Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu

Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu (https://www.forumaski.com/)
-   Türkçe - Edebiyat (https://www.forumaski.com/turkce-edebiyat/)
-   -   Gurbet Temasını İşleyen Şiirlerin Derlenmesi ve İncelenmesi (https://www.forumaski.com/turkce-edebiyat/79109-gurbet-temasini-isleyen-siirlerin-derlenmesi-ve-incelenmesi.html)

SrKn 20.12.2013 19:03

Gurbet Temasını İşleyen Şiirlerin Derlenmesi ve İncelenmesi
 
Gurbet Temasını İşleyen Şiirlerin Derlenmesi ve İncelenmesi
Gurbet Temasını İşleyen Şiirlerin Derlenmesi ve İncelenmesi
Halk Şiirlerinde Gurbet Teması
Gurbet, Arapça garb kökünden türemiş bir kelimedir. Güneşin battığı taraf, batı anl***** geldiği gibi, atıldıktan sonra bulunmayan ok, yürügen at, göz yaşı, göz yaşının geldiği damar anlamlarına da gelir. Ayrıca, gariplik, yabancılık; yabancı bir memleket, yabancı yer anlamlarını da taşır. (Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav A.Ş. İst. 1985) Bu durumda garip de vatanından uzaklara batıp gitmiş, vatanından uzaklaşmış insan anlamlarına gelmektedir.

Türk edebiyatının aşıklar dilinde gurbet, sevgiliyi bulmak için düşülen yollar, uğranan illerdir. Hançer-i feleğin ucu ciğerde / Durmayıp artıyor yara bu serde / Gurbet diyarında tutuldum derde / Gel tabip yaramı sar garip garip, der, Erzurumlu Emrah. Bir başka şiirinde de Sevgilim hayal-i vuslatın beni / Diyar-ı gurbette hayran gezdirir, der.

Karacoğlan da bir şiirinde gurbetten şöyle yakınır: Gittim gurbet ile geri dönülmez / Kim ölüp de kim kaldığın bilinmez / Ölsem gurbet elde gözüm yumulmaz / Anam, atam bir ağlarım yok benim.

Yunus Emre’mizin dilinde gurbet daha derin bir anlam taşır: Ben yürürüm ilden ile, / Dost sorarım dilden dile / Gurbette halim kim bile, / Gel gör beni aşk neyledi. Burada dile gelen gurbet, aşıkların dilindeki gurbetten biraz daha farklıdır: Bu dünyaya gelen kişi ahir yine gitmek gerek / Misafirdür vatanına bir gün sefer itmek gerek. Bu vatan, beka alemidir: Mülk-i fenadan geçeyin dost iline uçayın, diyen Yunus, bu gurbet diyarını fena yurdu olarak görür; çünkü asıl yurt, Dost ilidir. (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, cilt.3)

Görüldüğü gibi Yunus dilinde, dolayısiyle “tasavvuf dilinde gurbet, hakikate erişmek arzusu ile vatandan ayrılıştır. Sûfîlere göre insanın aslî vatanı ruhlar alemidir. İnsan buraya geçici olarak ve misâfireten gelmiştir. O bu alemde gariptir, ruh daima aslî vatanı olan melekut ve ruhanîler alemini özlemektedir. Garip, gurbette bulunan, yad ellerde olan, vatanından ayrı düşen. Hâlinden anlamayan, duygu ve düşüncelerine yabancı kalan kimseler arasında bulunan kimse. Câhiller arasında alim, fâsid ve fâsıklar arasında takva ve salâh ehli gariptir. Çok yüksek seviyede mânevî ve ruhî haller içinde bulunan arifler hem bu dünyada hem o dünyada gariptirler. Zîrâ hallerinden kimse anlamaz. Arifîn sırren ve ruhen tek ve yalnız kalması gurbettir. Onun halk arasında halinden anlayan bir kimsesi yoktur.”(Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Süleyman Uludağ, Marifet yy. İst. 1991)

Marifet ve halden uzak kalındığında gurbet ani’l-Hak (Allah’tan gurbet) vücuda gelir. Bu mertebede duyulan dehşet ve hayrettir. Bununla ilgili olarak, bir hadiste, “Allah’ım vahşetimi (yalnızlıktan duyulan ızdırap) gider, gurbetimi artır.” denilmektedir. Bir başka hadiste de, “İslâm garip geldi, garip gidecektir.” buyurulmaktadır.

Gurbet duygusunun temelinde vatandan ayrılış vardır. Tasavvufta da vatan, âlem-i bekâdır. İnsan buradan âlem-i fenâya gelmiştir; yani asıl vatanından ayrılmıştır. Mevlânâ, Divân-ı Kebîr’inde bunun için, “Biz vatanımızdan ayrılmışız, bu yüzden yorgunuz, sınanmadayız. Vatandan ayrı düşen nasıl kendine güvenebilir.” der. Mesnevi’de ise, “Her kim ki kendi aslından uzak kalır, daima o asla dönmeye çalışır.” demektedir.

Tasavvuf dilindeki gurbet, Kalbin zümrüt Tepeleri’nde şöyle tasvir edilir: “ ...gurbet, maksuda ulaşabilmek için, o güne kadar alışılagelen dünya ve onun cazibedar atmosferinden uzaklaşma veya o atmosferde uhrevî buudlu yaşama şeklinde yorumlanmıştır ki, buna dünyanın mânevî mimarlarının hâleri de diyebiliriz ki, hâlden hâle intikal gurbeti, halktan hakk’a yönelme gurbeti, Hakk’tan halka nüzûl gurbeti bu sözcükle zihinlerimizde canlanan ahvâlden sadece bazılarıdır.”

Bir hadis-i şerifte: “Cenab-ı Hakk nezdinde kulların en sevimlisi gariplerdir. Onlar, din ve diyanetleri adına halktan uzaklaşabilenlerdir ki, Meryem oğlu İsa ile haşrolacaklardır.” buyuruluyor.

‘Her garibin gurbeti farklı olabilir: halinden, dilinden anlamayan insanların içindeki hâl ehlinin gurbeti; fâsık ve fâcirlerin arasında salihlerin gurbeti; mülhit ve münkirlerin karşısında iman ve iz’an ehlinin gurbeti; câhil ve görgüsüzler dünyasında ehl-i ilim ve irfanın gurbeti; sûret ve şekil erbâbı beyninde mânâ ve hakikat erlerinin gurbeti gibi... Yine bir hadis-i şerifte: “İslâm garip olarak başladı (gariplerle temsil edildi), günü gelince yine gurbete avdet edecektir. Herkes bozgunculuk yaptığı dönemde, imar ve ıslah hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun! Halk iman ve takva açısından (turkeyarena.com) zaaf gösterdiği o gurbetler gününde onlar, keyfiyet olarak sürekli köpürür dururlar.’ buyurulur. (Kalbin Zümrüt Tepeleri –2-, s. 70-71)

Yararlı ve Hz. Sahib-i Şeriat’ın lisasında memduh sayılan gurbet Hak erleri dediğimiz ehlullahın gurbetidir ki ..... üns billah’la taçlanmış, marifet derinlikli, muhabbet ve iştiyak televvünlü bir gurbettir. Böyle bir gariplik içinde bulunan sâlik, gurbet rampasıyla sık sık “üns billah”a yükselir, hiçbir zaman mutlak yalnızlığa düşmez; yalnızlık anlarını O’na ulaşmanın işaretleri kabul eder ve kendini her zaman Allah’ın vilâyeti, Peygamberin imâmeti ve mü’minlerin refakatiyle müeyyed görür; görür ve zati değerleri ölçüsünde dünya ile olan münasebetlerini devam ettirir. Her zaman ibadet ü taatla dopdolu, tam bir zahid; ama görünüp bilinmeye karşı bayrak açmış bir zâhid ü âriftir.

Ebrâr ve mukarrebînin de gıpta ettiği bu garipler, عَضُوا عَليهَا بِالنَّواجذِ fehvasınca, halkın dinden yüz çevirdiği bir dönemde, sünnete sımsıkı sarılır, bid’atlara karşı savaş ilan eder, duygu, düşünce ve hissiyatlarını hep tevhid anlayışı etrafında örgüler, ömürlerini Allah’a intisabın zevki, şevki ve hazları içinde geçirir, Hz. Rûh-u Seyyidi’l-Enâm’a iktidayı, insanları Allah’a ulaştıran bir geminin kaptanına teslim olma şeklinde görür ve diğer nisbî intisapları da bu nakş-ı âzamın bir ipliği, bir izdüşümü, bir varyantı ve bir müşiri sayarlar.
Asr-ı saadet ve âhir zaman vilâyetinin en önemli ve en bereketli bir kaynağı sayılan bu mânâdaki gurbet, câzibesi az, kıymeti çok, sıkıntısı fazla, derecesi yüksek, şatahat ve iddialara kapalı bir ululuk yoludur.. ve her devirde bu tertemiz kaynak etrafında bir avuç nezih gönül ve pak vicdan bir araya gelmiş, cemiyeti saran tehlikeleri göğüslemiş, ruhlara karşı pusu kurup bekleyen gulyabânîlerle savaşmış; insanları sevgiyle kucaklamış; onları, dünyevî-uhrevî beklentilerine ulaştırmaya çalışmış; sonra da mutluluk adına hiçbir şey tadıp duymadan çekip öbür aleme gitmişlerdir.” (age, s.72-73)

Katmerli gurbet de diyebileceğimiz vardır. İğtirap, sürekli düzelmeleri bozulmaların takip etmesi ve salâhları fesatların kovalaması; gece-gündüz devridaimi gibi, gönlün biraz aydınlanmasını müteakip hemen yeniden karanlığın bastırması duygusudur ki, hemen her zaman, , طوبى للغرباء , , muştusuyla serfirâz hizmet erlerinin korkulu rüyaları olagelmiştir ve onu, düşündükçe ürpermişlerdir. (a.g.e, s. 76)

Bu gurbetin sırf cismânî olanı; hâlî ve kalbî olanı olduğu gibi; her ikisinin birden duyulup hissedildiği katmerli yalnızlık olanı da var.

Cismânî iğtirab, tıpkı gurbette olduğu gibi yurttan-yuvadan, dosttan-ahbaptan uzak kalma. Hele de ulaşma yolları bütünüyle bozulup, köprüler de harap olunca, çaresizlikten dolayı ruhları tam bir iğtirab istilâ eder. Beden insanları için çok defa ölümle neticelenen iğtirab, Allah ve ahirete imanla tadil edilmezse, her zaman tahammülfersâ bir hâdise sayılabilir, imanla, bu müterâkim gurbetleri göğüsleyip, sonra da şöyle veya böyle vefat edenlere , موت الغريب شهادة, “Bu kâbil yalnızların vefâtı şehadettir.” fehvasınca o bir nimettir.

İğtirabın hâl televvünlüsü, , ياليتني لم تلدني اُمي,
beyan-ı nebevisiyle tebcil edilmiştir. Fesat istilâsına uğramış bir zaman diliminde, çağın getirdikleriyle boğuşan çaresiz bir salih insan; cehalet girdabına kapılmış bir toplum içinde hakikat-âşina bir alim; nifakın kol gezdiği bir dünyada sadakate kilitlenmiş bir vefa insanı iç içe böyle bir gurbet yaşamaktadır ve fesadın azgın köpürüşlerini, cahil yığınların zebil olup gidişlerini, nifak ve nifakçıların her zaman prim alışlarını gördükçe iliklerine kadar kendini yalnızlık içinde hissederek "Keşke bu insanlara bir şeyler anlatabilseydik!" der, inler.

Kalb buudlu iğtiraba gelince, o, ârifin, Hak katındakileri duyuş, seziş ve bekleyişleri açısından öyle bir gurbetdir ki; duyar, hisseder; duyup hissettikleriyle ruhânî zevklere açılır; açılır ama, vuslat-ı hakikîye kadar çevresinde Hakk’a kapalı insanların gurbetlerini ruhunda duyduğu gibi, seyr-i ruhânînin getirdiği gurbetlerden de bir türlü kurtulamaz; sürekli kalbinde “kurbet”, “üns billâh” ve “lika” şevk u iştiyakını duyar; duyar ama, hakikî olmasa bile, ya endişe, korku ve hassasiyetinin örgüleyip yürüdüğü yollarda karşısına çıkardığı berzahların tesirinde kaldığından ya da bir kısım şuuraltı mülahazaların resmettiği şekil ve suretler, kalb gözü hadekasını birer perde gibi sardıklarından, derecesine göre muğteribin yakînî, zannî, tahmînî veya vehmî bir gurbeti söz konusudur ki, değişik dalga (turkeyarena.com)boyundaki bu şerâreler, vefa, sadakat ve kurb hususiyetlerine çarparak onların ruhî şekillerine dokunur ve şekil değişmelerinden meydana gelen boşluklarda gurbet esintileri duyulmaya başlar ki, işte bu, mütemâdî bir iğtirabtır. Zirâ sâlik, yukarıdaki mülahazalarla arz etmeye çalıştığımız hususları, kazanma kuşağında kaybetme gördüğünden kendini çaresizlik içinde hisseder ve bu yalnızlık endişesi, yalnızlık vehmi ve yalnızlık düşüncesiyle “Keşke anam beni doğurmasaydı!” der ki, bu bildiğimiz gurbetlerin en ağırı, en idrak edilmezi ve en değerlisidir.

Dünyevî gariplerin, uhrevîlikle teselli olmalarına; hâl gurebâsının, mârifet ve muhabbet soluklayarak nefes almalarına karşılık, bütün ölçüleri alt üst eden âriflerin gurbeti, Kafdağı’ndan daha ağır olsa gerek; zirâ, onlar, dünyanın en garibi, ahiretin de garibidirler. Ehl-i dünya onları anlamaz; çünkü onların ufku dünyadır ve onun ötesinde bir şey görüp bilmeleri de mümkün değildir. Âbid ve zâhitler diyeceğimiz ahiret ehli de onları anlamaz. (age, s.77, 78, 79)

Mutlak vatandan ayrı kalış yeri olan bu dünya, bir gurbet diyarıdır, bir göz yaşı yurdudur. Burada, mutlak vatan boyasıyla boyalı, sıla rengi taşıyan yurtlar da var; ama burada gurbet, bazen bu göreli oluş içinde anlaşılıp, anlatılır. Necip Fazıl, Anneme Mektup şiirinde gurbeti bu anlamda ele alır ve Ben bu gurbet ile düştüm düşeli, / Her gün biraz daha süzülmekteyim, / Her gece, içine mermer döşeli, / Bir soğuk yatakta büzülmekteyim, diyerek duygularını nazma döker.

Yahya Kemal’in Gurbet nedir bilir mi o menfaya gitmeyen? / Ey gurbet, ey gurubu ufuklarda bitmeyen / Ömrün derinliğinde süren kaygı günleri, / Yıllarca fakr içinde, hayatın hüzünleri; mısralarında insan, mutlak sılaya özlem duyan bir gurbet kokusu alır gibi olur. Seyrani’de de bu hava sezilir : Hicranlar mı çöktü içime benim / Gözyaşımı kimse silmez ağlarım / Mezarım olsaydı keşki vatanım / Sılamdan hiç haber gelmez ağlarım / Aşkın mızrağını engine saldım / Diyar-ı gurbette ben garip kaldım / Unuttum kendimi deryaya daldım / Kimseler halimden bilmez ağlarım / Seyrani’nin yare düşmez yolları / Başına zındandır Halep çölleri / Talihim yüzüme gülmez ağlarım.

Uçun kuşlar uçun doğduğum yere / Şimdi dağlarında mor sümbül vardır. (Rıza Tevfik), Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı / Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş... (Bekir Sıtkı Erdoğan), Gurbetin cemresi düştü içime / Karardı yine gökler / Yalnızım bu şehirde, yapayalnızım (Yavuz Bülent Bakiler), Gurbet ildir koç yiğidin vatanı / Aramazlar gurbet ilde yiteni (Karac’oğlan), Gurbet elde baş yastığa koyanda / Acep neye varır işi garibin / Gelen olmaz giden olmaz yanına / Akar gözlerinin yaşı garibin / Gurbet elde garip kimdir bilmezler / Ağlayınca çeşm-i yaşın silmezler / Garip halin nedir diye sormazlar / Bulunmaz yaranı eşi garibin (Aşık Garip), Gönül gurbet ele varma / Ya gelinir ya gelinmez... Gurbet elde kıymetimiz / Ya bilinir ya bilinmez (Erzurumlu Emrah), mısralarını dizen gönüllerin gurbeti ise göreli dünya gurbetidir.

Bayburtlu Zihni’mizin şu hasret tüten şiirinde ise, bir ara gurbet dünyası kokusu sezilir gibidir:

Vardım ki yurdundan ayak çekilmiş / Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı / Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş / Sakiler meclisten çekmiş ayağı / Hangi dağda bulsam ben o merali? / Hangi yerde görsem çeşm-i gazali? / Avcılardan kaçmış ceylan misali / Geçmiş dağdan dağa, yoktur durağı / Laleyi, sümbülü gülü har almış / Zevk ü safa ehlini ah ü zar almış / Gama tebdil olmuş ülfetin çağı / Zihni derd elinden her zaman ağlar / Vardım ki bağ ağlar bağıban ağlar / Sümbüller perişan güller kan ağlar / Şeyda (Seyda) bülbül terk edeli bu bağı.

Bir söylentiye göre, Bayburtlu Zihnî bu şiiri, Yavru lakabıyla anılan şeyhi için yazmış. Erzurum, Bayburt dolaylarında bahar ayı baş gösterir göstermez yaylaya göçler de başlar. Bu göçler, karların erimesini takiben dağların zirvelerine doğru, kona göçe devam eder.turkeyarena.com Bir bahar mevsiminde Zihnî, yaylaya göç eden şeyhine ilk konak yerinde yetişemeyip onu elden kaçırınca, arkasından bu şiiri sazıyla çalıp söylemiş.

Bazan vatan gurbetlenir, gurbet de vatanlanırmış. Gel artık, mâsivâ yok, şimdi yurdum Tanrı yurdumdur: / Tüten hücremde imanım, yatan, yer yer, sücûdumdur. (M. Akif) denilen yer vatandır, sıladır. Vefâsız yurt! Öz evladın için olsun; vefâ yok mu? / Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ yok mu? / İlâhî, kimsesizlikten bunaldım, âşinâ yok mu? / Vatansız, hânümânsız bir garibim, mültecâ yok mu? / Bütün yokluk mu her yer? Bari bir “yok” der sadâ yok mu? denilen diyar, vatanda gurbettir; ama Hilâlim, göklerin kalbinde yer tutmuş, otağındır; / Ezanlar nevbetindir: inletir eb’adı haşyetten; / Cihâzındır âlemler, kubbeler, inmiş meşiyyetten; / Cemaatler kölendir. Kâbe’ler haclen... Gel ey Leylâ, / Gel ey candan yakın cânân ki gâiblerdesin, hâlâ! / Bu nazın elverir, Leylâ, in artık in ki bâlâdan, / Müebbed bir bahar insin şu yanmış yurda, Mevlâ’dan. (Mehmet Akif), denilen diyar, yani gurbet’e dönmüş yurt(sıla) da Sevgilinin gelişiyle tekrar sıla rengi kazanacak, gurbet olmaktan çıkacaktır. Bu gurbet ve sıla, bir kültür ve medeniyet hayatının yaşanıp yaşanmamasına göre beliren bir gurbet ve sıladır.

Bir kültür ve medeniyet ruhunun bir kalıpta dondurulup yeryüzüne kondurulduğu şehirler, kasabalar ve köyler, o kültür ve medeniyeti temsil edenlerin sılasıdır. Kültür ve medeniyetlerinden kopup uzaklaşanlar, batıp gidenler, gurbette sürgündedirler. Senin kalbinden sürgün oldum ilkin / Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği (Sezai Karakoç), diyen gönül, metafizik boyalı bir medeniyet sürgünü ve gurbeti yaşıyor.

KIRIK MIZRAB’IN SILASI VE GURBETİ
Kırık Mızrab’ın dilinde, Işık ordularının, İrem ülkesine benzeyen bahçelerinde, / Somaki musluklarından hep kevserler akar. / Hiç hazan bilmeyen yemyeşil çevrelerinde, / Her gün bir bahar olur, her gün çiçekler açar / İrem ülkesine benzeyen bahçelerinde diye tablosu çizilen diyar bir sıla yurdudur. O yurdu çepeçevre bir şevk ufku kuşatır: Zevk, şevk, neşe dünyamızda her şey gül kırmızı / Öyle mestleriz ki bilmeyiz baharı yazı... / İnancın sihirli şarkısı dillerimizde; / Mecnun’unkine denk aşk var gönüllerimizde. / Elmasa dönüp gider uğrayan bezmimize, / Nurlar yağıyor nurlar, her zaman semtimize! denilen diyar, bir kutlu sıladır. Bu sıla, bazen yiğitleri geçici ölümlerin kucağında kıvrılıp kalınca gurbetleşir, yeniden sılaya dönmesi için o yiğidin veya yiğitlerin dönüp gelmeleri gerekir: Yiğidim görün artık! / Görün ki çok bunaldık. / Canlarımız gırtlakta, / Son kelime dudakta: Gülümse milletine! / Susadık himmetine.../ Kalmadı hiç gücümüz; / Bizler bir sürü öksüz / Hep itilip kakıldık; / Eşya gibi satıldık; / Hicran üstüne hicran, / Dahasına yok derman... diye gönül davetiyeleri gönderilir. O şanlı süvari ufukta belirince de sıla ufukları görünür: Dopdolu şevklerle çıkıp yollara düşeli, / Aştın maniaları küheylan gibi bir bir.../ Encama ereceğin heyecanından belli; / Şahlan ki şanlı süvarim zaman sana esir! / Bir kutlu dava uğruna neleri aşarak, / Hayalinde tüllenen ötelerden renklerle, / Ruhların el salladığı ufka yaklaşarak, / Şu yanık sinelerdeki kudsi dileklerle. / Erdiğin her merhalede ayrı bir aydınlık, / Bir bezme koşuyor gibisin şimdi cananla; / Çoktan hırıltıya düştü her yanda karanlık, / Hayretle bakıyor gökler bu yeni masala.../ Yıllarca görüp duyduğumuz bir tatlı rüya, / Altın tahtlara kurulmuş kutlu elleriyle; / Dünü ışıktan derya, yarını farklı ziya, / Bir sır peşindeler mübarek seferleriyle. / Sonsuzluk tutkusuyla yürüyorlar ileri, / Dillerinde ölümsüzlük türküsü öteden; / Açılıyor bir bir sır aleminin perdeleri, / Görüyorlar Cenneti bulundukları yerden. / Ve yürüdükçe büyüyor arkada dalgalar, / Visale erme kuşağında geçmiş-gelecek; / Bambaşka şeyler gösteriyor şimdi aynalar:? Bugün olmasa da bir gün mazi dirilecek! Ve işte böylece gurbet sılaya dönecektir.

Gurbetten sılaya dönüşün öncüleri, Akyol yolcularıdırlar; onlar, Yeni bir dünya kuruyorlardı; harıl harıl... / Her taraf gökle yarışır gibi pırıl pırıl! Onlar, Altın Tenler’dir. Taptaze altın tenlere benzer bu yiğitler;/ İniyor çevrelerine ışıktan demetler.../ Sonsuzdan gelen ilhamla doldukça dolmuşlar, / Hızır’la arkadaş olup sırlara dalmışlar.../ Bilir cihan bunları, belli beldesi köyü, / Çehrelerinde fethedici gizli bir büyü!../ Ve şimdi dehaya denk bu parlak ferasetler, / Horozu çoktan ötmüş bir kutlu şafak bekler... İşte bu şafakta doğacak olan gün, gurbeti sılaya döndürecek gündür. O günün mimarları, Kıvrım kıvrım Hakk’a uzanan yolda, / Benlik adına herşeyini aşan kahraman.../ Hilkate ait sırların anahtarı onda, / Büklüm büklüm bir yumak olan elinde zaman. / Durmuş göğe giden yolda rampalar kuruyor, / Ermiş Hızır’la bir sırlı halvete önceden; / Gelip geçenlere şafak mesajı sunuyor, / Bağrında tek ışığın çakmadığı geceden.../ Elinde meşale, saçıyor nur üstüne nur, / Kandiller sıra sıra geçtiği her bucakta; / Atlas ikliminde her dem üfül üfül huzur, / Tütüyor anber kokusu tüten her ocakta. / Ve yeşeriyor uğradığı yerler ardından, / Nâra atıyor ovalar, vâdiler, yamaçlar.../ Rüzgâr bahar kokusuyla esiyor her yandan, / Artık dirilip doğruluyor otlar, ağaçlar. / Sonsuz’la iç içe onun düşünce dünyası, / Dilinde bir yanık türkü, gönlünde heyecan; / Gözlerinde rengârenk âhiret haritası, / Benliğinde nokta nokta ötelere imân...olanlardır. Bu güzel yurdun, bu ideal sıla tablosunun aydınlığı, metafizik bir aydınlıktır.

Kırık Mızrap, Millet Ruhu şiirinde sılanın yağmalanmış, gurbete döndürülmüş perişan halinin acıklı tablosunu verirken, beyaz atlı şanlı sıla süvarisini çağırır: Tıpkı rüyalarda olduğu gibi diril, gel! / Beyaz atının üzerinde bir sabah erken; / Gözlerim kapalı ruhumda seni süzerken / Tıpkı rüyalarda olduğu gibi diril, gel! diye inler.turkeyarena.com

Kırık Mızrap şiirlerinin ana teması bu sıla-gurbet eksenli duygu, düşünce tablolarıyla desen desen, renk renk örülen medeniyyet televvünlü manzaralarda daha da yoğunluk kazanır. Bu manzaranın genişliği, Orta Asya’daki dindaşlara ithaf olunan Hicranlı Yıllar şiiriyle gösterilir: .....Bir kasvetli rüyadayız şu anda, bu gerçek; / Önümüzde aydınlıklara açık bir çağ var!../ Gece koyulaşsa da bir gün şafak sökecek; / Ve dalgalanacak rüzgâr bekleyen bayraklar. / Azmet, azmet ki göründü yer-gök sultanlığı, / Yılma uçurumlar gibi görünen boşluktan; / Yakala çağlar arasında o Altın Çağ’ı! / Peygamber safına gir, kurtul uyuşukluktan!..

