|
İslamiyet kategorisinde açılmış olan Hazreti Peygamber (Sallallâhu aleyhi ve sellem) gaybı bilir miydi? konusu , ...
| LinkBack | Seçenekler | Arama | Stil |
05.06.2014, 22:21 | #1 (permalink) |
BaHaRamaZaN | Hazreti Peygamber (Sallallâhu aleyhi ve sellem) gaybı bilir miydi? Hazreti Peygamber (Sallallâhu aleyhi ve sellem) gaybı bilir miydi? İnsan ilminin muttali olamayacağı kadar uzak geçmiş ve geleceğe ait hadiseler, bilgiler 'gayb' olarak kabul edilir. Gaybı da Allah'tan başka hiç kimse bilemez. Bu hüküm Kur’ân’da da açıkça belirtilmiştir.[1] Ancak bu ifadeyi çok iyi anlamak gerek. 'Gaybı sadece Allah bilir' demek Cenab-ı Hakk, gaybı kimseye bildirmez, demek değildir. Nitekim ayette bu husus açık bir şekilde ifade edilerek, istisna yapılmıştır. عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَدًا إِلَّا مَنِ ارْتَضَى مِن رَّسُولٍ فَإِنَّهُ يَسْلُكُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَدًا “O bütün gaybı bilir. Fakat gayplarını kimseye açmaz. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda (mesajı korumak için) o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler yerleştirir.”[2] denilmiştir. Allah’ın gaybı Resulüne bildirmesi, gaybı O’ndan başkasının bildiğini göstermez. Aksine gaybın Allah’a has olduğunu teyid eder. “Ona, önünden ve arkasından korucular koyar” temin eder ve o şekilde ona görmediği ve bilmediği bazı gaybları vahyeder, haber verir; haberin içeriği o Resûlün yanında hazır olmadığı, görünmediği hâlde, vahy ve haber, fiilî bir şekilde görünür ve hazır bulunur. Ve onun bizzat bilmediği gayb, ayet ve alametlerle bildiği olur. Vasıta ile de olsa, bilinen şey her yönüyle gayb olmaz. Bilinen mutlak gayb değil, haber verilen gaybdır. Bütün bunların ışığı altında diyebiliriz ki, Resûlullah’ın mutlak olarak gaybı bilmesi mümkün değildir. Ancak Allah’ın dilediği bazı gaybî haberleri ona bildirmesi söz konusudur. Nitekim تِلْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهَا إِلَيْكَ مَا كُنتَ تَعْلَمُهَا أَنْتَ وَلاَ قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هَذَا فَاصْبِرْ إِنَّ الْعاقِبَةَ لِلْمُتَّقِينَ “İşte bunlar gayb olan birtakım haberlerdir. Onları sana Biz vahyediyoruz. Hâlbuki bu vahiyden önce onları ne sen, ne de halkın bilmezdiniz. Öyleyse onların red ve inkârlarına karşı sabret, dişini sık ve şüphen olmasın ki hayırlı akıbet müttakilerindir. (Sonunda kazananlar, Allah’ı sayıp O’nun emirlerini çiğnemekten sakınanlar olacaktır)”[3] ayetinde de Hazreti Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) gayba ait bazı şeylerin bildirildiği haber verilmektedir. Kur’ân, Peygamberimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) verilen bir mucize kitap olması hasebiyle, Efendimiz’in bir Kur’ân diliyle anlattığı gaybî haberler, bir de Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), doğrudan doğruya kendi diliyle verdiği gaybî haberler vardır. Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) gaybî haberlerini de iki ana grupta toplamak mümkündür. Bunlardan birincisi kendi devrine ait verdiği gaybî haberler ve vakti gelince bunların tahakkuk etmesi, ikincisi ise yakın ve uzak istikbale dair verdiği haberler ve bunların günü geldikçe zuhurudur.[4] Şimdi Efendimiz’in gaybe dair verdiği haberlerden örnekler verelim; Senin Baban Hüzafe’dir Başta Buhârî ve Müslim olmak üzere bütün hadis kitapları ittifakla şu hususu kaydediyorlar: Bir gün Allah Resûlü minbere çıkmışlardı. Gaybî âleme ait bir kısım haberler veriyorlardı. Bu esnada bir hayli de celâlli görünüyorlardı. Bir ara “Bugün bana istediğinizi sorun!” buyurdular. Herkes bir şeyler soruyor, O da cevap veriyordu. Tam o esnada bir genç ayağa kalktı, “Benim babam kim yâ Resûlallah?” diye sordu. Hakkında dedikodu ediliyordu. Babası olmadığı yolundaki bu dedikodular burnunu kızartıyordu ve insanların yüzlerine rahatça bakamıyordu. Bugün bir fırsat bulmuştu.. ve işte onu soracak ve bundan sonra o ezici bakışlardan kurtulacaktı. Efendimiz şöyle cevap verdi: “Senin baban Hüzafe’dir.” Genç artık müsterihtir. Aldığı cevap onu memnun etmişti. Bundan böyle o da bir babaya nispet edilerek çağrılacaktı. “Abdullah ibn-i Hüzafetü’s-Sehmî” (radıyallâhu anh) şanlı ve samimî bir sahabi... Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) minber üzerinde celâlli bir vaziyette ve herkese bir şeyler anlatıyor. Bu arada, sorulan sorulara da, gaybâşina bir üslûpla cevaplar veriyordu. Resûlullah’ın neden celâllendiğini bilemiyoruz ama, Hazreti Ömer birden ayağa kalkıp, Allah Resûlü’ne hitaben sanki O gaybı bilmese de O’na inandıklarını dile getirir bir eda ile: “Biz Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan ve Peygamberimiz olarak da Hazreti Muhammed’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) razıyız.” dediğine şahit oluyoruz ki, onun bu ince ve mânidar sözleri, Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) yatıştırmıştır.[5] Tek Tek Yerlerini Gösteriyordu Ve yine Kütüb-ü Sitte ashabından rivayet edilen bir hadise göre sahabi anlatıyor: Bedir’de bulunuyorduk. Allah Resûlü, muharebe adına stratejisini tam tespit etmiş, kavganın cereyan edeceği yerleri dolaşıyordu. Bir ara gözleri yine gayba ait perdenin verâsına kaydı ve bakışları istikbale uzandı. Bazı yerleri eliyle işaret ediyor; burası Ebû Cehil’in öldürüleceği yer, şurası Utbe’nin, şurası Şeybe’nin ve şurası da Velid’in sırtının yere geleceği yer... ve daha birçok isim... Muharebeden sonra hadisi rivayet eden sahabi kasemle şunu anlatıyor: “Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) nereyi kim için işaret etmişse, hepsini işaret edilen o yerlerde ölü olarak bulduk.”[6] Biraz Sonra Buraya Bir İnsan Gelecek Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde şöyle bir hâdisenin nakledildiğini görüyoruz: Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashabıyla mescitte oturuyor. Bir ara, şöyle buyuruyor: “Biraz sonra buraya, nâsiyesi, yüzü temiz bir insan gelecek; şu kapıdan, içeriye girecek. O, Yemen’in en hayırlılarındandır. Ve alnında meleğin elini sürdüğü bir iz taşımaktadır.” Bir müddet sonra, aynen Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) haber verdiği tipte bir insan gelip O’nun huzurunda diz çöküyor ve Müslüman olduğunu ilan ediyor. Tertemiz, pırıl pırıl, görkemli ve edeb âbidesi bu insan, Abdullah b. Cerir el-Becelî’den başkası değildir.[7] Hazreti Hasan’ın Feragati Kütüb-ü Sitte ricalinin ekseriyetinin rivayet ettiği bir hadiste Allah Resûlü, hutbe îrad ederken Hazreti Hasan’a (radıyallâhu anh) işaretle şöyle buyurmuşlardı: “Bu benim evlâdım Hasan. O seyyiddir. Allah (celle celâluhu) onunla iki büyük cemaati birbiriyle sulh ettirecektir.”[8] Evet o, kerim oğlu kerim, Allah Resûlü’nün evlâdı ve tam bir efendidir. Bir gün kendisine tevdi edilen hilafet ve saltanatı, sadece ümmet arasında tefrikaya sebebiyet vermemek için terk ederken, nasıl bir seyyid olduğunu mutlaka gösterecektir. Aradan geçen yirmi beş-otuz sene Allah Resûlü’nü doğrulamıştı. Hazreti Ali’den sonra Emeviler, karşılarında Hazreti Hasan’ı buldular. Ancak bir sulh ve sükûn insanı olan Hazreti Hasan bütün haklarından feragat ettiğini ilan ederek, birbirine girmek üzere olan iki İslâm ordusunu uçurumun kenarından geriye döndürdü ve sulhta buluşturdu. Burada bilhassa şu hususa dikkatinizi çekmek istiyorum: Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hazreti Hasan’a ait bu hâdiseyi haber verdiğinde, o henüz küçük bir çocuktu. Belki o gün Allah Resûlü’nün işaret ettiği hâdiseyi bile anlayacak yaşta değildi. Yani o, Allah’ın Resûlü böyle dedi diye bu işi yapmış değildir. Bilâkis Resûlullah onun öyle olacağını bildiği için bu gaybî sözü sarfetmişti...
__________________ Aşk der ki sana: Yolumdaysan başım feda yoluna; ama bil ki senin de başını isterim yoluma. Kahır, kapris gelecekse senden amenna! Ama ayağına diken batarsa yolumda ah edip vahlanma!... Aşk bilek gücü değil “YÜREKTİR”! Yüreğin yetmiyorsa düşme yollara!… |
Yukarı'daki Konuyu Aşağıdaki Sosyal Ağlarda Paylaşabilirsiniz. |
| |
Forum hakkında | Kullanılan sistem hakkında |
| SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc. |