Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu
 

Go Back   Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu > Hayat ve Eğlence > Genel Sağlık > Dahiliye
Kayıt ol Yardım Kimler Online Bugünki Mesajlar Arama

canlı casino siteleri canlı casino siteleri sagedatasecurity.com casino siteleri takipçi satın al
porno diyarbakır escort bayan antalya escort malatya escort

Dahiliye

Dahiliye kategorisinde açılmış olan Dahiliye konusu , ...


Like Tree10Beğeni

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 16.11.2012, 21:36   #321 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Spinal Muskuler Atrofi SMA

Spinal Muskuler Atrofi (SMA) nedir ?
Spinal muskuler atrofi (SMA), bir grup kalıtsal nöromüsküler (sinir-kası tutan) hastalığa verilen addır. Vücutta istemli kasların kuvvetsizliğine ve erimesine yol açarlar. Bu hastalığın tüm tiplerinde ön boynuz denilen bir bölgedeki hücreler etkilenir.
Vücudumuzdaki istemli kaslar, ancak omurilikteki ön boynuz hücrelerinden bir sinir yolu ile mesajı aldıklarında kasılabilir. Spinal muskuler atrofide, ön boynuz hücreleri anormal olduğundan bu mesaj kasa gelemez. Bunun sonucunda ise istemli kaslarda kuvvetsizlik ve erime (atrofi) görülür.
Mesane ve bağırsak fonksiyonları gibi istemsiz durumlarla ilgili kaslar bu hastalıklarda etkilenmez. Görme ve işitme duyuları sağlamdır. Zeka, normal veya normalin üzerindedir. Yapılan araştırmalar SMA'lı hastaların çok yüksek zekaları olabildiğini göstermiştir.

Bu hastalığın değişik tipleri ve genel özellikleri nelerdir ?
Yenidoğan dönemi (infantil) SMA (tip 1), ara tip SMA (tip 2), çocukluk çağı (juvenil) SMA (tip 3), erişkin çağı SMA (tip 4).
Bu tipler hastalığın başlangıç yaşı, şiddeti, ilerleyişi ve etkilenen kaslar yönlerinden farklıdır. En ağır olan tip, yeni doğan dönemi(tip 1) spinal muskuler atrofisidir. Hastalık hayatın ilk 6 aylık döneminde başlar. Ara tip spinal muskuler atrofi (tip 2), 7-8 aylık dönemde başlar. Daha öncesinde bebeğin gelişimi normaldir. Tip 1 deki hızlı kötüleşme burada görülmez.
Çocukluk çağı SMA'sı (tip 3) daha hafif bir tiptir(Kugelberg Welander). Başlangıç 18 aylıktan sonradır, sıklıkla 5-15 yaşlarında başlar. Hastalar güçlükle de olsa yürüyebilirler. Bu hastalar erişkin çağına kadar yaşayabilirler. Erişkin tip SMA'sı (tip 4) kollar ve bacaklarda kuvvetsizlik oluşturur. Bu kuvvetsizlik yavaş bir biçimde gelişir. Hastanın yaşam süresi etkilenmez veya çok az etkilenebilir.
SMA hastalığının tüm tiplerinde gövde ve uzuvların kasları etkilenir. Bu etkilenme vücudun merkezine yakın kaslarda daha belirgindir. SMA tip 1 ağız ve boyun kaslarını kontrol eden sinir mesajlarını daha fazla etkilediklerinden çiğneme ve yutma fonksiyonlarında bozulmaya daha fazla neden olurlar. Solunum kasları en çok bu tip de etkilenir.

Yenidoğan dönemi(infantil) Spinal Muskuler Atrofisi (tip 1) nasıl bir hastalıktır ?
Spinal musculer atrofi grubunun en ağır seyreden hastalığıdır. Werdnig Hoffman hastalığı olarak da adlandırılır. Hastalık hayatın ilk 6 aylık döneminde başlar. Bazen, doğum öncesi başlayabilir. Bazı anneler hamileliklerinin son dönemlerinde bebek hareketlerinin azalmış olduğunu hatırlayabilirler. Bu bebekler doğduklarında bez bebek gibidirler. Başlarını kaldıramazlar, desteksiz hiçbir zaman oturamazlar. Yutma ve emmede güçlük çekerler. Solunum kaslarının etkilenmesi, öksürmede güçlük ve solunum yolu enfeksiyonlarından dolayı iki yıldan fazla yaşayamazlar. Çoğu hasta ilk bir yıl içinde kaybedilir. Bütün bunlarla birlikte, bu bebeklerin yüz harekeleri normal, bakışları canlıdır. Beyinleri etkilenmediğinden çevreye ilgilerinde bir bozulma yoktur.

Ara tip spinal muskuler atrofi (tip 2) nasıl bir hastalıktır ?
Ara tip SMA (tip 2), 7-8 aylık dönemde başlar. Daha öncesinde bebeğin gelişimi normaldir. Tip 1'deki hızlı kötüleşme burada görülmez. Bu hastalar genellikle desteksiz oturabilirler. Bazıları emekleyebilir veya ayakta durabilir. Fakat çoğu hasta yardımsız ayakta durmayı ve yürümeyi başaramaz. Hastalar solunum yolu enfeksiyonlarına karşı hassastırlar. Bu hassasiyet solunum kaslarının tutulma durumuna göre değişir. Omurga eğrilikleri (skolyoz), el, ayak ve göğüs duvarı anormallikleri sıktır. Eklemlerde, tendon kasılması nedeniyle hareket kısıtlılığı görülebilir. Çocuğun hayat beklentisi solunum ve yutma fonksiyonlarının etkilenmesi durumuna göre değişir.
Çocukluk çağı (jüvenil) Spinal Muskuler Atrofisi (Kugelberg Welander)(tip 3) nasıl bir hastalıktır ?
Çocukluk çağı SMA'sı (tip 3) daha hafif bir tiptir. Kugelberg-Walender hastalığı olarak da bilinir. Başlangıç 18 aylıktan sonradır, sıklıkla 5-15 yaşlarında, yürüme öğrenildikten sonra başlar. İlk belirtiler çok hafif olduğu için gözden kaçabilir. Örneğin, çocuk otururken, emeklerken ve yürürken yavaş olabilir ve aynı yaştaki arkadaşlarıyla benzer fiziksel aktiviteyi göstermeyebilir. Hastalık ilerledikçe kalça ve bacak kaslarındaki kuvvetsizlik koşmayı engeller, düşmeler sık olarak görülür, yürüme güçleşir. Merdiven çıkmakta ve oturdukları yerden kalkmakta zorlanırlar. Bazı hastalarda baldırlarda şişme görülebilir. İlk belirtilerden en az on yıl sonra, genellikle 20-30 yaşlarında tekerlekli iskemleye ihtiyaç duyulabilir. Bu dönemde omurga eğrilikleri (skolyoz) gibi iskelet bozukluklarının belirginleştiği görülür. Yutma ve çiğneme kaslarının güçsüzlüğü nadirdir. Solunum etkilenmesi, tip 1 ve tip 2 deki kadar şiddetli değildir. Solunum kasları etkilenirse yaşamsal tehlike söz konusudur. Çoğunun yaşam süresi normaldir.
Erişkin tip Spinal Muskuler Atrofi (tip 4) nasıl bir hastalıktır ?
Erişkin tip SMA'sı (tip 4) kollar ve bacaklarda kuvvetsizlik oluşturur. Kuvvetsizlik ve kas erimesi, kollar ve bacakların gövdeye yakın kısımlarında daha fazladır. Bu kuvvetsizlik yavaş bir biçimde yayılır. Hastanın yaşam süresi etkilenmez veya çok az etkilenebilir.

Spinal Muskuler Atrofilerin teşhisi nasıl yapılır ?
Kaslarda kuvvetsizlik ve erime, yürüyememe, solunum, yutkunma, çiğneme fonksiyonlarında bozulma gibi belirtilen durumlar başka hastalıklarda da görülebilir, bunların varlığı elbette spinal muskuler atrofi demek değildir. Bir sıra nörolojik muayene ve incelemeler tanı (teşhis) için gereklidir.

Ailede benzer hastalığın sorgulanması önemli midir ?
Evet. Spinal muskuler atrofiler genetik (kalıtsal) hastalıklardır. Bir kuşaktan diğerine geçerler. Bu yüzden doktorun, ailede benzer hastalığı olan kişi varlığını sorgulaması önemlidir.(Kalıtım broşürüne bakınız).


Eğer doktor tanıdan emin değilse, neler yapılabilir ?
Bazen spinal muskuler atrofiyi diğer nöromüsküler (sinir-kas) hastalıklarından ayırt etmek zor olabilir. Bu durumda bir takım tetkikler yapılır. En önemli testlerden biri elektromyogram (EMG) denilen tetkiktir. Kasa yerleştirilen elektrodlarla (aletlerle), kişinin kas ve sinirlerinin durumu anlaşılır. Kan tetkikleri ile birtakım enzim seviyelerine bakılır. Bu tetkiklerle spinal muskuler atrofiler öteki nöromüsküler (kas-sinir) hastalıklardından ayırt edilebilir. Ayrıca yine kan örneklerinden yapılan bir takım genetik incelemelerle gendeki kusur saptanarak hasta ve hastalık taşıyıcıları tanınabilir.

Spinal Muskuler Atrofinin tedavisi var mıdır ?
Şu an için, hastalığı iyileştirecek ya da durduracak tedavi yoktur. Ön boynuz hücrelerindeki hasarı düzelten veya önleyen tedavilerin geliştirilmesi umut edilmekte ve bu konuda araştırmalar devam etmektedir.

Hastanın şikayetini azaltmak için bir şeyler yapılamaz mı ?
Fizik tedavi ve birtakım ortopedik aletler ile hastanın yürümesi daha uzun süre devam ettirilmeye çalışılır. Omurganın eğriliklerini düzeltmek için ortopedik aletler kullanılabilir, ameliyat yapılabilir. Solunum egzersizleri ve hastanın solunum yolunun temizlenmesi tekniklerinin (postüral drenaj) yakınlarınca öğrenilmesi ve uygulanması ile enfeksiyonların daha hafif geçirilmesi sağlanır.

Spinal Muskuler Atrofi bulaşıcı mıdır ?
Hayır. Kalıtsal hastalıklar bulaşıcı değildir.

Spinal Muskuler Atrofinin nedeni nedir ?
Tüm spinal muskuler atrofi tipleri bir veya daha fazla gen bozukluğundan kaynaklanır. Genler, vücudun kalıtımsal birimleridir. İnsanların kalıtılan, yani aileden geçen göz, saç rengi gibi özelliklerini belirlerler. Bir insanın yaklaşık 100.000 geni olduğu tahmin edilmektedir.
Gen bozukluğu nasıl Spinal Muskuler Atrofiye neden olur ?
Genlerde bozukluk olduğunda, hücrelerin işlev görmesi için gerekli proteinleri oluşturamazlar. Protein yokluğu, azlığı, fazlalığı veya iyi fonksiyon görmemesi durumunda birtakım hasarlar oluşur. SMA'da ise böyle bir durumda ön boynuz hücresinin işlevi bozulmakta ve sonuçta istemli kaslarda kuvvetsizlik ile erime görülmektedir.

Spinal Muskuler Atrofinin aileden geçişi (kalıtımı) nasıldır ?
İnsanların 23 çift kromozomu vardır. Bunların 22 çifti otozom kromozomdur, her iki cinste de görülür. Bir çifti ise **** kromozomudur. Dişilerde iki X kromozomu, erkekler de ise bir X ve bir Y kromozomu bulunur. SMA tip 1,2 ve 3 otozomal resesif şekilde geçer. Bu hastalıklar X veya Y kromozomu ile taşınmaz, yani sekse bağlı geçiş yoktur. Dişi ve erkek eşit sayıda etkilenir. Resesif terimi ise ancak anne ve babanın her ikisinden de birer bozuk genin çocuğa geçmesi ile hastalığın oluşabildiğini belirtir. Anne ve baba hasta değildir, taşıyıcıdırlar. SMA tip 4(erişkin tip), otozomal dominant olarak geçer. Burada da X veya Y kromozomları dışındaki otozomal olanlarla kalıtım gerçekleşir. Dominant terimi ise anne veya babanın herhangi birinden gelen en az bir bozuk gen ile hastalığın ortaya çıkabildiğini anlatır. Burada yukarıdaki resesiv geçişten farklı olarak anne ya da baba hastalık belirtilerini gösterir.





Spinal Muskuler Atrofide taşıyıcı saptanması yapılabilir mi ?
Evet. Bazı merkezlerde hastalar ve taşıyıcılar genetik tetkiklerle saptanabilir.
Doğum öncesi hastalık saptanabilir mi ?
Ailede bu tip hastalığı olan kişi bulunması gibi gerekli durumlarda, gebeliğin 10-12. Haftalarında böyle bir inceleme yapılabilir. Anne rahminden alınan bir parça ile doğacak bebeğin hastalığı taşıma durumu anlaşılır.

SPİNAL MUSKULER ATROFİLERDE REHABİLİTAYON

Spinal müsküler atrofili (SMA) hastalarda rehabilitasyonun amacı eklem şekil bozukluklarını önlemek, kası korumak, solunum komplikasyonları ile mücadele etmek, yaşam içindeki rollerini ve sosyal yaşantısını sürdürmesini sağlamaktır. Rehabilitasyonun başarısı her olguya özel bir program uygulanması ile olanaklıdır.
SMA'lı hastaların rehabilitasyonunda ilk aşama hastanın mevcut fonksiyonel durumunu üç ayda veya altı ayda bir tekrarlanmalıdır. Çünkü büyüme faktörü çocuğun fonksiyonel durumunu etkiler. Büyümeye rağmen kaslarda yaygın olarak görülen zayıflık hem kemik üzerinde hem de tendonlar üzerinde olumsuz etkilere sahiptir. Sonuçta kemikte gelişim bozuklukları ortaya çıkar. İyi gelişmeyen kalça eklemi buna bir örnektir. İki taraflı kalça çıkığı SMA ougularında sık rastlana bir durumdur.
SMA olgularının eklemleri oldukça gevşektir. Hastalığın erken döneminde eklem hareket sınırı beklenenin ötesine bile geçebilir. Bu durum omurgada skolyozu arttıran bir faktördür. SMA'lı hastalarda fonksiyonu etkileyen başlıca unsurlar şunlaradır.
- Kas kuvveti kaybı
- Eklemde gevşeklik ve harekette kısıtlılık
- Büyümeye bağlı olarak kol ve bacaklardaki değişiklikler
Klinik olarak üç tip SMA belirlenmiştir. Bunları fonksiyonel yönde sınıflandırabilirz.
Tip 1 bağımsız oturamazlar ve baş kontrolü çok zayıftır.
Tip 2 baş kontrolü vardır. Oturabilirler ancak yatma pozisyonundan oturma pozisyonuna gelemezler
Tip 3 ayakta durup yürüyebilirler.

SMA tip 1 ve tip 2 de çocuğun fiziksel gelişiminde gerilik vardır. SMA olgularında en önemli problemlerden biri omurgada görülen ve skolyoz adını alan eğriliklerdir. Yürüyemeyen SMA olgularında skolyoz gelişimi oldukça hızlıdır. Kol ve bacaklarda görülen şekil bozuklukları de en çok yürüyemeyen olgularda görülür. Genellikle de bacaklarda, kalça,diz ve ayak bileği eklemlerinde bükülme şeklinde olan bozukluklardır. Kollarda şekil bozukluğu daha enderdir. En çok dirsek eklemi etkilenir. SMA olgularında rehabilitasyonda ana uygulamadan yararlanılır.

Pozisyonlama : Eklem şekil bozukluklarının oluşumunu kötü oturum, hatalı kucaklama, taşıma hızlandırır. Omurganın düz olduğu kol ve bacakların bükülü olmadığı pozisyonlar diğer faktörlerde göz önüne alınarak aileye öğretilir. Bu konuda fizyoterapistler aileye yol gösterebilirler.
Egzersiz uygulaması : Kas zayıflığının derecesi, yaygınlığı, ekleme etkisi, çocuğun genel sağlığı büyümesi göz önüne alınarak uygulanan egzersizler kas koruma, kuvvetlendirme ve şekil bozukluklarını önlemek için çok önemlidir. Egzersizler rastgele uygulanmamalı, doktor ve fizyoterapistin önereceği doğrultuda ve kontrollerle sürdürülmelidir. Hatalı uygulamalar zarar verici olabilir.
Kolların kuvvetlendirilmesi kişisel bakım ve günlük yaşam aktiviteleri için önemlidir. SMA'lı olgularda % 40-50 oranında kol kasları kuvvetinde azalma vardır.
Genellikle dirsekte görülen bükülme tipi şekil bozuklukları çocuklarda fonksiyonel probleme yol açmaz. Bacaklarda görülen şekil bozuklukları ise daima ilerleyicidir. Bu nedenle egzersiz uygulaması, pozisyonlar çok önemlidir.

Ortez uygulamaları : Ortezler şekil bozukluklarını önlemek, geciktirmek, fonksiyonu korumak, fonksiyon kazandırmak amacıyla gövde ve uzuvlara uygulanan yardımcı cihazlardır. SMA'lerde skolyozu yavaşlatmak ve oturma pozisyonunu sürdürebilmek için uygulanan ortezlerin yanısıra ayakta durma ve yürümenin kazandırılması için yürüme ortezleri yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu ortezlerin kullanımı için bazı kriterler gereklidir. Her olgu için özel değerlendirme gerekir.

Solunum fizyoterapisi : SMA'lı olgularda solunum kaslarının zayıflığı akciğerlerin havalanmasını azaltır. Bu durum akciğer enfeksiyonlarının ve hastalıklarının sık görülmesine yol açar. Öksürme ile ilgili kaslar zayıf olabilir ve bu da sekresyonların atılmasına engel olur. Yaygın kas zayıflığı olan hastalarda hava yoluna yiyeceklerin kaçması riski de oldukça yüksektir. Küçük oral besinler, pipet kullanımı, beslenme sırasında başın dik pozisyonunun sağlanması ve çene desteği önemlidir. Az ve sık beslenme daha uygundur.
Hareketsizliğe bağlı yumuşak doku deformiteleri ve şekil bozuklukları daima ilerleyicidir ve solunum fonksiyonlarını etkiler, pulmoner enfeksiyon riskine neden olur. Erken dönemden itibaren kas kuvvetinin geliştirilmesi, göğüs kafesinin esnekliğinin korunması, hareket sınırının arttırılması ve fiziksel fonksiyonunun geliştirilmesi önemlidir. Uygun pozisyonlar solunum için de çok önemlidir. Çocuğun durumuna uygun ve solunum rahatlatan pozisyonlar fizyoterapistler tarafından önerilir. Genellikle yer çekiminin yardım ettiği pozisyonlar uygundur. Taşıma askısı kullanımı pozisyonu kolaylaştırır. Akciğer sekresyonlarının atılımında pozisyonlama ile birlikte çeşitli drenaj yöntemleri yararlıdır. Hastaya uygun postüral drenaj ve aspirasyon yöntemleri aileye öğretilebilir. SMA'lı çocuklarda kabızlık sık görülen bir komplikasyondur. Beslenmenin düzenlenmesi, karın bölgesine uygulanan masajla yardım bu problemi rahatlatabilir

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:36   #322 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Su çiçeği

Suçiçeği Hastalığının Tanımı

Suçiçeği ya da varisella, herhangi bir yaşta ortaya çıkabilirse de daha çok çocuklarda görülen bir bulaşıcı hastalıktır. Bu hastalığın tipik özellikleri ateşle seyretmesi ve deride ortaya çıkan kabartılardır. Suçiçeği adının da bu kabartıların birkaç saat içinde içi saydam sıvıyla dolu kesecikler haline gelmesiyle ilişkili olduğu söylenmektedir.


Başlıca Nedenleri

Bu hastalık özellikle on yaşın altındaki çocukları etkileyen salgınlar şeklinde ortaya çıkar. Varisella zoster virüsünden kaynaklanır ve olağanüstü bir bulaşıcılığa sahiptir. Her ne kadar bu hastalığı geçirmekle yaşam boyu bağışıklık kazanılırsa da, virüs uyku halinde bekleyip daha sonra yetişkinlik çağında kendini herpes zoster yani zona olarak gösterebilir.


Suçiçeğinin Çocukluk Çağındaki Belirtileri Nelerdir?

Enfeksiyondan sonra 14 ila 21 günlük bir kuluçka devresi vardır ve daha sonra çocuk ateşlenir ya da hafif bir titreme görülür veya kusma ile sırt ve bacaklarda ağrı gibi şikayetlerle kendini daha hasta hissedebilir. Hemen hemen aynı zamanda, sırt ve göğüste, bazen de alın çevresinde ve daha nadiren kol ve bacaklarda çok sayıda kırmızı ve kaşıntılı kabartı oluşur. Bu kabartılar birkaç saat içinde saydam bir sıvıyla dolu kesecikler haline gelir. Bu keseciklerin görülmesi birkaç gün devam eder ve ikinci günden itibaren içerikleri irine dönüşüp, bir iki gün içinde patlayabilir ya da kuruyup büzüşerek tepelerinde kahverengimsi kabuklar oluşur. Bu küçük kabuklar bir haftaya varmadan pullanarak dökülür ve iyileşme tamamlanır.


Hastanın Çevresindekilerden Tecrit Edilmesi Gerekli midir?

Hasta çocuk döküntünün görülmesinden itibaren bir hafta süreyle ya da kesecikler kuruyuncaya değin bu hastalığı geçirmemiş çocuklardan tecrit edilmelidir. Ancak kabukların dökülmesini beklemeye gerek yoktur.


Hangi Yaşlarda Görülebilir? Belirgin Olarak Görüldüğü Dönemler Var mıdır?

Çoğunlukla çocukluk çağında görülür. Kış ve ilkbaharın ilk ayları suçiçeğinin yaygın olarak görüldüğü aylardır.


Yetişkinler Daha Büyük Risk Altında mıdır?

Yetişkinler ve ergenlik çağındakiler çocuklara kıyasla daha ağır hastalık riski altındadırlar. Ağrı, ateşin süresi, kırıklık, kaşıntı gibi belirtiler daha şiddetli olur, döküntü daha geniş alana yayılır ve daha uzun sürede iyileşir ve hastalığın seyri daha uzun olur. Ayrıca, suçiçeği olan yetişkinler ve gençler için şiddetli komplikasyon riski daha yüksektir.
Suçiçeği En İyi Nasıl Tedavi Edilir?

Tedavi hem belirtilere yönelik hem de etkene yönelik yapılabilir. Belirtileri hafifletmek için antipretikler ya da sistemik atihistaminikler kullanılabilir.

Etkene yönelik tedavide antiviraller kullanılır.

Erken tedavi ağrı ve şikayetleri azaltır. Bazen kaşıntıyı önlemek için kalamin losyonu kullanılır. Bağışıklık sorunu olan ya da enfeksiyon ve komplikasyonları açısından risk altında bulunan çocukların Varicella zoster enfeksiyonu tedavisinde antiviraller kullanılabilir. Uygulama döküntülerin ortaya çıkmasını takiben ilk 24 saat içinde ve 2 yaşından büyük çocuklarda yapılmalıdır.

Antiviraller eğer erken kullanılırsa (döküntülerin ortaya çıkmasını takiben ilk 24 saat içinde), kalıcı izleri azaltır, iyileşme sürecini hızlandırır, lezyon sayısını azaltır, kaşıntıyı azaltır ve ateşi düşürür; hastalığın süresi kısalır ve şikayetler azalır.

Kaşıntının şiddetini azaltıp, süresini kısaltarak, asiklovir aynı zamanda döküntülerin yara haline gelip kalıcı izler bırakma riskini de en aza indirir.

Birkaç soru::

1- Okula giden oğlum suçiçeği geçiriyor, küçük kızımda ise henüz bir belirti yok. Geçen sene çok üst üste hastalıklar atlattı,ağır geçirmesinden korkuyorum ne yapabilirim?

Ailedeki ikinci su çiçeği vakaları daha ciddi geçer bu da ikincil vakaların orijinal virüse"varisella zoster" daha uzun süre maruz kalmalarından kaynaklanır. İkincil vakalarda,lezyonları sayısı %50 kadar artabilir,semptomlar daha belirgindir ve döküntüler daha yaygındır.

Çocuğunuzun geçirdiği hastalıklara bağlı olarak immün sistemi zayıfladıysa,suçiçeği daha ağır seyredebilir. Ancak doktora danışmak suretiyle kullanabileceğiniz antiviral tedaviyle bu dönemin hem kızınız hem de kendiniz için daha kolay geçmesi mümkün. Suçiçeği vakalarında kullanılan antiviral tedavi sayesinde semptomların süresi kısalır,döküntülerin sayı ve şiddeti azalır ve laterji süresi kısalır.


2- Liseye bu yıl başladım ve suçiçeği geçirmedim. Küçük kardeşim ilkokula gidiyor ondan bulaşması ihtimalinden korkuyorum. Bu yaştan sonra geçirirsem ne gibi riskler olur?

Suçiçeği yetişkinlerde daha ağır seyreder. Hastalığın belirtileri (ateş,laterji,döküntü sayı ve şiddeti) daha ağır olur ve ileriki yaşlarda komplikasyon oluşma riski artar. İleriki yaşlarda suçiçeği geçiren kişilerde en fazla karşılaşılan komplikasyon "varisella pnömonisi"dir. Suçiçeği geçiren yetişkinlerde varisella pnömonisi riski %2 dir. Bu oran sigara içenlerde %40'lara kadar varabilir. Bu konuda mutlaka bir doktora danışılmalıdır

Suçiçeği geçirildiğinde kullanabilecek antiviral tedavi,su çiçeğinin daha kolay geçirilmesine yardımcı olmaktadır . Suçiçeği tedavisinde kullanılan asiklovir etken maddeli antiviraller döküntülerin sayı ve şiddet teşekkürler. Her ay değişik konu ve sorularla buluşmak umuduyla.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:37   #323 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Sünnet

I. GİRİŞ:



Penisin uç kısmındaki sünnet derisinin kesilip çıkartılması şeklinde tarif edilebilecek olan “sünnet” binyıllardır uygulanan bir gelenek olması yanında, bugün sözgelimi A.B.D.’nde en sık uygulanan pediatrik cerrahi işlem olarak da tıp dünyasının gündemindedir. Sünnetin gereksizliği ve zararlarından bahisle aleyhinde olanlarla, sünnetin faydalarını savunan taraftarların tartışmaları eskiden beri süregelmektedir. Tartışmalar bir yana, sünnet birçok toplum ve kültürde, faydasını düşünmeden dini inanç ve gelenekler nedeniyle uygulanmaktadır.

Bugün, dünya erkek nüfusunun yaklaşık 1/6’i sünnetlidir. 1990 yılında A.B.D.’nde yenidoğan erkeklerin %80’inin sünnet edildiği tahmin edilmektedir. Bu yazımızda, böylesine yaygın bir tıbbi işlemin ve sosyolojik vakıanın, özetle de olsa, tüm yönleriyle incelenmesine çalışılacaktır.



II. KISA TARİHÇE:



Antropologlar sünnetin başlangıcı hakkında görüş birliğine varamamıştır. Sünnetin tarihini M.Ö. 15000 yıllarındaki taş devrine kadar götürenler varsa da, antropolog Ashley Montagu’nun da savunduğu gibi, 6000 yıl önce antik Mısır’da sünnetin varolduğu kesinleşmiştir. 4000 yıl önce Eski Ahit’te ise, doğumun sekizinci gününde dini sünnet uygulamasına atıf yapılmıştır (bris milah veya brit milla). Eski ve Yeni Ahit’te, sağlıkla ilişkilendirmeden sünnete yapılan çok sayıda atıf vardır.

Hastalıklara karşı profilaksi amacıyla rutin yenidoğan sünnetinin yaygınlık kazanması 19. yüzyıla rastlar. Özellikle ingilizce konuşulan ülkelerde sünnet, kısa sürede kabul görmüştür.

1989 yılında Amerikan Pediatri Akademisinin sünnetle ilgili görev komisyonu, yenidoğan sünnetinin potansiyel tıbbi faydaları ve avantajları yanında, risk ve dezavantajları da olduğunu deklare ederek, girişim öncesinde ebeveyne bunların anlatılmasını önermiştir.



III. ENDİKASYONLAR:



A. Tıbbi:

1. 1. Postit

2. 2. Balanopostit

3. 3. Fimozis

4. 4. Parafimozis



B. Tıp dışı:

1. 1. Dini

2. 2. Sosyokültürel

3. 3. Ailevi (Babanın sünnet durumu)



IV. POTANSİYEL TIBBİ FAYDALAR:



1. 1. Sünnet derisi ile ilgili problemleri önler, veya varsa giderir.

2. 2. ***** kanseri riskini elimine eder.

3. 3. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar (HIV gibi) ve serviks kanseri insidansını düşürebilir.

4. 4. Yenidoğan erkeklerde üriner enfeksiyon insidansını on kat azaltır.





V. DEZAVANTAJLAR:



1. 1. Çocuğun yaşadığı geçici davranışsal ve fizyolojik değişiklikler

2. 2. Potansiyel komplikasyonlar

3. 3. Sünnet derisinin irreversibl kaybı



VI. KONTRENDİKASYONLAR:



A. A. Mutlak:

1. 1. Tüm penil anomaliler (hipospadias, epispadias, megalouretra vs.)



B. B. Rölatif:

1. 1. Kanama diyatezi

2. 2. Prematürite

3. 3. Ciddi sağlık problemleri



VII. SÜNNET DERİSİ:



Fetal hayatın üçüncü ayında başlayan sünnet derisi gelişimi, beşinci aydan önce tamamlanır. Yenidoğanda sünnet derisinin glansa yapışık olması gayet tabiidir. Bu iki yapının ayrışması intrauterin hayatın geç döneminde başladığından, doğumda bebeklerin ancak

% 4’ünde sünnet derisi tümüyle geri çekilebilir. Yenidoğanların neredeyse % 50’sinde, sünnet derisi eksternal meatusu görebilecek kadar dahi geri sıyrılamaz.

Altıncı aya kadar bebeklerin ancak % 20’si tümüyle sıyrılabilen sünnet derisine sahipken, bu sayı 3 yaşında % 90’a ulaşır. Puberteye kadar ise hemen tüm çocukların sünnet derileri tamamen geri çekilebilecek hale gelir.

Gelenek ve görenek sebebiyle olsa gerek, birçok kişi sünnet derisinin erken yaşta geri çekilmeye alıştırılmasını savunur. Bunlara bazı hekimler, özellikle pediatristler dahildir. Ancak, tıbbi yönden bakıldığında, sünnet derisinin erken manipulasyonu gereksiz olduğu gibi; kanama, skarlaşma, ağrı ve psişik travmaya neden olabilir. Sünnet derisinin glanstan tümüyle ayrışmasının doğumla başlayan ve 10-14 yıl kadar sürebilen bir “süreç” olduğunu bilmek ve ebeveynlere anlatmak gerekir.



VIII. İDEAL YAŞ:



Bu konuda konsensus yoktur. Bize göre sünnet, ya çocuğun ne yapıldığını anlayamayacağı ve yabancıyı tanıyamayacağı kadar erken dönemde (tercihan doğumu takiben veya ilk iki yaşın içinde), ya da sağlıklı iletişim kurulabilecek çağa geldiğinde (6-7 yaşından sonra) yapılmalıdır. Ara yaşlarda ise, çocuğa sünnetin gerekliliğini anlatmak, ondan anlayış beklemek ve rahat bir cerrahi girişime izin verecek sükuneti sağlamak oldukça zordur.



IX. ANESTEZİ:



Sünnet girişimini, elektif ve sporadik bir cerrahi işlem olarak düşündüğümüzde, pediatrik populasyondaki hemen her cerrahi girişim gibi sünnetin de genel anestezi altında yapılması “ideal” gözükebilir. Ancak, ülkemiz gibi dini ve geleneksel nedenlerle tüm erkek nüfusun mutlaka sünnet edildiği toplumlarda, tüm sünnetlerin genel anestezi altında yapılması pratik olarak mümkün değildir. Çünkü, sünnete aday populasyon, kümülatif olarak ülke nüfusunun yarısıdır. Onmilyonlarla ifade edilecek bu sayıya genel anestezi uygulayacak ameliyathane bulmanın bir ütopya olması yanında, genel ekonomik şartlar, sağlık sigortasından mahrumiyet ve anestezi maliyeti gözönüne alındığında tüm sünnetlerin genel anestezi altında yapılması “cost-effective” bir yaklaşım da değildir. Ayrıca bu kadar çok sayıda genel anestezi uygulamasının getireceği komplikasyonlar –belli orandaki ölüm riski de dahil olmak üzere- kabul edilemez boyutlara ulaşacaktır. İşte, sünnetin bir sosyokültürel gereklilik olarak tüm erkeklere rutin uygulandığı toplumlarda, sayılan temel argümanlardan hareketle, bu işlemin genel anestezi ile yapılmasını bazı özel durumlar ve kişisel tercihlerle sınırlayıp, lokal anestezi altında sünnet uygulamasını ön plana almak gereklidir.

Bugün birçok batı ülkesinde de lokal anestezi ile pediatrik sünnet yapılmaktadır. Eskiden, özellikle ilk bir ay içinde yenidoğanın ağrı duymayacağı savıyla anestezisiz sünnet yapan cerrahlar mevcutken, yoğun klinik araştırmalar bu savın yanlışlığını kesin olarak ortaya koymuş ve bugün, anestezisiz sünnet yapma görüşü bilimsel olarak reddedilmiştir. Sünnet girişimi sırasında uygulanan lokal anestezi seçenekleri şunlardır:

1. 1. Dorsal penil sinir bloku

2. 2. ***** kökünde veya gövdesinde ring blok

3. 3. EMLA krem ile topikal anestezi uygulaması



Bloklarda otöre göre değişmek üzere 0.5-2 cc arasında %1 lidokain veya benzerleri kullanılmakta ve ağrı kontrolü bakımından mükemmel sonuç vermektedir. Kirya ve Werthman, Journal of Pediatrics’de yayınladıkları 52 vakalık klinik serilerinin ışığında şu yorumu yapmaktadır: “... Şimdiye kadar, ebeveyn ve doktor tarafından, sünnetin oldukça ağrılı bir işlem olduğu bilinir ve bu nedenle ebeveynin işlemi izlemesine nadiren izin verilirdi. Penil sinir blokundan beri, sünneti izlemeye çağrılan ebeveynlerde belirgin bir rahatlama görülmektedir.”

Lander ve arkadaşları, JAMA’da yayınlanan randomize, kontrollü klinik çalışmalarında yenidoğan sünnetinde ring blok, dorsal sinir bloku, EMLA ve plaseboyu karşılaştırmışlar ve en etkili lokal anestezi yönteminin ring blok olduğunu saptamışlardır. Otörlere göre, plasebo ile sünnette şiddetli ağrı duyulmakta, ayrıca sünnet öncesi oral asetaminofen verilmesi etkili bir ağrı kontrolü yapmamaktadır. Bizim de, son 13 yıl içinde pediatrik yaş grubunda uyguladığımız 5000’i aşkın lokal anestezili sünnete ait deneyimimiz, ***** kökünde ring blokun çok etkili ve yeterli bir ağrı kontrolü sağladığını göstermiştir.



X. SÜNNET YÖNTEMLERİ:



Sünnet uygulamasında yöntem ne olursa olsun, Kaplan’ın 1983’te ifade ettiği dört temel prensip daima gözönünde tutulmalıdır:

1. 1. Asepsi (sıklıkla ihlal edilir, ancak çoğu kez sorun doğurmaz)

2. 2. Yeterli fakat aşırı olmayan eksizyon

3. 3. Hemostaz

4. 4. Kozmetik görünüm



Dini ve geleneksel açıdan sünnetin hedefi –gerek müslüman gerek musevi şeriatında- sünnet derisinden bir miktarını almış olmaktır. Sünnet derisini veya mukozayı tümüyle yok etmek gibi bir amaç yoktur. Hatta, dindar museviler, bris periah adı verilen tüm sünnet derisini yoketme işlemine karşılık, bris milah denilen sünnet derisinin bir kısmını alma yönteminin kutsal metinlere daha uygun olduğunu savunmaktadır. Tıbbi açıdan sünnetin hedefi de, Baskin’in belirttiği gibi, ileride fimozis ve parafimozis gelişimini engelleyecek miktarda deri ve mukozanın eksizyonudur. Böylece, gerek tıbbi gerek sosyokültürel açıdan, sünnette mutlak olarak belirlenmiş bir eksizyon sınırının olmadığı, dolayısıyla kullanılan yönteme bağlı olarak farklı miktarlarda cilt ve mukoza çıkarılmasının her bakımdan kabul edilebilir olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, her cerrahın kendi zihnindeki ideal ***** modeline göre farklı bir sünnet metodu seçmesi tabii olmakla birlikte, bu yöntemin mutlak ve standart olarak tüm sünnet yapanlara dayatılması tıbbi ve sosyokültürel açıdan rasyonel değildir.

Kaplan ve Baskin’e göre, bugün uygulanan tüm sünnet yöntemleri dört ana başlık altında toplanabilir:

1. 1. Dorsal slit

2. 2. Shield metodu (Sünnet kalkanı, Mogen klempi vb)

3. 3. Özel sünnet klempleri

4. 4. Açık cerrahi yöntemler:

a) a) Slit + eksizyon

b) b) Sleeve metodu



Dorsal slit yöntemi, sünnet derisine saat 12 hizasında yapılan vertikal bir insizyondan ibarettir. Böylece glans ortaya çıkar ve fimozis önlenmiş olur, ancak bu yöntem kozmetik yönden kabul edilebilir değildir. Dorsal slit, akut fimozis ve parafimozis vakalarına sınırlanmalıdır.

Shield metodunda, musevi din adamlarının kullandığı Mogen klempi, ülkemizde bazı sünnetçiler tarafından kullanılan sünnet kalkanı gibi bir alet, yöntemin temelini teşkil eder. Sünnet derisi yukarı doğru gerilir, bir elin baş ve işaret parmakları glansı aşağı doğru iterken diğer elle kalkan veya klemp frenulumu koruyacak bir açı ile dışarıdan yerleştirilir ve kıstırılır. Daha sonra klempin distalinden giyotin usulü ile kesici bir alet kullanılarak sünnet derisi eksize edilir.

Özel sünnet klempleri, shield tekniğinin modifikasyonları olup, 1920’lerden itibaren değişik otörlerce bulunup kullanılan ve temelde glansı kesilmekten koruyup sünnet derisini sıkıştımaya yarayan metal ve/veya plastik aletlerdir. Bu aletlerin bizim bulabildiğimiz örnekleri şunlardır:

· · Doyen ekrazörü

· · Winkelman klempi

· · Gomco klempi

· · Plastibell klempi

· · Sheldon klempi

· · Tara Klamp

· · Millers Messer knife

· · Ross sünnet halkası

· · Yellen klempi

· · Glansguard

· · Bronstein klempi



Açık cerrahi yöntemlerden slit + eksizyonda, saat 12’ye yapılan dorsal slitten sonra, uygun miktarda mukoza bırakılarak, tüm sünnet derisi makasla çepeçevre kesilir ve hemostazı takiben kalan cilt ve mukoza birbirine dikilir. Sleeve tekniğinde ise, eksize edilecek cilt ve mukoza sınırlarına bistüri ile sirküler tarzda birer insizyon yapıldıktan sonra, arada kalan tüm sünnet derisi band halinde kesilip çıkarılır. Bunu hemostaz ve dikiş takip eder.

Sünnet yöntemlerinden bahsedilirken, yukarıdaki tekniklere yardımcı olarak kullanılan ve kesme ya da hemostaz amacıyla uygulanan enerji kaynaklarına da değinmek gerekir. Bu bağlamda üç enerji tipinden sözedilebilir:

· · Laser enerjisi

· · Elektrokoter

· · Termokoter (Diatermi)

Karbondioksid laserin, cerrahinin birçok alanında ve özellikle çok kanlanan organlarda, vasküler tümörlerde, koagülopatili hastalarda, mikrocerrahide, beyin cerrahisinde, plastik ve estetik cerrahide başarıyla kullanıldığı bilinmektedir. Bu cümleden olarak, hemofilik hastalarda laser kullanılarak sünnet yapıldığı, böylece kan kaybının ve antihemofilik faktör kullanımının minimale indirildiği bildirilmiştir. Ancak, laser kullanımının yüksek maliyeti sebebiyle rutin sünnetler için bu enerjinin uygulanması rantabl değildir.

Elektrokoter, birçok pediatrik genital cerrahi vakasında olduğu gibi, sünnette de, damarların nokta koagülasyonu amacıyla yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak, Baskin’in belirttiği gibi, bu konuda dikkatli olunmadığı takdirde, elektrik akımının penil kan akımına etki edip, tromboz ve glans nekrozuna yolaçma riski mevcuttur. Ayrıca, sünnette metal bir klempe temas halinde elektrokoter kullanılırsa, ciddi ***** yanıkları ve cilt soyulmaları meydana gelebilir.

Ülkemizde sünnet havyası olarak da bilinen termokoter veya diatermi cihazı ise, elektrokoterden farklı olarak dokuya sadece ısı enerjisi transfer eden ve böylece elektrik yanığı yapma riski bulunmayan bir enerji kaynağıdır. Yerli üretimde pilli ve elektrikli modelleri bulunan cihaz, bir kalemin ucuna monte edilmiş elektrodun ısınmasıyla aktif hale gelir ve gerek kesme, gerekse damar koagülasyonu amacıyla kullanılabilir. Dokuya akım iletmediği ve ısının doku derinliği çok az olduğu için metal klemplerle kombine olarak da güvenle uygulanabilir.

Tercih ettiğimiz sünnet yöntemi:

Bizim son 13 yıl içinde 5000’den fazla vakada uyguladığımız sünnet tekniği, shield yöntemi + termokoter kullanımı + primer dikiş koymanın kombinasyonundan oluşmakta ve lokal anestezi altında yapılan işlemin süresini birkaç dakikaya indirerek sünnetin çocuklar için kolaylaştırılmasını amaçlamaktadır.

Bu yöntemde, ***** köküne ring blok tarzında lokal anestezi uygulamasını takiben, sünnet sahası temizlenip örtülür. Mukoza ve glans arasındaki yapışıklıklar giderilip sünnet derisi serbest hale geldikten sonra, saat 12 ve 6 hizasına konan iki düz klemple sünnet derisi asistan tarafından yukarı doğru çekilir. Operatör, sol elinin baş ve işaret parmaklarıyla ***** cildinin dışından glansı hissedip ***** köküne doğru bastırırken, sağ eliyle Modifiye Mogen klempini, glansın distalinde kalan sünnet derisini kavrayıp sıkıştıracak tarzda ve frenulumu koruyacak bir eğimle yerleştirir ve kilitler. Daha sonra DC veya AC beslenmeli bir termokoterle, klempin distalinde kalan sünnet derisi kesilir. Bu esnada, aletin kesici elektrodunun, klempin distal yüzüne sıkı temas halinde olması, düzgün bir kesi hattı oluşmasını sağlar. Klemp açıldıktan sonra ***** cildi, köke doğru bastırılarak glans ekspoze edilir. Genellikle hiçbir kanama ile karşılaşılmaz. Nadiren görülen birkaç kanayan damar, termokoterin ucu ile koagüle edilir. Son olarak, kalan mukoza ve cilt dudakları sık aralıklı 5/0 normal katgüt ile primer dikilir. Dikiş hattına antibiotikli krem uygulanıp işleme son verilir. Tampon, sargı veya ilave pansumana gerek yoktur.

Bu yöntemle sünnet edilen çocuk, işlem bittiği andan itibaren normal aktivitesine döner. Kesi hattında birkaç gün süren hiperemi ve ödem görülür. Kesi hattından aldığımız biopsilerin histolojik incelemesi, laser insizyonu ile benzer özellik ve derinlikte diatermi etkisi göstermiş; derin doku, sinir ve damarlarda herhangi bir değişiklik saptanmamıştır.

Tercih ettiğimiz yöntemle sünnet edilen ve puberteden geçen birçok birey, bugün herhangi bir genital şikayetleri olmaksızın normal cinsel aktivitelerini sürdürmektedir. (Kişisel görüşme bilgisi)



XI. KOMPLİKASYONLAR:



İşlemin yaygınlığı ve kayıtsız uygulama nedeniyle sünnete bağlı gerçek komplikasyon oranı bilinemez. Ancak, sınırlı sayıdaki vaka serilerine dayanılarak, Batı literatüründe değişik komplikasyon oranları verilmiştir:

· · Williams ve Kapila % 2-10

· · Metcalf % 4

· · MacCarthy % 1.5-5

· · Baskin % 0.2-5

Sünneti yapan kişinin eğitim ve deneyim düzeyi aşağı indikçe, veya toplu sünnetlerde olduğu gibi, ardarda yapılan sünnet sayısı arttıkça komplikasyon oranı da yükselmektedir.

Genel olarak sünnet komplikasyonlarını dört ana başlık altında toplayabiliriz:

1. 1. Anestetik (ölüm dahil)

2. 2. Psikososyal

3. 3. Ürolojik – Cerrahi

4. 4. Nadir ve ilginç komplikasyonlar:

· · Mide rüptürü

· · Pulmoner emboli

· · Kalp yetmezliği

· · İmpotans



Burada bizi daha ziyade ilgilendiren ürolojik-cerrahi komplikasyonları ise, erken ve geç olarak iki grup halinde sıralayabiliriz:



Erken komplikasyonlar:

· · Kanama

· · Fazla veya az eksizyon

· · Penil amputasyon



Geç komplikasyonlar:

· · İnfeksiyon

· · Cilt köprüsü

· · İdrar retansiyonu

· · Fistül

· · Gangren/Nekroz

· · Meatit/Meatal ülser/Meatal stenoz

· · Kordi

· · Lenfödem

· · İnklüzyon kisti

· · Hipospadias/Epispadias

· · Fimozis/Buried veya Concelaed *****





XII. SOSYOKÜLTÜREL YÖNLERİ:



Toplumumuzda dini inanç ve gelenekler nedeniyle uygulanan sünnet, korkularıyla, törenleriyle, hediyeleriyle çocuğun dünyasında önemli bir yer tutar. Sünnetin uygulanmasındaki yanlış tutumlar, sünnet hataları, çocuğun duygusal gelişiminde olumsuz etkiler bırakabilir. Bu nedenle, sünnetin tören kısmına verilen önem kadar, tıbbi ve ruhsal yönlerine de eğilmek gerekir.

Sünnetten önce çocuk, gerçek bilgilerle bilgilendirilmelidir. Çocuklara “sünnet olmayacağı, iğne veya kesme gibi işlemler yapılmayacağı, sadece muayene olacağı” şeklinde kandırmalar sıklıkla yapılmaktadır. Daha sonra çocuk gerçekle karşılaştığında korku ve tepkisi daha fazla olmakta, ayrıca ebeveynine ve hekime güveni sarsılmaktadır.

Toplu sünnet uygulaması da ayrı bir eleştiri konusudur. Toplu sünnetlerde her çocuğa gerekli duygusal ve teknik özenin gösterilmesi, her çocuk için ayrı steril alet temini zordur. Kargaşa ortamında hatalı sünnet, infeksiyon ve diğer komplikasyonların oluşma ihtimali daha fazladır. Bu sebeplerle toplu sünnet uygulamasından kaçınmak gereklidir.

Sünnet önemli ve hassas bir cerrahi işlemdir. Ancak uygulamada oldukça hafife alınmakta, resmi sağlık kuruluşlarında bile sünnetler hemen daima en deneyimsiz ve kıdemsiz hekimlere ve ciddi süpervizyon olmadan yaptırılmaktadır. Toplumsal uygulamada sünnetlerin büyük kısmı “sünnetçi” adıyla bilinen ve çoğunluğu yeterli tıbbi-cerrahi bilgiden yoksun olan kişilerce yapılmaktadır. Bu kişilerin tercih edilme nedenlerinden biri de, işlerini çok süratli ve pratik biçimde halletmeleri, buna karşılık doktorların sünnetinin uzun sürmesidir. Ülkemizde sünnete aday populasyonun çokluğu ve sağlık sisteminin her sünnet adayını hastaneye yatırma imkanı vermemesi de dikkate alındığında, sünnet yapan hekimlerin de lokal anestezi altında uygulanabilecek, pratik, hızlı ve sağlıklı bir sünnet yöntemini tercih etmeleri, uzun vadede, sünnet yapanların “sünnetçiler”den daha ziyade “hekimler” olmasını sağlayacaktır. Bu gelişme, hekimlerin olduğu kadar, ehil ellere teslim edilen sünnet adaylarının da lehinedir.


KAYNAKLAR

· · [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] (sünnete dair her bilgiyi içeren internet sitesi)

· · Baskin LS : Circumcision. Baskin, Kogan, Duckett: Handbook of Pediatric Urology içinde. Lippincott-Raven, Philadelphia, 1997, s.1

· · Koo HP ve Duckett JW: Circumcision – Quo Vadis? Williams ve Etker: Contemporary Issues in Pediatric Urology içinde. Logos, İstanbul, 1996, s.149

· · BJU International, 83 (suppl.1), January 1999 (Circumcision özel sayısı)

· · Karaman MI ve ark.: An alternative method of circumcision for boys with hemophilia. Haemophilia, 4:181, 1998.

· · Kavaklı K ve Aledort LM: Circumcision and haemophilia: a perspective. Haemophilia, 4:1, 1998.

· · Kaplan GW: Complications of circumcision. Urol Clin N Amer, 10:543, 1983.

· · Metcalf TJ ve ark.: Circumcision: a study of current practices. Clin Ped, 22:575, 1983.

· · Kirya C ve Werthman MW: Neonatal circumcision and penile dorsal nerve block – a painless procedure. J Pediatrics, 92:998, 1978.

· · Lander J ve ark.: Comparison of ring block, dorsal penile nerve block and topical anesthesia for neonatal circumcision: a randomized controlled trial. JAMA, 278:2157, 1997.


Doç. Dr. M.İhsan Karaman

Üroloji Uzmanı

Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi

2. Üroloji Kliniği Şefi

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:37   #324 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

şarbon antrax

TANIMI :

Ot yiyen hayvanlardan insanlara geçen ; deride yaralar oluşturabilen ve bütün vücuda yayılabilen, özellikle solunumla alındığında ölümcül olan bakteriyel bir hastalıktır.





ETKENİ :



Hastalığın etkeni Bacillus Anthracis (Antraks basili) adı verilen bir bakteridir.

Bu bakteri kapsüllüdür, hareketsizdir. Kuluçka süresi 3 ila 5 gündür.

Anaerobik (havasız) şartlarda, sporlarla ürer. Sporları dış şartlara o kadar dirençlidir ki kuru ve karanlık bir yerdeki tozda (özellikle havasız ortamlarda) senelerce canlı kalabilir, canlılığını ancak 43 derece ısıda kaybeder. Uygun şartlar bulduğunda çok kolay ve hızlı ürer.





BULAŞMA ŞEKLİ :



1- Derideki sıyrıklardan; ot yiyen hastalıklı hayvanların leşleri, bu hayvanların kılları, kürkleri, yünleri ve bunlardan yapılan eşyaların kullanılması ile,



2- İyi pişirilmemiş hastalıklı hayvan etlerinin yenilmesi ile sindirim yoluyla,



3- Şarbon mikrobunun bulunduğu ortamlardan bakteri sporlarının solunum yolu ile alınmasıyla hastalık vücuda girer.



HASTALIĞIN KLİNİK SEYRİ :



Hastalığın üç çeşit klinik formu vardır:



1- Deri şarbonu

2- Barsak (sindirim sistemi) şarbonu

3- Akciğer (solunum sistemi) şarbonu



Deri şarbonu :

Deri şarbonu en sık (%98) görülen şeklidir. En sık olarak hayvanlarla teması olan meslek sahibi kişilerde (kasap, veteriner, derici, çoban) görülür. Daha çok yüz, boyun, el gibi vücudun açık yerlerinde görülür. Hastalık deri yoluyla vücuda ancak yara, çizik vb bulunan hasarlı deriden girebilir; sağlam deriden giremez. Mikrobun deriye girmesinden 12 ila 36 saat sonra ağrısız, kaşıntılı, irinsiz, üzerinde siyah-morumtırak kabuklu (nekrotik) sert yaralar; bu yaraların çevresinde içinde sıvı bulunan kabarcıklar oluşur. Şişlikler (ödem) ve lenf bezlerinde büyüme görülür. Lenf bezi tutulumu durumunda ağrı olur. 38 derece ateş ve halsizlik olur. Tedavi edilmeyen deri şarbonunun % 10'u tüm vücuda yayılır. Bu durumda yüksek ateş, bitkinlik, şoka eğilim vardır ve menenjit gelişebilir.



Barsak (sindirim sistemi) şarbonu :

Barsak şarbonu koleraya benzeyen şiddetli ishal ile seyreder. Hastalığın tablosu dizanteri, akut apandisit, hatta barsak perforasyonunu (barsak delinmesi) taklit edebilir.


Akciğer (solunum sistemi) şarbonu :

Akciğer şarbonunda (yün eğiricilerinin hastalığı ) öksürük, solunum sıkıntısı, kan tükürme ve ağız ile dudaklarda morarma ile seyreden ağır bir zatürre görülür.

Hastalık iki fazlıdır. Grip gibi başlar yüksek ateş, kas ve eklemlerde ağrı, öksürüğü takip eden 2 gün içinde ağır bir zatürre başlar; nefes darlığı, kanlı balgam olur.

Zatürre her iki akciğeri sarar, akciğerlerde kanama yapar, her iki akciğer arasında yer alan mediasten denen bölgenin iltihaplanmasına neden olur; sonuçta da hastanın ölümüne neden olabilir.



Şarbon hastalığı en sık görülen formu olan deri şarbonu itibariyla aslında bir meslek hastalığı olarak bilinir; fakat sporlarının çevre şartlarına çok dirençli olması ve çok kolay üreyebilmesi nedeniyle (bakteri sporlarını içeren tozların solunması yoluyla) biyolojik silah olarak da kullanılmıştır. Tarihte bu tür saldırıya ilk olarak Osmanlı Devleti askerleri maruz kalmıştır.




TEDAVİ :



Deri şarbonda penisilin , tetrasiklin , eritromisin , kloramfenikol ,sefalosporin gibi antibiyotikler kullanılır. Bu antibiyotikler yaradan alınan örnekten yapılacak kültür sonucuna göre seçilir. Kültür sonucu gelinceye kadar penisilin kullanılabilir.

Yaraya antiseptik sıvılar uygulanmamalı, yara kesilip çıkartılmamalıdır. Sadece steril bir gazlı bez yara üstüne konarak yara kapatılır.


Akciğer ve barsak şarbonunda antibiyotik tedavisi uygulansa bile ölüm oranı yüksektir.



KORUNMA :



Şarbonlu hayvanlar öldürüldükten sonra derin çukurlara üzerine kireç kaymağı dökülerek gömülür. Diğer hayvanları korumak için aşı yapılmalıdır.


İnsanlar için de aşı vardır.Ama çok yaygın olarak kullanılmamaktadır. Piyasada bulunmamaktadır.



Basında izlediğimiz haberlerdeki mektup yoluyla gönderilen tozlar bakteri sporlarını içerirler ve labarotuvar şartlarında biyolojik silah olarak kullanmak amacıyla üretilmiştir.


Şüpheli mektup, koli ve kavanozların; toz maskesi takarak ve eldiven giyerek

ev dışında açılması tavsiye olunur.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:37   #325 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

ŞEKER HASTALIĞI: DİABETES MELLİTUS



1 . Diyabet Nedir?


Vücudun başlıca enerji kaynağı glukoz adı verilen bir tür şekerdir. Alınan besinler vücutta glukoza dönüştürülerek kullanılır. Hücrelerin glukozdan enerji elde etmesi için pankreastan insülin adında bir hormonun salgılanması gerekir. İnsülin olmadan glukoz hücrelere giremez. Eğer vücutta insülin yapılamıyorsa ya da hücreler var olan insülinden etkilenmiyorsa, kandaki şeker hücre içine giremez, yani kullanılamaz ve kandaki düzeyi yükselir. Bu duruma diyabet ya da şeker hastalığı adı verilir. Aç karnına ölçülen kan şekerinin 126 mg/dl'nin üzerinde olması, şeker hastalığı olarak kabul edilir.


2 . Kaç Tip Diyabet Vardır?
Genellikle 25 yaşından önce ortaya çıkan tip 1 diyabette, vücutta yeterli insülin üretilemez. Bu nedenle tip 1 diyabeti olan hastaların, kan şekeri düzeyini ayarlamak için devamlı olarak insülin kullanması gerekmektedir. Bu hastalar genellikle çok yemek yemelerine rağmen zayıflarlar. Bu tip diyabette kan şekerini kontrol altına almak daha zordur ve hastalar şeker düşüklüğü (hipoglisemi) ya da şeker yüksekliği (hiperglisemi) olasılığı nedeniyle yakından izlenmelidir.
Tip 2 diyabet yaşamın daha geç dönemlerinde (genellikle 45 yaşından sonra) ortaya çıkar. Pankreasın yeterli insülin üretememesinin yanı sıra, vücut hücrelerinin insülini kullanmasında da sorun vardır.

Bir başka deyişle, kanda yeterli miktarda glukoz ve insülin bulunmasına rağmen glukoz hücre içine giremez ve hücreler yeterli enerji sağlayamaz. Bu hastalar ağızdan alınan şeker düşürücü ilaçlarla (oral antidiyabetikler) tedavi görürler. Tip 2 diyabet hastaları genellikle fazla kiloludur.



3 . Diyabetin Belirtileri Nelerdir?



Aşırı su içme,
Aşırı idrara çıkma, gece idrara çıkma,
Sık acıkma, aşırı yemek yeme,
Yorgunluk, halsizlik.




4 . Diyabet Ne Tür Sonuçlar Doğurabilir?
Glukoz, hücrenin yaşamı için gereklidir ancak kandaki düzeyi uzun süreli yüksek kalırsa, damarların iç yüzeylerinde hasar oluşturur. En sık etkilenen organlar göz, kalp, sinir dokusu ve böbreklerdir. En korkutucu sonuçları ise, yüksek tansiyon, böbrek yetersizliği, görme bozuklukları ve körlük, dolaşım problemleri ve sinir sistemi hasarlarına bağlı olarak duyu ve hareket bozukluklarıdır. Damarlarda oluşan hasar, glukoz seviyesinin ne kadar fazla olduğuna ve yüksek kaldiğı sürenin uzunluğuna bağlıdır.

Önceleri ince damarları tutan bu hasar giderek daha büyük damarları da etkiler ve sonuçta ateroskleroz (damar sertliği), kalp damarlarının hastalıkları, miyokard infarktüsü (kalp krizi), inme (felç) gibi hayatı tehdit edici hastalıklara neden olabilir. Kalp krizi nedeniyle ani ölüm şeker hastalarında 6 kat daha sık görülür. Ayaklarda dolaşım yetersizliğine ve sinirlerin yıpranmaşına bağlı olarak his azalması ve yaralar oluşabilir. Kangrene kadar gidebilen bu durum "diyabetik ayak" olarak adlandırılır.

Tip 2 diyabetlilerde böylesi tehlikeli sonuçların görülme sıklığı daha fazladır. Bu nedenle Tip 2 diyabetlilerde kandaki glukoz kontrolünün yanısıra, kan yağlarının (kolesterol) ve kan basıncının (tansiyon) normal düzeylerde tutulması çok önemlidir. Diyabetin sonuçlarından korunmak, onlarla mücadele etmekten çok daha kolaydır.



5 . Komplikasyon gelişeceğini gösteren belirtiler nelerdir?

Bulanık görme,
Aşırı yorgunluk,
EI ya da ayaklarda hissizlik ya da karıncalanma,
Göğüs ağrısı,
Sık sık infeksiyon gelişmesi ya da yaraların iyileşmemesi,
Devamlı baş ağrısı



6 . Yapılması Gerekenler Nelerdir?


Diyabette tedavi ve önerilere sıkı sıkıya bağlı kalmak çok önemlidir, fakat en az bu kadar önemli olan ikinci bir bilgi de, bu yaşam tarzının bir ömür boyu devam etmesi gereğidir. Ne yazık ki diyabet tam anlamıyla iyileşebilecek, diğer bir deyişle geçecek ya da hayatınızdan çıkıp gidecek bir hastalık değildir. Diyabetle birlikte yaşamak öğrenilmeli ve önerilere uyulmalıdır.

Sebze, meyve ve hububattan zengin beslenme alışkanlığı geliştirmek,
Öğün atlamadan uygun içerikli beslenmek, · Düzenli egzersiz yapmak,
Fazla kilolardan kurtulmak,
Düzenli doktor kontrolüne gitmek,
Önerilen tedaviyi doktor kontrolünde düzenli olarak ömür boyu kullanmak,
Kan glukozunuzu normal seviyelerde (açlık kan şekeri: 70-110 mg/dl) tutarsanız, diyabetin getireceği sorunları azaltabilirsiniz.




7 . Diyabet ve Egzersiz
Egzersizin her iki tip diyabetin de tedavisinde çok önemli bir yeri vardır.
Doğru beslenme ve düzenli ilaç kullanımı ile birlikte sürekli, düzenli ve uygun egzersiz yapılması, diyabet hastasını birçok sorundan koruyacak ve iyi bir kan şekeri kontrolü sağlayacaktır.


8 . Egzersiz Neden Gereklidir?



Egzersiz, kan şekerinizin düzenlenmesinde önemli rol oynar. Egzersiz sırasırıda enerji ihtiyacını karşılamak için kandaki seker kullanılır ve kan şekeriniz bir miktar düşer.
Egzersiz, vücutta bulunnan insülinin daha iyi kullanılmasını da sağlar.
Diyabette en başta gelen ölüm nedeni kalp ve damar hastalıklarıdır. Egzersiz, diyabette çok önemli bir sorun olan kalp ve damar hastalıklarının gelişimini önler ya da geciktirir.
Fazla kilolu iseniz, düzenli egzersiz kilo vermenize yardımcı olacaktır. Başlangıç aşamasındaki birçok diyabet hastasında, sadece iyi bir diyet ve düzenli egzersiz ile kan şekerini kotrol altına almak mümkün olabilir. Ayrıca egzersiz, sizin kendinize zaman ayırmanızı, daha iyi görünmenizi ve kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır.




9 . Hangi Egzersiz Uygun Olur?
Doktorunuza danışmadan ve kan şekerinii bilmeden egzersize başlamayın.
Egzersize başlamadan önce doktorunuza danışmanız en doğrusudur. Başka bir hastalığınız varsa, egzersiz yapmanız tehlikeli bile olabilir. Doktorunuz sizi muayene edecek ve sizden kan şekeri tayininin yanısıra, gerekli görürse bazı başka testler de isteyecektir. Bunlara göre doktorunuz sizin hangi egzersizi, ne sıklıkta ve ne kadar yapmanız gerektiğini belirleyecektir.
Yürüyüş yapmanın diyabetliler için en iyi egzersiz yöntemi olduğu kabul edilmektedir. Haftada en az birkaç kez, düzenli olmak üzere yürümeniz size oldukça yararlı olacaktır. Bu yürüyüş süresini doktorunuzla birlikte belirleyeceksiniz. Ama kendinizi ilk günden başlayarak zorlamamanız, kendinize kısa ve uzun vadeli hedefler koyarak bu programa uymanız doğru olur. Eğer mümkünse bisiklete binmeniz de sizin için iyi ve zevkli bir egzersiz olabilir.


10 . Egzersiz Öncesinde Nelere Dikkat Etmeliyim?
Kan şekeriniz 70 mg/dl'nin altında yada 250 mg/dl'nin üstünde ise egzersiz yapmanız doğru olmaz. Kan şekeriniz fazla düştüyse hemen, aşırı olmamak kaydıyla, karbonhidratlı gıdalar yemelisiniz, daha sonra her zamankinden daha hafif bir egzersiz yapabilirsiniz.
Eğer kan şekeriniz 250 mg/dl ya da bunun üstünde çıktıysa, kan şekeri kontrolünüz bozulmuş demektir, bu durumda derhal bir doktora başvurmalısınız.
Kan şekerinizde aşırı düşme ya da aşırı artış yoksa, egzersize başlayabilirsiniz. Üzerinize fazla terletmeyecek, rahat bir giysi giymeniz, ayakkabılarınızı mutlaka spora uygun seçmeniz iyi olur. Egzersize başlamadan önce mutlaka ayaklarınızı iyice gözden geçirin.Gözden kaçan kücük bir çatlak ya da yara, egzersiz sırasında büyüyüp size ciddi sorun yaratabilir.


11 . Egzersiz Sırasında Nelere Dikkat Etmeliyim?
Egzersiz sırasında dikkat etmeniz gereken en önemli şey kendinizi fazla zorlamamanızdır. Aşırı yorgunluk, ağrı, nefes darlığı, çarpıntı gibi bir sorunla karşılaşırsanız, egzersize ara verin ve bunu doktorunuza bildirin.
Egzersiz sırasında karşılaşabileceğiniz ciddi ve önemli bir sorun da kan sekeri düşüklüğü (hipoglisemi)'dür.


Hipoglisemi belirtileri şunlardır:

Aşırı terleme
Halsizlik
Baş dönmesi
Zihin bulanıklığı

EI ve ayaklarda titreme
Uykuya eğilim
Ağız kenarlarında iğne batma hissi
Çarpıntı, kalp atışında hızlanma

Egzersiz sırasında bunlardan birini hissederseniz derhal egzersizi bırakın, iki-üç kesme şeker yiyin ya da şekerli bir içecek icin.
Bu belirtilerden birini hissetmeniz mutlaka kan sekerinizin normal sınırın altına düştüğünü göstermez.
Ama bu durumda acil kan şekeri tayini imkanınız olmadığından, şekeriniz normalin altına düşmüş kabul ederek şekerli birşeyler yemeniz doğru olur. Çünkü şekerin kabul edilebilir sınırın altına düşmesi, sınırın üstüne çıkmasından daha tehlikelidir. Daha sonra doktorunuza başvurmanız doğru olur.




12 . Egzersiz Sonrasında Nelere Dikkat Etmeliyim?
Yukarıda belirtilen hipoglisemi belirtleri, egzersizden sonraki 12 saat içinde de ortaya çıkabilir, bu süre içinde de bu belirtilere karşı dikkatli olmanız gerekir.
Her egzersiz sonrasında ayaklarınızı dikkatle kontrol edin ve yara, çizik, çatlak gibi bir sorun görürseniz vakit geçirmeden doktora başvurun. Bu küçük yaralar önemsenmediklerinde kalıcı ve büyük yaralara dönüşüp, sizi ve doktorunuzu uzun süre uğraştırabilirler.


13 . Hedefim Ne Olmalı?
Egzersiz yapmaktaki amacınız iyi bir kan şekeri kontrolü sağlamak, kilo vermek, kalp ve damar hastalıklarından korunmak ve sonuçta diyabetle birlikte sağlıklı yaşamaktır.
Bunu yaparken kendinize kısa ve uzun vadeli hedefler koymanız işinizi kolaylaştırabilir. Hareketsiz bir yaşam süren bir kişiyseniz, kendinizden birdenbire saatler süren bir yürüyüş ya da uzun bir koşu beklemeniz haksızlık olacağı gibi gerçekçi de olmaz.
Kendi önünüze gerçekleşmesi mümkün olmayan bir plan koyarsanız, kısa sürede bundan vazgeçmeniz büyük olasılıktır. Bunun yerine kendi vücudunuzun imkanlarını da gözönünde tutarak daha makul bir plan yapın. Daha da iyisi bunu doktorunuzla birlikte yapın.
Örneğin hızlı tempolu bir yürüyüş sizi 3-4 dakikada yoruyorsa ve dinlenmeniz gerekiyorsa, ilk hedefiniz bir aylık düzenli egzersiz programı sonunda, hiç ara vermeden 10 dakika yürüyebilmek olsun. Bunu yaparken, haftada en az kaç gün, yavaş yavaş başlayıp gittikçe hız kazanan (tabii ki asla kendinizi fazla zorlamayacak) 30'ar dakikalık yürüyüşler planlayabilirsiniz. Gittikçe daha rahat yürüdüğünüzü, daha az durup dinlenmek zorunda kaldığınızı görmek sizi sevindirecek ve heveslerdirecektir. İyi bir diyet de uyguluyorsanız, birkaç hafta sonunda fazla kilolarınızı vermeye başlayacaksınız.

Unutmamanız gereken şey ...

... egzersizin ancak sürekli ve düzenli olduğunda yararlı olduğudur.



14 . Diyabetlilerde Ayak Bakımı Neden Çok Önemli ?


Diyabetlilerde ayak bakımı çok önemlidir. Çünkü, diyabetlilerde ayak sorunları sık ortaya çıkar ve hemen tedavi edilmezse hızla büyük boyutlara ulaşabilir. Önemsemediğiniz küçük çatlaklar, yaralar bile kısa sürede ciddi sorunlar yaratabilir. Bunun başlıca iki nedeni vardır :
Diyabette kan damarları hasar görür. Bunun sonucunda ayakta kan dolaşımı bozulur ve en küçük yara bile normalden çok daha geç ve zor iyileşir.
Diyabette sinir de hasar görür. Bu ayaklarınızda his kaybına yol açar. Sonuçta normalde hissedebileceğiniz bir kesiği ya da yarayı çok geç, ancak yara büyük boyutlara ulaştığında farkedebilirsiniz. Sinirlerin hasar görmesi, ayakta bir takım şekil bozukluklarına yol açabilir, bu noktalarda tedavisi güç bazı ayak ülserleri (yaraları) ortaya çıkabilir.


15 . Ayak tırnaklarına dikkat!
Ayak tırnaklarınızı banyo sonrası, tırnaklar yumuşakken kesin. Daha sonra da törpüleyin. Tırnaklarınızı düz kesin, kenarlarını daha derin kesmeyin.


16 . Ayaklarınızı koruyun !
Evde denizde ve kırda, hiçbir zaman çıplak ayakla yürümeyin. Ayaklarınızın fazla soğukta yada sıcakta kalmamasına dikkat edin. Kışın ayaklarınızın üşüdüğünü farketmeyebilirsiniz. Siz soğuk hissetmeseniz de mutlaka sıcak tutacak yünlü bir çorap giyin. Aynı şekilde, banyo sırasında da ayaklarınızın çok sıcak suya maruz kalmasını önleyin. Ayaklarınızı ısıtmak için sıcak su torbası kullanmayın.


17 . Ayakkabı ve çoraplar dikkat !
Hergün temiz bir çorap giyin. Pamuklu ve yünlü çorapları tercih edin.
Ayakkabılarınızın çok rahat ve ayağınıza uygun olmasına dikkat edin. Uzun yürüyüşlerde mutlaka yürüyüş için uygun olan spor ayakkabısı giyin. Fakat yüksek topuklu ve dar ayakkabılardan kaçının. Burnu ya da arkası açık ayakkabı giymeyin.
Akşama doğru ayakklarınızda bir miktar şişme olur. Yeni ayakkabı alacaksanız bunu mutlaka öğleden sonra alın.
Yeni ayakkabı aldıysanız, bunu önce evde ve kısa mesafelerde deneyin. Bu ayakkabının rahatlığından emin olana dek yanınızda eski bir ayakkabınızı da taşıyın.
Ayakkabı ya da terliğinizi giymeden önce içinde yabancı cisim olup olmadığını kontrol edin.


18 . Nasırlar, su toplaması, siğiller
Ayakklarınızda nasır ya da sertleşmiş deri kısımları varsa bunları siz kesmeye kalkmayın, farketmeden ayağınıza zarar verebilirsiniz. Ne yapmanız gerektiğini doktorunuza danışın.
Ayağınız, ayağınızda içi su dolu kabarcıkların oluşmasına neden olduysa, bu kabarcıkları asla patlatmayın. Üzerine bir parça antiseptik ilaç (tentürdiyot v.b. ) dökeceğiniz gazlı bez yerleştirin. Eğer bu kabarcık kendiliğinden patladıysa ve akıntısı varsa hemen doktorunuza başvurun.
Siğil, bir tür enfeksiyondur. Ayağınızda siğil oluştuysa ilerlemeden tedavisi için doktorunuza başvurun.
Ayağınızda farkedeceğiniz her türlü renk değişikliğini, lekeyi ya da kaşıntıyı derhal doktorunuza bildirin.

KAYNAK:
1) Diabetes Current Perspectives.Betteridge John D.2000
2) Diabetes Mellitus and Exercise.Position Statement.American Diabetes Association.Diabetes Care.Clinical Practice Recommendations 2001Volume 24 Suppl 1

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:37   #326 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Şeker hastalığı nın ( diabet ) göze etkisi

DİABETİN GÖZE ETKİLERİ

Diabetes Mellitus vücudun şekeri kullanma ve depolama yeteneğinin bozulduğu bir durumdur. Artmış kan şeker düzeyi, aşırı susama , acıkma, idrara fazla çıkma, vücuttaki kan damarlarındaki değişikliklerle karakterize bir hastalıktır. Diabet göze katarakt, glokomun yanında retinadaki kan damarlarının hasar görmesiyle de zarar vermektedir.

Diabetik retinopati nedir?

Gözün ışığı algılanmasını sağlayan retina isimli sinir tabakasının kan damarlarındaki değişikliklerle karakterize bir hastalıktır. Hasarlanmış kan damarları sıvı ve kan sızmasına neden olarak sert fırçamsı dallar ve sert skar dokuları oluşmasına, bunlarda retinanın beyine bozulmuş şekiller göndermesine neden olur.

Hastanın diabetik retinopati geliştirme riski zamanla artmaktadır. 15 yıllık diabeti olan birinde retinopati gelişme riski %80 oranında bulunmaktadır. Çocuklarda oluşan diabette retinopati daha küçük yaşlarda başlar. Tedavi edilmeyen diabet hastaları normal bir insana göre 25 kat daha fazla körlük riski bulunmaktadır.

Nedeni ve belirtileri nelerdir?

Tam olarak sebebi anlaşılamamıştır, ancak şeker hastalığı vücudun çeşitli yerlerinde damarlarda hasara neden olmaktadır. Hamilelik ve hipertansiyon şeker hastalığının retinaya olan zararını arttırmaktadır.

Keskin görme noktamız olan makülada ödem oluşmadığı erken dönemde diabetin gözde yaptığı değişiklikler herhangi bir belirtiye yol açmaz. Bunlar sadece muayene sırasında tespit edilirler. Daha ileri seviyelerde kanamalar yüzünden görme bulanıklaşır, bazende tamamen kaybedilir.

Tanı ve teşhis nasıl yapılır?

Göz hekimlerince tam bir muayeneden geçmeniz gerekmektedir. Ciddi seviyedeki retinopati bazen hiçbir belirti göstermez ve tedaviye yanıt verebilir. Bu yüzden diabet hastaları içinde bulundukları riskleri bilmeli ve düzenli olarak gözlerini muayene ettirmelidir. Muayene sırasında göz bebekleri büyütülür ve oftalmoskop adı verilen cihazlarla ağrısız bir şekilde retina gözlemlenir.

Diabetik retinopatiye ait belirtiler varsa özel bir anjiyo çekimi yapılabilir. Bunun için damardan flöresein boya verilir. Boya retina damarlarından geçerken ard arda fotoğrafları çekilir. Bu tekniğe flöresein anjiyografi adı verilir.

Tedavi nasıldır?

Çoğu vaka takip edilir. Ancak belirli bir grup hasta görmenin korunması için tedaviye alınır.

Lazer tedavisi: Damarlardaki kanamaları durduran ve halen tedavideki en etkili yöntemdir. Ufak lazer atışlarıyla makula ödemi oluşturan , kanayan damarlar tıkanır. Retinanın dış bölümlerindede lazer aracılığıyla yeni damar oluşumlarının önlenmesine çalışılır. Bu yöntem ayaktan yapılır ve gözde herhangi bir ağrıya neden olmaz

Diğer tedaviler: Vitreus içine kanama olursa artık retina gözükmediğinden lazer uygulanamaz. Bu gibi vakalarda vitrektomi yapılır. Bu mikroskop altında yapılan özel bir cerrahi müdehale şeklidir. %70 vaka ameliyattan sonra görmesinde artma kaydederler. Ancak kanama olan her vaka hemen ameliyata alınmaz. Bir grup hastada kanama kendiliğinden düzelecektir.

Unutulmamalıdırki !

Diabetik retinopatinin tedavisi erken teşhisin yanında, hastanın diabet tedavisine ve dietine özen göstermesinede bağlıdır.
Diabetik retinopati hiçbir belirti vermedende bulunabilmektedir.
Diabet hastaları en az yılda bir defa göz doktoru tarafından kontrol edilmelidir. Daha sık kontroller diabetik retinopatisi tanısı konan hastalarda uygundur.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:38   #327 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

ŞEKERSİZ DİYABET: DİYABET İNSİPİDUS

Diyabetes insipidus nedir?

İsim benzerliğine rağmen diyabetes insipidus diyabetes mellitusla ilgili değildir. Bu nedenle halk arasında şekersiz diyabet olarak da bilinir. Diyabetes insipiduslu hastalar idrarlarını yeterince yoğunlaştıramazlar; bu nedenle çok sık idrar yapmak zorundadırlar. Gece idrara gitmek için 2-3 kez kalkmaları gerekir. Bu hastalar sürekli susuzluk duyarlar.

Şekersiz diyabet (diyabetes insipidus): Diyabet insipidus şeker hastalığı ile sadece isim benzerliği olan ve çok idrar etme (poliüri) çok su içme (pilidipsi) ve yoğunluğu düşük idrar yapma ile belirlenen bir hastalıktır. Şekersiz diyabetin nörojenik (hormonal), nefrojenik ve zoraki su içme sendromu (psikojenik) olarak üç tipi vardır.
Şekersiz diyabette esas bozukluk böbreklerden süzülen suyun böbrek tubuluslarından yeniden emiliminin tam olmamasıdır. Bu durum su kaybedilmesine ve bunun doğurduğu çok su içmeye yol açar. Fazla miktarda idrar yapma ve su içme mutlaka hekime başvurmayı gerektiren şikayetlerdir. Süt çocuklarında şekersiz diyabet, aşırı huzursuzluk, tartı almama gibi belirtilerle kendini gösterir. Havale nöbetleri olabilri. Önlem alınamazsa bebek susuzluk sonucu kaybedilebilir.
Diyabetes insipidus neden olur?

Diyabetes insipidusun iki nedeni vardır. Bazı hastalarda beyinde hipotalamus denen bölgede, vücutta su tutulmasını sağlayan antidiüretik hormon (ADH) yapılamaz. Bazı hastalarda ise, bu hormon yapıldığı halde böbrekler hormona cevap vermezler. Diyabetes mellituslu hastaların çoğunda bu sorun kafa travması veya beyin ameliyatından sonra gelişir. Bazı hastalarda beyin tümörü vardır. Bazan ailesel olabilir. Lityum gibi bazı ilaçlar buna neden olabilir. Yaklaşık %25 oranında herhangi bir neden saptanamaz.

Diyabetes insipidus nasıl teşhis edilir?

Genellikle doktorunuz idrarın yoğunluğunu ölçtürecektir. Aynı zamanda kanınızın yoğunluğunu da ölçmek gerekir. Bundan sonra ‘susuzluk testi’ yapmak gerekebilir. Bu test süresince su içmemeniz gerekir. Test süresince, birkaç saat boyunca ağırlığınız izlenecek, idrar ve kan tetkikleri yapılacaktır. Eğer test sonucunda diyabetes insipidus tanısı konursa beyin filmleriniz de çekilecektir. Bu amaçla tomografi veya MR yapılabilir. Bu filmler beyinde bir sorun olup olmadığını gösterecektir.

Diyabetes insipidus nasıl tedavi edilir?

DDAVP denilen bir ilaç (ADH) yardımcı olabilir. Bu ilaç bir burun damlası ya da spreyi şeklindedir. Gece yatmadan önce uygulanır. Bazı hastalarda sabah ve akşam kullanmak gerekebilir. DDAVP alıyorsanız çok su içmemeniz gerekir; çünkü vücutta fazla su tutulması görülebilir. Eğer fazla su yüklenmesi olursa halsizlik görülebilir ve başınız dönebilir veya kendinizi kötü hissedebilirsiniz.

Eğer diyabetes insipidusun nedeni böbreklerdeki hormona cevapsızlıksa DDAVP ile tedavi mümkün değildir. Bu durumda, hidroklorotiazid gibi başka ilaçlara başvurulur. Bu ilaçlar vücuttaki su ve tuz dengesini düzenler.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:38   #328 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

şigelloz shigella infeksiyonu


Tanım ve Klinik Bulgular : Şigelloz, basilli dizanteri olarak da adlandırılan ve Shigella cinsi bakterilerle meydana gelen kanlı, mukuslu ishal, kramp tarzında karın ağrısı ve tenesmusun başlıca bulgular olduğu bir barsak infeksiyonudur. İnkubasyon periyodu 2-5 gün kadar olup klinik tabloya halsizlik, iştahsızlık yanında ateş,kusma da eşlik edebilir. Günde 10-20 kez ciddi olgularda daha da fazla olmak üzere sık ve miktarı az dışkılama vardır.

Şigellozda klinik bulgular etken Shigella cinsinin hangisi olduğuna göre değişiklik gösterir. Shigella sonnei etken ise sulu ishalin olduğu daha hafif seyirli bir klinik tablo vardır. En ağır tablo Shigella dysenterae’nın neden olduğu şigellozda görülür tabloya delirium, konvulsiyon, menenjizm gibi nöroloşik belirtiler eklenir. Sıvı ve elektrolit kaybı ve dehidratasyon daha çok çocuk ve yaşlılarda görülür. Fokal infeksiyon son derece nadir olup malnütrisyon gibi özel durumlarda görülür. Çok sık dışkılama nedeniyle akut dönemde rektal prolapsus, rektoskopi sırasında perforasyon gelişebilir. Subakut dönemde ise hemolitik üremik sendrom, Trombotik trombositopenik purpura, persistant diare ve hipoproteinemi gelişebilir. Geç dönemde reaktif artrit ve Reiter’s sendromu gelişebilir.

Etyoloji : Shigella cinsi bakteriler S.dysenteriae, S. flexneri, S.boydii ve S. sonnei
olmak üzere dört gruba ayrılır. Shigella cinsi bakteriler kolon epitel hücresine penetre olabilmekte ve hücre içinde çoğalabilmektedir. S.dysenteriae 1 ayrıca Shiga toksini denilen nörotoksik etkili toksin salmakta bu da virulansta öemli rol oynamaktadır.

Epidemiyoloji : Şigelloz bir insan infeksiyonudur..Düşük dozda infektif olması kişiden kişiye bulaşmayı kolaylaştırır. Aile içi infeksiyon sık olur. Tedavi edilmeyen akut olgularda bakteri 1-4 hafta süreyle dışkıdan atılır. En sık yaz aylarına görülür. Çocuklar ve kadınlarda daha sıktır.

Şigelloz az gelişmiş ülkelerde daha sık görülen ve etken Shigella türü de ülkenin gelişmişlik düzeyi ile farklılıklar gösteren bir infeksiyondur. Ülkemizde daha önceki yıllarda S. Flexneri izole edilirken son yıllarda S. Sonnei ilk sırada izole edilmeye başlanmıştır.



Tanı : Şigellozda barsakta gelişen yüzeyel iflamasyon nedeniyle epitel hücrelerinde harabiyet,dökülme ve yüzeyel mikroülserler oluşur. Dolayısı ile dışkı kanlı ve mukusludur. Dışkıda bol miktarda eritrosit ve lökosit görülür. Kesin tanı dışkı kültüründe üretilerek konur. Bunun için dışkının vakit geçirilmeden Shigella cinsi bakteriler için seçici besi yerlerine ekilmesi gerekir Bu amaçla McConkey, XLD ( xylose-deoxychollate), EMB (eosine methylene blue),besiyerlerinden biri ile SS (Salmonella-Shigella) besiyeri kullanılır. Üreyen laktoz negatif koloniler biyokimyasal yöntemler ve antiserumlarla tanımlanır.

Sigmoideskopi uzamış ve ağır olgularda tanı ve ayırıcı tanı amacıyla yapılr. Basilli dizanteri ve amipli dizanteri ülserleri farklıdır. Basilli dizanterideki yüzeyel ülserlerin tersine amipli dizanteride yüzeyi dar tabanı geniş ülserler görülür.

Amipli dizanteri dışında diğer inflamatuvar barsak ishali yapan bakterilerin ( Enteroinvazif E.coli, Salmonella cinsi bakteriler, Campylobacter jejuni gibi ) yaptığı enterokolitler ile karışabilir. Karışabileceği diğer hastalıklar rektum ve kolon kanserleri, polipler, tüberkuloz ve sifilize bağlı kolitler, Crohn hastalığı, idyopatik ülseratif kolit ve intestinal lenfomadır.

Tedavi : Sıvı ve elktrolit kaybı varsa yerine koymak için genellikle oral rehidratasyon sıvısı yeterli olabilr.Bebeklerde ve yaşlılarda toksemik durumlarda intravenöz sıvı ve elektrolit replasmanı gerekebilir. Antidiyareik ilaçlar önerilmez. Özellikle barsak hareketlerini azaltan difenoksilat, loperamit gibi ilaçların kullanımı klinik tabloyu ağırlaştırır.

Duyarlı bakteriler için TMP-SMX ve ampisilin kullanılabilir (amoksilin etkisi daha az yararlı olarak saptanmış) , sefalosporin kullanma durumunda seçilecek olan seftriakson olabilir. Ancak son yıllarda gelişen direnç nedeniyle şigelloz tedavisinde geçmiş yıllarda kullanılan antibiyotiklerin yerini yeni kinolonlar almıştır. Bu amaçla erişkinlerde siprofloksasin, ofloksasin, norfloksasin, fleroksasin günlük dozlarında 3-5 gün olarak kullanılabilir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:38   #329 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

şok çeşitleri ve tedavisi

Tıpta da akut dolaşım yetmezliğiyle ortaya çıkan çok ağır ve hayati ciddiyet belirten bir sendromu anlatır. Dolaşım yetmezliği kan basıncının düşmesine ve iç organlarla çevre dokulara giden kanın aniden azalmasına bağlı belirtilere yol açar.

BELİRTİLERİ

Şok durumunda tansiyon düşüldüğünün yanı sıra bilinç kaybına kadar varabilen bilinç bulanıklığı, şiddetli solgunluk, deride nemlilik, nabızda hızlanma ve zayıflama, solunum güçlüğü (hava açlığı), şiddetli susama, idrarda azalma ve beyindeki dolaşım bozukluğuna bağlı olarak bunaltı, huzursuzluk, saldırganlık, uyuklama gibi belirtiler görülebilir. Hastada bu belirtilerin hepsi bir arada bulunmayabilir; herhangi birinin tek başına bulunması da şok tablosuna işaret etmeyebilir. Sendromunun ortaya çıkma nedenlerine ve gelişme süreçlerine göre başlıca dört şok tipi ayırt edilebilir.
Kalp kökenli şok kalbin kasılması (sistol) sırasında pompalanan kan miktarının düşmesine bağlıdır. Kalp kasına zarar veren enfarktüs ya da iltihap (miyokardit) ve kalp karıncıklarının yetersiz dolmasına yol açan ritim bozuklukları ya da kalp dış zarında sıvı birikmesi gibi bir nedenle kalbin pompaladığı kan miktarının düşmesi sonucunda gelişir.
İkinci tip şok dolaşımdaki kan hacminin birden ve önemli ölçüde azalmasına bağlıdır. Bu tip şok kanamalarda, yanık, şiddetli ishal gibi durumlara bağlı organik sıvı kayıplarında ve travmalarda ortaya çıkar.Septik şok bakterilerin salgıladıkları endotoksinlerin etkisiyle dolaşım sisteminin zayıflamasına ve kan basıncının düşmesine bağlıdır.
Sinir sistemi kökenli (nörojen) şok ise gerek omurilik hastalıklarında görüldüğü gibi kan damarlarının çapını denetleyen sinirsel iletinin kesilmesi, gerek şiddetli bir ağrı ya da güçlü bir duygu nedeniyle kalp atışlarının refleks olarak yavaşlaması sonucunda ortaya çıkabilir.

NEDENLERİ

Şok temelde dolaşımdaki kan miktarının azalmasıdır; dolayısıyla kan ya da plazma kaybına yol açan bütün durumlar şokla sonuçlanabilir. Bu tür durumların başında yaralardan kaynaklanan dış kanamalar ve tümör ya da ülser yakınındaki bir kan damanmn aşınmasıyla ortaya çıkan iç kanamalar gelir. İkinci sırada yanıklar önemlidir; yanık alanındaki küçük damarlardan bol miktarda plazma sızar. Bağırsak tıkanmalarıda yanıklara benzer; bu durumda plazma tıkanma noktasmda bağırsak duvarından sızar. Şiddetli ishalde ya da uzun süreli kusmanın yol açtığı aşırı su ve tuz kaybı en sık görülen öteki şok ne denlerindendir. Sıvı bölümü azalan kan koyulaşır, böylece dolaşımdaki kan miktarı da azalır.
Kan besleyici maddelerin ve özellikle oksijenin dokulara ulaşmasını sağlar. Yaşamsal nitelikteki bu işlevin bozulması organizma açısmdan çok büyük sorunlar yaratır. İlk ve en önemli sorun atardamarlardaki kan basıncınm bazen çok şiddetle düşmesidir. Tansiyon düşmesiyle birlikte dokulara kan akışı da tehlikeli ölçüde azalır; hücrelere yeterli oksijen gitmediğinden hastalık belirtileri ortaya çıkar. Şok belirtileri zamanla bütün vücuda yayılır ve oksijen azlığına çok duyarlı olan sinir sistemi bu durumdan öncelikle etkilenir. Deri damarlarındaki kan miktarı çok azaldığından hasta çok solgun görünür. Ayrıca solunumu sıldaşır; bunun nedeni kana olabildiğince fazla miktarda oksijen sağlamaktır.
Hasta çevresiyle ilişkisinin kopmasına yol açan bir uyuşukluk içine girer. Bununla birlikte genellikle huzursuzdur ve bunaltı eğilimi gösterir.
Nabız çok hızlı ve zayıftır, çünkü vücut şokla karşılaştığmda edilgen kalmaz. Çeşitli savunma mekanizmaları hemen harekete geçer. Bunların en önemlisi böbreküstü bezlerinden adrenaun ve noradrenalin adlı hormonların salgılanmasıdır. Noradrenalin dokularda sempatik sinir lifleriııin uçlanndan da
salgılanır. Adrenalin daha çok kalp üzerinde etkilidir; kalp atışlannı hızlandınr. Noradrenalin ise vücudun bütün küçük atardamarlarını daraltır. Bu düzenleyici süreçlerin yararı açıktır: Ritmi hızlanan kalp, dolaşıma daha fazla kan verir. Kasılarak daralan atardamarlar dolaşımda bulunan az miktarda kana uyum sağlayacak duruma gelir. Bu uyumun sağlanamaması kanın çok geniş bir damar yatağmda dağılarak çevrede göllenmesine ve hastanıiı ölümüne yol açar. Söz konusu iki savunma süreci birlikte kamn damarlarda normalden daha hızlı dolaşmasmı sağlar. Böylece dokulara en azından yaşamı sürdürecek düzeyde oksijen ulaşır. Kan ya da plazma kaybı bu süreçlerle karşılanamayacak kadar şiddetliyse beyne giden oksijenin yetersiz kalması nedeniyle hasta bilincini yitirir. Oksijen eksikliğinden etkilenen çevrel küçük damarlar da gerginlilderini yitirerek genişler; kan çevrede özellikle karın organlarmda göllenir ve kalbe geri dönemez. Böylece hasta şokun geriye dönüşü olmayan evresine girer.

Yapılması Gerekenler;

Acil durumlarda olayın nedenleri bir yana bırakılarak, öncelikle tablonun ağırlaşması önlenmeli ya da şok belirtileri henüz tam yerleşmemişse bunların ortaya çıkınası engellenmeye çalışılmalıdır.
İlk önlem hastayı yatırarak bacaklarının vücudundan yüksekte kalmasını sağlamaktır. Böylece kanınkalbe dönüşü kolaylaşır ve başta beyin dolaşımı olmak üzere kan dolaşım iyileşir. Dolaşıma yardımcı olmak için sıkı giysiler de gevşetilmelidir. Daha sonra hasta örtülerek sıcak tutulur. Anıa aşırı sıcak uygulanınamalıdır; aşırı sıcak derideki damarların daha da genişlemesine yol açarak dolaşım bozukluğunu ve tansiyon düşüklüğünü şiddetlendirir. Şok bir kanamaya bağlıysa, kanama hemen denetim altına alınmalıdır. Ayrıca daha kapsamlı tedavi için beklerken, hastanın olabildiğince fazla sıvı alması sağlanmalıdır. Hasta su içebiliyorsa. şekerli ya da tuzlu bir eriyik verilir. Tuzlu eriyik 1 litre suda bir kaşık sofra tuzu eritilerek hazırlanır.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:39   #330 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

tenya şerit bağırsak şeridi

Şerit hastalığı olarak da adlandırılabilecek olan taenia enfestasyonu parazit adı verilen küçük canlılarla meydana gelen ve genelde sindirim sistemini tutan bir durumdur. Tenyalar, az pişmiş veya çiğ et (tenya bulunan) yemekle bulaşır. Sığırlar genelde Taenia saginata bulaştırırken, domuzlar taenia solium taşıyıcısıdırlar. Tenyalar segmentli yani boğumludurlar. Her boğum yumurta üretebilme kapasitesine sahiptir.
Dünya genelinde son derece yaygın bir durumdur.

Sığır Tenyası (Taenia saginata)

Etle alınan tenya larvaları (olgunlaşmamış tenyalar) insan barsaklarında olgun hale gelebilirler ve boyları 4-6 metreye ulaşabilir.

Tenya hastalığı genelde her hangi bir belirtiye neden olmaz. Kişi kendisinde tenya olduğunu genelde dışkısında tenyaları görünce fark eder, özellikle de hareketli parçacıkları.

Nadiren karın üst bölgesinde ağrı, ishal, bulantı, kilo kaybı görülebilir. Bazen apendiks, safra kanalları ve pankreas kanalında tıkanıklığa neden olabilirler.

Dışkıda parazitin yumurta ve boğumlarının görülmesi ile tanı konur. Taenia saginata nın hareketli parçaları dışkıda görülebilir. Parazit yumurtalarını makat civarında toplayabilmek amacı ile kullanılan selofan bant yöntemi ile %85-95 hastada tanı konulabilir.

Tenya hastalığı, ilaçlarla ve genelde tek doz kullanılarak tedavi edilebilir. En çok kullanılan ilaç niclosamide etken maddeli ilaçlardır.


Domuz Tenyası (Taenia solium)

Uzunluğu yaklaşık olarak 5 metre civarındadır. Ülkemizde yaygın olmamakla birlikte dünyada çok yaygındır.

Sığır tenyasından farklı olarak beyin, kalp, göz, akciğer, cilt altı ve kaslarda kist oluşumuna neden olabilirler: Domuz tenyası bulunan yetişkinler ve çocuklar eğer yeter derecede hijyene dikkat etmezlerse, dışkılama sonrası elleri ile makattaki yumurtaları alarak yutarlar. Bu yumurtalar barsaklara ulaştığında içlerinden larvalar çıkar ve dokulara geçerek kister oluştururlar. Eğer larvalar beyne ulaşırsa epileptik ataklar (havale ?) ve diğer sinirsel problemlere neden olabilirler. Bu duruma cysticercosis adı verilir.

Diğer belirtiler sığır tenyasında olduğu gibidir.

Dışkıda yumurta ve larvaların görülmesi ile tanı konabilir. Ayrıca radyolojik incelemelerde kistler görülebilir. Cilt altındaki şişliklerden yapılan biyopsi ile de tanı konulabilir.

Tedavide tek doz niclosamide kullanılır. Kist oluşan durumlarda tedavi cerrahidir.

Balık Tenyası (Diphyllobothrium latum)

Bazı tatlı su balıkları ve som balığı Diphyllobothrium latum adı verilen tenya bulaştırabilirler. Genelde tuzlanmış, çiğ veya iyi pişmemiş balık eti ile bulaşır.

Bunların uzunlukları 3-10 metre uzunluğunda olabilir.

Bu parazitler barsağa tutunurlar.

Dişi parazit günde 1 milyondan fazla yumurta çıkarabilir.

Karın ağrısı, karın krampları, kusma, kilo kaybı ve Vitamin B12 eksikliği ve makrositer anemi gelişebilir.

Dışkıda bol miktarda bulunan yumurtaların saptanması ile tanı konur.

Tedavide tek doz niclosamide kullanılır.


Tenyalardan Korunma

Etlerin yeterli miktarda pişirilmesi tenya larvalarını parçalar. Tuvaletten sonra yeterli el yıkama ve daima uygun hijyen hastalığın yayılmasını önler

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Yukarı'daki Konuyu Aşağıdaki Sosyal Ağlarda Paylaşabilirsiniz.


Yetkileriniz
Konu Açma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum hakkında Kullanılan sistem hakkında
Forumaski paylaşım sitesidir.Bu nedenle yazılı, görsel ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenmektedir.Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir.Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazılı, görsel ve diğer materyalleri 48 saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır. Bildirimlerinizi bu linkten bize yapabilirsiniz.

Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2016, ve Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.
yetişkin sohbet chatkamerali.net

Saat: 04:43