Kırık Mızrap’ın gurbeti, Gurbet-1 şiiriyle şöyle sunulur: Gurbet, ruhumda poyraz gibi estiydi bir gün, / Hazân, türküler söylüyordu; yerlerde yaprak; / Sinemde iniltili hâlâ o hicranlı dün, / Gönlüm, hafakanlarıyla dalgalanan bayrak.../ Daldım eski günlerdeki derin melâlime, / Kandan bir lücceydi âdetâ gördüğüm yerler. / Ürperdim, bir kere daha acıdım halime, / Geçince birer birer hayâlimden o günler.../ Gerçi yine bir gurbet hüznü var sinelerde, / Poyraz biraz serince okşuyor çiçekleri; / Perde perde neşenin çağladığı her yerde, / Bir gamlı melodi susturuyor böcekleri. / Ama, o hep kasvetle esip gelen hicranlar, / Artık göç edip gittiler bir başka diyâra.../ Asırlardan beri gerçeği saran dumanlar, / Birer birer eriyip yol verdiler bahara.../ Şimdi dertli sinemin o eski huysuzluğu, / Yalnızlık gecelerimde vefalı arkadaş; / Ve çöllerdekine denk gönlümün susuzluğu; / “Az ağrı, âsân ölüm” ve iman ola yoldaş!..

Gurbet-2 şiirinde ise gurbet içinde gurbeti yaşadığını söyler, Kırık Mızrap şairi: Gurbet içinde gurbet, / Yandım bîhuzûr oldum. / Hasret içinde hasret, / Hem boşaldım, hem soldum. / Ben ki, bir baht-ı kare, / Dolaştım âvâre âvâre, / Bahtıma tam emâre, / Bir yeşerdim, bir soldum.../ Kah çöl gibi kavruldum; / Kah bulut gibi doldum; / Damla damla savruldum, / Düşe düşe göl oldum.../ Bahar geldi çiçekler, / Yapraklarda böcekler; / Yol yol gezer emekler, / Ben dururken yoruldum. Bu şiirdeki gurbet, görüldüğü gibi sılaya göz kırpan bir yorgun kafiye ile bezeniyor.

Kırık Mızrap-2’nin ilk şiiri: Ben Geldim. Bu şiirde kıt’a sonlarında hep, Aç kapını, tut elimden ben geldim! mısraı tekrarlanır. Üçüncü şiirin başlığı da: Aç Kapını... Orada, İç içe gurbetteyim, yok gurbetlerin dibi, denilerek gurbet ikliminin dehşeti duyurulmaya çalışılmaktadır. Bu dehşet ikliminden ancak mutlak sılanın tecellisiyle kurtulmak mümkündür: Duyayım kalbimde tecelli ettiğin anı / Ve bakışlarım sonsuzun rengine boyansın! / Göreyim şevkin vuslâta döndüğü zamanı; / İsterse artık her yanım ateşlere yansın.../ O öyle bir hâl ki, orda güneş bir bengisu, / Madde çözülüp mânânın bağrında erimiş; / Ruh tecelli avında, gönülde kurmuş pusu / Herkes bir büyülü temâşâ ufkuna ermiş’tir.

Bütün bu oluşların zirve noktası, asıl vuslat iklimi, öz yurt, gerçek sıla, şu mısralarda dile gelir: Boşlukta dönen benliğimi aşkınla doyur! / Tecelli et gönlüme, “bu da beytim” deyiver... Şairin, asıl vatanı, Sevgili’nin Evim deyip konduğu Gönül Yurdu’dur. Bu yurt abad olmalıdır.

Gözlerimiz ufukta sürekli tulû bekler / Mihnetkeş garipleri bir de ünsünle yad et! / Bahçelerde bağlarda her zaman güller açsın! / Gül günlerini artık bizlere de mu’tâd et! / Uçmak için sonsuza güçlü kanat ver bize / Son arzumuzdur ya Rab gönlümüzü âbâd et! Garip, gönlü abad olunca gurbetten kurtulur. Kurtulur ama, bu kurtuluş, ruh için bir mevsimdir. Ruhun gurbet ve sıla mevsimleri vardır. Bunun için şair: Ağla gözlerim ağla, ırmaklarda gün dönsün! / Ağla, vadiler Nil, dağlar Tûr-i Sinâ olsun! / Ağla ki, İbrahim’i saran ateşler sönsün! / Ve yeşeren âsâ ile sihirler bozulsun! der, çünkü, bozulan her büyü ve sihirle yeni mevsimler yaşanacaktır. Ruhun gurbeti bitmez: Tıpkı bir ney gibi bütün ömür boyu zar zar / Ne gurbet biter, ne gurûbu hiçbir zaman. / Mecnûn gibi hep ağlar dolaşır O’nu arar, / Gözleri hicranla dolu, gönlünde hafakan...

Kırık Mızrap şiirlerinde gurbet büyür. Bu dünya sahnesinde yeni bir sıla doğurmak için büyür. Bu, çok sancılı bir büyümedir. Onu da sancılarıyla beraber sonra görelim.
Necip Fazıldan

TEMA: Gurbet teması işlenmiştir. Gurbette olan bir insanın karamsar psikolojisini şair ustalıkla dile getirmiştir.

ANNEME MEKTUP
Ben bu gurbete ile düştüm düşeli,
Her gün biraz daha süzülmekteyim.
Her gece, içinde mermer döşeli,
Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.

Böylece bir lâhza kaldığım zaman,
Geceyi koynuma aldığım zaman,
Gözlerim kapanıp daldığım zaman,
Yeniden yollara düzülmekteyim.

Son günüm yaklaştı görünesiye,
Kalmadı bir adım yol ileriye;
Yüzünü görmeden ölürsem diye,
Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim.

ÇÖZÜMLEME: Şair gurbette olan bir insanın karamsar psikolojisini ortaya koymaktadır. Vatanından ve annesinden ayrı kalmanın acısı onu her geçen gün biraz daha yıpratmaktadır. Gün geçtikçe zayıflıyor ve sanki bir ölü gibi mezarda yattığını düşünüyor. Şiirin başlığından anlaşılacağı gibi anne özlemi şaire büyük acılar yaşatmasına neden oluyor. Bu özlemler içerisinde sadece anneye duyulan özlem yok tabii ki. Belki yar , belki bir arkadaş veya vatan sevgisi olabilir.

Şairi gurbette bulunuşun ızdırabı her geçen gün biraz daha eritip bitirmektedir. Gündüzleri, yola koyulup sevdiklerini görme hayali kuran şairi, geceleri de rüyaları rahat bırakmamaktadır. Aslında şair bu rüyalardan memnundur ve bu rüyaları her gece göreceği hissiyle yatmaktadır.

Ve ölüm… Şair, ölüme yaklaştığını hissetmesi gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştır. Atacak bir adımı olamamak yani, kendi yaşamının bitmek üzere oluşu ve ölümle yüz yüze gelmek şairi üzmemesine rağmen annesini göremeden öleceği korkusuna kapılması şairi en çok üzen ve yıpratan bir gerçektir.

A. ŞİİRİN BİÇİM YÖNÜNDEN İNCELENMESİ
Nazım biriminin (dörtlük,beyit) belirtilmesi,
Kaç dörtlükten veya kaç beyitten oluştuğunun belirtilmesi,
Şiirin ölçüsünün ve duraklarının belirtilmesi,
Kafiye (kafiye çeşitleri belirtilecek) ve rediflerin gösterilmesi,
Kafiye şemasının gösterilmesi.

B. ŞİİRİN İÇERİK YÖNÜNDEN İNCELENMESİ
Anlamı bilinmeyen kelime ve deyimlerin açıklanması,
Şiirin bölümler halinde açıklanması,
Şiirin ana duygusunun belirtilmesi,
Şiirin dil ve anlatım özelliklerinin açıklanması,
Şiirin türü hakkında bilgiler verilmesi.

GURBET GURBET
Göçmen kuşlar gibi göç gater, gater
Gurbet gurbet gider Yolumuz bizim...
Her mevsim de başka renk, başka amber
Gurbet gurbet tüter gülümüz bizim....

Sılayı gönülde gizem yapmışız
Gurbet, gurbet sızar Yaşımız bizim...
Hasret hırkasını melanet takmışız
Gurbet gurbet kaynar aşımız bizim...

Gözlerim ufukta şafağı bekler
Gurbet, gurbet uzar gecemiz bizim...
Nazlı yar sıla da yolumu gözler
Gurbet gurbet yazar hecemiz bizim...

Aşık Çağlari


Saat: 12:15

Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.


SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.