmiştir?.. Kant bu soruya kendine özgü bir karşılık veriyor: Sezi (Al. Ansehauung)'yle.

Kant'a göre bunlar birer biçim'dir ve ancak duyarlığın sezisiyle elde edilebilir. Zaman iç duyarlığın biçimidir içimizden gelen her duygu zamanla birliktedir; mekân dış duyarlığın biçimidir dışımızdan gelen her duygu mekânla birliktedir. Katılmadikları hiçbir duyumun gerçekleşemeyeceği bu biçimler usun verileri olmadıkları halde deneyüstü (Al. Transzendentale)'dürler. Deneyden çıkarılmamışlardır ama bunlarsız da deney yapılamaz.

Görüldügü gibi Kant artık aşkın (Al. Transzendent) kavramında deneyüstü (Al. Transzendental) kavramına geçmektedir; ona göre aşkın bilgi olamaz ama deneyüstü bilgi olabilir. Bir soru daha gerekiyor: Deneyden gelen verilere duyarlığn seziyle elde ettiği birimlerin katılması bilimsel bir bilgiyi gerçekleştirmeye yeter mi? Yetmeyeceğini söyleyen Kant sonunda us'a deneyüstü bir görev bulmuştur: Bireştirme işi.


Kant'a göre us bu görevi gerçekleştirmeseydi ne duyuların verileri ve ne de duyarlığın katkıları bilimsel bilgiyi gerçekleştirebilirdi. Öyleyse us bu bireştirme işini nasıl yapıyor? Duyarlığın katkısıyla birlikte gelen bilgi gereçlerini düzenleyici kalıplara (Tr. Ulam Al. Kategorie) sokarak. Us bu kalıpları ne deneyden ve ne de duyarlığın sezişinden almıştır; bu kalıplar onda temel olarak vardırlar ve kendisiyle birliktedirler. Demek ki Kant'a göre bilgi gene de nesneler düzeninde değil us'un düşünme düzeninde (Al. Verstand) gerçekleşmektedir. Kant böylelikle kendi düşünme yöntemini de bulmuş oluyor: Deneyüstü yöntem (Al. Transzendental methode).

Kendi kurduğu bu terimle eleştirici bakışını dilegetirerek bilgi'nin duyuların ürünü olduğunu savunan duyumculuk'la anlığın ürünü olduğunu savunan anlıkçılık'ın üstüne aşıyor ve gerçeğin her ikisinin birleşik bir üstünde'liğinde olduğunu ileri sürüyor.

Önemli olan şudur ki Kant deneyüstü'ne deney'le bağıntısını kesmeden çıkmaktadır. Us bireştirme görevini gerçekleştirirken deneyle bağıntısını koparırsa �ki fiziğin üstüne yükselme anlamında metafizik budur� aşkın'ın alanına girer ve köksüz düşler kurmaya başlar. Kant'ın deneyüscülüğübir bağıntıcı deneyüstücülük'tür. Bu düzeyde ancak deneyden gelen veriler birleştirilir salt usun kurguları bireştirilemez. Usun bireştirici kalıplarıdeneyle hiçbir ilgileri olmayan ve deneyden çıkarılmamış önsel (a priori) kalıplardır ama ancak deneyin verilerini bireştirmekte işe yarayabilirler.

Kavramlar'la nesneler asla kopmaksızın bağıntılı olmalıdır. Metafizik bu bağıntıyı gerçekleştiremediği içindir ki metafizik bilgi olamaz. Yoksa Kant'a göre; kesin tümel her zaman ve her verde geçerli bilgi elbette deneyüstü önsel bir bilgidir. Çözümsel yargıların tümü sonsaldır deneyden sonra gerçekleşmişlerdir ve bu yüzden bilimsel ve kesin bir bilgi vermezler. Bireşimsel yargıların da önsel olanları vardır ama sonsal olanları da vardır. İşte asıl kesin ve bilimsel bilgi bu önsel bireşimsel yargı'lardadır.

Asrevya beğendi.
Asi Ruh isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 01.02.2014, 23:06   #7 (permalink)
Özel Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Akımlar Arşivi

FENOMENOLOJİ(Görüngübilim)/E.Husserl

Edmund Husserl (1859-1938) tarafından geliştirilmiş olan felsefe görüşüdür.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde görülen bilimlerdeki ve düşüncedeki genel bunalım içinde doğup gelişen bir felesefe akımıdır. Husserlci fenomenoloji bu bağlamda metafiziği sona erdirerek somut yaşantıya dönmek ve böylece tıkanmış olan felsefeye yeni bir başlangıç yapmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır.

Bir felsefe akımı olmaktan çok bir yöntem olarak tarif edilmesi yaygındır. Fenomenoloji her şeyden öncefenomeni yani dolaysız olarak verilmiş olanı betimlemeye dayanan bir yöntemdir çünkü. Bunu nasıl yaptığı ya da yapıp yapamadığı yani yöntemin iddiasını geçerli kılmak bakımından teorik düzlemdeki statüsü tartışılırdır. Öte yandan fenomenoloji bu yöntem üzerinden kavramlar ve kategoriler geliştirerek özgün bir felsefe akımı da meydana getirir.

Fenomenoloji 20. yüzyıl felsefesinde ve kuramsal tartışmalarında etkili ve belirleyici bir yere sahiptir. Heidegger'den Sartre'a Frankfurt Okulu'ndan Foucault'a ve Postmodern düşünürlere kadar pek çok düşünür ve felsefî eğilimde etkisi görülür.

Fenomenoloji genel felsefe akımlarında olduğu gibi özne-nesne ilişkisini konu edinir. Nesneyi en genel anlamda öznenin dış dünya ile kurduğu ilişkilerinde algıladığı deneyimlediği şey'ler olarak görmesiyle pozitivizm ve ampirizm'le aynı noktada dursa da temelde fenomonoloji bu iki felsefe akımına karşı çıkar. Bu karşı çıkış en başta tek tek nesnelerin ele alınması konusunda ortaya çıkar. Tek tek nesnelerFenomenolojiye göre belirli genel yasalara bağlı şeyler değil varlıkları yalnız raslantı kavramıyla açıklanabilir olan şeylerdir. Ayrıca dolaysız olarak verilmiş olanı betimlemeye dayalı bir yöntem olmasıyla ilkin doğabilimini dışta bırakır ve böylece her iki teorik eğilimi yadsır.


Fenomenoloji yaygın olarak kullanılan deyişle öz'lerin araştırılması konusudur. Cünkü bütün sorunlar sonunda özlerin betimlenmesi sorununa geri götürülebilir. Ancak bu noktada ayrımı belirginleştirmek gerekir; Fenomonoloji öz’lerin bilimi degil öz’ü görüleyen Bilinç’in bilimidir aslında. Algının ya da bilincin özü'nün betimlenmesi sorunu fenomenolojinin konusudur.

Fenomenolojik bakışa göre gerçekliğin kendiliği diye bir şey olamaz. Çünkü gerçeklik her zaman kendine yönelmiş bir Bilinç tarafından bilinen bir gerçekliktir. Yani kendisine yönelen bilinc tarafından görülenalgılanan ve bilincine varılan bir şeydir. Öyle ise dünya deneyimlerimizin tamamı bilinç tarafından kurulmuştur en somut algılardan en soyut matematik formüllerine kadar. Bu nedenle fenomenolojiBilinç'in sistematik incelemesini hedefler. Hareket noktası olarak belli bir epistemolojiye dayanma düşüncesinden uzak durur.


Böylece "fenomenoljik yöntem" denilen nokta öne çıkar. Buna göre hem bildiklerimiz hem de gerçeklik dışta bırakılarak bilginin nasıl ve hangi süreçlerde oluşturuldugu/oluştuğu anlaşılmaya çalışılır. Özgün yöntemsel kategoriler geliştirir Fenomonoloji bu noktada. İki temel kategorisi vardır bu yöntemin; "askıya alma" ve "fenomenolojik indirgeme".

