Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05.12.2013, 19:52   #1 (permalink)
SrKn
ultrAslan

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
soru Kültürel Evrimcilik Nedir?

Kültürel Evrimcilik Nedir?

Kültürel evrimcilik, kültürlerin, kesintisiz bir süreç içinde basit biçimlerden daha karmaşık biçimlere doğru geliştiği yolundaki kuramdır. Bu kuramda kültürel evrim tek doğrultulu biçimde, bütün insanlığın evrimi anlamında ele alınabileceği gibi, tek tek kültürlerin ya da toplumların (ya da bunların bir parçasının) evrimi olarak çok doğrultulu biçimde de düşünülebilir.
Kültürel evrim düşüncesinin kökeni: Kolomb’un gezilerinin ardından başlayan Keşifler Çağı, Avrupalıların dünyadaki başka halkları tanımasını sağladı. Bu kültürlerin varlığım açıklamaya çalışan birçok düşünür, Avrupalıların da, bu topluluklara çok benzediği varsayılan bir halktan evrim yoluyla türediği biçiminde kuramlar geliştirdi. Bu çalışmalar, modern antropolojinin temelini oluşturdu. 17. yüzyıl İngiliz düşünürü Thomas Hobbes’un, ilk insanların, “sanatın, edebiyatın, toplumun” olmadığı koşullarda “yalnız, yoksul, çirkin, kaba ve güdük” bir yaşam sürdüğü biçimindeki sözleri, popüler “vahşi” kavramının ifadesiydi. Buna göre iyi ve uygar olan ne varsa, insanın uzun bir gelişme süreci içinde bu alt düzeydeki yaşamdan kurtulmasıyla gerçekleşmişti. Sonunda insanın ilerlemesi ya da yetkinleşebilirliği düşüncesi oluştu. 18. yüzyılda yaşamış Alman ilahiyatçı Johann Gottfried von Herder, ilahi bir yaratık olan insanın yeryüzünde bir amacının bulunması gerektiğini, bunun da ancak gittikçe daha çok yetkinleşmek olabileceğini savundu. Voltaire gibi usçuluğa daha yakın “filozoflar” bile, açıkça olmasa da, Aydınlanmanın yavaş yavaş insanlığın yukarıya doğru ilerlemesiyle sonuçlandığını kabul ettiler. Fransız iktisatçı A. R. J. Turgot, Reflexions sur la formation et la distribution des richesses (1766; Servetin Oluşumu ve Bölüşümü Üzerine Düşünceler) adlı yapıtında şöyle diyordu: “Dünya tarihinde davranış tarzları zamanla incelmekte, insan zihni aydınlanmakta, ayrı uluslar birbirine yaklaşmakta, ticaret ve politika en sonunda yeryüzünün bütün parçalarını birleştirmektedir; insan soyu dinginlik ile çalkantıların, iyi koşullarla kötü koşulların yer değiştirmesiyle, yavaş da olsa hep daha yüksek bir yetkinliğe doğru ilerler.”
İlerleme düşüncesiyle birlikte insanlığın bu süreç boyunca geçirdiği değişmez “aşamalar” kavramı da oluştu. Bu aşamalar genellikle vahşilik, barbarlık ve uygarlık olarak adlandırılmakla birlikte, zaman zaman daha çok sayıda aşamadan söz ediliyordu. Condorcet markisi 10 aşama ya da “dönem” saymıştı. Bunlardan sonuncusu, yazara göre amacı insan haklan ve insan soyunun yetkinleşmesi için yol göstermek olan Fransız Devrimi ile başlamıştı. Özgürlük ve eşitlik ülküleriyle Fransız Devrimi, ilerleme kavramını 19. yüzyıl düşünce yaşamında egemen kılan başlıca güçlerden biriydi. 18. yüzyılda ve 19. yüzyılın başlarında, insanlık tarihine tümüyle farklı bir yorum getiren bir başka görüş de kısa süre kabul gördü. Discours sur l’origine et les fondements de l’inigalite parmi les hommes (1755; İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma, 1968) adlı yapıtında Jean-Jacques Rousseau, “doğal durum”da insanın “özgür, sağlıklı, dürüst ve mutlu” olduğunu, ama toplumsal kurumların gelişmesiyle yozlaşıp köleleştiğini öne sürdü. Özünde ilerleme düşüncesinin baş aşağı çevrilmiş biçimi olan bu görüş, “soylu vahşi” temasına dayalı geniş bir romantik edebiyata kaynaklık etti. Bu tür yapıtların belki de en tanınmış örnekleri, kendisi de Fransız Devrimi’nden kaçmış olan Chateaubriand’m romanlarıdır. İnsanın doğası ile yazgısına şüpheci (kynik) bir bakışla yaklaşan Chateaubriand, yapıtlarında “insan ilerlemez, çürür” düşüncesini işlemiştir.
19. yüzyılın tek doğrultulu kuramı. İngiltere’de E. B. Tylor, ABD’de de Lewis H. Morgan adlı antropologlar, insanlığın evriminde kültür basamakları ya da kültürel aşamalar görüşünün başta gelen savunucuları oldular. (Morgan, farklı olarak aşama yerine etnik dönem terimini kullanmıştı.) Bu antropologlar tek tek kültürleri ele almak yerine, genel anlamda kültür olgusunu incelediler ve belirli bir kültürle yalnızca insanın ve uygarlığın genel evrimine ilişkin kuramları için örnek oluşturduğu ölçüde ilgilendiler. Tylor kadar ünlü ve etkili olmamasına karşın Morgan, çalışmalarında aşamalar yaklaşımını çok iyi özetledi. New York eyaletinde avukatlık yaparken Amerika Yerli topluluklarından İrokualarla ilgilenmeye başlayan Morgan, giderek yeryüzündeki kültürleri, özellikle de akrabalık sistemlerini araştırmaya yöneldi. Bu sistemleri incelerken, daha eski çağlara ait olan bazı görenek ve uygulamaların çeşitli biçimlerde modern toplumlarda da varlığını sürdürdüğü sonucuna ulaştı. Buradan yola çıkarak toplumsal insanın yedi evrim aşamasından geçip “aşağı vahşilik”ten uygarlığa doğru ilerlediğini öne sürdü. Bu görüşe “kanıt” olarak en alttaki dışında her bir aşamaya kendi çağındaki çeşitli toplumlardan örnekler verdi. Ancient Society (1877; Eski Toplum, 1986, 2 cilt) adlı yapıtında, bütün insanlar aynı kökenden türediğine göre yaşam süreçlerinin de özünde aynı olacağını söylüyordu. Yani bu süreç başka başka, ama tek tip kanallarla bütün kıtalara yayılmış, ilerleme içinde aynı aşamaya gelinceye değin bütün kabile ve uluslarda büyük benzerlik göstermişti, Dolayısıyla Morgan’a göre Amerika Yerli kabilelerinin tarihi ve deneyimleri, Batılıların atalarının benzer koşullardayken yaşadıklarını temsil ediyordu. Morgan’ın görüşleri günümüz antropologlarından genellikle kabul görmemektedir.
19. yüzyıl ortalarında biyolojik evrim kuramlarının yaygın biçimde benimsenmesi, özellikle de Charles Darwin’in On the Origin of Species (1859; Türlerin Kökeni, 1970) adlı yapıtının yayımlanması, ilerleme ve kültürel evrim kavramlarının gelişimini de önemli ölçüde etkiledi. Böylece sosyal bilimciler de, toplumsal davranışın kökenlerine ve gelişimine ilişkin benzer sorunlar karşısında biyolojik evrim görüşünü uygun bir çözüm olarak benimsediler. Gerçekten de toplumun evrim halinde bir organizma olduğu görüşü, birçok antropolog ve sosyologdan destek bulan biyolojik bir analojiydi. Bu görüş bazı çevrelerde bugün de benimsenmektedir.
Organik evrim görüşü, kuşkusuz Darvvin’ in özgün buluşu değildi. O dönemde, İngiliz filozof Herbert Spencer’ın da aralarında bulunduğu birçok kişi, birbirinden bağımsız olarak benzer görüşler geliştirmişti. Spencer önceleri evrimin, kazanılmış yeteneklerin kalıtım yoluyla aktarılmasının sonucu olduğuna inanıyordu ye Darwinciliğin yaygınlaşmasına değin, doğal seçmenin biyolojik evrimde rol oynadığı görüşünü benimsememişti. Çevreye en iyi uyum sağlayanın varlığını sürdüreceği yolundaki ilkeyi ortaya atan ilk kişi de Spencer’dı. Sonunda, insan toplumlarını da kapsayan bir genel evrim şeması geliştirdi. Bilinmeyen ve bilinemeyecek olan mutlak bir gücün maddi dünyayı sürekli etkileyerek çeşitlilik, uyum, bütünleşme, özelleşme ve “bireyleşme yarattığını savundu. Gazların yoğunlaşmasıyla gezegenler oluşmuş, Yer gittikçe çeşitlenerek amip gibi basit canlıların gelişmesine olanak sağlamış, daha az karmaşık türlerin evrimiyle ortaya çıkan insan, önceleri farklılaşmamış sürüler halinde yaşarken çeşitli toplumsal işlevlerin gelişmesiyle rahipler, krallar, bilginler, işçiler gibi kategorilere ayrılmıştı; bu arada bilginin de ayrışmasıyla değişik bilimler doğuyordu. Kısaca, öteki bütün değişimlerle birlikte, insan toplumları da, iş bölümünün artmasıyla farklılaşmamış sürülerden karmaşık uygarlıklara doğru evrim geçirmişti.
