|
Serbest Kürsü kategorisinde açılmış olan Kentlerin Kökeni ve Tarihi konusu , ...
| LinkBack | Seçenekler | Arama | Stil |
27.09.2014, 20:49 | #1 (permalink) |
Aktif Üye
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Kentlerin Kökeni ve Tarihi Kentlerin Kökeni ve Tarihi Toplumsal ilişkilerin mekânsal izdüşümü olarak kent, dünyevi olanı kutsal olandan, çalışmayı eğlenceden, kamuya ait olanı özel olandan, erkekleri kadınlardan, aileyi ona yabancı olan her şeyden ayıran sınır çizgileri ağınınkendi içinde kesiştiği, aynı zamanda da onun yapısını oluşturduğu bir mekân görünümüyle karsımızaçıkar.Kentleşmenin altı bin yıl öncesine kadar uzanan bir tarihî süreç içinde yer aldığı ve kesintisiz bir gelişmenin ürünü olarak günümüze kadar ulaştığı bilinmektedir.Altı bin yıllık bir geçmişin akışı içinde, toplum farklılaşmalarına bağlı olarak değişik özellikler gösteren kent olayında tanımlanabilir toplumsal ilişkileri yakalamak mümkündür. Bu bağlamda kentlerin, hangi toplum ilişkilerinin ürünü olduğu, hangi toplumsal gelişme ve örgütlenmenin kentleşmeye yol açtığı ve hangi ihtiyaçları karşıladığı araştırma konuları olmuştur.Sosyolojinin araştırma konusu olarak kent, konunun değişik yönlerini ele almaları bakımından bazı sosyologlar ve sosyoloji okulları (ekolleri) ile beraber değerlendirilir. Bu bakımdan A. Comte, H. Spencer, F. Tonnies, K. Marx, H. Pirenne ve M. Weber gibi araştırmacıların kent kuramları temel referanslar olarak görülmektedir. Tüm yorumlarda ortak payda, şehir olayı ile Batının geçirdiği sanayi devrimi arasında yakın ilişkidir. Sanayileşme hızlı bir kentleşmeye yol açmış ve sanayileşmenin yol açtığı olgular ve dönüşümler en çarpıcı biçimde kendisini kentlerde göstermiştir. Ayrıca kentler, toplumdaki değişiklikleri ve yeni şekillenen toplumun özelliklerini bünyesinde taşımaktadır. Yeni oluşan kent merkezleri ortaya çıkarken,bu merkezler yeni üretim ilişkilerinin biçimlendirdiği yeni hayat tarzlarının göstergesi olmuşlardır. Ancak kentlerin batı sanayi devriminden çok daha gerilere giden bir olgu olduğu unutulmamalıdır.Max Weber’in araştırmalarında temel unsur, Batı uygarlığı ve özellikle onun insanlık tarihinde benzersiz niteliklerinin açıklamak olduğu ileri sürülebilir (Tuna,1987, s. 31). Bu batı merkezli yaklaşım tarzı, daha önceki araştırmacılarda da görülmüştü. Gerçekten de Weber sosyolojisinin temel görevi, kapitalizmi açıklamak ve bununla bağlantılı olarak Batı’nın toplumlar arası ilişkilerde ileri ve üstün olduğunu kanıtlamak olmuştur. Bu kanıtlama çabasının çerçevesini akılcılık kavramı oluşmaktadır. Weber’e göre, insanlık uygarlığına ilişkin her alan (sanat, yönetim, iş bölümü, kent vb.) ile her dönem (Yunan, Roma, Orta Çağ vb.) ancak bu çerçeve içinde incelenince anlam kazanır (Tuna, 1987, s. 30-31). Weber’in anlayışına göre, kent, “geleneksel otoritenin tükendiği, karizmatik otoritenin henüz bulunmadığı ve yasal bürokratik otoritenin henüz doğmadığı bir ortamda sürüp giden çıkar çatışmalarının artışında ortaya çıkar”. Bu bağlamda kent iki bakımdan önem kazanır: İlki, kentler, tarihi ve toplumsal çatışmaların sonucunda otoritenin “akılcıllaştırma”sının sahnesi olmuştur. İkincisi ise, “akılcıllaştırma” süreci içinde ortaya çıkan özellikler kentlerin özelliklerini belirleyecektir. Bu özgün durum Batı uygarlığının da simgesi olacaktır. ‘Akılcıllaştırma’ süreci içinde oluşan özelliklerden bir tanesi üzerinde önemle durulması gerekir. Kentlerin iktisadi ve siyasi özellikleri yanında, ona gerçek kimliğini kazandıran olgu “topluluk olma” özelliğidir. Batı kentlerinin bu özgün özelliği, doğuda ve diğer coğrafyalarda bulunmayan özgünlüktür (Tuna, 1987, s.35-36). Bu bağlamda M. Weber’e göre, 16.yüzyıl Osmanlı İstanbul’u için ilginç bir saptamada bulunur. Bu tarihlere kadar İstanbul’da tüccarlar, loncalar, yeniçeriler ve sipahiler gibi askerî birlikler ile ulema ve derviş gibi dinî yapılar, diğer tüm mesleki ve mahalli oluşumların kent örgütlenmesi içinde temsil edilme durumları yoktu (Weber, 2000, s. 100). Bundan dolayı da İstanbul’u kentsel yerleşim olarak tanımlamaz. Aynı tespiti mutlakıyet sisteminin özerk kentsel kurumları oluşturmasına izin vermediği 15 ve 16. yüzyıllar Paris’i için de söyler. Üstelik 16. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun en güçlü olduğu dönemdir. Weber’e göre, daha erken tarihlerden itibaren Avrupa kentlerinde, toplumun çeşitli kesimleri özerk yönetim sistem içinde kentsel yaşamın temsili haklarına sahipti. Weber’in Batı merkezli yaklaşım tespitleri tartışmalı alanlar oluşturur. Weber’e göre, tam bir kentsel topluluk olabilmesi için yerleşim biriminde alışveriş ve ticari ilişkilerin göreli hâkimiyetin temsil edilmesi ve bir bütün olarak şu özelliklerin yerleşim biriminde görülmesi gerekir: 1. İstihkâm: Kenti çevreleyen şziki unsur olarak sur sistemi, 2. Bir pazar yeri: Kentin şziki bir unsuru olarak örgütlemiş ve işlevi tanımlanmı ş kentsel bölüm), 3. Hukuk: Kendine ait bir mahkemesi veya hiç değilse kısmen özerk hukuku olması, 4. İlgili bir birlik biçimi: Esnaf loncalarından dinî kurumlara, kente özgü mal üretiminden siyasi-merkezi yönetime kadar uzanan, din, yasa, örf, adet, yurttaşlık ya da uyrukluk bağıyla kentliyi o kentle aidiyetlik ilişki kurduran birlik, 5. Özerklik: Hiç değilse kısmen özerklik ve kendi kendine yönetme ve kent sakinlerinin katıldığı seçimlerle iş başına gelen idari yetkililerce yönetim (Weber, 2000, s. 91). Weber’in bu tespitleri tarihi kentlerin hem şziki unsurların açıklanması hem de bu tarihi kentlerin kentsel yaşamıyla ilgili sosyal olguların açıklanmasında kullanı- labilir kuramsal bir çerçeve oluşturmaktadır. Weber’e göre, kent, “geleneksel otoritenin tükendiği, karizmatik otoritenin henüz bulunmadığı ve yasal bürokratik otoritenin henüz doğmadığı bir ortamda sürüp giden çıkar çatışmalarının artışında ortaya çıkar”.
__________________
Konu Düş tarafından (27.09.2014 Saat 20:53 ) değiştirilmiştir. |
Yukarı'daki Konuyu Aşağıdaki Sosyal Ağlarda Paylaşabilirsiniz. |
Seçenekler | Arama |
Stil | |
| |
Forum hakkında | Kullanılan sistem hakkında |
| SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc. |