Bunlar kısaca belirtilecek olursa bir yandan verilmiş öğelerin yani dış görünümlerin raslantılsallığının paranteze alınarak dışta bırakılmasını ve öte yandan da bilimsel ya da mantıksal olsun çıkarsama yoluyla türetilmiş olan her tür yargıların ve çıkarsamaların dışta bırakılmasını ifade ederler.

Böylece ikili bir işlemle hem özne hem de nesne askıya alınmış ve hem raslantısal olgular dünyasından hem de bilinci yönlendiren öznel yargılardan kurtulunmuş olunur ki sonuçta rastlantısal dış görünümleri bir yana bırakılarak dünyanın öz'ü ortaya konulabilsin. Salt öz'e ancak bu şekilde varılabilecektir.

Asrevya beğendi.
Asi Ruh isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 01.02.2014, 23:07   #8 (permalink)
Özel Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Akımlar Arşivi

ANALİTİK FELSEFE(Mantıkçı Amprizm-Neopozitivizm)

1900'lü yılların geleneksel düşünce sistemlerini eleştirerek kurulan ve felsefesini bu yönde geliştiren bir felsefe okuludur.

Bu akım analitik felsefe dışında; Analiz Lingüistik Analiz Mantıkçı Analiz Felsefi Analiz Sıradan Dil Felsefesi Cambridge Analiz Okulu ve Oxford Felsefesi gibi adlarla anılır. Analitik felsefe İngilizce konuşan ve Kuzey İskandinav ülkelerindeki yaygın bir felsefi anlayıştır. Kıta felsefesi ise daha çok ana dili İngilizce olmayan ülkelerdeki felsefi akımdır.


Doktrin olarak Analitik felsefeyle çoğunlukla mantıkçı pozitivizm ve mantıkçı atomculuk ve daha az yakın anlamla sıradan dil felsefesi ve yukarıda sayılanların bazı bileşkeleri kastedilmektedir. Bu üç akımın Analitik felsefe başlığı altında ele alınmasının sebebi her üçünün de felsefenin ana işlevini analizde görmelerinden ileri gelmektedir. Analiz ile kastedilen dilin kullanılışı ve işleviyle ilgili analizdir ve geçmişte felsefi problem alanı içinde görülen bu problemlerin bir kısmı bu analiz sonucunda felsefe alınının dışına çıkarılır. Terim 1950'lere kadar bu manada kullanımış ancak bu tarihlerde önde gelen analitik filozoflar belirli araştırma alanlarıyla ilgilenmeye başlayınca çağdaş analitik filozoflardan ancak birkaçı yukarıda adı geçen okullara bağlı kalmaya devam etmiştir. Modern analitik felsefeyi mantıkçı pozitivizm ile eşitlemek veya mantıkçı pozitivizme benzer görmek yaygın yapılan bir hatadır.

Analitik felsefe muhtemelen Hegel ve Hegelci filozoflarla ilişkisi koparmasından ötürü tarihinde politik görüşlerle ilgili söyleyecek çok az sözü olmuş ancak 1950'ler ve sonrasındaki bir seri makalesiyle John Rawls bu tavrı radikal biçimde değiştirmiş ve liberal refah devleti savunusunu felsefi zemine kaydırmıştır. Rawls'ın meslekdaşı Robert Nozick'in Anarchy State ve Utopia kitaplarında da aynı yaklaşımın sürdürüldüğü ve serbest pazar özgürlükçülüğünü savunulduğu görülmektedir.

Siyaset felsefesinde yaşanan bir başka gelişme de Analitik Marxizm olarak bilinen okulun ortaya çıkışıdır. Bu okulun üyeleri analitik felsefenin tekniklerini modern sosyal bilimlerin rasyonel seçim teorisi araçlarını da kullanarak Karl Marx ve izdeşlerinin görüşlerini açıklamakta kullanmaktadırlar. Bu okulun en tanınmış üyesi Oxford Üniversitesi filozoflarından G. A. Cohen'in 1978 tarihli "Karl Marx's Theory of History: A Defence" kitabı bu okulun doğuşunu temsil eder. Diğer önemli analitik marksistlerden bazıları ekonomist John Roemer toplumbilimci Jon Elster ve sosyolog Erik Olin Wright'dır.


Analitik Felsefe Akımının Kurucuları ve Üyeleri

Analitik felsefenin kurucuları Cambridge filozofları G. E. Moore ve Bertrand Russell'dir. Bu filozoflar; Gottlob Frege Ludwig Wittgenstein Rudolf Carnap Kurt Gödel Karl Popper Hans Reichenbach Herbert Feigl Otto Neurath ve Carl Hempel gibi isimlerden etkilenmişlerdir.

Russell ve Moore'u İngiltere'de C. D. Broad L. Stebbing Gilbert Ryle A. J. Ayer R. B. Braithwaite Paul Grice John Wisdom R. M. Hare J. L. Austin P. F. Strawson William Kneale G. E. M. Anscombe ve Peter Geach; Amerika'da ise Max Black Ernest Nagel C. L. Stevenson Norman Malcolm W. V. Quine Wilfrid Sellars ve Nelson Goodman Avustralya'da A. N. Prior John Passmore ve J. J. C. Smart takip etmişlerdir.

Asrevya beğendi.
Asi Ruh isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 01.02.2014, 23:08   #9 (permalink)
Özel Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Akımlar Arşivi

Analitik Felsefe Anlayışı

Analitik felsefe Hegel kökenli "Mutlak Gerçeklik" kavramı ve idealist sentezine karşı bir reaksiyonu temsil eder. İdealist felsefede; gerçeğin görünüşlerden büsbütün bağımsız olduğu ve felsefenin de bu bağımsız alanla ilgilendiği kabul edilmekteydi. Analitik felsefede ise felsefenin işlevinin duyularımızdan bağımsız olduğu varsayılan veya inanılan alanla ilgili spekülasyon yapmak değil bilgi dediğimiz şeyin hangi anlamda bir bilgi olduğunu lingüistik araştırmalarla analiz etmek ve felsefeden entelektüel kargaşa veya yanlış anlama gelen ve hatta yanlış sorulan soruları ayıklamak olduğunu kabul edilmektedir.



Analitik felsefe pozitivizmin 20. yüzyılda çağdaş bir görünüm almış şeklidir. Neo-pozitivizm ya da mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu anlayışa göre felsefenin asıl uğraş alanı dildir.

Bu yaklaşıma göre felsefe; varlık değer ve tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir. Bu felsefe anlayışına göre bilime dayanan bilgi doğru bilgidir. Bir bilginin doğru olup olmadığını anlamak için de bilginin analizi gerekir. Bu amaçla bilimin kullandığı önermelerin kuruluşu ve yapısı incelenir. Bu da dil analizidir.

Analitik felsefeye göre felsefede ortaya çıkan sorunlardan birisi bulanık mantıksal çıkarımlar; diğeri değişik anlamları olan sözcüklerin bir birine karıştırılmasıdır. Bu nedenlerden kaynaklanan sorunları çözmek için de bulanık mantıksal çıkarımlar yerine açık-seçik mantıksal çıkarımlar oluşturmak ve tek anlamlı sözcüklerden oluşan yapay bir dil sistemini kurmak gerekir.
Bu akımın başlıca temsilcileri; Ludwig Witgenstein Moritz Schlick Rudolf Carnap ve Hans Reichenbach’tır.

L. Witgenstein (1889-1951): Witgenstein dili kullanmanın ve dili anlamanın insanları sıradan şeylerden ayıran en önemli özellik olduğunu belirtir. Ona göre dil dünyayı resmetmek suretiyle temsil eder. Bu yüzden önermeler olguların tasvirleri ve olguların resimleridir. Öte yandan önermeler düşüncelerin dile gelmeleridir.

Filozof daha sonra bu dil anlayışını değiştirerek başka bir dil görüşü geliştirmiştir. Bu yeni dil anlayışı ile dile doğal bir insan fenomeni toplumsal bir fenomen (birden fazla insanın benimsediği kuralların varlığı ile işleyebilen bir fenomen) olarak yaklaşmıştır. Ona göre felsefe sayılıp dökülecek bir öğreti bütünü değil bir faaliyettir. Filozofa düşen felsefik kuramlar geliştirmek değil dilin nasıl kullanıldığını göstermektir.

Analitik felsefe dil analizi eleştirisi yoluyla felsefi problemleri doğrularken onları “anlamsız” ve “anlamlı” olarak bir ayırıma tutar.

Metafiziğin konusuna giren problemler anlamsız ve sözde problemlerdir. Tek tek bilimlerin çözebileceği problemler de ilgili bilim dallarını ilgilendirir. Bu durumda felsefeye sadece mantık ve bilgi kuramı kalır.Böylece felsefe araştırmaları sınırlandırılmış olur.

Felsefede mantıksal dil çözümlemeleriyle doğrulanabilen önermeler anlamlı olarak kabul edilir. Böylece felsefenin konusu gerçek ya da düşünsel nesneler olmaktan çıkar bilimsel önermelere ve kavramlara indirgenmiş olur.


Frege: Wismar'da doğdu. 1869'da Jena Üniversitesi'nde öğrenime başladı ve iki yıl sonra 1873'te Felsefe Doktoru unvanını aldığı Göttingen'e taşındı. İki yıl sonra Jena'ya döndü ve matematik dersleri vermeye başladı. Matematik alanında 1879'da doçent ve 1896'da profesör oldu. 1925'de Bad Kleinen'de öldü.

Aristo'dan sonraki zamanların en büyük mantıkçısı kabul edilir. 1879'da yayınladığı devrim niteliğindeki Begriffsschrift veya Kavram Yazısı Aristo'dan beri nüfuzunda bir değişiklik olmayan eski Terim Mantığı'nın yerini alarak mantığın tarihinde yeni bir dönemi haber veriyordu. Begriffsschrift bugün matematiğin her alanında kullanılan nicelikleme gibi Orta Çağ'ın Çoklu Genelleme Problemi'ne çözüm getiren kavramlar ve fonksiyon ve değişkenlerin açık bir şekilde konumlandırılması gibi özellikleriyle temelleri sarstı.

Frege Önermeler Mantığı ve kendi icadı Yüklem Mantığı'nın aksiyomatikleştirilmesini oluşturan kişidir. Bertrand Russell'ın Tarifler Teorisi ve Russell ile Alfred North Whitehead'in Principia Mathematica 'sı için son derece temel bir kavram olan nicelikleme de yine Frege'ye aittir. Çalışmaları kendi döneminde geniş ölçüde tanınmamış ve fikirleri özellikle Giuseppe Peano ve Russell gibi etkilediği insanlar aracılığıyla yayılmıştır. Ludwig Wittgenstein ve Edmund Husserl da felsefî açıdan etkilediği kaydadeğer insanlardır.

Frege en temelinde önerme'nin fonksiyon-argüman analizi özel isimlerin anlam ve gönderim tefrikikavram ve nesne tefriki ve bağlam prensibinin geliştirilmesi bulunan Lisan Felsefesi'ne yaptığı derin sistematik katkılarla Analitik Felsefe'nin kurucularından sayılır. Edmund Husserl ve Max Schröder gibi zamanının önde gelen bir çok mantıkçı ve felsefecisiyle yazışmıştır.

Frege mantıkçılığın -- matematiğin mantığa indirgenebileceği düşüncesinin önde gelen ilk savunucusudur. Grundgesetze der Arithmetik isimli çalışmasında aritmetiğin kanunlarını mantıktan çıkarmaya tevessül eder. (Masraflarını kendi karşıladığı) ilk cildi yayınladığında Russell ismiyle anılan paradoksu keşfetmiş ve Grundgesetzenin aksiyomlarının bu çelişkiye yol açtığını ifade etmiştir.
Frege bu paradoksun varlığını kabul edip kitabın ikinci cildinin ek kısmında bu soruna yol açtığını düşündüğü aksiyomu belirtmişse de aksiyomlarında tatmin edici bir değişikliğe gidememiştir. Russell ve John Von Neumann'ın sonraki çalışmalarında bu problemin nasıl çözümleneceği yer almıştır.

Buna ve Russell'ın Frege'ye olan övgüsündeki cömertliğe karşın yaşamı boyunca üne kavuşmamış ve --Tractatus ve Felsefî Soruşturmalar'da fikirleri Frege'nin mantık ve dil alanındaki kavramları etrafında dönen-- Ludwig Wittgenstein üzerindeki etkisi olmasa bir filozof olarak değerinin hiç bir zaman anlaşılmayabileceği düşünülmüştür.

Frege üzerindeki önemli otoriteler arasında Michael Dummett Günther Patzig Hans Sluga Terence Parsons ve Vincent Riolo sayılabilir.

Asi Ruh isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 01.02.2014, 23:08   #10 (permalink)
Özel Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Akımlar Arşivi

VAROLUŞÇULUK(Egzistansiyalizm)

Varoluşçu felsefe düşüncesini temel olarak alan bütün düşünsel uğraşılara verilen ad.

Başlıca temsilcileri: Jean Paul Sartre Albert Camus Merlaeu-Ponty Simone de Beauvoir Gabriel MarcelMartin Heidegger ve Karl Jaspers'dir.

Fransa'da bir felsefe - edebiyat akımı olarak biçim almıştır. J. P. Sartre'a göre; varoluş özden önce gelir ve her bir kimseye bir öz kazandırmayı sağlayacak özgürlükle özdeştir; insan ne ise o değildir ne olmuşsa odur. İnsan kendini kendi yapar daha önce kazandığı bazı belirlenimlerin elverdiği ölçüde kendine biçim verir kendini oluşturur.

Heidegger'e göre "İnsanın özü varoluşundadır." yani "dünyada-olma"sındadır. Yalnızca insan "gerçek varoluş"tur. Çünkü yalnız insan var olanın (kendisinin) sınırlarını aşıp varlığa adım atabilir. Yalnız insan var olan olarak kalmaz kendini var olan olarak anlayabilir: bütün öteki şeyleri anlayabilmesinin temeli de budur. Böyle olunca varlıkbilim bütün öteki bilimlerin dayanağıdır; Heidegger ağırlık merkezi ahlak felsefesi ve insanbilim ile ilgili sorunlar olan her varoluşçu felsefenin karşısına bilinçli olarak bir varoluşçu varlıkbilim koymak ister; böylece varlığı var-oluşta arayarak felsefenin temel sorunu olan varlık felsefesine dönmüş olur. Varlığın (Sein) araştırılması gereken yer varoluştur (Existenz). İnsanın özü varoluşunda olduğuna görevaroluştan kalkarak varlık sorusu yeniden düzenlenmelidir.

Jaspers her varlıkbilimde varoluşsal olanın bir katılaşması ve yozlaşması tehlikesini görür; onun yöntemi varoluşu açma aydınlığa çıkarma (varoluş aydınlanması) yöntemidir; ama kendi felsefesinin salt bir varoluş felsefesi olduğunu ileri sürmekle birlikte kendisi de bilincin ötesine geçen bir fizikötesine yönelişiyle varoluş felsefesinin dışına çıkar.



* * *


"Varoluşçuluk deyimi ilk kez 1929 yılında kullanılmıştır. Varoluşçuluk "ben"le "varoluş"un ayrılmazlığı düşüncesinden yola çıkar. Bunu yaparken de gizemci bir filozof olan Kierkegard’ı temel alır. Bu düşünüre göre insan tanrı ve ne etse önleyemeyeceği ölümsel hiçlik karşısında tirtir titreyen zavallı bir yalnız yaratıktır. Tanrı korkusu veya ölüm korkusu ile titreyen bu insan ne olduğunu bilmiyor sadece varolduğunu biliyor. Demek ki ben’le varoluş özdeştir. Öyleyse bu bensel varoluş sorunu ölümsel hiçlik karşısında nasıl konulmalıdır?

Varoluşçuların (özellikle 1905-1980 yılları arasında yaşayan 68 Kuşağının fikir babası Jean-Paul Sartre’ın) bu soruya yanıtı özetle şöyledir: İnsan özünü kendi yaratır özünü kendi yaratan tek nesne insandır. İnsandan başka her nesnede yapış varoluştan önce gelir. Önce varolup sonra kendini yaratan sadece insandır. Yalnız insandır ki önce varlaşır sonra özünü yaratır; nasıl olacağını neye yarayacağını kendisi çizer.

İnsan varolmadan önce tanımlanamaz çünkü varolmadan önce hiçbir şey değildir. Ancak varolduktan sonra bir şey olacaktır hem de kendisini nasıl yaparsa öyle olacaktır. Yani insan insanlığını kendi yapar. Demek ki bu yapış keyfe bağlı bir yapıştır.Öyleyse bu keyifsel özgürlük de ölümün ötesindeki hiçlik karşısında boşuna bir çabalamadan ibarettir. Ama varoluşçular böyle demiyorlar elbet.

Descartes’ın düşünüyorum öyleyse varım denilen cogito’sundan yola çıktıklarını söylüyorlar. Onlara göre bilincin kendiliğinden ulaştığı mutlak gerçek sadece budur. Herhangi bir gerçeğin olabilmesi içinse ortada mutlak bir gerçeğin bulunması gerekir. Bu gerçek insanın bir aracıya başvurmaksızın kendini anlamasıözünü bilmesi gerçeğidir. İnsan bu gerçekle kendinden başkalarına da varmaktadır. İnsan kendi gerçeklerine varabilmek için başkalarının içinden geçecektir. Başkaları insanın hem varolması hem de kendini bilmesi için gereklidir. Oysa gene de kendini yapan sadece insanın kendisidir. Başkalarının içinden geçmesi yaptığını değerlendirmek içindir.

Yani insan geleceğe doğru bir atılıştır bir gelecek bilincine varıştır kendini yaşayan bir tasarıdır. İnsan özünü kendi yaratır: dünyaya atılarak orada acı çekerek savaşarak… İnsan sorumludur.

Varlık özden önce geldiğine göre insan ne olduğundan veya olmadığından sorumludur. Özünü kendisi tasarladığına göre sorumluluğunu da omuzlarına yüklenmesi gerekir. Hem bu sorumluluğu sadece kendisine karşı değildir bütün insanlara karşıdır. Çünkü insan kendisini seçerken bütün insanları da seçmiş olur olmak istediğini yaratırken herkesin nasıl olması gerektiğini de tasarlar. Yeşil güzeldir derken yeşilin bütün sorumluluğunu da yüklenir.

İnsanın sorumluluğu bütün çağına yayılır bütün evreni kucaklar. Bu sorumluluk korkunç bir sorumlulukturuçsuz bucaksızdır. İnsan bu sorumluluğun bütün yükünü omuzlarında taşımakla insanlaşır. İnsan kendini seçerken bütün insanları seçtiği gibi bütün insanları seçerken de kendini seçer kendine karşı sorumlu olunca bütün insanlara karşı da sorumlu olur. Bunaltı sorumluluğunu duymaktır. Öyleyse insan bunaltıdır.

Sorumluluklarını maskeleyen bu bunaltıyı azaltabilirler gene de içleri rahat değildir. Çoğu kimseler yaptıklarının yalnız kendilerini bağladığına yalnız kendilerini sorumlu kıldığına kendilerini inandırmaya çalışırlar gene de bir türlü rahat edemezler. Çünkü sorumluluk da bunaltı da insanın insanlığından gelmektedir edimlerinin sonucudur. Bunaltı insanı eylemden ayırmaz tersine eyleme götürür eyleme zorlar.

İnsan özgürdür. Hem sadece özgür de değildir özgür olmak zorundadır. Çünkü yaratılmamıştır kendi kendisini yaratmıştır. Çünkü bütün yaptıklarından tutkularından bile sorumludur. Tutkular kötü edimler için bir özür değildir. Çünkü yeryüzünde insana yol gösterecek kendisinden başka hiçbir şey yoktur. Çünkü her insan kendisinden öncekileri istediği gibi yorumlayabilir. İnsan yardımsızdır desteksizdir bir başınadırbırakılmışlık içindedir.

İnsanın yapacağı el değmemiş bir gelecek vardır insan insanın geleceğidir. Bunun içindir ki insan insanı bulur. İnsan değerlerini kendi yaratır. İnsan yaşamaya başlamadan önce hayat yoktur hayata anlam veren yaşayan insandır. Değer denilen şey insanın seçtiği bu anlamdan başka bir şey değildir. Yorumlar farklı olduğu için genel bir ahlâk yoktur zira anlamı seçen sonuçta gene bizleriz. Çünkü öğüt alacağı kimseyi seçmekle insan kendini seçer. Yapacağınız şeye sonuçta ancak kendiniz karar verirsiniz.

Gerçekte insan kendi hayatından başka hiçbir şey değildir. İnsan erdemlerini kendi yaratır. Korkak ya da kahraman olmak insanın kendi elindedir. İnsan ancak elinden geleni yapabilir ama yapmayı tasarladığı her şey de elinden gelir. Herşey bir seçiş meselesidir ve her seçişin bir sebebi vardır. Peki bu sebep duygularımızdan mı doğmaktadır ? Hayır diyor varoluşçular. Zira harekete geçmemiş duygu hiçbir şey değildir. Duygu insana doğru yolu göstermez. Varoluşçuluk "özgürsünüz yolunuzu kendiniz seçin" demektedir. Bir insan için toplumda değişmeyen bir zorunluluk varsa o da şudur: Dünyada yaşamak bir iş görmek başkaları arasından bulunmak ölümlü olmak…


Bu düşünce sistemine yöneltilen birçok eleştiri bulunmaktadır. Benim kişisel görüşüme göre insan toplumsal bir varlıktır ve toplumdan koparılırsa ölüm korkusuyla titremekten başka yapacağı hiçbir şey kalmaz. İnsan kendisini nasıl isterse öyle yapamaz insanın gelişimi ve konumu karmaşık dış ve iç koşulların dayattığı zorunluluklara bağlıdır. Varoluşçuluğun ayırıcı niteliği kişisel tedirginliği bu tedirginliğin nedenlerini çözümlemeye çalışacağı yerde topluma karşı çıkmaya yönelterek gidermek istemesidir. Bu istekse toplumsal anarşi doğurarak kişisel tedirginliği büsbütün artırmaktan başka sonuç sağlayamaz.

Önemli olan tüm olumsuzluklar ve dalgalanmalara rağmen geminin rotasının huzur ve barış limanına yönelik olmasıdır.

En kutsal değerin insan olduğu her insanın gönlünde yatan limana…"


Kaynak: Düşünce Tarihi Orhan Hançerlioğlu Remzi Kitabevi 6.Basım-s.425-430.

Asrevya beğendi.
Asi Ruh isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Yukarı'daki Konuyu Aşağıdaki Sosyal Ağlarda Paylaşabilirsiniz.


Yetkileriniz
Konu Açma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum hakkında Kullanılan sistem hakkında
Forumaski paylaşım sitesidir.Bu nedenle yazılı, görsel ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenmektedir.Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir.Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazılı, görsel ve diğer materyalleri 48 saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır. Bildirimlerinizi bu linkten bize yapabilirsiniz.

Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2016, ve Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.
yetişkin sohbet chatkamerali.net

Saat: 01:55