Bazı yazarlar, çağdaş toplumsal ve iktisadi felsefeleri savunmak için sosyal Darvincilikten (ya da sosyal evrimcilik) yararlandılar. Örneğin Amerikalı sosyolog ve iktisatçı William Graham Sumner, “bırakınız yapsınlar” (laissez-faire) ilkesine, bireysel özgürlüğe ve insanlar arasında doğuştan var olan eşitsizliğe kesin biçimde inanıyordu. Bir sosyal Darvvinci olarak mülkiyet ve toplumsal statü için rekabetin, uyumsuzların saf dışı edilmesi ve ırkın “sağlamlığı” ile kültürel gücün korunması gibi yararlı sonuçları olduğunu savundu. Devletin bu duruma müdahale ederek refah önlemleri almasının ilerlemeyi engelleyeceğini öne sürdü.
20. yüzyılın çok doğrultulu kuramı. 20. yüzyıl başlarında Avrupa ve ABD’de, kültürel evrim konusundaki genellemelere karşı sonradan yaygınlaşacak bir tepki başladı. Özellikle evrim “aşamaları”na ilişkin kuramlar, birer yanılsama oldukları gerekçesiyle eleştiriye uğradı. Buna göre bütün kültürler, kendi zaman ve mekânları içinde benzersiz, özgün birer olgu biçiminde ele alınmalıydı. ABD’de bu hareketin başını Alman asıllı antropolog Franz Boas çekiyordu. Boas ve aralarında Ruth Benedict ile Margaret Mead’in de bulunduğu öğrencileri, genellemelere yönelik yorumlardan bütünüyle uzaklaşarak yoğun alan çalışmaları yürüttüler. Derledikleri olgu ve maddi kültür ürünlerinin tümünü, yaşayan kültürler içindeki süreçlerin somut kanıtları olarak değerlendiriyorlardı. Boas ve öğrencilerinin kurduğu kültür tarihi okulu, 20. yüzyılın ilk yansı boyunca ABD antropolojisine egemen oldu; ayrıca başka ülkelerde de antropoloji çalışmalarını etkileyerek genellemeler yapma ve “sistem kurma” gibi yaklaşımların yaygınlığını yitirmesine yol açtı.
20. yüzyılın ortalarından sonra kültürel evrim kuramı, özellikle bazı ABD’li araştırmacılar arasında yeniden kabul görmeye başladı. Zaman zaman bu araştırmacılar yeni evrimci olarak adlandırılsa da, felsefe, tarih ve bilimin yeni bilgilerle donanması, dolayısıyla da madde, yaşam, toplum gibi kavramlara yeni tutumlar ve yöntemlerle yaklaşılması sonucu, Spencer tarzı bir evrimciliğe dönüş söz konusu olmamıştır. Leslie A. White, Julian H. Stevvard, Marshall D. Sahlins ve Elman R. Service gibi yeni evrimci antropologlar, kuramlarını tek bir evrim sürecine ya da modeline dayandırmazlar. İlerleme ya da evrimi ne “bırakınız yapsınlar” ya da “en iyi uyum sağlayanın varlığını sürdürmesi” gibi terimlerle, ne de “yazgı” ile açıklamaya girişirler. Ayrıca bu kuramda evrimi harekete geçiren güç olarak amaçlı, ussal, bilinçli değişim görüşüne de yer verilmemiştir. Modern evrimciler, evrimin karma süreçlerin ürünü olduğunu, değişik toplumlarda ve değişik zamanlarda planlama ile rastlantının değişen oranlarda rol oynadığını ileri sürerler. Buna göre evrim keşiflerle buluşların, tarihsel rastlantılara, kültürlerin kaynaşmasının ya da başka kültürlerden belli öğeleri almasının, yani her türlü kaynaktan gelen değişimlerin oluşturduğu çeşitli bileşimlerin sonucudur. Yeni evrimcilikte, evrensel aşamalar baş*tan reddedilmiştir. Evrim, değişik tarz ve uzunluklarda ileriye uzanan bir dizi yoldan oluşmuş çok doğrultulu bir süreçtir. Bununla birlikte bazı bilginler, “özel” ve “genel” evrim arasında bugün de ayrım yapmaktadır. Belli halklar için özel bir evrim süreci söz konusu olsa da, genel evrim ya da ilerleme, belli halkların gerçekleştirdiği atılımlarla bütün insanlığı çevreye daha uyumlu ve egemen kılmaya, daha karmaşık toplumsal örgütlenmeler geliştirmeye yönelmiştir. Dünya uygarlığı, ancak bu anlamda birleşik bir sürecin ürünü olarak görülebilir.

__________________

Fitness Eğitmeni
SrKn isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla