Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07.08.2013, 22:55   #1 (permalink)
MissDobrev
Hiçbir şeyin
kraliçesi.
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Post Bu Kadar Sevebilirmisiniz ?

Bu Kadar
Sevebilirmisiniz ?...

biraz
uzun gibi ama kesinlikle okurken farkına varmadan bitirmiş
olacaksınız.......

Bir otobüs durağında
karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk
karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek
için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler,
çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı
ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte
oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan
binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek
için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o
durağa,
onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

Okullarını bitirince hemen
evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız
kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir
şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir
doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına
uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için
ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna
bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar
yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri
çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman çocuk sahibi
olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur"
diyerek devam ettiler
hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...
"Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma "Hayır, ben
senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...

Bazen eve geldiğinde,
aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir tanem, kütüphanenin ikinci
rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not
olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın
unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya
okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi
zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla
karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....

Hayat ne kadar hızlı akarsa
aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman
buluyorlardı bulmasına ama kırklı
yaşların ortalarına geldiklerinde, daha
az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde
hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece
özel projelerde görev aldı.

Artık daha fazla beraber
olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü
kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne dersin, bu evi alalım
mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi
kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet
edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen istersin de ben hiç hayır
diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden
döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir
artık...."

Sadece bir hafta ayrı
kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam
Amerika'ya
giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.

Gözyaşları içinde kucaklaştılar
havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark
etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu
neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi
kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi
aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..."

Mutsuzluk, mutluluğun tadına
alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi
bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, "Senin
için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere...
Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti
sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her
çarpmada daha fazla kanıyordu
yüreği...

Bir gün, çocukluğunun,
gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken,
"Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti
arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç
bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar
arabaya...." "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye
bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi
sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının
eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen
evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...

Akşam kocası eve gelir gelmez bazen bağırıp, bazen ağlayıp, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen
de
yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla
duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık
aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden.
Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama
kadın, "defol" dedi nefretle...

İlk celsede boşandılar... Modern
bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına

kimse inanamadı. Arkadaşlarının
desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın.

Adamın, sevgilisiyle birlikte
Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala
sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun
kadar yoğun bir duygu olan nefretin kalması için dua ediyordu.

Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen
zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah,ısrarla çalan
zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü.
"Sen buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.
"Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç
kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir
şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü.
Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık
bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi
onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak
için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi.
Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız
otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve
kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece
fenalaşmış, bakıcısı beni aradı,
son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi
istedi..." Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu
kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı
neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu
kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem"
diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç
vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim."
"Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz
vermeni istiyorum." "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son
kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son
kağıtta şunlar yazılıydı:

"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.
Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor
olacağım...."


Bu kadar sevebilir misin?

__________________






Well you only need the light when it's burning low
Only miss the sun when it starts to snow
Only know you love her when you let her go.


Konu Ela tarafından (29.09.2013 Saat 00:00 ) değiştirilmiştir.
MissDobrev isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla