Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10.12.2013, 13:31   #1 (permalink)
YeşiL6

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Hekimlerin Sosyal Güvenliği-Hukuk

Hekimlerin Sosyal Güvenliği-Hukuk

1. GİRİŞ:
Günümüzde sosyal güvenlik açısından karmaşık bir dönemden geçmekteyiz. Finansman açıkları büyümekte, primler gereği gibi tahsil edilemediği için aflar yoluyla bu durum telafi edilmeye çalışılmaktadır. Sosyal güvenliğe ilişkin tüm mevzuat gözden geçirilmekte, meclise bu konuda yasa tasarıları gönderilip, tartışılmaktadır. Daha geçen tarihlerde meclisce IMF’nin baskıları sonucu çıkarılıp iflas etmek üzere olan sistemden mali açıdan durumu düzeltmeye çalışan bir yasa, Cumhubaşkanı tarafından bencede haklı olan nedenlerle geri gönderilmiştir. Tüm bunların yanında sistem sağlık hizmetinde de yeterli düzeyi yakalayabilmiş değildir. Örneğin; her bin kişiye ülkemizde 1,3 hekim düşmektedir. Toplam kamuya ait sağlık harcamamız GSYİH’nın %3,6’sını oluşturmakta, kişi başına ortalama sağlık harcamamız ise ancak 150 dolar seviyesinde tutunmaktadır . Böyle bir ortamın bulunduğu ülkemizde acaba hekimlerin sosyal güvenliği nedir? Ancak buna geçmeden önce sosyal güvenlik kavramının ne olduğunu hatırlatmak isterim.
Bir kavram olarak kollektif güvenlik anlamına gelen sosyal güvenlik fikrinin kökü, eski devirlere kadar uzanır . Asıl olarak sosyal güvenliğin ortaya çıkış nedeni ekonomik yönden güçsüzleri, insanca yaşamak için yeterli geliri olmayanları korumayı amaçlamaktır . Bu nedenle sosyal güvenliğin var oluş nedenini tehlikeyle karşılaşan ve yoksulluğa düşen bireye asgari bir güvence sağlamak olduğu yönünde özetleyebiliriz. Bu nedenle sosyal güvenlik toplumda yoksul ve muhtaç insanlara yardım ederek onlara insan onuruna yaraşır en az yaşam düzeyi sağlamaya çalışır. Bu itibarla bir ülkede sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkesinin gerçekleşmesine hizmet eder.
Bu genel açıklamalardan sonra 1982 Anayasası’sındaki duruma bakacak olursak; Anayasamızın ekonomik ve sosyal haklar kategorisi içerisinde m.60 vd sosyal güvenlik hakkının düzenlenmiş olduğunu görürüz. Bu noktada dikkat etmemiz gereken husus m.60/1’de herkes ibaresinin geçmesidir. Bu itibarla anayasamız sosyal güvenliği sadece işçilere değil, toplumun tüm bireylerine yaygınlaştırılmasını amaçlamış ve buna bağlı olaraktan, öteki insan haklarının yanına sosyal güvenlik hakkını da eklemiş olmaktadır. Başka bir ifadeyle; artık sosyal güvenlik hakkı toplumun tüm bireyleri için bir insan hakkı niteliğine kavuşmakta ve bu niteliği nedeniyle de bireyin elinden bu hak alınamayacağı gibi, bundan birey tarafından vazgeçilmesi de mümkün olamayacaktır. Ayrıca Anayasa, anılan hükmüyle, sosyal güvenlik hakkını sağlamayı devlete bir görev olarak vermiştir. Devlet bu amaçla gerekli önlemleri almak ve örgütleri kurmak zorundadır. Bu arada şu hususta belirtilmelidir ki bireylere sosyal güvenlik ile sosyal riskler karşısında ekonomik güvence sağlanmasının yanında, bu güvence nedeniyle aslında herkese kişiliğini geliştirme olanağı verilmektedir. Bu nedenle m.60’taki sosyal güvenlik hakkı Anayasamızın 17. maddesindeki yaşama, maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı ile de çok sıkı bir bağlantı içerisindedir. Bu özelliklerinin bir sonucu olarak 1982 Anayasası’nda sosyal güvenlik hakkı anayasal bir hak olarak nitelendirilmiş ve ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir diyebiliriz.


2. TÜRKİYE’DEKİ SOSYAL GÜVENLİK KURULUŞLARI:
Türkiye’de sosyal risklerin karşılanması ve sosyal güvenlik ilkesinin uygulamaya konulmasında başlıca üç yöntemden yararlanılmaktadır. Bunlar; 1-)sosyal yardımlar, 2_)sosyal hizmetler ve 3-)sosyal sigortalardır. Ülkemizdeki sosyal yardımlara başlıca örnek olarak Anayasa’nın 61’inci maddesinde öngörülen harp ve vazife şehitlerinin yakınlarıyla malül ve gazilerden başka sakatların, yaşlıların ve çocuklarında devlet tarafından korunmasına yönelik yardımlar gösterilebilir. Sosyal hizmetlere en belirgin örnek olarak ta 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu’nu verebiliriz. Gerek sosyal yardımlar, gerekse sosyal hizmetler nitelikleri itibariyle ilgilinin katkısı bulunmayan ve primsiz diye adlandırılan yöntemleri teşkil etmektedirler . Ancak gerek sosyal yardımlar ve gerekse de sosyal hizmetlerin konumuzla ilgili bulunmadığından üzerlerinde daha fazla durulmayacaktır.
Sosyal sigortalar ise ilgilinin parasal katkısıyla gerçekleşir ve primli yöntem olarak adlandırılmaktadır. Bir ülkede çalışanların maruz kalabilecekleri belli sosyal riskleri karşılamak amacıyla zorunlu olarak işçi ve işverenlerinde katılmasıyla devlet tarafından kurulan örgütlenmiş bir kurumdur şeklinde tanımlanabilir. Anayasa mahkemesi de vermiş olduğu bir kararında bu kurumların fonksiyonunu; Anayasal görevlerini yapabilmek için önceden gelir (prim ve diğerleri) elde etmek ve bu gelirlerini finansman yöntemlerine göre değerlendirmek ve sonuçta risklere maruz kalanlara yasaların belirlediği esaslara göre dağıtmakla yükümlü oldukları şeklinde tanımlamıştır. Buradan da sosyal sigortalar yöntemine baktığımızda belirli bazı esaslar üzerinde durduğu anlaşılır. Bir kere burada riziko iştiraki vardır, bu haliyle sosyal yardım fonksiyonu görür. Amacı; sosyal güvenliğin teminini sağlamaktır. En büyük özelliği, ilgililerin katkısının olmasıdır(mecburilik ilkesi). Kapsamına giren bütün kişilere aynen uygulanır .
Bu bilgiler ışığında Türkiye’deki sosyal güvenlik kurumlarına baktığımızda ise; üç temel kurumumuzun mevcut bulunduğunu görmekteyiz. Bunlar: (a) Özel sektör çalışanlarını ve kamu sektöründeki işçileri kapsayan SSK, (b) Esnaf, sanatkar ve kendi namına çalışanları kapsayan emekli sandığıdır .
Öte yandan, 506 sayılı yasanın geçici 20. maddesi hükmüne dayanılarak, 1964 yılından itibaren, bankalar, sigorta ve reasürans şirketleri, ticaret ve sanayi odaları, borsalar ve bunların teşkil ettikleri birlikler, vakıf ve dernek biçiminde özel sandıklar kurmaya başlamışlardır. Belirtilen işletmelerde çalışan personelin sosyal güvenliği, 506 sayılı kanun paralelinde, bu sandıklarca yerine getirilmektedir .
Buradan hareketle hekimlerin çalıştıkları yerde hangi hukuksal ilişkiye dayandıklarını ve burada özel bir kanuni düzenlemenin var olup olmadığı gibi hususlara bakarak ne gibi durumlarda hangi sosyal güvenlik kurumuna tabi olacaklarını mevcut olan üç temel sosyal güvenlik kurumumuzun başlıkları altında inceleyelim.






A-) SOSYAL SİGORTALAR KURUMU:
Sosyal Sigortalar Kurumu özel hukuk hükümlerine tabi idari ve mali bakımdan özerk bir devlet kurumudur . Sosyal Sigortalar Kurumu, esas olarak sanayi ve hizmetler kesiminden bir hizmet(iş) akdine bağımlı olarak çalışanlara sosyal güvenlik garantisi sağlamak amacıyla oluşturulmuştur. Zaten 506 sayılı kanunun 2. maddesine baktığımızda ‘Bir hizmet akdine dayanarak, bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar bu kanuna göre sigortalı sayılırlar’ ibaresini görmekteyiz . Bu maddedeki sigortalı terimi, 4857 sayılı İş Kanunu’nun işçi terimini karşılamaktadır. Gerçekten de bu kanunda bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişi, işçi olarak nitelendirilmiştir. Bu iki kanunun verdiği tanımlar deyim yönünden birbirinin aynı olmamakla beraber, esasta aralarında önemli bir farkta yoktur .
aa-) Sigortalı Kavramı:
Yukarıdaki açıklamalardan sonra 506 sayılı kanun bakımından Yargıtayın istikrar kazanmış içtihatlarıyla da sigortalı sayılmanın hukuki şartlarını şöyle sıralayabiliriz:
1- İş ilişkisi, esas olarak hizmet akdine dayanmalıdır,
2- Hizmet akdine tabi çalışma işverene ait işyerinde yerine getirilmelidir,
3- Çalıştırılan kimse, SSK m.3’de sayılan, sigortalı sayılmayanlar arasında yer almamalıdır
Sigortalı sayılmak için bu üç koşulun tümünün aynı anda gerçekleşmesi zorunludur. Birinin eksik olması halinde 506 sayılı kanun anlamında sigortalı sayılmak olanaklı değildir .
Şimdi bu şartları teker teker inceleyelim:
aaa-) İş İlişkisi Esas Olarak Hizmet Akdine Dayanmalıdır:
SSK. m.2 uyarınca, sigortalı sayılmanın temel kuralı iş veya çalışma ilişkisinin hizmet akdine dayanması gerektiğidir. Ancak 506 sayılı kanunda hizmet akdinin tanımı yapılmamıştır. Hizmet akdi Borçlar Kanunu’nun 313. maddesinde tanımlanmıştır. Buna göre ‘Hizmet akdi bir mukaveledir ki onunla işçi muayyen veya gayri muayyen bir zamanla hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeyi taahhüt eder’ şeklinde tanımlanmıştır . Bu madde dikkatle incelenirse hizmet sözleşmesinin iş ve ücret öğeleri belirtilmiş olduğu halde, konusu iş görme olan öteki sözleşmelerden ayıran en önemli öğe olan bağımlı çalışma öğesine yer verilmediği görülür . Bu nedenle de 4857 sayılı İş Kanunumuzda isabetli olarak iş sözleşmesinin tanımına yer verildiğini görürüz. Buna göre iş akdi, 8. madde de bir tarafın bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafında ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir şeklinde tarif edilmiştir. Böylece iş akdinin unsurları arasında bağımlılık unsuru da açıkça belirtilmiştir .
????: Büyükçöplük Sanal Dünya [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Bu arada şu iki hususu da belirtmekte yarar vardır ki, öncelikle sigortalı sayılmak için ücretle çalışmak zorunlu değildir (SSK. m.78/2), bir kimsenin ücret almadan çalışması, onun sigortalı sayılmasına engel değildir . Öte yandan iş ilişkisinde de yukarıda belirttiğimiz bağımlılık kavramı mutlak değil göreli bir nitelik taşımaktadır. Başka bir deyişle, her işçinin yaptığı işin niteliğine, işyerindeki hiyerarşik konumuna ve mesleki durumuna göre bağımlılık ilişkisi farklı derecelerde, sıkı veya gevşek olabilir. İş yerindeki üst düzey yöneticilerin, uzmanlığa sahip kişilerin( Hekim, Hukukçu, vb.), vasıflı ve vasıfsız işçilerin işverene bağımlılığı farklı düzeylerdedir . Bu açıklamaların bütününden çıkarılacak olan sonuç başkasının hizmetinde veya çıkarı için çalışma borcu doğuran başka bir sözleşme ile örneğin arada bir eser(istisna) veya vekâlet sözleşmesinin bulunması vasıtasıyla 506 sayılı SSK açısından sigortalılık ilişkisinin kurulmasının mümkün olmamasıdır .
Şu konuya da değinmek gerekmektedir ki SSK. m.2’ye göre, sigortalı sayılabilmek için bir kimsenin mutlaka bir işverenin yanında çalışması da gerekmez. Birkaç işverenin yanında çalışan kişi de, sigortalı sayılır. Örneğin; iki veya üç ayrı işyerinde çalışan bir doktor için de durum aynıdır. Ayrı ayrı hizmet sözleşmesi yapıldığı için, onlar tarafından ayrı ayrı sigorta edilmiş olur . Bu şekildeki bir çalışmayı İş Kanunu m.13/1 anlamında bir kısmi çalışma olarak nitelendirebilmemiz mümkündür. Esasen, işyerinde sürekli olarak bulunmayı gerektirmeyen daha ziyade uzmanlığa dayanan işlerde çalışanlarla; örneğin, hekimler, avukatlar ve muhasebecilerle öteden beri kısmi süreli iş akdide kurulabilmektedir .
bbb-) Hizmet Akdine Tabi Çalışma İşverene Ait İşyerinde Yerine Getirilmelidir:
Bu koşul, yasada açıkça ifade edilmiş değildir; ancak yasanın 2, 5 ve 8. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde anılan koşulun yasa koyucu tarafından öngörüldüğü sonucuna varılır. Nitekim Yargıtay’da bunu kararında şöyle ifade etmiştir; hizmet akdinin varlığı sigortalı sayılmak için yalnız başına yeterli değildir. Bu şarta ek olarak hizmet akdinin çalışan tarafa yüklediği iş görme ediminin de hizmet akdi tarafından işverene ait işyerinde yapılmış bulunması zorunludur . Bundan dolayı işverenin işini, işverene ait işyerinde değil de kendi işyerlerinde, bürolarında veya evlerinde yapanlar sigortalı sayılmayacaklardır .
ccc-) Çalıştırılan Kimse SSK. m.3’de Sayılan Sigortalı Sayılmayanlar Arasında Yer Almamalıdır:
506 sayılı kanun, kimlerin sigortalı sayılıp sayılmayacağı konusunda tereddütleri gidermek üzere, 3. maddesinde bu kanun bakımından sigortalı sayılmayanları ayrıntılı olarak belirtmiştir. Bu belirleme yapılırken yapılan işin türü, çalışan kişinin özellikleri, işlerini yaptıkları yerler, faaliyet gösterilen sektör ve diğer sosyal güvenlik kurumlarının kapsamında olma gibi kriterlere dayanılmış ve değişik çalışan grupları kısmen veya tamamen kapsam dışında bırakılmıştır . Bu durum karşısında SSK. m.3’ün kapsamına girenler, hizmet sözleşmesine göre çalışmış ve iş görme edimlerini işverene ait işyerinde yerine getirmiş bulunsalar bile, SSK anlamında sigortalı sayılmayacaklardır. Ancak söz konusu m.3 hükmü mutlak olarak değerlendirilmemelidir, çünkü sonradan çıkarılan yasalarla bu madde de yer alanların büyük bir bölümü, ya tamamen, ya da kısmen sigortalı kabul edilmişlerdir .




bb-) Hekimlerin SSK Kapsamında Sigortalı Oldukları Haller:
aaa-) Özel Hastane, Özel Poliklinik veya Özel Tıp Merkezlerinde Çalışan Hekimler:
Hekimlerin sosyal güvenlikleri bakımından Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi oldukları hallerin başında özel hastanelerde, polikliniklerde veya tıp merkezlerinde çalıştıkları haller gelmektedir. Bu durumda hekimler ile çalıştıkları kurumdaki işverenleri arasında bir hizmet(iş) akdi kurulmuş olmaktadır. Bu bakımdan 4857 sayılı İş Kanununa tabi olarak çalışan işçi statüsündedirler. İş Kanunumuzun 4.maddesinde belirtilen istisnalar kapsamına da girmemektedirler. Ayrıca hekimler ile işverenleri arasında kurulmuş bu akid, hizmet akdinin (ücret, iş görme, bağımlılık) tüm unsurlarını bünyesinde barındırmaktadır. Bu nedenlerden ötürü bir hekim 506 sayılı kanunun 2. maddesi kapsamında hizmet akdine dayalı olarak çalıştığından sigortalı addedilmesi zorunludur.
Yargıtay’ımız da esasen bu düşünce doğrultusunda pek çok karar vermiştir. Örneğin; Yargıtay vermiş olduğu bir kararında ilk derece mahkemesinin özel hastanede çalıştırılan hekimlerin serbest meslek erbabı olduğu ve adı geçen hastane ile arasında hizmet akdi ile bağlı bulunmadıkları gerekçesine dayanarak vermiş olduğu kararını bozmuştur. Somut olayda hekimlerin hastanede hizmet gördükleri sabittir ve hekimlere muayenehanelerinden uzak kaldıkları süre içindeki zararlarını karşılamak üzere hastalardan alınan paralardan bir miktar ücrette verilmektedir. O halde 506 sayılı kanunun 2. ve Borçlar Kanunu’nun 313. maddesindeki tarife uygun bir hizmet ilişkisi vardır. Ücretin ödeniş şekli sonuca etkili değildir diyerek yüksek mahkememiz bu durumda bulunan hekimleri sigortalı saymıştır. Yargıtay’ın 1966 yılında vermiş olduğu bu kararı değerlendirdiğimizde hekimlerin özel hastanede çalışmadan önce kendi muayenehanelerinin de var olduğunu anlamaktayız. Daha sonradan belirttiğimiz hekimler muayenehanelerinin yanında özel hastanede de hizmet akdiyle çalışmaya başlamışlardır. Daha o zamanlar esnaf ve sanatkarlarla, tarımsal işler dışında faaliyet gösteren öteki bağımsız çalışanların sosyal güvenliğine ilişkin Bağ-Kur Kanunu mevcut değildi. Bunun için 1971 yılını beklememiz gerekmekteydi. Bu nedenle 1966 yılında kendi muayenehanesinde çalışan hekimin sosyal güvenliğine ilişkin bir düzenleme mevcut değildi. Eğer böyle bir vaka günümüzde gerçekleşmiş olsaydı bu durumda kendi muayenehanesinde çalışan hekim Bağ-Kur’a prim ödeyeceğinden sosyal güvenliği bu kurum tarafından sağlanacaktı. Kendi muayenehanesinin yanında bir özel hastanede hizmet sözleşmesiyle çalışmaya başladığında SSK. m.3/1, f. bendi hükmü nedeniyle yasayla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanlar kapsamına gireceğinden ayrıca bu kanun kapsamında sigortalı olmalarına olanak bulunmayacaktı. Bunun nedeni de bir kimsenin aynı anda yalnız bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olması ilkesinin (sosyal güvenlikte teklik ilkesi) benimsenmiş olmasıdır . Ancak Yargıtay’ın vermiş olduğu karar o zamanın koşullarına göre uygun bir karardır.
Özel hastane, poliklinik veya tıp merkezlerinde çalışanların sigortalı sayılacağı verilmiş olan diğer Yargıtay kararlarıyla da pekiştirilmiştir. Mesela bir başka kararda da bir özel poliklinikte çalışan hekimlerin vizitelerden %50 oranında bir pay almakta olduğu tespit edildiğinden Borçlar Kanunu’nun 313. maddesindeki tanıma uygun bir hizmet akdinin vücut bulduğuna karar vermiştir, çünkü hekimler belirli veya belirsiz bir zamanda hizmet görmeği ve iş sahibi de onlara bir ücret ödemeyi yükümlenmişlerdir. Ücreti karşılığında görülen bu hizmet ilişkisini başka türlü nitelendirmek mümkün değildir. Öte yandan 506 sayılı kanunun 3. maddesi, sigortalı sayılmayanları açıkça belirtmiştir. Poliklinikte çalışan hekimlerin sigortalılıktan ayrık tutulduklarını gösteren bir hüküm anılan maddede yer almış değildir diyerek bu konuyu açıklığa kavuşturmuştur.
Bu konuya ilişkin verilmiş bir başka Yargıtay kararında da özel hastane ile doktorlar arasındaki hukuki münasebetin Borçlar Kanunu’nun 313. maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan hizmet akdinden olduğunu ve bu sebeple sigortalı sayılmaları gerektiğini belirtmiş ve doktorların hastanede çalışmaları karşılığı hastalardan hastane tarafından alınan ücretten %40’ı doktorlar vizite ücreti olarak verilmiş olması doktorların SSK. m.3/1, k. bendi uyarınca hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi nam ve hesaplarına çalıştıklarını göstermeyeceğine karar vermiştir.
bbb-) İşyeri Hekimliği Yapanlar:
Hekimlerin Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı olarak sosyal güvenliklerinin sağlandığı bir başka durumda işyeri hekimi olarak çalıştıkları hallerdir. Ancak burada bir ayrım yapmamız gerekmekte çünkü hekimler işyeri hekimi olarak çalışırken, aynı zamanda başka yerlerde de çalışabilirler. Bu bakımdan ikili bir ayrım yapabiliriz. Bunlar ise:
1- Sadece işyeri hekimliği yapanlar,
2- Kendi muayenehanesi bulunup ta, bunun yanında işyeri hekimliği yapanlar
Şu an için sadece işyeri hekimliği yapanları açıklayalım. Diğer durumu yeri geldiğinde belirteceğim.
İşyeri hekimleri hakkında kısa bir bilgi verecek olursak; İşyeri Hekimleri Yönetmeliğinin 18. maddesi gereğince işyeri hekimi olarak görevlendirilecek hekimlerin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca verilmiş işyeri hekimliği sertifikasına sahip olmaları gerektiğini belirtmeliyiz. Ayrıca işyeri hekimleri koruyucu ve önleyici iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini yerine getirmelidirler. İşyeri hekimi istihdam etme zorunluluğu elliden fazla işçi çalıştıran işyerlerinde söz konusudur .
Bütün bu açıklamalardan sonra şu hususu belirtmemiz gerekmektedir ki işyeri hekimi ile işveren arasındaki hukuki ilişki iş akdine dayandığından işyeri hekimi işçi statüsündedir. Bu nedenle iş mevzuatından doğan işçilere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kural olarak işyeri hekimlerine de uygulanır . Bundan dolayı sadece işyeri hekimliği yaparak geçimini sağlayan hekim, 506 sayılı kanun m.2 kapsamında sigortalı sayılır.
Bu konuda verilmiş bir Yargıtay kararında da davacı ile serbest doktor arasında davacının işyerine alınan işçilerin işe alınırken ve periyodik muayenelerinin yapılması için anlaşılıp ayda 350 lira ücret verildiği belirtilmiş ve uyuşmazlık konusunu serbest doktorun davacıya hizmet akdi ile bağlı bulunup bulunmadığı şeklinde tespit etmiştir. Kararında da 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 2. maddesinde, bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların bu kanuna göre sigortalı sayılacakları kabul edildiğine göre bir ücret karşılığı davacının işçilerini muayene eden doktorun işverenle ilişkisinin hizmet akdine dayandığı sonucuna varmıştır.
Bu kararı değerlendirirken de yukarıda belirttiğim açıklamalarda olduğu gibi henüz Bağ-Kur Kanunu’nun çıkmadığını unutmamamız gerekmektedir.

ccc-) Vakıf Üniversitesi Hastanelerinde Çalışan Hekimler:
Vakıf üniversiteleri Anayasanın 130. maddesi ile 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun ek 2. maddesi uyarınca kanunda gösterilen usul ve esaslara göre kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetimine tabi kurulan yükseköğretim kurumları olduğunu belirtmeliyiz.
Bu kurumlara yönelik olarak 31.12.2005 gün ve 20040 sayılı R.G.’de Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği yayımlanmıştır. Bu yönetmeliğin 23. maddesi öğretim elemanları başlığını taşımakta ve m.23/2’de vakıf üniversitesi ile öğretim elemanı arasındaki hukuki rejimin nasıl olacağı düzenlenmektedir. 23. maddenin ikinci fıkrası gereğince vakıf yükseköğretim kurumlarında görev alacak olan akademik ve idari personelin çalışma esasları bakımından 2547 sayılı kanunda devlet üniversiteleri için öngörülen hükümlere tabi olduğu belirtilirken, bu personelin aylık ve diğer özlük hakları bakımından ise 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine tabi olacağı gösterilmiştir. Bu durumda vakıf üniversitesinin hastanesinde çalışan ve öğretim görevlisi konumunda bulunan hekim iş akdine göre çalışacağından 506 sayılı kanunun 2. maddesi gereğince sigortalı konumunda bulunacaktır.
????: Büyükçöplük Sanal Dünya [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
ddd-) Sosyal Sigortalar Kurumunun Hastanelerinde Çalışan Hekimler:
Sosyal Sigortalar Kurumunun hastane işlettiği dönemde istihdam ettiği hekimler mevcut bulunmaktaydı. Bu durumda ise SSK. m.123’e bakmamız gerekiyordu. Bu madde gereğince kurumun, bu kanunla kendisine verilmiş bulunan görevleri yerine getirebilmek ve sağlık yardımlarını yapabilmek için, hastane, yataklı ve yataksız dispanser vb müesseseler işletebileceği gibi gerekli gördüğü yerlerde hekim, eczacı ve diğer gerçek ve tüzel kişilerle sözleşme yapmaya da yetkili kılınmıştı. Bu durumda Sosyal Sigortalar Kurumu da özel hukuk hükümlerine tabi olduğundan istihdam ettiği hekimle hizmet(iş) akdi kurmakta idi ve dolayısıyla Sosyal Sigortalar Kurumuna ait sağlık tesislerinde çalışan hekimlerde sigortalı olmaktaydılar ancak 06.01.2005 gün ve 5283 sayılı yasa ile bu yasanın birinci maddesinde de belirtildiği üzere kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık tesisleri (bunlara kurumun elindeki tesislerde dâhil) Sağlık Bakanlığına devredildiğinden tabi oldukları sosyal güvenlik kuruluşunda değişiklik hâsıl olmuştur. Bu duruma ilerdeki konularda değinilecektir.
eee-) Anlaşmalı Hekimler:
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz 5283 sayılı kanunun 9. maddesinin ikinci fıkrası gereğince kurumun sağlık hizmeti satın almasına ilişkin hükümler kaldırılmadığından kendi adına muayenehanesi bulunan ve serbest meslek kazancı mükellefi olan hekimlerle kurum eskiden olduğu gibi anlaşmaya yapmaya devam edebilecektir. Gerekli muayene ve tedaviyi kendi muayenehanelerinde yapan hekimlerin, mesleğin ihtisası gerektirmesi sebebiyle emir ve denetimin söz konusu olmaması karşısında sigortalı olarak kabul edilemeyeceklerdir . İleride de anlatacağımız gibi bu hekimler sosyal güvenlikleri bakımından Bağ-Kur’a tabi olmaktadırlar.
cc-) Hekimlerin Sigortalılığının Başlangıcı:
SSK. m.6 gereğince çalıştırılanlar işe alınmalarıyla kendiliğinden sigortalı olurlar. Yani SSK. m.2 ve m.3’teki belirtilen koşulları yerine getirenler kendiliğinden sigortalı sayılır. Kısacası sigortalı olmak için yargıç veya kurum işlemine gerek yoktur .
Sigortalı sayılmada ayrıca önemli olan hizmet ilişkisinin hukuken değil, fiilen kurulmuş olmasıdır. Kural budur .
Bundan ötürü hekimin sigortalılığının başlama anı sözleşmenin yapıldığı an değil, fiilen işe başladığı an olarak kabul edilecektir. Ayrıca sigortalı olma hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği gibi, sözleşmelere sosyal sigorta yardım ve yükümlerini azaltmak veya başkasına devretmek yolunda hükümler de konulamaz .
dd-) Hekimlere Sigortalılıkları Kapsamında Sağlanan Haklar:
Sosyal Sigortalar Kurumu, hekimlere, diğer sigortalılara ve bakmakla yükümlü oldukları kişilere emeklilik ve sağlık hizmetleri temin etmektedir. Sağlık hizmetleri kapsamında iş kazası/meslek hastalığı, hastalık ve analık, emeklilik hizmetleri kapsamında ise malüllük, yaşlılık ve ölüm hallerinde sigorta yardımları sağlamaktadır .




B-) EMEKLİ SANDIĞI:
08.06.1949 tarihli 5434 sayılı kanunla T.C. Emekli Sandığı kurulmuştur ancak bu kurum, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur’dan farklı bir statüye sahip bir sosyal güvenlik kuruluşudur. Maliye Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliği olan bir devlet kurumudur . Emekli Sandığı bünyesinde bir emeklilik fonu, sağlık sigortası, vd bazı teminatları birleştirmektedir .
aa-) Emekli Sandığından Faydalanacak Olanlar:
T.C. Emekli Sandığınca sağlanan haklardan faydalanabilmek için bazı koşullar aranmıştır. Bunlar:
1- Türk uyruğunda olmak,
2- 18 yaşını bitirmiş olmak (1425 sayılı yasanın ek.7. maddesiyle tanınan istisna hariç),
3- Emekli Sandığına tabi bir yerde çalışmak,
4- Belli işlerde çalışıyor olmak
Bu açıklamalardan sonra şunu belirtmek gerekmektedir ki T.C. Emekli Sandığı Kanunu’nun 12. maddesine göre kurumca sağlanan haklardan faydalanacak olanlar iki bölümde ele alınmıştır. 12’inci maddenin birinci fıkrasının kapsamına giren daire, kurum ve ortaklıklar, aynı maddenin ikinci fıkrasında da kimlerin faydalanacakları açıklanmıştır. Faydalanma bakımından gerek birinci, gerekse ikinci fıkradaki şartların her ikisinin birlikte gerçekleşmesi gerekir. Aksi takdirde kurumun imkânlarından faydalanma olanağı yoktur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta da, ikinci fıkrada kapsama dâhil unvanlar sıralanırken genellikle nitelikleri itibariyle süreklilik arz eden ve işçi statüsüne dâhil edilemeyecek kadroların aranıp bulunmasına özen gösterilmiş olmasıdır .


bb-) Emekli Sandığına Tabi Olan Hekimler:
Ülkemizde sosyal güvenlikleri emekli sandığınca sağlanan hekimleri ayrı ayrı başlıklar altında inceleyelim.

aaa-) Sağlık Bakanlığı Tarafından Çalıştırılan Hekimler:
Ülkemizde sağlık politikasını belirlemek ve yürütmekle görevli olan Sağlık Bakanlığı birinci ve ikinci basamak sağlık hizmetlerini sunan, esasen de koruyucu sağlık hizmetlerinin tek sunucusu olan en önemli kamu kurumumuzdur . 1961’de TBMM’de çıkarılan 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkındaki Kanun’un sonucu olarak, tüm ülkede hem birinci, hem de ikinci basamak kuruluşlarını içeren geniş bir hizmet ağı oluşturulmuştur. Ülkemizdeki 1226 hastanenin %61’i, hasta yataklarının %44’ü ve hastanelerde çalışan hekimlerin %44’ü Sağlık Bakanlığı bünyesindedir .
Burada bakmamız gereken iki kaynak bulunmaktadır. Birincisi 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu iken diğeri 31.12.1980 tarihli R.G.’de yayımlanmış olan 2368 sayılı Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanundur. İlk önce 657 sayılı kanuna baktığımızda bu kanunun genel ve katma bütçeli kurumlarda vb yerlerde çalışan memurlara uygulanacağı belirtilmiştir(m1/1). Ayrıca bu kanuna tabi kurumlarda çalışan memurların sınıfları da belirtilmiştir. Bunlar için 36.maddenin üçüncü fıkrasında sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri sınıfı vardır. Bu kapsama hekimler, eczacılar vb sağlık personeli girmektedir. Dolayısıyla genel bütçeden yararlanan Sağlık Bakanlığının çalıştırdığı hekimler bu kanun kapsamında değerlendirilmelidir. Ayrıca 2368 sayılı kanuna baktığımızda bunun kapsamına bu kanun ile kaldırılan 2162 sayılı kanuna tabi hekimlerin girdiği belirtilmektedir. 2162 sayılı kanunda ise kapsamında genel bütçeli kurumlarda ve ayrıca 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. maddesinde belirtilen sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetlerinde çalışanların girdiğini görmekteyiz. Dolayısıyla Sağlık Bakanlığı personelinin belirttiğimiz kanunlara tabi olduğunu belirttikten sonra açıklamalarımıza devam edebiliriz.
2368 sayılı kanunun 3. maddesi gereğince aynı kanunun birinci maddesine göre tazminat esaslarından yararlanan personel resmi ve özel herhangi bir müessesede maaşlı, ücretli veya sözleşmeli olarak görev alamayacakları belirtilmiş, ancak hemen akabindeki maddede yani 4. maddede özel kanunlarına göre meslek ve sanatlarını serbest olarak icra etme hak ve yetkisine sahip olan hekimlerin bu kanunun birinci maddesinde belirtilen tazminat hakkından yararlanmamak koşulu ile serbest olarak çalışabilecekleri düzenlenmiştir. Ancak serbest çalışma hakkı olan personel dahi aynı kanunun 2. maddesi gereğince gene de haftalık 40 saat ilgili olduğu kamu sağlık biriminde çalışmalıdır. Kanunun 4. maddesinin açıklığı karşısında hekim isterse çalışmakta olduğu kamu hastanesinin dışında bir başka yerde çalışabileceği gibi, serbest olarak muayenehanesinde de çalışabileceği sonucu çıkar.
Diğer taraftan 657 sayılı kanunun 28. maddesi gereğince memurlar Türk Ticaret Kanunu’na göre tacir veya esnaf sayılmalarını gerektirecek bir faaliyette bulunamazlar, ticaret ve sanayi müesseselerinde görev alamaz, ticari mümessil veya ticari vekil veya kollektif şirketlerde ortak veya komandite şirkette komandite ortak olamazlar. Dolayısıyla Devlet Memurları Kanunu’na tabi bulunan hekimlerin de ticaret ve sanayi müesseselerinde bir hizmet akdine dayanarak görev almaları mümkün bulunmamaktadır. Bu itibarla, 2368 sayılı kanunun 4. maddesi uyarınca hekimlerin mesai saatleri dışında özel hastane ve polikliniklerde ancak bir hizmet akdine bağlı olmaksızın serbest olarak çalışabilecekleri kabul olunmaktadır .
Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Sağlık Bakanlığının hastanelerde ve sağlık ocaklarında istihdam ettiği hekimler 657’ye tabidir ve memur sıfatını taşıdıklarından ötürü de sosyal güvenlikleri Emekli Sandığınca sağlanır. Bu arada 2368 sayılı kanunda tazminat esasından yararlanmaksızın mesleğini serbest olarak icra etme hakkını elde etmiş olan hekim yaptığı diğer işlerde diğer sosyal güvenlik kurumlarının kapsamına dâhil olabilecek durumda bulunsa bile, Emekli Sandığı ile ilişkisi önce başladığından ve zaten kanuna göre memur olma sıfatı devam ettiğinden Emekli Sandığına tabi olmaya devam edecektir. Bu durum sosyal güvenlikte teklik ilkesinin de bir sonucudur.
Bu arada şu noktada açıklığa kavuşturulmalıdır ki sosyal güvenliği Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi olan hekimleri açıklarken 06.01.2005 ve 5283 sayılı bazı kamu kurum ve kuruluşuna ait sağlık birimlerinin Sağlık Bakanlığına devredilmesine dair kanundan bahsetmiştik, işte bu kanun gereğince Sosyal Sigortalar Kurumunun işlettiği hastaneler, Sağlık Bakanlığına devredilmiştir. Bu kanundan önce kurumun hastanelerinde çalışan hekimlerin sosyal güvenliği gene kurumun kendisi tarafından karşılanmaktaydı. Yani Sosyal Sigortalar Kanunu bakımından sigortalı konumunda bulunmaktaydılar. Bu kanun neticesinde m.5/3, c.bendi gereğince çeşitli statülerde sözleşmeli olarak çalışanlar, devir tarihi itibariyle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4. maddesinin (B) fıkrası hükmü uyarınca istihdam edilmek üzere bakanlığa devredildiğinden ilgili hastanelerde çalışan hekimlerde memur statüsüne kavuşmaktadırlar. Bundan dolayı sosyal güvenlik açısından tabi oldukları kuruluş artık Emekli Sandığı olacaktır.
bbb-) Sağlık Bakanlığı Tarafından Sözleşmeli Olarak Çalıştırılan Hekimler:
Sağlık Bakanlığı, mevcut olan bazı özel kanunlarla sözleşmeli personel istihdam edebilme olanağına kavuşmuştur. Aslında bu durum 657 sayılı kanunda da belirtilmiş ve sözleşmeli personelinde bu kanunda belirtilen özel hükümlere tabi olduğu gösterilmiştir. Bu konuda iki tane düzenlememiz mevcuttur. Bunlar; 3359 sayılı kanun ile 4924 sayılı kanundur.
15.05.1987 tarihli R.G.’de yayımlanmış olan 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu gereğince Sağlık Bakanlığı m.7/2 ‘ye göre özel bir mesleki bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren veya ülke düzeyinde mesleki gelişmeyi sağlayacak Türk uyruklu ve yabancı uyruklu hekimlerde kadro karşılığı aranmaksızın sözleşmeli olarak çalıştırılabilecektir. Maddenin bu haliyle hekim ve Sağlık Bakanlığı arasında yapılacak olan sözleşmenin özel hukuk sözleşmelerine göre bir hizmet(iş) akdi olacağı sonucu çıkarılabilir; çünkü kadro karşılığı aranmaksızın sözleşme yapılabileceği belirtilmiştir. İşte bu gruba giren hekimlerin sosyal güvenliklerinin hangi kurumca karşılanacağına ilişkin olarakta m.7/4’te bir hüküm bulunmakta ve sözleşme ile çalıştırılacak personelin istekleri halinde T.C. Emekli Sandığı ile ilişkilendirilecekleri belirtilmektedir. Bu bakımdan da hizmet akdine bağlı olarak çalışmasına rağmen Emekli Sandığından özel bir düzenleme ile yararlanabilmesi bizim için güzel bir örnektir.
Buna ek olarak Sağlık Bakanlığı ve ilgili kuruluşları 10.07.2003 tarihli ve 4924 sayılı kanun gereğince de eleman temininde güçlük çekilen yerlerde ve hizmet dalında sağlık hizmetinin etkili ve verimli bir şekilde yürütülebilmesini temin etmek amacıyla hizmet akdi ile sağlık personeli istihdam edebilecektir. Ancak bu kanun gereğince istihdam edilen personel birinci maddesi gereğice de hizmet akdi ile istihdam edilmesine karşın işçi olarak kabul edilmeyecektir. Bu konumdaki sözleşmeli personel m.3/3 gereğince sağlık kurum ve kuruluşları ile 112 acil servis gibi hizmet bazındaki birimlerde çalıştırılabilecektir. Bu arada sözleşmeli olarak istihdam edilecek olan uzman tabip, tabip gibi pozisyonlara yapılacak atamalar kura yöntemi ile belirlenecektir(m.4/2). Bu kapsamda bulunan personel kazanç getirici başka bir iş yapamayacağı gibi, resmi veya özel herhangi bir müessesede maaşlı, ücretli veya sözleşmeli olarak görevde alamayacak ve serbest olarak sanat ve mesleklerini icra edemeyeceklerdir(m.5/4). Dolayısıyla bu konumdaki hekimler 2368 sayılı yasanın tazminattan yararlanmamak suretiyle serbest olarak çalışma olanağı tanıyan imkânından yararlanamayacaklardır; çünkü 2368 sayılı kanunun kapsamı bakımından 2162 sayılı kanun sözleşmeli personeli içeriğine dâhil etmemiştir(m.1/2). Ancak nihayetinde; 4924 sayılı kanun gereğince bu konumda bulunan personel, tıpkı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nda belirtilen sözleşmeli personelde olduğu gibi istekleri halinde Emekli Sandığı ile ilişkilendirilebileceklerdir(m.9/1). Böylece sosyal güvenlik bakımından hangi kuruma tabi olacaklarına ilişkin muhtemel sorunlarda çözümlenmiş olmaktadır.
ccc-) Zorunlu Hizmete Tabi Olarak Çalışan Hekimler:
Ülkemizde günümüzde gündemde olan konulardan bir tanesi de hekimlerin zorunlu hizmetidir. Bu konu oldukça tartışmalıdır. Ülkemizde daha az gelişmiş bölgelerde hekim ve diğer personel açıklarını kapatmak amacıyla, 1980’lerin başında uygulamaya konulan zorunlu hizmet yükümlülüğü, genellikle mesleki tatminsizlik ve hizmet kalitesi sorunlarına yol açtığından sonradan yakın bir tarihte kaldırılmıştır .
Zorunlu hizmetin tekrar gündeme gelmesi 21.06.2005 tarih ve 5371 sayılı kanunun çıkması ile olmuştur. Bu tarihten sonra Türkiye Tabipler Birliği, 12 Eylül 2005 tarihli devlet hizmeti yükümlülüğü konulu Başbakanlık genelgesinin iptali için Danıştay’a dava açmıştı. Danıştay ise bu dava neticesinde ilgili yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına 2003 yılında zorunlu hizmetin kaldırılması sonucunu doğuran 4924 sayılı kanunun gerekçesine dayanarak karar vermiştir ve bu kararı ile Anayasa Mahkemesi’ne yürütmenin durdurulması konusu olan yönetmeliğin hukuken dayanağı olan 5371 sayılı kanunun ilgili maddelerinin iptali için başvurmuştur. Anayasa Mahkemesi de söz konusu başvuruyu hızla sonuçlandırmış ve vermiş olduğu kararında çoğu iptal istemini reddetmiş, sadece 5371 sayılı kanun ile 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa eklenen ek madde 3. son fıkrasındaki ‘....... veya yurt dışında kendi nam ve hesabına okuyarak Devletten öğrenci dövizi almadan......’ bölümünün iptaline karar vermiştir.
Belirtmiş olduğumuz bölüm iptal edilince mecburi hizmet başlangıçtaki haline göre –beklenmeyen biçimde- genişlemiştir. Şimdi tekrar başa dönülecek ve kanunun ilk çıktığı gün itibariyle mecburi hizmete tabi tutulan hekimlerin, devlet hizmeti yükümlülüğü devam edecektir . Bundan dolayı da zorunlu hizmete tabi olan hekimlerin sosyal güvenliğini belirtmemiz gerekmektedir. Bu konuda tekrar 21.06.2005 tarih ve 5371 sayılı kanuna değineceğim.
5371 sayılı kanunun birinci maddesi gereğince Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa eklenen ek m.3 ile zorunlu hizmet düzenlenmiştir. Bu madde gereğince yurt içinde veya yurt dışında öğrenimlerini tamamlayarak tabip, uzman tabip ve yan dal uzmanlık eğitimini tamamlayarak uzman tabip unvanını kazananlar, her eğitimleri için ayrı ayrı olmak kaydı ile ilgili maddede belirtilen gün sayısı kadar devlet memuru olarak veya ilgilinin talebi halinde 4924 sayılı kanuna tabi sözleşmeli sağlık personeli olarak devlet hizmeti yapmakla yükümlüdürler. Ayrıca bu kanun gereğince Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na eklenen ek altıncı maddenin son fıkrasında belirtildiği üzere devlet hizmeti yükümlüsü personel bu kanun hükümleri dışında genel hükümlere ve ilgili kurum mevzuatına tabidir denilmektedir. Böylece zorunlu hizmetini devlet memuru olarak yerine getiren hekim Emekli Sandığına tabi olacaktır, bunun yanında 4924 sayılı kanuna tabi olarak zorunlu hizmetini yerine getiren hekim ise ilgili kanunda belirtildiği üzere isteği halinde Emekli Sandığı ile ilişkilendirilecektir.
ddd-) Belediyelerin Sağlık Kuruluşlarında Çalışan Hekimler:
Belediyeler kendilerine ait olan hastane ve diğer sağlık kuruluşları aracılığı ile sağlık hizmetini yerine getirebilmektedirler . Gerçekten belediyelere, 03.07.2005 ve 5393 sayılı Belediyeler Kanunu gereğince sağlıkla ilgili her türlü tesisi açma ve işletme olanağı görev ve sorumluluk olarak verilmiştir(m.14/1, b. bendi). Belediyeler bu olanaklarıyla ilişkili olarak norm kadroya uygun örneğin sağlık alanında tabip ve uzman tabip gibi uzman ve teknik personeli yıllık sözleşme ile çalıştırabilmektedirler(m.49/3). Bu sözleşmeye göre istihdam edilen personele de 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4. maddesinin (b) fıkrasına göre istihdam edilenler hakkındaki hükümler uygulanacaktır(m.49/5). Dolayısıyla belediye hastanelerinde veya sağlık kuruluşlarında çalışan hekimin sosyal güvenliği de Emekli Sandığını tarafından karşılanacaktır. Zaten burada Sayıştay’ın vermiş olduğu bir kararını da belirtmemiz gerekirse 657 sayılı kanunun değişik 4. maddesinde istihdam şekilleri açıklanmış olup, buna göre doktorluk hizmetinin memurlar ve sözleşmeli personel eliyle gördürülmesi gerektiğini tespit ettikten sonra, belediyenin bu iki istihdam şekli dışında işçi statüsünde doktor çalıştırılmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmaktadır ki bu da bizim görüşümüzü destekleyen bir karardır. Şu hususu da belirtmeden geçemem ki; daha önceden bahsetmiş olduğumuz 5283 sayılı kanuna göre Sosyal Sigortalar Kurumunun elindeki hastaneler Sağlık Bakanlığına devredilmiştir; işte bu noktada belediyelere ait sağlık kuruluşları bakımından ise bu kanunun 2. maddesinde ‘.........mahalli idarelere......ait sağlık birimleri hariç olmak üzere’ ibaresi mevcut olduğundan Sağlık Bakanlığına devir gibi bir durum söz konusu değildir.
eee-) Devlet Üniversitesi Hastanelerinde Çalışan Hekimler:
Devlet Üniversiteleri yürüttükleri faaliyet gereği bir kamu hizmetini görmektedirler. 1982 Anayasamızın 130. maddesine göre de kamu kurumu niteliğindedir. Üniversiteler yürütmekte oldukları bilimsel, teknik ve kültürel faaliyet nedeniyle öteki kamu kurumlarına göre çok daha geniş bir özerklik ile donatılmalıdır ancak 4 Kasım 1981 tarihli 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile gerek yükseköğretim, gerekse de üniversitelerin organlarının seçilme yöntemi yerine atama yöntemi ile oluşturulmaları öngörülmüştür. Böylece idari özerklik kaldırılmıştır. Nitekim gerek 2547 sayılı kanunda ve gerek 1982 Anayasası’nın 130. maddesinde üniversitelerin sadece bilimsel özerkliğe sahip oldukları belirtilmiş ve fakat idari özerklikten söz edilmemiştir . Bunun yanında asıl görevleri eğitim ve bilimsel araştırma olmasına rağmen üniversiteler ülkenin koşulları doğrultusunda genel sağlık hizmeti sunma faaliyetlerinden uzak kalamamışlardır . Üniversitelerde, bu kurumların sahip olduğu hastanelerde çalışan ve aynı zamanda eğitim faaliyetini yerine getirip bilimsel araştırma yapan hekimlerin durumlarını inceleyecek olursak, bu durumda 13.10.1983 tarihinde R.G.’de yayımlanmış olan 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu’na bakmamız gerekmektedir. Bu kanun öğretim görevlilerinin aylık, ödenek ve sair özlük haklarını kapsamaktadır(m.2). Bu bağlamda öğretim elemanlarının sosyal hak ve yardımlar bakımından 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi oldukları belirtilmiştir(m.10). Bunun yanında bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde de 2547 sayılı kanun ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu uygulanacaktır denilmek suretiyle(m.20) devlet üniversitelerindeki personelin durumu devlet memurlarına benzetilmiştir, bu nedenlerden dolayı sosyal güvenlik bakımından tabi oldukları kuruluş Emekli Sandığıdır.
fff-) Askeri Hastanelerde Çalışan Hekimler:
Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup subayların sınıfları 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 21. maddesinde belirtilmiştir. Bu maddeye dayanılarak 23.05.1968 tarihli R.G.’de yayımlanmış olan 12906 sayılı T.S.K. Subay Sınıflandırma Yönetmeliği çıkartılmıştır. Bu yönetmeliğin 3. maddesi gereğince Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetlerinde iki türlü sınıf oluşturulmuştur. Bunlar muharip sınıflar ve yardımcı sınıflardır. Buna göre Askeri hastanelerde çalışan subay konumunda bulunan hekimler yardımcı sınıflara girmektedir. Böyle bir sınıflandırmaya gidilmesinin temel nedeni ise asıl amacı yurt savunması olan muharip sınıfın gerektiğinde düşmanla karşı karşıya kaldığında ancak kendisine hizmet ve lojistik destek sağlayan sınıfların yardımıyla başarılı olacağı düşüncesidir .
Askeri sağlık tesislerinde subaylar, muvazzaf subay konumunda bulunabilecekleri gibi, sözleşmeli subay olarak ta çalışabilirler. Sözleşmeli subay olarak çalışması ancak askeri hâkim sınıfı için kanun (4678 sayılı kanun m.4/3) gereği mümkün olmadığından hekimlerin sözleşmeli subay olarak çalışmalarına bir engel bulunmamaktadır. Sözleşmeli subaylarda, muvazzaf subay ile aylık, tazminat, diğer mali ve sosyal haklardan 4678 sayılı kanunun 15. maddesi gereğince aynen yararlanırlar.
Sözleşmeli subaylarda, muvazzaf subaylar gibi 926 sayılı TSK personel kanunu ile 211 sayılı İç Hizmet kanununa tabi olacaklardır .
Dolayısıyla sözleşmeli subay olan hekimler ve muvazzaf subay olan hekimler 926 sayılı kanunun 8. maddesine göre emeklilik hakları bakımından T.C. Emekli Sandığı Kanunu ile ilişkilendirileceklerdir. Ancak emeklilik haklarını elde edebilmeleri için öncelikle 926 sayılı kanunun m.112 vd maddelerinde yer alan yükümlülük sürelerini tamamlamış olmaları gerekmektedir. Emeklilik durumlarına ilişkin özel bir durumları daha bulunmaktadır, bu husus da emeklilik hakkını kazananların emekliliklerini ancak her yılın ocak ve şubat ayları içerisinde isteyebilecekleridir. Bu aylar dışındaki istemler ilgili kuvvet komutanının hizmet gerekleri nedeniyle uygun görmesi halinde kabul edilebilir .
Öte yandan hem sözleşmeli subay olan hekimler, hem de muvazzaf subay olan hekimler için 211 sayılı kanunun m.57 vd gereğince hem kendilerinin hem de bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin, askeri hastanelerde muayeneleri ve tedavileri ücretsiz yapılır .
Bunların yanında her iki gruba da giren hekimler, 205 sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu(OYAK) Kanununa göre de kurumun daimi üyeleridir. Tamamlayıcı sosyal güvenlik sandıklarından olan OYAK zorunlu iştirakçi olarak TSK mensuplarına bazı sosyal yardımlar sağlamak amacıyla Milli Savunma Bakanlığına bağlı, mali ve idari özerkliğe sahip bir kuruluştur. Söz konusu kurum, üyelerine veya ölümleri halinde mirasçılarına, emeklilik, malüliyet, ölüm yardımı ve konut edindirme yardımı adı altında bir defaya mahsus toptan ödemede bulunur. Hatta belirli koşullar altında emeklilik yardımının belirli bir kısmını kurumda bırakan ilgililere emekli aylığı sağlamaktadır .
cc-) Hekimlerin Haklarının Başlangıcı:
Emekli Sandığı Kanunu’nun 30. maddesine göre Emekli Sandığının sağlamış olduğu haklardan iştirakçiler kanunun 14. maddesinin ‘a’ ve ‘b’ fıkraları gereğince ilk alınan keseneklerin ilgili bulunduğu aybaşından itibaren yararlanmaya başlarlar.
dd-) Hekimlere Emekli Sandığınca Sağlanan Haklar:
T.C. Emekli Sandığı iştirakçilerine, dolayısıyla da hekimlere sağlamış olduğu haklar; emekli aylığı, adi malüllük aylığı, harp malüllüğü, toptan ödeme, emekli keseneklerinin geri verilmesi, harp malüllerine özel yardım, emekli ve evlenme ikramiyeleri, sağlık yardımları, aylık bağlananlara sosyal yardım (yakacak parası), emekli aylığı almakta iken ölenlerin ailesine bir aylık tutarında ölüm yardımı, memura borç para verilmesi, 2022 sayılı yasaya göre yaşlı ve muhtaç vatandaşlara aylık bağlanmasıdır .


C-) BAĞ-KUR ( BAĞIMSIZ ÇALIŞANLARIN SOSYAL GÜVENLİĞİ):
14.09.1971 tarih ve 1479 sayılı kanunla kurulan Bağ-Kur, Sosyal Sigortalar Kurumu gibi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bağlı kuruluşu olan Sosyal Güvenlik Kurumunun ilgili kuruluşu olup, idari ve mali açıdan özerktir. Kamu tüzel kişiliğine sahip olmasının yanı sıra özel hukuk hükümlerine göre de faaliyette bulunmaktadır . Sayıştay’ın vize ve denetimine tabi değildir ancak kurumu Yüksek Denetleme Kurulu denetlemektedir .


aa-) Bağ-Kur’dan Faydalanacak Olanlar:
1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu’nun 24. maddesinde kimlerin sigortalı olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Bu madde gereğince zorunlu Bağ-Kur kapsamına alınmak için üç koşul öngörülmektedir. Bunlar:
1- Hizmet sözleşmesi ile bir işverene bağlı olmadan kendi ad ve hesabına çalışmak,
2- Belirli meslek grubuna girmek ya da şirketlerin ortaklarından olmak,
3- Başka sosyal güvenlik kurumunun kapsamında olmamak
Bağ-Kur kapsamına girenler sigortalı olma hak ve yükümlülüklerinden vazgeçemez veya kaçınamazlar.
İlgili maddeyi daha fazla irdeleyecek olursak 30.12.1988 tarihli 20035 sayılı Bağ-Kur Sigortalılarının Başvurma Usulleri ve Uymak Mecburiyetinde Oldukları Esaslar ve İlgili İşlemler Hakkındaki Yönetmeliğin 4. maddesinde sayılan işleri yapanlar zorunlu
Bağ-Kur sigortalısı sayılırlar. Yönetmeliğin 4. maddesini konumuz açısından ele alacak olursak; tabipler, mimar ve mühendisler, eczacılar gibi ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar bu yasa kapsamında sigortalıdır . Dolayısıyla tabipler serbest çalıştıkları için Bağ-Kur kapsamına girmektedirler. Ancak tabiplerin, Bağ-Kur’dan yararlanabilmeleri için öncelikle Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi ile Tabip odalarına yani ilgili meslek kuruluşlarına üye olmalıdırlar. Kısacası Bağ-Kur’a girebilmek için bütün esnaf, sanatkar ve diğer bağımsız çalışanların öncelikle, kendi işleriyle ilgili, kanunla kurulmuş bir meslek kuruluşuna kayıtlarını yaptırmaları gerekmektedir. Aksi halde Dernekler Kanunu’na göre kurulmuş derneklere, kooperatiflere ya da sendikalara kayıtlı olmak Bağ-Kur’a girme hakkını vermez .
Şu husus da belirtilmelidir ki yasanın 24. maddesi bağlamında Sigortalı olma koşullarını taşımalarına karşın, noterlerin ve avukatların 506 sayılı yasanın 86. maddesi uyarınca topluluk sigortası kapsamında olmaları nedeniyle mesleklerinin yanı sıra başka bir işle uğraşsalar bile, 1479 sayılı yasanın kapsamının dışındadırlar .


bb-) Hekimlerin Sosyal Güvenlik Bakımından Bağ-Kur’a Tabi Oldukları Haller:
aaa-) Özel Muayenehanelerinde Çalışanlar:
Hekim eğer kendi adına muayenehane açmış olur ve başka bir sağlık kuruluşuna emeğini belli zamanlarda tahsis edeceği yönünde bir iş akdi de kurmamışsa bu taktir de Bağ-Kur’a yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalardan da anlaşılacağı üzere tabi olacaktır. Gerçekten kendi adına muayenehanesi bulunan hekim ile hastası arasındaki hukuki ilişki vekâlet akdine dayanmaktadır . Burada hekimin hastasına bağlılığı sınırlı olup, esas olan hizmetin görülmesidir. Ayrıca ücret hizmetin neticesi için değil, kendisi için ödenir .
Görüldüğü gibi vekâlet akdi, diğer iş görme akdi olan hizmet akdi ve istisna akdinden farklıdır. Bu nedenle bağımsız çalışan hekim 506 sayılı kanunun 2. maddesi kapsamında sigortalı kabul edilemez. Emekli Sandığına tabi olmayacağı açıktır; çünkü serbest çalışmakta ve memur statüsünde bulunmamaktadır. Bu nedenle serbest çalışan hekim 1971 yılına kadar sosyal güvenlikten mahrum kalmış, sonradan bu düzenleme ile güvenceye kavuşturulmuştur.
Burada şu husus da belirtilmelidir ki sosyal sigortalar kurumu bahsinde anlatmış olduğumuz anlaşmalı hekimlerin sosyal güvenliği Bağ-Kur tarafından sağlanır; çünkü bu hekimler hastaların tedavisini kendi muayenehanelerinde gerçekleştirmektedirler. Bu itibarla SSK ile anlaşmalı hekimler arasında bir hizmet akdi mevcut değildir.



bbb-) Özel Muayenehanesi Bulunmakla Beraber, SSK’ nu Kapsamına Girecek Bir İşle Uğraşan Hekimler:
Bir hekim kendi özel muayenehanesi bulunmakla beraber, aynı zamanda özel hastanede, poliklinikte veya tıp merkezinde de çalışabilmesi veya bir işyerinde işyeri hekimi olarak çalışabilmesi mümkündür. İşte kapsam açısından duraksamalara yol açabilecek olan konu, hizmet akdi ile bir işverene bağlı olarak çalışan ve bu nedenle SSK kapsamına giren birinin, aynı zamanda Bağ-Kur kapsamına girecek durumda bulunmasıdır. Burada ise esas almamız gereken ölçüt hangi faaliyetin daha önce başlamış olduğudur. SSK’na tabi faaliyet daha önce başlamış, fakat SSK’na tescili yapılmamış hekim, daha sonra
Bağ-Kur’a tescilini yaptırırsa bunun iptal edilip, SSK’na kayıt ettirilmesi gerekmektedir .
Bu konuda da verilmiş olan örnek bir Yargıtay kararında da davacı konumunda bulunan doktor ile davalı konumunda bulunan işyeri sahibi arasında hekimin bağımsız çalıştığı ayrıca haftanın üç günü davalının işyerinde çalışan işçileri belirli saatler içinde muayene ettiği konusunda uyuşmazlık bulunmadığını tespit ettikten sonra uyuşmazlığı bu kişinin 506 sayılı yasa kapsamına mı yoksa 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu kapsamına mı gireceği şeklinde belirlemiştir. Uyuşmazlığın çözümü içinde bağımsız çalışmanın mı, yoksa hizmet akdiyle çalışmanın mı önce başladığının göz önüne alınması gerektiğini vurgulamıştır. Bu nedenle hekimin 506 sayılı yasaya tabi çalışması bağımsız çalışmadan daha önce başlamış ve devam etmekte ise, bu suretle de bağımsız çalışmaya başladığı tarihte esasen kanunla kurulu sosyal güvenlik kanunları kapsamı içinde bulunuyorsa, 1479 sayılı yasanın 24. maddesi gereğince Bağ-Kur Kanunu kapsamına girmeyeceğinin açık olduğu ama buna karşın bağımsız çalışması daha önceden devam etmekte olup, arizi olarak hizmet akdi çalışması sonraki tarihte ise, anılan 506 sayılı yasa bakımından sigortalı sayılmasına olanak olmadığı yönünde karar vermiştir. Kararda şu husus da belirtilmiştir ki yasa gereği çalışmaya başladığı tarihten itibaren kendiliğinden Bağ-Kur Kanunu’nun 25. maddesi gereğince sigortalı olacak bir kişinin, Bağ-Kur’a kaydını yaptırmamış olmasının sonucu etkilemeyeceği açıktır.
Görüldüğü gibi Yargıtay da bu konuda doktrin ile görüş birliği içinde bulunmakta ve daha önce belirttiklerimizi desteklemektedir.
cc-) Hekimlerin Sigortalılığının Başlangıcı:
Sigortalının durumuna göre zorunlu sigortalılığın başlangıcı da değişmektedir , ancak biz diğer durumlar konumuzla ilgili olmadığından değinmeyeceğiz. Hekimlerin sigortalılığının hak ve yükümlülükleri kanunla kurulu meslek kuruluşuna yazılarak kendi nam ve hesabına bağımsız çalışmaya geçtiği tarihte başlar. Ancak meslek kuruluşuna kayıtlı olarak kendi nam ve hesabına çalışmakla beraber, 01.10.1972 tarihinden önce devamlı olarak Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi olanlar, isteğe bağlı veya topluluk sigortasına tabi olanlar bu sigortalılıkları sona ermeden Bağ-Kur’a giremezler . Ayrıca 1479 sayılı kanunun 25. maddesinin birinci fıkrasındaki belirli koşulların gerçekleşmesiyle Bağ-Kur zorunlu sigortalılığı kendiliğinden başlayacaktır. Aynı yasanın 25. maddesi gereğince de sigortalı olma hak ve yükümlülüklerinden kaçınılamayacağı gibi; sözleşmelere, sosyal sigorta yardım ve yükümlerini azaltmak veya başkasına devretmek yolunda hükümler de konulamayacaktır .
dd-) Hekimlere Sigortalılıkları Kapsamında Sağlanan Haklar:
Bağ-Kur ilk başlarda kapsamına almış olduğu gruplar ve dolayısıyla hekimler içinde bir emeklilik sigortası niteliğini taşımaktaydı . Bu bağlamda esnaf, sanatkar ve öbür bağımsız çalışanlara malüllük, yaşlılık ve ölüm gibi sürekli gelir kaybına yol açan sosyal risklere karşı bir güvence sağlanmıştı. Daha sonra çıkarılan yasalarla hastalık riski de 1479 sayılı kanun kapsamına alınmıştır . Ancak Bağ-Kur kapsamındaki sigortalıların sağlık sigortası yaptırma zorunluluğu yoktur. Bağ-Kur 1988’de pilot illerde sağlık sigortasını sunmaya başlamıştır ve günümüzde tüm ülkeyi kapsamaktadır ama katılım zorunluluğu olmadığından katılım oranı çok düşük seviyelerde kalmıştır. Bağ-Kur’un 15 milyon üyesinden sadece tahminen 3,3 milyon kişi sağlık sigortasının aktif üyesidir . Ayrıca Bağ-Kur sigortası sigortalıların hem hastalık, hem de iş kazası riskiyle karşılaşması durumunda yardım yapmaktadır. Bu nedenle Bağ-Kur sağlık harcamaları iş kazası nedeniyle yapılan sağlık yardımlarını da kapsamaktadır. Yani SSK’daki gibi iş kazası ve hastalık sigortası ayrı ayrı düzenlenmiş değildir .
Bütün bunların yanında Bağ-Kur, mevcut sosyal güvenlik kurumları içinde en düşük seviyede haklar sağlayan, bu sebeple sigortalılarında prim ödeme arzusu uyandırmayan ve zorunlu olmasına karşın sigorta kaçaklarının önemli boyutta olduğu bir kurumdur .
3. SONUÇ:
Günümüzde hekimler çalışma ilişkilerine, bulundukları yerdeki hukuki statülerine göre mevcut olan sosyal güvenlik kurumlarından yararlanmaktadırlar. Kimisi işçi statüsünde SSK’dan, kimisi memur statüsünde Emekli Sandığından, kimisi ise bağımsız çalıştığından Bağ-Kur’dan yaralanmaktadır. Pek tabi ki yararlandıkları sosyal güvenlik kurumlarının farklı olmasından ötürü sosyal güvenlik haklarından farklı şekillerde yararlanmaktadırlar. Örneğin tüm kurumlarda finansman yöntemi bakımından kapitalizasyon yöntemi benimsenmişti. Ancak T.C. Emekli Sandığı Kanunu’na eklenen geçici 146. madde ile sandığın nakit açığının, Maliye Bakanlığı bütçesinin sosyal transferler bölümüne konulacak ödenekle karşılanması öngörülmüştür. Böylece devlet garantisi altında dağıtım yöntemi fiilen benimsenmiş olmaktadır . Bu nitelikleri itibariyle de finansman gibi önemli bir konuda Emekli Sandığı diğer kurumlara nazaran daha avantajlı konuma getirilmiştir. Bunun yanın da Bağ-Kur açısından sigortalısı sağlık sigortası yaptırmak yükümlülüğü altında bulunmamaktadır, bu nedenle pek olasılıklı gelmese de bir hekim sağlık sigortası yaptırmayarak bu tür bir sigortanın diğer kurumdakilere bağlı çalışanlara göre kapsamı dışında kalabilecektir.
Bütün bunların yanında hekimlerimiz her ne kadar sosyal güvenliğe kavuşturulmuş olsa da, coğrafi dağılım bakımından büyük sorunlar yaşanmaktadır. Personel eksikliği bulunan bölgelere hekim gönderilememektedir. Bu sorunu çözmek için çıkartılmış olan 4924 sayılı kanun yeterli olmamıştır. Dolayısıyla batı bölgelerindeki 600-700 kişiye bir hekimin düştüğü, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da ise 1500-2000 kişiye bir hekimin düştüğü tabloyu değiştirebilmek için daha başka çözümler aranmalıdır. Mesela; hekimlerin ücretlerinin ve diğer özlük haklarının iyileştirilmesi gerekmektedir. Zaten 2003 yılında kaldırılmış olan zorunlu hizmetin tekrar mevzuatımıza girmesinin nedeni de bu durumdan kaynaklanmaktadır .
Ayrıca bilineceği üzere 19.04.2006 tarihli 5489 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu çıkartılmıştı. Bu kanun ile ülkemizdeki üç sosyal güvenlik kurumu tek bir çatı altında toplanmıştır. Böylece genel gerekçede de belirtildiği üzere emeklilik ve sağlık sistemlerinde norm birliği gerçekleştirilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca bu yolla örgütlenmedeki dağınık yapının ve ciddi ölçüdeki israflarında önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Bu yapılan düzenleme zaten 1941 tarihli Beveridge Raporunda belirtilmiş olan yönetimde birlik ilkesine de uygundur. Böylece herkesin sigorta yardımlarından olabildiği ölçüde kısa sürede yararlanması sağlanacak ve dolayısıyla formaliteler basite indirgenecektir . Ancak Cumhurbaşkanımız tarafından tekrar görüşülmek üzere meclise geri gönderildiği için şu an ne olacağı belli olmasa da, ülkemizin yöneticilerinin IMF’nin isteği doğrultusunda hareket edeceğini düşündüğümden genede elimizde var olan metinden yararlanarak yeni kanundan bahsetmek isterim.
Belirttiğimiz kanunun 4. maddesi gereğince Bağ-Kur, SSK ve Emekli Sandığı bünyesindeki tüm sigortalılar ve dolayısıyla hekimler tek bir çatı altında toplanmışlardır. Böylece Sosyal Sigortalardan yararlanacaklardır. Daha önceden de belirttiğim üzere sigortalılık hallerinin çakışması durumunda ne olacağı hususu m.53’te belirtilmiştir. Bunların yanında belirtmiş olduğumuz kanun ile dört farklı sağlık sigortası sistemi tek program altında toplanarak m.60’ta belirtildiği üzere işçi, memur, bağımsız çalışan kişiler genel sağlık sigortasının da kapsamına girmektedirler. Dolayısıyla hekimler de hangi hukusal ilişkiye bağlı olarak çalıştıklarına bakılmaksızın genel sağlık sigortasından yararlanacaklardır. 5487 sayılı kanunla kurulmuş olan Sosyal Güvenlik Kurumu 5489 sayılı kanun gereğince koruyucu sağlık hizmetlerini yerine getirmekle de yükümlü kılınmıştır bu konuda takdir yetkisi mevcut bulunmamaktadır(m.63/1-a) . Ayrıca geçici madde 7 gereğince de her üç sosyal güvenlik kurumu bağlamında geçen sigortalılık başlangıçları, hizmet süreleri, sigortalılık süreleri bu kanun kapsamında geçmiş sayılacağı belirtilmiştir. Ancak ilgili kanun (eğer meclisten gene geçerse) 01.01.2007 tarihinde yürürlüğe gireceğinden o tarihe kadar ödevin içeriğinde belirtmiş olduklarımız geçerliliğini korumaya devam edecektir.
Sosyal güvenliğin ülkemizde ki tarihsel gelişimine baktığımızda hiç bitmeyen sürekli olarak artan bir yasama faaliyetinin var olduğunu görmekteyiz. Özellikle de şu an içinde bulunduğumuz konumda sosyal güvenlik sistemimizin yeniden inşa edilmeye çalışıldığına şahit olmaktayız. Burada da aklımıza sosyal güvenliğin şu nitelendirmesi gelmektedir ki sosyal güvenlik inşaatı tamamlanmayan bir şantiyedir .

4.KAYNAKÇA:
AKAD Mehmet; Teori ve Uygulamada Sosyal Güvenlik Hakkı, İstanbul 1992

AKYILDIZ Hüseyin; Sosyal Güvenlik Hukuku, Isparta 2004

ALPER Yusuf; Türkiye’de Sosyal Güvenlik ve Sosyal Sigortalar, İstanbul 2003

ARASLI Utkan; Sosyal Güvenlik ve Sosyal Sigortalar Cilt:1, Ankara 2002

Bağ-Kur El Kitabı, Bağ-Kur Genel Müdürlüğü Yayını,1976

CAN Mehmet; Açıklamalı-içtihatlı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1995

ÇAKMAK İhsan, Şerhli Sosyal Sigortalar Kanunu Cilt:1, Ankara 2004

ÇELEN Orhan; Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu En Son İçtihatlı, Notlu,
Açıklamalı, Ek ve Örnekli, Ankara 2001

DAMAR Emrullah; T.C. Emekli Sandığı Mevzuatı Açıklamalı-İçtihatlı-Notlu, Eskişehir
1987

DEMİRCİOĞLU A. Murat; Sorularla Bağ-Kur Rehberi, İstanbul 2000

GÜNDAY Metin; İdare Hukuku, 6. Baskı, Ankara 2002

GÜZEL Ali, Ali Rıza Okur; Sosyal Güvenlik Hukuku, İstanbul 1996

İZVEREN Adil; Sosyal Politika ve Sosyal Sigortalar, Ankara 1968

ORAL A. İlhan; Dünyada ve Türkiye’de Sosyal Sigortalar Kapsamında Sağlık Sigortası
Uygulamaları, Eskişehir 2002

ÖNOL Metin, Pusat Ziyagökalp, Yılmaz Acarbay; Sosyal Sigortalar Kararları, 1970

Sağlıklı Bir Gelecek; Sağlık Reformu Yolunda Uygulanabilir Çözüm Önerileri, Türk Sanayiciler ve İş adamları Derneği, İstanbul 2004

Sigorta Müfettişleri Eğitim Notu ve Çalışma Talimatı, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 1998

SÜZEK Sarper; İş Hukuku, 2. Baskı, İstanbul 2005

ŞAKAR Müjdat; Sosyal Sigortalar Uygulaması (El Kitabı), 4. Baskı, İstanbul 1998

TUNÇOMAĞ Kenan; Sosyal Güvenlik Kavramı ve Sosyal Sigortalar, 3. Baskı,
İstanbul 1987
SÖZER A. Nazım; Sağlıkta Dönüşüm Projesi ve Genel Sağlık Sigortası, TİSK Akademi,
Cilt.1 Sayı.1, Ankara 2006

__________________
all the best.



YeşiL6 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla