Tekil Mesaj gösterimi
Alt 22.08.2013, 12:33   #1 (permalink)
Asrevya
Son/suz Söz,Öz/söz Olmalı!

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Hz. Muhammed'in (S.A.V.) Taif’e Gidişi ve Dönüşü


Hz. Muhammed'in (S.A.V.) Taif’e Gidişi ve Dönüşü




Müşrikler, Ebu Talib ile Hz. Hatice'nin vefatlarını fırsat bildiler. Adeta bu zamanı bekliyorlarmış gibi, Peygamber Efendimize reva gördükleri eza ve cefaları birden kat kat artirdilar. Öyle ki, Efendimiz, onların zulüm, hakaret ve işkencelerinden dolayı dini neşretme vazifesini yapamaz hale gelmişti.

Müşriklerin bu insafsız ve merhametsiz tutumu, Resul-i Kibriya Efendimizi fazlasıyla müteessir ediyordu. Bu sebeple Taife gitmeye karar verdi. Maksadı, Kureyş müşriklerine karşı, Taif te oturan Sakif Kabilesinden kendisini korumalarını ve İslam davasını kabul etmelerin istemekti!

Taif, Arabistan'ın mühim yerlerinden biriydi. Bağ ve bahçeleriyle şöhret bulmuştu. Ayrica, Resulullah'ın süt annesi Hali-me'nin mensup olduğu Beni Sa'd Kabilesi de buraya yakın oturuyordu. Dolayısıyla, Efendimiz, bu belde sakinlerinin is-lam'a alaka duyup imanla şereflenebilecekleri ümidini besliyordu. Bu ümidi tahakkuk ettiği takdirde, Kureyş müşriklerine karşı büyük bir güç de elde etmiş olacaktı!

Tarih, bi'setin 10. yılı Şevval ayının 27'sini gösteriyordu.

Resul-i Kibriya Efendimiz, Hz Zeyd b. Harise'yle birlikte gizlice Mekke'den ayrılarak Taife vardı. Orada Sakif Kabilesi ileri gelenleriyle görüşmeye başladı. Onları İslam dinine davet etti. Kavminden muhalefet edenlere, kendisiyle birlikte karşı koymalarını talep etmek için geldiğini anlattı.

Ancak, kaldığı 10 gün zarfında hiçbir müsbet netice elde edemedi; üstelik, hakaret ve istihza ile mukabele gördü, türlü türlü ithamlara maruz kaldı.

Reislerinden biri, "Allah, peygamber göndermek için, senden başka kimse bulamadı mı?" diyecek kadar küstahlıkta ileri gidip mübarek kalblerini teessüre boğdu. Bir başkası, "Vallahi," dedi, "ben hiçbir zaman seninle konuşmayacağım! Çünkü, sen, şayet dediğin gibi Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber isen, senin sözünü reddetmekle kendimi büyük tehlikeye atmak istemem! Eğer, sen 'Allah'ın Peygamberiyim.'diye Allah adına hilaf-ı hakikat konuşuyorsan, o takdirde de ben seninle konuşmaya lüzum görmem!"343

Resul-i Ekrem Efendimiz, bu davranışları ve sözleri üzerine Sakiflilerden hayır gelmeyeceğini anladı ve bundan müteessir oldu.

Müşriklerin bu durumu haber alıp cür'etlerini artırmalarından endişe duyduğu için de, yanlarından ayrılacağı sırada onlara, "Bari, konuştuklarımız aramızda kalsın; başka kimse duymasın." dedi.

Ne var ki, şirk inancının kuvvetle yaşandığı ikinci bir belde olan Taif sakinleri, Resul-i Zişan'ın bu arzusunu da kabul etmediler. Gençlerinin islamiyete alaka duymalarından korkarak, İki Cihan Güneşi Efendimize, "Memleketimizden çık da, nereye gidersen git! Kavmin ve hemşehrilerin söylediklerini kabul etmeyince, çıkıp bize geldin! Vallahi biz de senden elimizden geldiğince uzak duracağız, isteklerini kabul etmeyeceğiz!"344 dediler.

Lat ve Uzza'ya tapmakta Mekkeli müşriklerle yarışıp duran Sakifliler, bu çirkin sözlerle de yetinmediler; beldelerinde misafir olarak bulunan Cihan Peygamberine, ayak takımını, sokak gençlerini ve köleleri kişkırtarak saldırttılar.

Gözü dönmüş, kendini bilmez küstahlar, yolun iki tarafında sıralanarak Kainatın Efendisini ve Hz. Zeyd'i taşa tuttular.

Resulullah'ın mübarek ayaklan kana bulandı. Öyle ki, isabet eden taşların açtığı yaraların acısı yürümeye engel olur hale geldi. Resul-i Ekrem, zaman zaman oturmak zorunda kaldı. Ama bu vicdansızlar, her seferinde onu zorla ayağa kaldırarak, yeniden yaralı ayaklarını taş yağmuruna tutuyorlardı. Ayak takımı, Peygamber Efendimizi ızdırap içinde bırakırken, taşlarıyla beraber kahkahalar da savuruyorlardı.

Hz. Zeyd, hayatını hiçe sayarcasına vücudunu Resul-i Kibriya'ya siper etmişti. Şirk ehlinin elinden çıkan taşların ona ulaşmasına mani olmaya çalışıyordu. Ama nafile idi. O da kan revan içinde kaldı.

Resul-i Ekrem, bu adice saldırıdan ancak kendini bir bağa atmakla kurtarabildi. Bağın sahipleri, kendilerine uzaktan akraba sayılan Utbe ve Şeybe b. Rabia adında iki kardeşti.

Resul-i Ekrem, bitkin bir vaziyette kendisini bir asmanın altına attı. İnsanlığı utandıracak bu adice saldırının tesirinden biraz olsun kurtulduktan sonra şu hazin münacatta bulundu:

"Allah'ım!.. Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hakir görüldüğümü ancak Sana arzeder, Sana şikayet ederim.

"Ey merhametlilerin merhametlisi olan Allah!.. Herkesin hakir görüp de dalına bindiği, çaresizlerin Rabbi ancak Sensin. Benim Rabbim de ancak Sensin. Sen, beni kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar merhamet sahibisin.

"Allah'ım!.. Yeter ki, Senin gazabina uğramayayım. Ne çekersem ona katlanırım. Fakat, Senin af ve mağfiretin, bunları bana yaptırmayacak kadar geniştir.

"Allah'ım!.. Senin gazabina uğramaktan, İlahi rızandan uzak kalmaktan, Senin o zulmetleri aydınlatan ve ahiret işlerini yoluna koyan İlahi nuruna sığınırım!

"Allah'ım!.. Sen razı oluncaya kadar affını dilerim!

"Allah'ım!.. Her kuvvet, her kudret ancak Seninle kaimdir!"

Alıntı



__________________

Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan,
Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan,
Ne görebiliyorsun,Ne duyabiliyorsun.

"Hayret et! Çünkü hayrettir göğe açılan pencere.
Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme."
Asrevya isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla