Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu
 

Go Back   Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu > Hayat ve Eğlence > Genel Sağlık > Dahiliye
Kayıt ol Yardım Kimler Online Bugünki Mesajlar Arama

canlı casino siteleri canlı casino siteleri sagedatasecurity.com casino siteleri takipçi satın al
porno diyarbakır escort bayan antalya escort malatya escort

Dahiliye

Dahiliye kategorisinde açılmış olan Dahiliye konusu , ...


Like Tree10Beğeni

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 16.11.2012, 21:45   #361 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Yumurtalık kistleri


Genç olsun, yaşlı olsun pekçok kadının sıklıkla yaşadığı korkulardan birisi yumurtalıklarında kist olmasıdır.Gerçekten de düzenli kontrollere gidildiği taktirde hemen hemen her kadında hayatının bir döneminde yumurtalıklarında kist saptanabilir. Çoğu zaman herhangi bir tedavi dahi gerektirmeyen bu lezyonlar büyük olasılıkla hiçbir belirti de vermezler. Genelde masum olmalarına rağmen halk arasında çok korkulacak bir hastalık olarak bilinen over kistleri hep aynı türde değildir.
Yumurtalık organı doku olarak çok değişik türde hücreleri bünyesinde barındırır. Kişinin embryonik döneminden başlayarak var olan ve değişim gösteren hücrelerde dahil olmak üzere birçok hormonun etkisi altında olan hücre türleri, yumurtalıkları diğer organlardan farklı kılar. Bu değişik türde hücreler çeşitli faktörlerin etkisi ile büyüyebilir ve kistleşebilirler. Kistler içerdikleri hücre türüne bağlı olarak hormon ya da benzeri maddeler salgılayabilirler.

Kist Nedir ?
Kabaca ifade etmek gerekirse kist etrafı kist duvarı adı verilen ve etrafındaki dokulardan farklı bir doku ile çevrili, sıvı içeren kitlelerdir. İnsan vücüdunda hiçbir madde statik değildir. Bütün hücreler sürekli ölür ve yerlerine aynı türde yenileri yapılır. Yine bütün hücreler değişik miktar ve yapılarda sıvı salgılarlar. Hücreler arasında bulunan sıvıların bir kısmı kan dolaşımından gelirken bir kısmı da hücrelerin kendileri tarafından yapılır. Bu sıvılar sürekli absorbe edilir ve yeniden yapılır. Bu absorbsiyon ve üretim aşamalarındaki bir dengesizlik ya da başka bir nedenden dolayı sıvının aşırı birikmesine ödem denir. Eğer sıvılar farklı bir doku tarafından çevrelenir ve sıvı alışverişi engellenirse ortaya çıkan lezyonun adı kist olur. Vücutta bulunan hemen hemen bütün dokularda kist ortaya çıkabilir ancak yumurtalık dışındaki organların kistleri çok daha çabuk ve kolay belirti verebilir. Bunun nedeni diğer organlarda meydana gelen kistlerin bu organların fonksiyonlarını bozmalarıdır. Yumurtalık kistlerinin bir kısmı da bu şekilde fonksiyon bozukluğu yaratarak belirti verirken çok büyük bir bölümü de ne fonksiyonlarda bir kayba neden olur ne de uzunca bir süre belirti verir.

Over kistleri oluş biçimine göre de neoplastik yani tümorla ya da fonksiyonel olarak da iki bölümde incelenir.

Belirtileri
Over yani yumurtalık kistleri kabaca habis ve selim basliklari altinda incelenebilirler. En sık görülen iyi huylu over kistleridir.Yumurtalıklar diğer organlara göre belirti verme açısından daha fakirdirler. Çoğu kez bir şikayet yaratmazlar ve rutin kontroller esnasında fark edilirler. En sık verdikleri belirti adet düzensizlikleri, karında şişlik, karın ağısı, sindirim sitemi bozuklukları, idrar yolu şikayetleri gibi özgün olmayan belirtilerdir. Over kisti dışında pekçok durum da benzeri şikayetler yarattığından, bu tür yakınmaları olan kişiler genelde durumlarını önemsemezler. Çok fazla büyümeyen bir over kisti karın boşluğu içerisinde kendine rahatlıkla yer bulabileceği için şişlik yapmaz. Benzer şekilde hormon salgısı yapmayan kistler de adet düzensizliği yaratmaz.

Ağrı over kistlerinde nadir olarak görülür. Eğer ağrı varsa bu kitlenin iltihaplandığını ya da endometriozis olabileceğini gösterir. Nadiren kistlerin kendi etrafında dönmesi (torsiyon) ya da patlaması (rüptür) şidetli ağrı ve akut karın tablosuna yol açabilir.Kistler mesaneye baskı yaparak sık idrara çıkma, rektuma bası yaparak da kabızlığa yada dışkı yaparken ağrıya neden olabilirler.Zaman zaman da iştahsızlık, kilo kaybı, hafifi bulantı gibi sindirim sistemi yakınmaları olabilir.

Akılda tutulması gereken nokta kistlerin çok farklı türlerinin olduğu ve yarattığı şikayetlerin kistin türüne bağlı olabileceğidir.

Teşhis
Genelde rutin muayene ya da başka bir sebepten dolayı yapılan muayene ve ultrasonografide saptanırlar. Muayenede hastanın yaşı, kitlenin büyüklüğü, şekli, saf kist ya da solid yapıda oluşu, etrafa yapışık olup olmadığı, hassasiyet olup olmadığı, Önemlidir. Ultrasonografide saf kist görünümünde olan ve 5-6 santimden küçük çapta olan kistlerin iyi huylu ve fonksiyonel olma olasılığı yüksektir.Ayrıca tanıda hastanın ve kitlenin durumuna göre tomografi, manyetik rezonan hormon tetkikleri ve kanda tümör belirteçleri incelenir ve tedavi için bir karara varılır.

Kistler
İnklüzyon kisti
Sıklıkla rahim ameliyatı esnasında rastlanan fonksiyonel olmayan bir kisittir.Çoğu mikroskopik boyuttadır. Hiçbir belirti vermez ve ultrasonda da fark edilemez. Muhtemelen her yumurtlamadan sonra yumurtalık cidarının bütünlüğünün bozulmasını takiben iyileşme döneminde doku içerisinde germinal epitel adı verilen hücre türünün hapsolmasından kaynaklanmaktadır. Bazı araştırmacılar bu kistciklerin uzun dönemde habis değişime uğrayabileceğini ve over kanserinin öncülü olabileceğini iddia etmektedirler.

Follikül kisti
Gençlerde en sık rastlanan kistlerin başında gelir. Gelişen yumurta hücresinin çatlamaması ve büyümeye devam etmesi nedeni ile olduğu düşünülmektedir.. Büyüklükleri genelde 2-3 santimetredir, nadiren 4 santimetreyi aşar. Oldukça gergin ve içinde berrak sıvı içeren kistlerdir. Herhangi bir komplikasyon yaratmazlar.

Nedeni tam bilinmektedir ancak kabul edilen bazı teoriler vardır. Kronik pelvik iltihabı gibi overlere giden kan miktarının arttığı durumlarda, buna bağlı olarak folliküllere ulaşan hormon miktarlarının normalden fazla olması nedeni ile gelişebileceği bilim çevrelerinde en fazla kabul gören oluş mekanizmasıdır. Yapılan deneylerde konjesyon olarak adlandırılan bu fazla kan akımının follükül aktivitesini arttırdığı gösterilmiştir.

Başka bir olası neden ise yüksek dozda gonadotropinlerin varlığında (beyinden salgılanan ve overlerde yumurta hücresi gelişimini uyaran hormonlar) overlerin olması gerekenden fazla uyarılması neticesinde ortaya çıktıklarıdır.Bu teorinin destekcisi kısırlık tedavisi esnasında yumurtlamayı teşvik edici ajan kullanan kadınlarda follikül kistlerinin normalden fazla görülmesidir.

Gonadotropin miktarı normal sınırlarda olsa dahi bunların salgılanış şekillerinde meydana gelen dengesizlikler de gelişmiş yumurta hücresinin çatlamasını engelleyebilir ve follikül kistine yol açabilir. Gonadotropinlerin salgılanış şeklini bozan pekçok etken olabilsede genelde altta yatan bir sebep bulunamaz.

Başka bir teoriye göre de yumurtalık etrafındaki yapışıklıklar ve herhangi bir nedenle yumurtalık duvarının kalınlaşması yumurtlamayı engelleyerek follikül kistine yol açmaktadır. Ancak bu görüş bilim çevrelerinde rağbet görmemektedir.

Follikül kistleri genelde belirti vermezler. Patlaması ya da kendi etrafında dönmesi ve akut batın tablosu yaratması yok denebilecek kadar azdır. Bazen östrojen hormonu salgılayarak adet düzensizliğine neden olabilir. Sıklıkla başka bir nedenle yapılan ultrason incelemesi esnasında fark edilen follükül kistleri, belirti verdiğinde en sık adet gecikmesine neden olur ve hastalar bu gecikme nedeni ile jinekoloğa müracaat ettiğinde fark edilirler.

Follikül kistleri genelde kendiliğinden kaybolur ve tedavi gerektirmez. Üreme çağındaki kadınlarda saptanan ve 5 santimetreden küçük kistler takibe alınır.Hasta bir ay sonra yeniden muayeneye çağırılır. Kistin 1-2 adet dönemi sonrasında kendiliğinden kaybolması beklenir. Bazı zamanlarda kistin küçülmesini kolaylaştırmak için doğum kontrol hapları verilebilir. Burada amaç beyinden salgılanan gonadotropinleri baskılayarak overler üzerindeki uyarıyı ortadan kaldırmaktır.

Tedaviye rağmen küçülmeyen ya da büyüme gösteren kistlerde ameliyat gerekli olabilir. Bu kistler genellikle üreme çağındaki genç kadınlarda görüldüğü için ameliyat esnasında yumurtalığa zarar vermeden sadece kist çıkartılır.

Korpus luteum kisti
Normalde her yumurtlamadan sonra yumurta hücresinin atıldığı doku farklılaşır ve korpus luteum adı verilen dokuya dönüşür.Korpus luteumun görevi olası bir gebelikte düşük olmadan gebeliğin rahime yerleşmesini sağlayan progesteron adı verilen hormonun plasenta fonskiyonel hale gelene kadar üretilmesidir. Bu doku zaman zaman içinde sıvı birikmesi nedeni ile kistleşebilir. Genelde 3-4 cm büyüklüğündedir. Hormon salgılaması olduğu için adet rötarına yol açabilir. Kist içine kanama olursa kasıklarda ağrı görülebilir. Bazen patlayıp karın içine kanamaya yol açabilir. Bu durumda dış gebelik ile karıştırılabilir.

Herhangi bir komplikasyon gelişmediği durumlarda tedavi gerektirmez. Kendiliğinden kaybolur.

Teka-lutein kisti
Aşırı hormon salgısına bağlı olarak ortaya çıkar. hemen hemen her zaman çift taraflıdır ve 20 cm kadar büyük olabilirler. Sıklıkla kısırlık tedavisi alanlarda görülür. Tedavide yaatak istirahati ve takip gerekir. Bazı zanamlara cerrahi tedevi gerekli olabilir.

Gebelik Luteoması
Gebelik esnasınd görülen solid yapıda bir kitledir. Bazen 20 cm kadar büyüyebilir. Hastaların 4'te birinde fazla miktarda salınan erkeklik hormonuna bağlı olarak tüylenmede artış saptanbilir. Gebelik sona erdiğinde kendiliğinden geriler. Ancak diğer tümürlerden ayrımının yapılması gerekir.

Tümörler
Seröz Kistadenom
Yumurtalıkta en sık görülen tümörlerdir. En sık üreme çağındaki kadınlarda görülürler ve kendiliğinden kaybolmazlar. Çift taraflı olabilirler. %30 civarında habis bir hastalığa dönebilirler.

Yumurtalığın yüzeyini oluşturan epitel hücrelerinden köken alırlar.Tek veya birden fazla sayıda olabilirler. Berrak bir sıvı içerirler. Büyüklükleri 5-15 santimetre arasında değişir. Her iki overde de olması durumunda habislik potansiyeli yüksektir. İçerisinde sıvı dışında solid yapıların da olması habislik potansiyelini arttırır.

Oluş nedeni tam olarak bilinmeyen seröz kistadenomlara özgü bir bulgu yoktur. Genelde yakınma yaratmaz, belirti vermez. Jinekolojik muayene esnasında ya da ultrasonda tesadüfen teşhis edilir. İçerisinde kalsifikasyon olur ise röntgen filminde görülebilir. Nadiren hasta karnında yavaş gelişen bir şişlik nedeni ile jinekoloğa müracaat edebilir.

Tedavisi cerrahidir. Cerrahi esnasında eğer kist tek taraflı ise ve habis görüntüsü vermiyor ise yumurtalık bırakılıp tek taraflı alınabilir. Bizim tercihimiz operasyon esnasında alınan kistin o anda patolojik incelemeye tabi tutulması (buna frozen adı verilir) ve sonucuna göre operasyonun seyrine devam edilmesidir.

Müsinöz Kistadenom
İyi huylu yumurtalık tümörlerinin %25 kadarı müsinöz kistadenomlardır. Çift taraflı olma olasılıkları seröz kistadenomlara göre daha düşüktür ve habaset olasılığı azdır. Oluş mekanizması tam olarak bilimemekle birlikte en çok kabul gören teori yumurtalıkların üzerini örten epitel hücrelerinin şekil değiştirerek rahim ağzının içini (serviks) döşeyen epitele dönmesi ve tıpkı rahim ağzında olduğu türde salgılamada bulunmasıdır. Başka bir teoriye göre de embryonik dönemde barsakları oluşturan hücrelerin kalıntılarından köken almaktadır.

İnsanda görülen en büyük kistik yapılardır. Genelde 15-30 santimetre boyutlarında olabilirler ancak 60 santimetreye kadar büyümüş olan müsinöz kistadenomlar literatürde mevcuttur. Kist genellikle içindeki ince zarlar ile pekçok odacığa bölünmüştür.Bu zarlara septa ismi verilir.Kistin içerisinde berrak ancak akışkan olmayan sümüğümsü bir sıvı bulunur.

Klinik olarak genelde belirti vermezler. Adet düzensizliği yaratmazlar, ancak boyutları çok büyük olduğu için karında şişlik ve bası bulguları olur. Sık idrara çıkma ya da kabızlık müsinöz kistadenomlarda sık rastlanılan yakınmalardır. Çok büyük oldukları için rüptüre olma olasılıkları (patlama) yüksektir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda kist içinden yayılan sıvı karın boşluğuna yayılır ve hücreler burda da yaşamaya devam ederek salgılarını sürdürür. Karnın içi yavaş yavaş jel gibi bir sıvı ile dolar. Biolojik olarak habis olmamasına rağmen davranış olarak habis bir olay olan bu tabloya pseudomiksoma peritonei adı verilir. Karın ağrısı, bulantı, kusma ve şiddetli karın şişliği olur. Sonuçta hastada beslenme bozukluğu ortaya çıkar. Kronik bir hastlıktır ve nihai tedavisi maalesef mevcut değildir.

Müsinöz kistadenomların tedavisinde tek yol cerrahidir. Üreme çağındaki kadınlarda nadiren görüldüğü için eğer tek taraflı ise sadece kistin ya da o taraftaki overin çıkartılması gerekli olurken ailesini tamamlamış ileri yaştaki kadınlarda rahim ve yumurtalıkların bir arada çıkartılması tercih ettiğimiz yöntemdir..

Endometrioma
Rahimin içini döşeyen endometrium adı verilen zar tabakasının yumurtalıklarda bulunması ve her adet döneminde kanayarak kistleşmesi sonucu oluşur. Kist içi çukulata kıvamında bir sıvı ile doludur ve bu nedenle çukulata kisti de denir. Genelde etrafa yaışıklıklar gösterir. Hastalar doktora kısırlık, ağrılı adet görme, ilişki esnasında ağrı ve fazla miktarda adet görme şikayeti ile başvururlar. Tedavisi endometriozis bölümünde anlatılmıştır.

Dermoid kist

20 yaşından küçük bayanlarda en sık görülen tümördür. %10 vakada iki taraflı olabilir. Embryonel dönemde meydana gelen olaylardan kaynaklanır. Kitlenin içinde saç, deri, diş, kıkırdak parçaları, kemik, sinir hücreleri gibi her türlü doku görülebilir. Şikayet olarak karın ağrısı yapabilir. Kendi etrafında dönüp akut batın tablossuna neden olabilir. Bazen kısırlığa yol açabilir. Tedavisi cerrahidir.
"Bu yazı Dr. Alper Mumcu

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:46   #362 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Yumuşak şankr şankroid ulcus mollei


Şankroid Haemophilus ducreyi adlı bakterinin neden olduğu ve ağrılı, inatçı genital ülserlere yol açan cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır. Şankroid vakalarının sayısı son zamanlarda artmıştır. Şankroid ülseri olan kişinin, virüse maruz kalırsa insan bağışıklık eksikliği virüsüyle enfekte olma olasılığı daha yüksektir.

Belirtiler enfeksiyondan 3-7 gün sonra başlar. Genital organlar ve anüs çevresindeki küçük, ağrılı torbacıklar patlayarak yüzeysel ülserler oluşturur. Ülserler büyüyüp birleşebilir. Kasıktaki lenf düğümleri duyarlıdır, bunlar büyür ve birleşerek apse oluşturur. Apsenin üstündeki deri kızarır, parlaktır ve patladığında içinden irin çıkar.

Şankroid tanısı görünümüne ve başka ülser nedenleri için yapılan test sonuçlarına bağlıdır. Ülserden irin örneği alınması ve laboratuvarda bakterinin üretilmesi teknik açıdan güçtür, ancak tanı koymada yardımcı olabilir.

Tedavi:

En az bir hafta süreyle antibiyotik tedavisi uygulanır. Şişmiş lenf düğümünde irin şırıngayla alınabilir. Şankroid olan hasta enfeksiyonun iyileşmiş olduğundan emin olmak için en az 3 ay doktor tarafından izlenmelidir. Mümkünse cinsel ilişkide bulunduğu bütün partnerler bulunarak muayene edilmeli ve gerekirse tedavi edilmelidir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:46   #363 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

yutma güçlüğü disfaji yemek borusu hastalıkları tümörleri kanserleri

Yutma güçlüğüne (Disfaji) özellikle yaşlılarda olmak üzere tüm yaş gruplarında yaygın olarak rastlanır. Disfaji terimi yemeklerin ve sıvıların ağızdan mideye geçmesi sırasında zorluk hissetmeyi ifade eder. Bu duruma çoğu tehlikeli olmayan ve geçici olan birçok faktör neden olabilir. Yutma güçlüğü nadiren tümör veya ilerleyici nörolojik hastalık gibi daha önemli patolojiye işaret eder. Kısa bir süre içerisinde yutma güçlüğü kendiliğinden iyileşmez ise kulak burun boğaz uzmanı tarafından değerlendirilmelidir.

Nasıl Yutarız?

İnsanlar katı yiyecekleri yemek sıvıları içmek ve vücudun ürettiği tükürük ve mukusu yutmak için günde yüzlerce kez yutma işlevini gerçekleştirirler. Yutma işlevinin dört fazı vardır:

1) Birinci faz yiyecek ve içeceklerin çiğnenerek yutmaya hazır hale getirildiği dönem.

2) Ağız fazı boyunca, dil yiyecek ve içecekleri ağızın arka bölümüne iterek yutma yanıtını başlatır.

3) Yutak fazında yiyecek ve içecekler hızlıca yutaktan yemek borusuna geçer.

4) Son faz olan yemek borusu fazında yiyecek ve içecekler yemek borusundan mideye geçer.

Birinci ve ikinci fazlar istemli kontrol altında oluşurken,üçüncü ve dördüncü fazlar kendiliğinden oluşur.

Yutma Hastalıklarının Nedenleri Nelerdir?

Yutma işlevi sırasındaki herhangi bir kesinti yutma güçlüğüne neden olabilir. Yutma güçlüğü sağlıksız dişler, uygun olmayan takma dişler veya soğuk algınlığı gibi basit nedenlere bağlı olabilir. Yutma güçlüğünün en yaygın nedenlerinden biri mideden yemek borusuna geri kaçıştır. Bu durum mide asitinin yemek borusundan yutağa doğru yukarı hareketinin sonucu oluşur. Diğer nedenler arasında felç, ilerleyici nörolojik hastalık, trakeostomi tüpü varlığı, hareketsiz ses teli, ağız, gırtlak veya yemek borusu tümörü ile baş boyun bölgesine uygulanan cerrahi operasyonlar sayılabilir.

Yutma Hastalıklarını Kim Değerlendirir ve Tedavi Eder?

Yutma güçlüğü inatçı ise ve nedeni bilinmiyor ise bir kulak burun boğaz uzmanı, söz konusu hastanın hikayesini ele alarak muayenesini yapacaktır.

Bu muayene, aynalar veya özel optik sistemle görüntüleme sağlayan endoskoplar kullanarak dilin arka bölümünün, boğaz ve larenksin incelenmesi yoluyla yapılır. Eğer gerekli ise yemek borusu, mide ve oniki parmak bağırsağı incelemesi, kulak burun boğaz uzmanı veya mide ve barsak hastalıkları uzmanı tarafından yapılır.

Bunun sonucuna göre baryumlu yemek borusu geçiş filmi ile yutma mekanizması fonksiyonlarının değerlendirilmesi gerekebilir.

Eğer özel patolojiler söz konusu ise,üst mide- barsak sistem filmi veya videofloroskopi ile beraber radyologla temasa geçilebilir. Böylece yutmanın her dört fazınında değerlendirmesi yapılır. Değişik kıvamda yiyecek ve içecekler kullanarak ve hastaya değişik pozisyonlar verdirerek, yutma yeteneğini değerlendirilebilir. Eğer yutma güçlüğü felç veya ilerleyici nörolojik hastalıklara bağlı ise nörolog tarafından değerlendirilmelidir.

Semptomlar

Yutma güçlüğünün semptomları şunlardır.

Ağızda tükürük artışı
Yiyecek ve içeceklerin boğaza takılması hissi
Boğaz ve göğüste rahatsızlık hissi( Mideden yemek borusuna kaçış var ise - Reflu)
Boğazda yabancı cisim veya parça hissi
Uzamış veya belirgin yutma güçlüğüne bağlı yetersiz beslenme ve kilo kaybı
Yutma sırasında kolayca geçmeyen yiyecek parçaları sıvı ve tükürüğe ve bunların akciğerlere aspire edilmesine bağlı olarak gelişen öksürük ve boğulma hissi
Mümkün Olan Tedaviler:

Neden belirlenebilmişse, yutma güçlüğü tıbbi tedavi, yutma tedavisi veya cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilir.

Bu hastalıkların birçoğu tıbbi tedavi ile tedavi edilebilir. Mide asit salgısını engelleyen ilaçlar kas gevşeticiler ve asit gidericiler var olan ilaçlardan birkaçıdır. Tedavi yutma hastalığının nedenine göre düzenlenir. Mideden yemek borusuna kaçış sıklıkla beslenme ve yaşama alışkanlıklarını değiştirerek tedavi edilebilir. Örneğin :

Hazmı kolay yiyeceklerden oluşan bir diyet ile sık aralıklarla ve az miktarlarda beslenmek
Alkol ve kafeinden uzak durmak
Kilo ve stresi azaltmak
Uyku vaktinden önceki üç saat boyunca yemek yemekten sakınmak
Geceleri yatağın başını yükseltmek.
Eğer bunlar yardımcı olmazsa yemekler arasında ve uyku vaktinden önce asit giderici kullanmak rahatlama sağlayabilir.
Birçok yutma hastalığı yutma tedavisinden yarar görebilir. Yutma kaslarının beraber çalışmasını sağlayan ve yutma refleksinin oluşmasını sağlayan sinirleri uyaran özel egzersizler yaptırılabilir.
Hastalara ayrıca yutma işleminin başarılı şekilde yapılmasına yardımcı olacak vücut ve baş pozisyonlarını öğretebilir.
Yutma güçlüğü olan hastalardan bazıları yetersiz beslenme problemi ile karşılaşırlar. Mesleki terapist beslenme teknikleri hakkında hasta ve ailesine yardımcı olabilir. Bu teknikler hastayı olabildiğince bağımsız kılar. Diyetisyen veya beslenme uzmanı hasta için gerekli olan yiyecek ve içecek miktarını ve ek besinlerin gerekli olup olmadığını belirler.

Cerrahi tedavi belirli bazı problemlerin tedavisinde kullanılır. Darlık veya yapışıklık varlığında söz konusu alanın genişletilmesi gerekli olabilir. Kasların ileri derecede kasılması varlığında ilgili kasların genişletilmesi ve hatta serbestleştirilmesi gerekli olabilir. Bu yöntem kas kesilmesi olarak adlandırılır ve kulak burun boğaz uzmanı tarafından gerçekleştirilir.

Yutma güçlüğünün birçok sebebi vardır. Eğer inatçı bir yutma güçlüğünüz varsa bir Kulak Burun Boğaz uzmanına gitmeniz gerekmektedir.

farenksten mideye kadar uzanan düz ve çizgili kastan oluşan tüp şeklinde bir organdır.Erişkinlerde uzunluğu 25cm-30cm.arasındadır.Endoskopik olarak kesici dişlerden itibaren mide ye kadar 40 cm. olarak kabul edilir.Genişliği ise 20-30mm. Olarak kabul edilir. 3 kısım da değerlendirilir.
1.Boyun
2. Göğüs
3. Karın
Kas yapısı dışta uzunlamasına seyreden tabaka, içte sirküler tabaka dan oluşur. Boyun göğüs kısmında her iki tabaka çizgili adaledir.Alt 1/3 bölümünde her iki tabaka düz adaleden oluşur. Alt özofağus sfınkter bölgesinde sirküler tabakanın yoğunlaştığı kabul edilir.
Görevi ; yutma eyleminin gerçekleşmesini sağlar.Yutma işlevi yemek borusu kas tabakası ile sinir sisteminin uyumlu çalışması ile oluşur.
Yemek borusunda dogal sfinkter bölgeleri bölgeleri vardır. Proksimal girişte ,orta bölgede , alt sfinkter bölgesidir.
Yemek borusunda motor fonksiyonlarda vardır. Bunlar Primer ve sekonder peristaltik dalgalar oluşur. Alt sfinkter bölgesi yutma refleksi sonrasında gevşer.


YEMEK BORUSU HASTALIKLARI

1. Motor Fonksiyon Bozuklukları
2. Organik Hastalıkları

Motor Fonksiyon bozuklukları
Akalazya ; yemek borusunda primer peristaltik dalganın olmayışı , alt sfınter basıncının artması ve yutma refleksine gevşeme ile yanıt verememesidir. Nedeni tam olarak bilinmiyor.Yıllık 100 000 de 1 kişide her yaşta görülebilir.
Hastalar yutma güçlüğü,yediklerinin ağzına gelmesi , kilo kaybı, ağrı gibi yakınmaları vardır.


TANI: Radyoloji Monometrik tetkik Endoskopik tetkik

TEDAVİ : ilaç Dilatasyon Myotomi (Cerrahi )

Yaygın Özofagus Spazmı;Aralıklı göğüs ağrısı,yutma güçlüğü gibi semptomlara rağmen organik lezyon olmaması ile karakterizedir.Daha çok 50 yaşından sonra ortaya çıkar ancak seyrek görülen bir hastalıktır .
Nedeni tam olarak bilinmiyor.


TEDAVİ :
Bazı ilaçlar semptomatik iyileşme sağlayabilir.
İkincil Motor Fonksiyon Bozuklukları


Yaygın sistemik hastalıkların bir çoğunda ikincil motor fonksiyon bozuklukları görülür. Bunların başlıcaları ;
Sistemik sklerozis
Kollagen hastalıklar Kas hastalıkları Merkezi sinir sistemi hastalıkları Periferik nöropati

Organik Özofagus Hastalıları

Reflü Özofajitis
Mide suyunun sıklıkla yemek borusu alt bölgesine geri dönmesi ve mukoza ile teması bu bölgede inflamasyona neden olur. Yutma güçlüğü ,ağrı ,hatta kanama ve darlığa neden olabilir.Alt sfinkter yetersizliği ve hiatal hernia gibi durumlarda mide suyu günde birkaç kez yemek borusuna dönebilir.
Özetle ;

Daha sık reflü olur Fazla miktarda reflü olur Özofagus boşalması gecikir Daha fazla irritan sıvı gelir Mukoza savunması azalır

Hiatal Hernia ;
Mide fundus ve korpusunun kısmen yemek borusu içine doğru dönmesidir.Ancak her zaman reflü ozofajit nedeni olmaz.
Semptomlar ;
Yanma Ağrı Regürjitasyon Kusma Sternum arkasında yanma tarzında şikayetler Yutma güçlüğü Kanama Solunum sistemi bulguları (kronik bronşit,tekrarlayan pnömoni,astma)

TANI:
Hasta da yukardaki semtomların varlığı Baryumlu özofagus grafisi Üst sindirim sistemi endoskopisi tercihan kullanılır, sadece özofajit değil peptik ülser ,kanser gibi bulguların varlığı araştırılabilir.Ayrıca biyopsi alınarak inflamasyonun özellikleri ortaya konur Özofagus perfüzyon testi Özofagus lümen içi Ph tayini Özofagusun radyoizotop çalışması Boya testi Monometrik teslerle tanı konur.

TEDAVİ : Fazla kilolar verilmeli Sigara içilmemeli Yağlı yiyeçekler , çikilota ,kahveden uzak durulmalı, Akşam geç saatlerde yemek yenmemelidir. İlaçlar

Barrett Sendromu;
Barrett özofagusun yassı epitel hücre yapısı ile midenin kolumnar epitelinin kesiştiği bölgenin düzeninin kaybolduğu ve kolumnar mukozanın yassı epitel içine doğru devam ettiği ve bu bölgede peptik ülser geliştiğini göstermiştir. Asid reflüksünün bunun oluşumunda önemli olduğu düşünülmektedir.
Semptomları özofajitlerle aynıdır. Bu tür oluşum olanlarda normal özofaguslulara göre kanser gelişme oranı oldukça fazladır.Bu neden ile Barrett özofagus malign lezyon olarak kabul edilir.
Bu olguların yılda bir endoskopik gözlemi ve biyopsi alınması önerilir.


Özöfagus Darlıkları;
Alkali,asid maddeler;
Yemek borusu duvarında ki patolojik oluşumlar nedeni ile lümenin daralmasıdır.Bu çoğunlukla kronik inflamasyon , ülserasyon ve netbe dokusu gelişmesi ile olur. Kanser de daima hatırlanmalıdır.Bu darlıklar bazen geçici olarak ortaya çıkar radyolojik olarak saptanır ama yutma güçlüğüne neden olmaz.
Sebebler ;
Yaygın kuvvetli alkali ve asid li maddelerin özofagus mukozasına yaptığı hasar , maddenin kuvvetine ve temas süresine göre değişir.Bazen bütün duvarı tutar hatta perforasyona neden olabilir. 3 hafta içinde daralığa kadar giden fibrozis gelişir.
Bir çok ilaç lökal inflamasyona neden olabilir.(Bakır sulfat ,E.Bromide,Potasyum Klorid, Tetrasiklin v.s.)

Gastroözofajiyal Reflü ;
Daha ziyade uzun dönem devam eden reflü ve inflamasyona bağlı fibroz doku artışı ve darlık gelişebilirse de yaşlılarda birden ortaya çıkabilir.

Semptomlar ;
Yemek borusu darlığının yegane semptomu yutma güçlüğüdür. Ktoziv madde içenlerde bulgular erken başlarken , reflü özofajitlerde uzun yıllar sonra gelişir.Yutma güçlüğü katı gıdalarda daha belirgin iken sıvı gıdalar daha kolay yutulur.
Tanı;
Rayoloji , Baryumlu özofagus pasaj grafisi ile darlığın yeri ,darlığın uzunluğu ve yapısı hakkında bilgi alınabilir.
Endoskopi , Yutma güçlüğü olan hastaya mutlaka endoskopik tetkik yapılmalı gözlem sırasında darlık,darlığığn özellikleri, gerekirse biyopsi alınması mümkündür. Endoskopik tetkik ile lezyon saptanmaması yutma güçlüğünün motor fonksiyon la ilgili olduğunu düşündürür.
Tedavi;
Tabletlerle oluşan darlılara bir kez yapılan dilatasyon yeterli olabilir.Kroziv maddelerle oluşanlarda 3 derece ye kadar darlıklar periyodik bujinaj tedavisi gerektirir. Sonuç alınamayan veya daha ileri darlıklarda cerrahi tedavi planlanır.
Peptik Özofajite Bağlı Darlıklar ;
Reflüksün sebep olduğu darlılarda esas tedavi tıbbıdir.Ödem azaltılır,spazm azaltılır ve motor fonksiyonun iyileştirilmesi sağlanabilir.
Bütün bunlara rağmen başa çıkılamazsa devamlı tıbbı tedavi düşünülebilir.Nadiren bujinaj hatta cerrahi girişim gerekebilir.

Özofagus Tümörleri;
Özofagus tümörleri iyi huylu ve kötü huylu olabilir.
İyi huylu tümörler ;
Epitel hücrelerinden menşeini alan tümörler , Mezodermal tümörler, Kistik lezyonlardır.
Epitel hücrelilerden papillom ve adenomlar oldukça seyrektir.Potansiyel malign özellik gösterebilirler.Papillomlar ağızda boğazda üst özofagusta yerleşebilirler.Çoğunlukla semptomsuzdur.
Adenom'lar alt özofagusta oluşur ,inflamasyon içerir saplı veya sapsız olabilir.
Mezodermal orijinli tümörlerin en sık görüleni leimyoma'dır. Alt özofagusda yerleşir büyüklüğüne bağlı olarak darlığı neden olabilir veya kanamaya neden olabilir.
Kist; doğuştan veya sonradan olabilir daralığa neden olabilir.
Radyolojik ve endoskopik yöntemlerle tetkik yapılabilir.endoskopik yöntem ile koterize edilebilir. Buna uygun olmayanlar da cerrahi tedavi uygulanır.
Kötü Huylu Tümörler ;
Yemek borusu tümörleri ya kendi dokusundan orijinini alır veya komşu organ tümörlerinin invazyonu ile oluşur. Primer tümörler başlıca kanserler ve sarkomlardır. 4 çeşit epitelyal tümör gelişir.
1.Yassı epitel hücreli,
2.Adenokanser,
3.Melenokanser,
4. Oatsel hücreli kanserler.

Son üçü sık görülmez. Yassı epitel hücreli ve melenokanser yemek borusunun her hangi bir yerinden orjinini alabilir.
Adenokanser ise çoğunlukla alt özofagustan menşeini alır.(Barrett send.) Yemek borusunda staz oluşturan (Akalazya) , inflamasyona neden olan reflü özofajitis ,hiatal hernia gibi oluşumlar kanserleşme riskini normalden 8 katı kadar arttırabilir.Sıklığı bölgeden bölgeye farklılık gösterir.Beslenme yetersizliği, tütün , nitrozaminler, alkol ,taninli gıdalar, çok sıcak ve baharatlı yiyecekler hazırlayıcı faktörler olabilir.
Özellikle İran ,Çin , Güney Afrika nın bir bölümü ve ülkemizin doğu bölgesinde sık görülür.
Patoloji ; 3 ana morfolojik tipi vardır. 1. polipoid ,2. Ülseröz, 3. Skiröz .
Komşuluk yoluyla kolay yayılır perforasyona ve fistülizasyona neden olabilir.
Klinik ; Yutma güçlüğü başlangıçta katı sonra sıvı gıdalarda belirgindir. Kilo kaybı ; kıs sürede gelişir. Ağrı önceleri yemek yerken sonra ise sürekli olabilir.
Muayene de omuz bölgesi gibi yakın bölgelerde lenf bezleri ,karaciğer büyüklüğü , ses kısıklığı ,horlama gibi bulgular tespit edilebilir.


TANI ;
Radyoloji Endoskopi Endoskopi + Biyopsi Ak Ciğergrafisi Bronkoskopi Bilgi Sayarlı Tomografi Tam kan , KC Fonk. Testler den yararlanılır. Tedavi ve Proğnozu Etkileyen Faktörler; Tümörün üst özofagusa yerleşmesi Tümörün adenokanser yapısında olması 5 cm daha büyük tümör olması Düzensiz ve yaygın olması Uzak yayılmanın varlığı ve hastanın ileri yaşta olması prognozu etkiler.
Tedavi ;
Cerrahi İntubasyon Laser Cerrahi by pass Radyoterapi Özellikle yassı epitel hücreli tümörler için Kemoterapi dir.

Özofagusun Diğer Hastalıkları ;
Divertiküller;
Özofagus webleri
Paterson-Kelly sendromu
Özofajiyal ring Schatki-Kramer
Özofajitler ;

Mantara bağlı özofajitler Viral özofajitler Varicelle,zoster,herpes simplex,cytomegalovirus.

Özofagusta yabancı cisim,
Özofagus perforasyon,
Kimyasal maddeler
Sıvı Alkaliler Sıvı Asidler İlaçlar;
Tetrasiklin , clindamisin, doksicilin,potasyum, ağrı kesici ilaçlar, Sitotoksik İlaçlar Radyasyon özofajitis
Granülomatöz özofajitler;
Crohn Hastalığı Sakoidoz Tüberkülöz Behçet Hastalığı.

Hiatal Hernia (Mide Fıtığı)

En sık görülen hiatal herni sliding tip herni dir ki mide özofagus içine doğru kayar. Diğeri paraözofajiyal tip herni dir daha seyrek rastlanır ancak klinik olarak daha önemlidir.
Diğer herniler ise diafragmanın zayıf noktalarından mide ve bağırsağın göğüs boşluğuna geçmesi şeklindedir.( Bochdalek , Morgagni)

Sliding Hiatal Hernia;

Özofagus,kardia ,mide aksı normal yapıda ancak kardia diafragmanın üzerindedir. Paraözofajiyal tip hernilerde kardia aşagıda kalır,mide fundusu özofagusun yanından yukarı doğru yükselir.
Özofagus içine doğru herniasyon ögürtü ve kusma esnasında geçici olarak oluşur.


Etyoloji; kesin olarak bilinmiyor kardioözofajiyal anatomik yapıda bazı yetersizliklerin olduğu düşünülmektedir.
Klinik ; Hiatal hernili olguların çoğunda semptom yoktur.Hafif semtomlar kolaylıkla kontrol edilir. Bazı olgular da semptomlar yanma , reflü , solunum sistemi bulguları , Yutma güçlüğüdür hatta perforasyon gelişebilir.


Tanı :
Sliding tip herni olanlarda çoğunlukla tanı kolaydır.Klinik olarak şikayetleri olan hastalara rayolojik , endoskopik tetkikler yapılabilir. Özellik ile endoskopi; drekt gözlem gerekirse biyopsi olanağı hatta darlık olanlarda dilatasyon olanağı sağlayabilir.
Asid perfüsyon testi , Özofagusta Ph tayini , Asid clearing test ,özofagusta manometrik çalışma gibi tetkikler yapılabilir.


Tedavi :

Tıbbı Tedavi
Zayıflama Pozisyon ayarlama İlaçlar Sigara içilmemesi Öğünler düzenlenmeli Gevşek giysiler giyilmesi önlemler alınabilir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:46   #364 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

YUTMA GÜÇLÜĞÜ: DİSFAJİ

Yutma güçlüğüne (Disfaji) özellikle yaşlılarda olmak üzere tüm yaş gruplarında yaygın olarak rastlanır. Disfaji terimi yemeklerin ve sıvıların ağızdan mideye geçmesi sırasında zorluk hissetmedir. Bu duruma çoğu tehlikeli olmayan ve geçici olan birçok faktör neden olabilir. Yutma güçlüğü nadiren tümör veya ilerleyici nörolojik hastalık gibi daha önemli patolojiye işaret eder. Kısa bir süre içerisinde yutma güçlüğü kendiliğinden iyileşmez ise kulak burun boğaz uzmanı tarafından değerlendirilmelidir.

Yutma işlemi nasıl olur?

İnsanlar katı yiyecekleri yemek sıvıları içmek ve vücudun ürettiği tükürük ve mukusu yutmak için günde yüzlerce kez yutma işlevini gerçekleştirirler. Yutma işlevinin dört fazı vardır:

1) Birinci faz yiyecek ve içeceklerin çiğnenerek yutmaya hazır hale getirildiği dönem.

2) Ağız fazı boyunca, dil yiyecek ve içecekleri ağızın arka bölümüne iterek yutma yanıtını başlatır.

3) Yutak fazında yiyecek ve içecekler hızlıca yutaktan yemek borusuna geçer.

4) Son faz olan yemek borusu fazında yiyecek ve içecekler yemek borusundan mideye geçer.

Birinci ve ikinci fazlar istemli kontrol altında oluşurken,üçüncü ve dördüncü fazlar kendiliğinden oluşur.

Yutma Hastalıklarının Nedenleri Nelerdir?

Yutma işlevi sırasındaki herhangi bir kesinti yutma güçlüğüne neden olabilir. Yutma güçlüğü sağlıksız dişler, uygun olmayan takma dişler veya soğuk algınlığı gibi basit nedenlere bağlı olabilir. Yutma güçlüğünün en yaygın nedenlerinden biri mideden yemek borusuna geri kaçıştır. Bu durum mide asitinin yemek borusundan yutağa doğru yukarı hareketinin sonucu oluşur. Diğer nedenler arasında felç, ilerleyici nörolojik hastalık, trakeostomi tüpü varlığı, hareketsiz ses teli, ağız, gırtlak veya yemek borusu tümörü ile baş boyun bölgesine uygulanan cerrahi operasyonlar sayılabilir.

Yutma Hastalıklarını Kim Değerlendirir ve Tedavi Eder?

Yutma güçlüğü inatçı ise ve nedeni bilinmiyor ise bir kulak burun boğaz uzmanı, söz konusu hastanın hikayesini ele alarak muayenesini yapacaktır.

Bu muayene, aynalar veya özel optik sistemle görüntüleme sağlayan endoskoplar kullanarak dilin arka bölümünün, boğaz ve larenksin incelenmesi yoluyla yapılır. Eğer gerekli ise yemek borusu, mide ve oniki parmak bağırsağı incelemesi, kulak burun boğaz uzmanı veya mide ve barsak hastalıkları uzmanı tarafından yapılır.

Bunun sonucuna göre baryumlu yemek borusu geçiş filmi ile yutma mekanizması fonksiyonlarının değerlendirilmesi gerekebilir.

Eğer özel patolojiler söz konusu ise,üst mide- barsak sistem filmi veya videofloroskopi ile beraber radyologla temasa geçilebilir. Böylece yutmanın her dört fazınında değerlendirmesi yapılır. Değişik kıvamda yiyecek ve içecekler kullanarak ve hastaya değişik pozisyonlar verdirerek, yutma yeteneğini değerlendirilebilir. Eğer yutma güçlüğü felç veya ilerleyici nörolojik hastalıklara bağlı ise nörolog tarafından değerlendirilmelidir.

Belirtiler

Yutma güçlüğünün belirtileri şunlardır.

Ağızda tükürük artışı

Yiyecek ve içeceklerin boğaza takılması hissi

Boğaz ve göğüste rahatsızlık hissi( Mideden yemek borusuna kaçış var ise - Reflu)

Boğazda yabancı cisim veya parça hissi

Uzamış veya belirgin yutma güçlüğüne bağlı yetersiz beslenme ve kilo kaybı

Yutma sırasında kolayca geçmeyen yiyecek parçaları sıvı ve tükürüğe ve bunların akciğerlere aspire edilmesine bağlı olarak gelişen öksürük ve boğulma hissi

Mümkün Olan Tedaviler:

Neden belirlenebilmişse, yutma güçlüğü tıbbi tedavi, yutma tedavisi veya cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilir.

Bu hastalıkların birçoğu tıbbi tedavi ile tedavi edilebilir. Mide asit salgısını engelleyen ilaçlar kas gevşeticiler ve asit gidericiler var olan ilaçlardan birkaçıdır. Tedavi yutma hastalığının nedenine göre düzenlenir. Mideden yemek borusuna kaçış sıklıkla beslenme ve yaşama alışkanlıklarını değiştirerek tedavi edilebilir. Örneğin :

Hazmı kolay yiyeceklerden oluşan bir diyet ile sık aralıklarla ve az miktarlarda beslenmek

Alkol ve kafeinden uzak durmak

Kilo ve stresi azaltmak

Uyku vaktinden önceki üç saat boyunca yemek yemekten sakınmak

Geceleri yatağın başını yükseltmek.

Eğer bunlar yardımcı olmazsa yemekler arasında ve uyku vaktinden önce asit giderici kullanmak rahatlama sağlayabilir.

Birçok yutma hastalığı yutma tedavisinden yarar görebilir. Yutma kaslarının beraber çalışmasını sağlayan ve yutma refleksinin oluşmasını sağlayan sinirleri uyaran özel egzersizler yaptırılabilir.

Hastalara ayrıca yutma işleminin başarılı şekilde yapılmasına yardımcı olacak vücut ve baş pozisyonlarını öğretebilir.

Yutma güçlüğü olan hastalardan bazıları yetersiz beslenme problemi ile karşılaşırlar. Mesleki terapist beslenme teknikleri hakkında hasta ve ailesine yardımcı olabilir. Bu teknikler hastayı olabildiğince bağımsız kılar. Diyetisyen veya beslenme uzmanı hasta için gerekli olan yiyecek ve içecek miktarını ve ek besinlerin gerekli olup olmadığını belirler.

Cerrahi tedavi belirli bazı problemlerin tedavisinde kullanılır. Darlık veya yapışıklık varlığında söz konusu alanın genişletilmesi gerekli olabilir. Kasların ileri derecede kasılması varlığında ilgili kasların genişletilmesi ve hatta serbestleştirilmesi gerekli olabilir. Bu yöntem kas kesilmesi olarak adlandırılır ve kulak burun boğaz uzmanı tarafından gerçekleştirilir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:46   #365 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Üveit

ÜVEİT NEDİR?

Yapı olarak bir topa benzeyen gözün ortasında bulunan jel benzeri maddenin çevresini 3 tabakadan oluşan bir kılıf sarar. En dışta sklera adı verilen beyaz kısım, en içte retina adı verilen ve görmemizi sağlayan kısım ortadada uvea bulunur. Uveanın iltihabına üveit denir. Uvea gözü besleyen damarları bulundurmaktadır. Buranın iltihabı-enflamasyonu gözün tüm dokularını etkilemektedir. Bu durum görmeyi ciddi şekilde tehtid eden durumlara neden olmaktadır.

Üveitin belirtileri ve nedeni nedir?

Işığa karşı hassasiyet, ağrı, gözde kızarıklık, görmenin azalması en önemli belirtilerdir. Çoğu vakada sebep bulunamamaktaysada bazı hastalarda virüsler, mantarlar, parazitler üveite neden olabilmektedir. Ayrıca vücudun diğer kısımlarında bulunan hastalıklar (artritler, Behçet Hastalığı) neden olabilmektedir.

Üveit tanısı nasıl konmaktadır?

Belirtiler başlayınca göz doktoruna muayene olmanız gerekmektedir. Enflamasyon görmenin kalıcı bir şekilde kaybına neden olabilmektedir. Göz muayenesinin yanında çeşitli durumlarda sistemik bir hastalığın araştırılmasıda gerekebilmektedir. Bu durumda romatologlar, dahiliyecilerle ortak araştırmalar yapılabilmektedir.

Üveit tedavisi nasıldır?

Özellikle steroid ve göz bebeğini büyüten ilaçlar içeren damlalar sıklıkla kullanılmaktadır. Gözde daha derinlerde bulunan enflamasyonlarda sistemik ilaçların kullanılması gerekebilmektedir. Glokom, katarakt, neovaskülarizasyonlar (yeni damarların oluşması) gibi çeşitli komplikasyonlar gelişebilmektedir.

Gözün ön kısmında gelişen iritis, cyclitis gibi durumlar daha ani başlangıçlı ve daha kolay tedavi edilen durumlardır. Daha geride gelişen koroidit gibi durumların başlangıcı daha yavaş, tedavisi daha zordur.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:47   #366 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Yüksek kolesterol tedavisi

Hazırlayan: Prof. Dr. Tekin Akpolat
19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi
Nefroloji Bilim Dalı

Tedavide temel prensipler
Yüksek kolesterolün kontrol altına alınması ile yaşam süresinin uzadığı, kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin azaldığı ve kalıcı sakatlıkların önlendiği kesin olarak gösterilmiştir. Kolesterol yüksekliğine ilaveten şişmanlık, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, sigara gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin tedavisi de planlanmalıdır.Tedavi 2 aşamada gerçekleştirilir:1.İlaç dışı tedavi2.İlaç tedavisi.Her hasta için tedavi farklılıklar taşır. İlaç dışı tedaviler kesinlikle ihmal edilmemelidir. İlaç tedavisi kesinlikle doktor denetiminde olmalıdır.Tedavide hedef belirlenirken LDL-kolesterol düzeyinin esas alınması tercih edilir. Hedef LDL-kolesterol düzeyi hastada kalp ve damar hastalığının olup olmadığına göre değişir.A.Kişide kalp ve damar hastalığı yoksa LDL-kolesterol düzeyinin 130 mg/dl’nin altına düşürülmesi yeterlidir.B.Kişide kalp ve damar hastalığı varsa hedef LDL-kolesterol düzeyi 100 mg/dl’nin altı olmalıdır. Yani kalp krizi geçirmişseniz, koroner arter daralmasına bağlı göğüs ağrınız varsa, koroner damar ameliyatı geçirmişseniz, koroner arterler balon ile genişletilmişse, beyine, böbreğe, bacaklara giden damarlarda kolesterol birikimi varsa hedef LDL-kolesterol düzeyi 100 mg/dl’nin altıdır.

İlaçsız tedaviler
İlaçsız tedaviler yaşam düzeninin değiştirilmesi olarak da isimlendirilir. Yüksek kolesterol tedavisinde en önemli konu ilaçsız tedavilerdir, kesinlikle ihmal edilmemelidir. İlaçsız tedavilerde yapılan ihmal kolesterol düşürmek amacı ile kullanılan ilaçların başarısını da azaltır.İlaçsız tedavilerin başında beslenme alışkanlığının değiştirilmesi gelir.
Sigara kesinlikle bırakılmalıdır. Sigara da kolesterol yüksekliği gibi bir kardiyovasküler risk faktörüdür. (Sigara ayrıca akciğer kanseri, akciğer hastalığı, beyin kanaması ve birçok kansere de zemin hazırlar.)
Hastadayüksek tansiyon varsa, yüksek tansiyon tedavisinde geçerli olan ilaç dışı tedaviler ihmal edilmemelidir. Yüksek tansiyon ve kolesterol yüksekliğinde uygulanan ilaç dışı tedaviler birbirine benzerlik gösterir. Yüksek tansiyonlu hastalarda beslenme ile alınan tuzun da azaltılması gerekir.
Şeker hastalığı kontrol altına alınmalıdır. İnsülin kullanmak gerekiyorsa kaçınılmamalıdır.Şişmanlık kesinlikle kontrol altına alınmalıdır.
Nasıl zayıflarım ?

Düzenliegzersiz HDL-kolesterolü (iyi kolesterol) yükseltir, LDL-kolesterolü (kötü kolesterol) düşürür. Hastalar düzenli egzersiz yapmayı alışkanlık haline getirmelidirler. Haftada en az 3, tercihen 5 kez, 30-45 dakika süre ile yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklete binme gibi sporlar yapılmalıdır.
Alkol HDL-kolesterolü (iyi kolesterol) yükseltir, ancak alkolün insan sağlığı ve sosyal yaşantı üzerine çok sayıda olumsuz etkisi olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle alkol alımı kesinlikle sınırlandırılmalıdır. İzin verilen etil alkol miktarı erkeklerde günde 30 ml, kadınlarda günde 15 ml’dir.30 ml etil alkol 720 ml bira, 300 ml şarap, 60 ml 100 derece viski ve 60 ml rakıda bulunur.
Beslenme
Yüksek kolesterol tedavisinin olmazsa olmaz koşuludur. Vücut gereksinimi olan kolesterolü kendisi üretebilir bu nedenle diyetle kolesterol almaya gerek yoktur. Beslenme konusunda tedavi planı beslenme uzmanı ile birlikte yapılmalıdır.Doymuş yağlardan ve kolesterolden fakir diyet seçilmelidir. Sıvı yağlarda doymamış yağ daha fazladır, tercih edilmelidir. Genel olarak sebze, meyve ve hububat tercih edilmelidir. Kızartmalardan kaçınılmalıdır. Kırmızı et yerine beyaz eti tercih edilmelidir. Yüksek tansiyonunuz varsa tuzu azaltınız. Karaciğer, böbrek ve beyin gibi kolesterolden zengin etlerden uzak durunuz. Gıdaların yağ ve kalori içeriklerine dikkat edilmelidir; Yağı azaltılmış peynir, sütü tercih ediniz. Diyet peynir, diyet süt kullansanız bile bunları sınırlı miktarda tüketiniz. Sağlıklı Beslenme Çizelgesine bakmak için tıklayınız

Kolesterol ve fındık
Fındığın kalp sağlığı üzerine olumlu etkileri gösterilmiştir. 1998 yılında yayınlanan, 86.000 hastayı içeren, 14 yıllık takibi olan bir çalışmada haftada en az 140 gram fındık yiyenlerde kalp ve damar hastalıklarına daha az rastlanmıştır. Yapılan başka çalışmalarda da fındığın iyi kolesterolü yükselttiği ve kötü kolesterolü düşürdüğü gösterilmiştir. Fındığın fazla tüketilmesinin kilo alınmasına yol açacağı unutulmamalıdır.

Nasıl zayıflarım ?
Sağlıklı beslenme zayıflamanın temel noktasıdır. Gün içinde sık ama az miktarda yenmelidir. 1 saatte yarım kilo, 1 haftada 7 kilo, Arjantin diyeti, son şans diyeti, bilezik gibi reklamlara aldanmamak gerekir. Kısa sürede aşırı kilo vermek sorunlara yol açabilir. Su içsem yarıyor ifadesi ise doğru değildir çünkü suyun kalorisi sıfırdır.
Kilo verirken acele etmemek gerekir. Unutmayın ki bu kiloyu 2 haftada almadınız, bu nedenle 2 haftada vermeye çalışmayın. Vereceğiniz kilo haftada 1-1.5 kilogramı geçmemelidir. Bir yılda toplam vücut ağırlığınızın % 10’unu vermeniz yeterlidir. Kilo vermek için beslenme alışkanlığı değiştirilmeli ve egzersiz yapılmalıdır. Kilo vermeyi kolaylaştıran ilaçlar piyasada mevcuttur. Bu ilaçlar kesinlikle doktor kontrolünde kullanılmalıdır. Bu ilaçların kullanılması ve sağlıklı beslenme birbirini tamamlayan tedavilerdir.

Kilo vermek, verilen kiloyu geri almamaktan daha kolaydır. Zayıflamanın kolesterol, şeker hastalığı, ruhsal durum, hipertansiyon üzerine de olumlu etkisi vardır. Tekrarlayan zayıflama ve şişmanlama kalp hastalığı ve ani ölüm gibi istenmeyen sonuçlara yol açabilir.

Alışkanlıkların değiştirilmesi kilo vermenin temel çözümüdür. Herkesin mutlaka değiştirilmesi gereken ve değiştirmesi zor olmayan alışkanlıkları vardır. Bu konuda bazı ipuçları:
Gazete, kitap okurken bir şey yemeyin
Televizyon seyrederken bir şey yemeyin
Karnınız açken mutfak alışverişi yapmayın
Alışverişe çıkarken liste yapın, liste dışında yiyecek almayın
Öğün atlamayın
Sadece açken yemek yemeye çalışın
Diyetinizi bozduğunuz için suçluluk duymayın, önünüzde başka öğünler olduğunu unutmayın
Gıdaların yağ, tuz, kalori içeriğine dikkat edin
Egzersiz yapın
Açık büfe tarzı yemeklerden uzak durun
Evinize gelen misafirlere yaptığınız ikramı azaltın
İştahlı arkadaşla yemeğe oturmayın

İlaç tedavisi
Yağ metabolizması bozukluklarını düzeltmek amacı ile çeşitli ilaçlar geliştirilmiştir.1.Statinler2.Safra asidi bağlayıcı reçineler3.Nikotinik asit4.FibratlarBu ilaçlara ne zaman başlanacağı, ne kadar süre kullanılacağı ve hedef kolesterol, LDL-kolesterol, trigliserid düzeyleri kesinlikke doktor denetiminde olmalıdır.

Sık yapılan hatalar
Kolesterol düşürücü ilaç kullanırken diyeti önemsememek
Kolesterol düşürücü ilaç kullanırken diyeti önemsememek
Kolesterol düşürücü ilaç kullanırken diyeti önemsememek
İlk 3 maddenin aynı olması yanlışlık değildir, bu hataların çok sık yapıldığını vurgulamak için böyle yapılmıştır
Doktor randevusuna gitmeden birkaç gün-hafta önce diyete yapmaya başlamak
Doktor veya beslenme uzmanına danışmadan diyet değişiklikleri yapmak
Kolesterol düşürücü ilaç kullanırken şeker hastalığı, yüksek tansiyon, sigara içimi gibi diğer sorunları ihmal etmek
Komşu veya arkadaşın önerisi ile ilaç almak
İlacın bitmesi, muayeneye kısa bir zaman kalması gibi nedenlerle ilaç tedavisine kısa süreli bile olsa kesinlikle ara verilmemelidir.
Kullanılan ilacın ismini hatırlamamak ve doktora giderken ilaç kutusunu yanına almamak.
Yüksek kolesterolün çok yaygın bir hastalık olması kamuoyu ve medyanın da ilgisini çekmektedir. Gerek kamuoyu gerek medyada yüksek kolesterol konusu çok konuşulmakta ve bu konuda uzman olmayan kişilerin de fikirleri yansıtılmaktadır. Hastalar, yetkisiz ve bilgisiz kişiler tarafından eksik ve yanlış bilgilendirilebileceklerini unutmamalıdır.

Hastalara öneriler
Kolesterol düzeylerinizi kaydetmeyi alışkanlık haline getirin
Türkiye’de bilinçsiz ilaç kullanımı yaygın bir sorundur, kolesterol düşürücü ilaçlar Türkiye’de yeni kabul edilebilir, bu nedenle yanlış ilaç kullanımından kaçınınız
Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur gibi sağlık sigorta güvencesi olanlar eğer hastalıklarını belirtir bir heyet raporu alırlarsa ilaçlarına hiçbir ücret ödemezler. Bu konuda doktorları yardımcı olacaktır.
Bir seyahate giderken sağlık karnenizi, heyet raporlarınızı, ilaçlarınızı yanınıza almayı unutmayınız.
İlaçlarınızı düzenli kullanın, ilacınızı aksatmayın
Doktora giderken şahsınıza ait tüm tıbbi dökümanları (filmler, tahlil sonuçları, hastane dosyası, kullandığınız ilaçların kutusu...) mutlaka yanınıza alınız.
İlaçlarınızın sadece ismine değil dozuna da bakınız, öğreniniz ve kaydediniz

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:47   #367 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Yüksek Riskli Gebeler

Başarılı ve mutlu bir gebelik seyri için gebeliğin önceden planlanması, çiftin psikolojik ve ekonomik açıdan buna hazır olması, yakın aile desteği, anne ve baba adayının gebelik ve doğum ile ilgili gerekli bilgilere yeterli düzeyde sahip olması arzu edilir. Bu durum gebelikte oluşabilen bazı problemlerin ne zaman ve hangi düzeyde yaşanacağının önceden bilinmesini, anne ile bebek arasında daha sağlıklı bir iletişim kurulmasını ve gebeliğin daha rahat geçirilmesini sağlayacaktır. Gebelik kararı verilmeden önce göz önüne alınması ve bilinmesi gereken önemli konular:

Gebelik için en uygun yaş

Bir kadının doğurganlığının en yüksek olduğu dönem yirmili yaşların başıdır. Genel olarak 20 - 30 yaş aralığı gebelik için en uygun dönem olarak bilinir. 35 yaşın üzerindeki gebelerde problemlerin çoğaldığı ve özellikle Down sendromlu (Mongol) bebek doğurma riskinin arttığı bilinmesine karşın titiz bir gebelik takibiyle bu gibi riskler en aza indirgenmeye çalışılır. Aynı şekilde 18 yaş öncesi kadınlarda fazla olan gebelik kayıpları ve düşük ağırlıklı bebek doğurma riski de annenin sağlığına göstereceği özen ve sıkı bir doktor takibi ile azalır.

Akraba evliliği ya da eşlerin herhangi birisinin ailesinde kalıtsal bir hastalığın varlığı

Yakın akraba evliliklerinde eğer ailede genetik bir problem varsa eşlerin her ikisinin de taşıyıcı olması ve bu nedenle de doğacak bebeğe sorunu taşıyarak bebekte hastalığın ortaya çıkma riskinin artması söz konusudur. Bu nedenle doktora başvuru ve genetik danışmanlık önerilir.

Anne adayında kronik bir hastalığın varlığı

Yüksek tansiyon, şeker, sara vb. hastalıkların pek çoğunda ilaç kullanımı söz konusudur. Bu ilaçlar gebe kalmayı etkileyebileceği gibi, anne karnındaki bebeğe zarar verebilir ya da gebelik, bu gibi hastalıkların varlığında anne adayının sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. Kronik hastalığı olan bir anne adayının gebe kalmadan önce doktorla görüşmesi ve gerekli önlemlerin alınması şarttır.

Mikrobik hastalıklara karşı bağışıklık durumunuzun önemi

Annenin gebeliğin ilk üç ayı içerisinde geçirebileceği bazı enfeksiyonlar bebekte önemli bozukluklara neden olabilir. Kızamıkçık ve daha çok çiğ sebze ve etten geçen Toxoplasmosis bunların içinde en önemlileridir. Bu gibi hastalıklara karşı bağışıklık durumunuz gebelik öncesinde belirlendiğinde, kızamıkçık’ta olduğu gibi aşı yapılarak gebeliğe daha emin olarak hazırlanabilirsiniz. Eğer önceden kızamıkçık ya da toxoplazmosis geçirmiş iseniz bunlara karşı bağışık olduğunuzdan endişe etmenize gerek kalmayacaktır.

Gebeliğinizi olumsuz etkileyebilecek çevre koşulları ya da kötü alışkanlıklar

Gebe kalmanızı engelleyebilecek ya da gebelik için zararlı olduğu bilinen radyasyon, ağır metaller, kimyasal maddeler vb. koşulların olduğu bir iş yerinde siz ya da eşiniz çalışıyorsa, gebeliğin tasarlandığı andan itibaren bu gibi etkenlerden uzakta olacağınız bölümlere geçmeyi talep etmelisiniz. Alkol, sigara ve uyuşturucu maddelerin gebeliği olumsuz yönde etkilediği bilindiğinden, bunların da gebe kalınmadan önce bırakılması önerilir.

Beslenme ve kilo ile ilgili bir sorunun varlığı

Gebelik öncesi kilonuzun çok düşük ya da çok fazla olması sorun yaratabilir. Doğru ve dengeli bir beslenme ile hem gebe kalma hem de sorunsuz bir gebelik döneminin ardından sağlıklı bir bebek doğurma olasılığınız artar.

GEBELİKTE İZLEM

Gebelikleri sırasında doktor kontrolünde olan kadınların genellikle daha az gebelik ve doğum komplikasyonlarıyla karşılaştıkları ve daha sağlıklı bebekler doğurdukları kabul edilmektedir. Aynı şekilde, bakıma ne kadar erken ve düzenli başlanırsa, sonucun o kadar iyi olduğu da açıktır. Gebelik kontrollerine, geciken adeti takip eden ayın içinde başlanması en uygunudur. Bunun amacı, dış gebelik, boş kese gebeliği (anembryonik gebelik), üzüm gebeliği (hidatidiform mole) vb. gibi erken gebelik patolojilerinin ve çoğul gebeliklerin saptanmasıdır. 28. haftaya kadar, anormal bir durum olmadığı sürece ayda bir kez kontrole gelmeniz istenir. 28 - 36. haftalar arası ayda iki, gebeliğin son ayı içinde de haftada bir kez kontrole gitmeniz uygundur. Yine gebeliğiniz sırasında sigara, alkol ve çeşitli uyuşturucu maddelerden kaçınılması, doktorunuz gerekli görmedikçe röntgen ışınlarına maruz kalınmaması bebeğinizin sağlığı açısından çok önemlidir.

Fizik muayene:
Anne adayının genel iyilik durumunun tespiti için yapılan ve kan basıncı, boy, ağırlık ölçümleri ile birlikte tüm sistemlerin genel olarak gözden geçirildiği muayenedir. Her kontrole gittiğinizde doktorunuz bunların içinden gerekli gördüklerini tekrarlayacaktır.

******l muayene:
Genelde ilk kontrolde yapılabilecek bir muayenedir. Gebeliğin hangi aşamada olduğunu ya da üreme organlarında kuşku duyulan bir durumu tespit etmek amacıyla yapılır. Gebeliğin ileri evrelerinde de rahim ağzı açıklığını belirlemek, akıntı vb. şikayetler ortaya çıktığında nedenlerini saptamak veya kontrol amaçlı rahim ağzı sürüntüsü (smear) almak için de bu muayeneye ihtiyaç duyulabilir. ******l muayenenin anneye ya da bebeğe zararı gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir.

Kan tetkikleri:
İlk kontrole gittiğinizde kan grubu, tam kan sayımı (özellikle olası bir kansızlık durumunu saptamak için) ve bebek için tehlikeli olabilecek kızamıkçık,toksoplasmozis gibi virütik hastalıkları saptamak için bazı incelemeler yapılır. Bunların dışında kan şekeri ile böbrek ve karaciğer fonksiyon testlerinin de içinde bulunduğu bazı biyokimyasal testler ve sarılık testi de istenecek testlerin arasındadır.

İdrar tetkikleri:
İdrar analizi ve idrar kültürü doktorunuzun gerek duyduğu anlarda yaptıracağı tetkikler arasındadır.

Ultrasonografi:
Gebeliğin var olup olmadığının araştırılması dışında yerinin, canlılığının, sayısının ve iyilik durumunun belirlenmesinde de bilgi verir. Özellikle gebeliğin 16-20. haftaları arasında yapılan ultrasonografik inceleme bebekte bir anomalinin varlığını saptamak açısından çok önemlidir. Gebeliğin her döneminde bebeğin gelişiminin normal olup olmadığının belirlenmesi, gebelik haftasının ve beklenen doğum tarihinin tespit edilmesi, bebeğin ve plasentanın rahim içindeki pozisyonunun belirlenmesi ve bebeğin içinde yüzdüğü amnion sıvısının miktarının hesaplanması için de kullanılır. Günümüzde gösterilmiş herhangi bir zararı yoktur.

Üçlü tarama (Mongolizm - Down sendromu) ve omurilik anomalileri tarama testi:
Bu testin ideal yapılma zamanı 16 - 18.gebelik haftaları arasıdır. Tarama amacıyla uygulanan bu testte bebekten annenin kan dolaşımına geçen AFP (alfa fetoprotein) maddesi ile bebek ve plasenta tarafından üretilen E3 (estriol) ve beta hCG hormon düzeylerine anneden bir miktar kan alınarak bakılır. Annenin yaşı, şeker hastalığı olup olmadığı, ultrasonografik ölçüm sonuçlarının da yer aldığı bir bir bilgisayar programı vasıtası ile bir risk durumu saptanır. Eğer bu risk yüksek bulunursa doktorunuz amniyosentez gibi ileri tetkikler isteyebilir. Günümüzde bu sorunların daha erken dönemde saptanmasına yönelik olark 12. hafta civarında yapılan ikili test kullanılmaya başlanmıştır.

Elektronik Fetal Monitorizasyon (EFM):
Hem doğum öncesi kontrollerde hem de doğum esnasında uygulanabilir. Bebeğin kalp atış hızının, rahim kasılmaları, fetus hareketleri ya da dışarıdan ses vb. uyaranlara karşı değişiminin rahim içi basıncı ile eş zamanlı olarak kaydedilmesi esasına dayanır. Buradan elde edilen veriler, bebeğin anne rahmindeki iyilik halinin belirlenmesinde kullanılır.

Bazı özel durumlarda ve gerekli olduğunda yapılan işlemler;

Amniyosentez:
16 - 19. haftalar arası yapılan bu işlem ultrason eşliğinde annenin karnından ince bir iğne ile girilerek bebeğin içinde yüzdüğü sıvıdan örnek alma işlemidir. Alınan sıvıdan genetik testler dışında biyokimyasal analizler de yapılabilir.

Kordosentez:
Gebeliğin nispeten daha geç döneminde bebeğin göbek kordonundaki damara girilerek kan örneği alınması esasına dayanır. Alınan örnekten genetik inceleme ya da gerekli durumlarda biyokimyasal testler yapılabilir.

Koryon Villus Örneklemesi (CVS):
Gebeliğin 9-11. haftaları arasında ultrason eşliğinde rahim ağzından ya da karından bir kateter ile girilerek bebeğin ilerde plasentasını oluşturacak dokudan (koryon) örnek alınarak incelenmesidir.

YÜKSEK RİSKLİ GEBELİKLER

Düşük: Gebeliğin 20. haftadan ya da bebek 500 grama erişmeden önce sonlanması düşük olarak adlandırılır. Gebeliklerin ortalama % 15'i düşükle sonlanır. Oysa gerçek sayı bunun üzerindedir. Pek çok gebelik, kadın gebe kaldığını anlamadan kaybedilir ve bu durum genellikle adet gecikmesi olarak değerlendirilir. Düşüklerin büyük çoğunluğu gebeliğin ilk üç ayında gerçekleşir ve nedeni de genellikle bebeğin gelişimini etkileyen bir kromozom anomalisine bağlıdır. Vajenden gelen kan, pıhtı, su ve beyaz parçacıklar ile karnın alt bölgesinde kramp şeklinde kendini gösteren ağrılar düşüğün habercisi olabilir. Bu gibi durumlarda doktorunuzla en kısa zamanda temasa geçip, önerilerine göre hareket etmek gerekir. Düşükler ard arda tekrarlayıcı olmadığı sürece endişelenecek bir durum yoktur. Tekrarlayan düşükler yüksek riskli gebelikler kategorisinde ele alınmalıdır.

Dış gebelik:
Normalde rahim içinde gelişmesi gereken gebeliğin, Fallop tüpleri (en sık), yumurtalıklar ya da karnın herhangi bir bölgesinde gelişmesi olayıdır. Bu tür gebelikler özellikle kanama yoluyla anne yaşamını tehdit edebilir ve acil müdahaleyi gerektirir. Ancak günümüzde erken gebelik kontrolüne gidilmesi ile erken dönemde tanı ve tedavisi olası hale gelmiştir.

Kansızlık (Anemi):
Gebelikte hem kan hacmi ve hem de kan hücreleri sayısında artış olur. Ancak hacimdeki artış, hücre sayısındaki artışa oranla daha fazla olduğundan fizyolojik anemi olarak da bilinen göreceli bir kansızlığın gebelikte ortaya çıkması kaçınılmazdır. Buna kadınlarda oldukça sık rastlanan demir eksikliği ve gelişmekte olan fetusun ihtiyaçları da eklendiğinde gebelikte demir elementi ve beraberinde kan yapımında kullanılan vitamin desteğinin sağlanması çok önemlidir. Ayrıca terchen gebelikten önce başlanarak 12. gebelik haftasına kadar 400 mikrogram/gün Folik asit desteğinin bebekte görülebilecek merkezi sinir sistemi anormalliklerinin önlenmesi bakımından çok yararlı olduğu bilinmektedir.

Trofoblastik hastalıklar:
Halk arasında “üzüm gebeliği” olarak da bilinen formla başlayıp, bir tür kanser olan “koriokarsinom”a kadar ulaşan cinsleri olan hastalıklar bütünüdür. Bebeğin eşi olarak da bilinen plasentadaki trofoblast adı verilen hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalması nedeniyle meydana gelir. Gebeliğe ait tüm bulgular kimi zaman abartılı da olarak mevcuttur. Nadiren düzenli gelişim gösteren bir fetus da olabilir. İlk üç ay içinde yapılacak olan bir ultrasonografi ile tanısı konur ve gerekli önlemler alınır. Genelde hastalığın iyi huylu olan türlerine rastlanır ve bu durum yaklaşık 1200 gebelikte bir görülür. Kötü huylu şekli olan koriokarsinom ise yaklaşık 40.000 gebelikte bir görülür.

Preeklampsi:
Halk arasında gebelik zehirlenmesi olarak da bilinir. Daha çok ilk gebeliklerde ve gebeliğin 20.haftasından sonra görülür. Çoğul gebeliklerde daha sıktır. Tansiyon yükselmesi, vücutta su toplanması ve idrarda protein kaybı ile karakterizedir. Şiddetli formlarında nefes almada güçlük, akciğerlerde su toplanması ve sara nöbetlerine benzer kasılmalara rastlanır. Tek ve kesin tedavisi doğumdur. Annenin hayatının tehlikeye gireceği düşünülen durumlarda gebeliğin sonlandırılması gerekebilir.

Şeker hastalığı:
Şeker hastalığı (diyabet) daha önce hiçbir şikayeti olmayan bir kadında gebelik sırasında belirebileceği gibi, şeker hastası olduğu bilinen bir kişide de gebelik nedeniyle şiddetini arttırabilir. Gebelikte ilk kez ortaya çıkan tipi hemen daima gebeliğin sonlanması ile birlikte kaybolur. Kan şekerinin kontrol altına alınamadığı durumlarda annede şeker hastalığının bilinen etkilerine, fetusta ise bazı metabolik bozukluklara ve makrozomi de denilen iri bebeklerin doğumuna neden olur.

Kan uyuşmazlığı:
Annenin Rh (-) negatif, babanın da Rh (+) pozitif kan grubuna sahip olmaları durumunda eğer bebek kan grubu Rh (+) ise ortaya çıkar. Bu durum genellikle ilk gebelikten sonraki gebeliklerde bebeğin etkilenmesine neden olur. Bebekten anneye geçen Rh (+) hücrelere karşı annede oluşan antikorlar sonraki gebeliklerde bebeğe geçerek kan dolaşımındaki kırmızı kan hücrelerinin yıkılmasına ve bebekte ciddi kansızlık tablosuna yol açarak ölümüne neden olabilir. Bu nedenle kan uyuşmazlığı olan çiftlerde doğum ya da kürtaj vb. olaylardan sonra bir tür aşının yapılması zorunludur..

Çoğul gebelikler:
Yaklaşık her 90 gebelikten biri ikiz, her 10.000 gebelikten biri üçüz ve her 750.000 gebelikten biri de dördüzdür. Üremeye yardımcı tedavi yöntemlerinin kullanıldığı durumlarda çoğul gebelikler oldukça sık karşımıza çıkar. Çoğul gebelikler her zaman riskli gebelik kategorisinde değerlendirilirler. Bu gebeliklerde erken doğum ihtimali artmış olup, gebeliğin diğer komplikasyonları (preeklampsi gibi) daha sık görülür.

Rahim ağzı yetmezliği:
Normal bir gebelik esnasında rahim ağzı, doğum eylemi başlayana kadar kapalıdır. Rahim ağzı yetmezliği olan kadınklarda ise özellikle gebeliğin ikinci üç aylık döneminde değişik derecelerde açıklık farkedilir. Bu durum özellikle belirtilen dönemde tekrarlayıcı gebelik kayıplarına yol açıyorsa, gebeliğin ikinci üç aylık dönemine girilirken rahim ağzına dikiş atılmasına gerek vardır.

DOĞUM

Normal seyrinde giden bir gebelikte doğum eylemi, 37 - 42. haftalar arasında herhangi bir zamanda başlayabilir. Gebeliğin son döneminde yalancı sancıların olabileceği bilindiğinden, doğum belirtilerinin neler olduğunu gözden geçirmekte yarar vardır:

Doğum belirtileri:

Nişan gelmesi:
Rahim ağzını bir tıkaç gibi tıkayan sümüksü maddenin kanla karışık olarak vajenden atılması genellikle doğumun ilk işaretidir.

Doğum ağrılarının başlaması:
Doğum ağrıları ya da sancılar, ilk başta belde ve sırtta müphem, künt ağrılar şeklinde başlayabilir. İki sancı arası geçen süre başlangıçta uzun olup bu süre giderek kısalır ve ağrıların şiddeti giderek artar.

Su gelmesi:
Bebeğin çevresini saran su kesesi, sancılarla birlikte artan rahim içi basıncı sonucu yırtılır ve içindeki su genişlemiş olan rahim ağzından geçerek boşalır. Ancak kimi zamanlar, doğum sancıları başlamadan da su kesesi yırtılabilir ve su boşalabilir. Su gelmesi durumunda vakit geçirmeden hastaneye gitmek gerekir.

Doğumun evreleri:

Birinci evre:
Ağrıların başlamasından rahim ağzının tam olarak açılmasına kadar geçen süredir. Bu evre ilk doğumlarda 10-12 saat kadar sürebilir. Başlangıçta ağrıya yol açan kasılmalar daha seyrek iken daha sonra ağrılar daha şiddetli ve etkin bir hal alır. Birinci evrenin sonunda rahim ağzı tam olarak açılmış ve bebeğin önde gelen kısmının geçebileceği çapa (10 cm) ulaşmıştır.

İkinci evre:
Rahim ağzının tam olarak açılmasından bebeğin doğumuna kadar geçen süreyi kapsar. İlk doğumda yaklaşık olarak 1-2 saat sürer. Bu evrede sancılarla birlikte ıkınma hissi de gelir. Doğum eylemini takip eden doktor ıkınmaların zamanlaması konusunda hastayı yönlendirir ve böylece hastanın enerjisini gereksiz yere harcamasını engeller. Sancılar ve ıkınmaların yarattığı itici güçle bebek doğum kanalında ilerler ve bebeğin doğumu ile birlikte ikinci evre sona erer.

Üçüncü evre:
Bebeğin doğumunu takiben plasentanın çıkmasını içeren evredir. Bebek doğduktan sonraki ilk yarım saat içinde plasenta rahim duvarından ayrılarak, aynen bir bebeğin doğumu gibi doğum kanalından geçer ve doktor tarafından alınır. Bu evrede anne çok hafif bir sancı ve ıkınma hissi duyar.

Sezaryen

Sezaryen doğum kanalı yerine, karından yapılan bir kesiyle rahme ulaşılarak bebeğin çıkarılması işlemidir. Sezaryen için genel ya da epidural anestezi uygulanır. Anne ya da bebek açısından normal doğumun risk taşıyacağı düşünülen durumlarda ya da tercihen uygulanabilir.

Ağrısız Doğum Yöntemleri

Analjezi, ağrının kesilmesi ya da giderilmesi, anestezi ise uygulanış biçimine göre yerel ya da genel olarak vücudun ağrı ve diğer uyaranlara karşı duyarsızlaştırılması anlamına gelir. Ağrılı bir olay olan doğumda, ağrının giderilmesi büyük önem taşır. Gelişmiş pek çok merkezde, epidural anestezi denen yöntemle belden uyuşturucu bir ilaç verilmesi suretiyle doğum ağrısız olarak gerçekleştirilebilir. Epidural anestezi için bele konan kateterden ara ara ilaç verilmek suretiyle doğuma kadar ağrısız bir dönem geçirilmesi sağlanır. Bu tür anestezi ile rahim kasılmaları ve hastanın istemli ıkınması engellenmediğinden doğum doğal seyrinde gelişir. Bebeğe hiçbir zararı olmayan ve deneyimli ellerde uygulandığında anne için de oldukça rahat olan epidural anestezi doğumda ağrı giderilmesi için tercih edilecek yöntemlerin başında gelir. Sezaryen işlemi sırasında da genel anestezi uygulanabileceği gibi epidural anestezi tercihen kullanılabilir.

LOHUSALIK DÖNEMİ

Sağlıklı bir gebelik seyri ve başarılı bir doğum için gebelik sırasında kadın vücudunda oluşan değişikliklerin doğumdan sonra kaybolduğu ve vücudun gebelik öncesi haline döndüğü 6 haftalık dönemdir. Bu dönemde ilk birkaç gün devam eden kanama daha sonra renk ve kıvam değişikliği ile loğusalık akıntısına dönüşecektir. İlk bir kaç günde yine hafif ağrılarınız olabilir. Loğusalık döneminde rahminizde küçülme olarak 6. hafta sonunda normale yakın büyüklüğüne dönecektir. Gebelikte prolaktin hormonunun etkisi ile göğüslerinizde yapılan süt doğum sonrası bebeğin eşinin çıkarılması ile gebelik hormonlarının kandaki düzeyinin hızla azalması ve emme refleksi ile göğüslerinizden salgılanacaktır. Bu dönemde beslenmenize dikkat etmeniz, yapacağınız egzersizler normale dönüş sürenizi kısaltacak ve daha sağlıklı bir loğusalık dönemi yaşamanızı sağlayacaktır.

GEBELİKTE VE LOĞUSALIKTA BESLENME

Gebelik ve sonrasındaki loğusalık ve süt verme dönemi bir kadının beslenmesine en çok dikkat etmesi gereken evredir. Bebeğin tek besin kaynağı annesidir. Bu nedenle annenin dengeli ve çeşitli beslenmesi gerekir. Gebelik tanısının konduğu andan itibaren özellikle aşağıda sıralanan besinlerin tüketilmesi uygun olur.

Protein
Vücudun yapı taşları olarak bilinen proteinler, et, süt, süt ürünleri, yumurta ve kuru baklagillerde bol miktarda bulunur. Balık, tavuk gibi beyaz et ürünleri yağsız olmaları açısından tercih edilirken, kırmızı etin de demir açısından zengin olduğu unutulmamalıdır.

Vitaminler
Yağda ve suda eriyen olarak iki sınıfa ayrılan vitaminlere gereksinim gebelik süresince artar. Pek çok metabolik olayda hızlandırıcı ve yardımcı faktör görevi olan vitaminlerin özellikle taze meyve sebzelerde bulunduğu bilinen bir gerçektir. Bu amaçla doktorunuz size uygun bir vitamin ilacı desteği verecektir.

Kalsiyum
Kemik ve iskelet sisteminin en temel gereksinimi olan kalsiyum, en çok süt ve süt ürünlerinde mevcuttur. Yeşil sebzelerin de bu açıdan zengin olduğu unutulmamalıdır. Kalsiyum eksikliği kendisini ilk başta elde ve ayakta kramplar, kasılmalar ve uyuşmalarla gösterir. Bu gibi şikayetlerin çoğalması durumunda kalsiyum desteği sağlayan suda eriyen tabletler verilebilir.

Demir
Gebelikle birlikte artan demir ihtiyacının tam olarak karşılanamadığı durumlarda kansızlık (anemi) meydana gelir. Kırmızı et, ton balığı, karaciğer ve ıspanak gibi yiyecekler demir açısından zengindir. İlaç şeklinde demir desteği gebelik sırasında sık olarak önerilir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:47   #368 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

YÜZ FELCİ: BELL PARALİZİSİ

Yüz Felci Ne Demektir: Yüz hareketlerini (dudak, yanak, kaş,göz çevresi) yapmamızı yüz siniri (fasial sinir) aracılığı ile sağlarız. Beyinden gelen hareket emirlerini yüz siniri, yüz kaslarına ileterek istediğimiz hareketleri yapmamızı sağlar. Eğer beyindeki veya yüz sinirindeki bazı hastalıklar bu iletiyi engellerse yüz felci oluşur ve yüz hareketleri kısmen ya da tamamen ortadan kaybolur. Yüz felci tıbbi olarak fasial paralizi olarak ismlendirilir.

Yüz Siniri Nerededir: Beyin ile beyin sapı arasında yüz sinirini oluşturacak lifler karışık bir şekilde gelir. Bu bölüm daha çok Nöroloji ile ilgilidir. Beyin sapından sonra yüz siniri kıvrımlı biryol izler. İç kulak yolundan geçerek, orta kulağında çevresini dolaşır ve kulak arkasından doğru birkaç dal halinde yüz kaslarına ulaşır. Yüz kaslarına ulaşmadan önce kulak önündeki tükrük bezinin içinden geçer. İç kulak yolundan geçerken işitme siniri ile birlikte bulunur. Yolu boyunca bazı dallar verir ve bu dallar çeşitli görevler yaparlar. Gözyaşı bezinin salgısını, çene altındaki tükrük bezlerinin salgısını ve dilin tat hücrelerinin görev yapmasını da yüz sinirinin dalları sağlar.

Yüz Felcinin Nedenleri Nelerdir: Yüz felci beyinle beyin sapı arasındaki veya beyin sapından yüz kaslarına kadar olan bölümdeki birçok hastalığa bağlı olarak gelişebilir. Beyin-beyin sapı arasındaki yüz felci nedenleri genellikle beyin kanamasına bağlıdır ve nöroloji bölümünde incelenirler. Bu nedenlerle oluşan yüz felcine merkezi yüz felci denir. Beyin sapından sonraki yüz siniri hastalıklarında oluşan yüz felcine ise periferik yüz felci denir. Periferik yüz felci yapabilecek bir çok sebep vardır:
-Bell Paralizisi: En sık görülen yüz felci nedenidir. Nedeni aslında kesin değildir. Yüz sinirinin iç kulak çevresindeki bir bölümünde iltihap oluştuğu düşünülmektedir. Soğuk ve rüzgara maruz kalmanın etkili olduğu bilinmektedir.Sinirin fonksiyonunun kaybolması dışında bir bulgu yoktur. Başka nörolojik bulgu olmamasıyla teşhis konur. Genellikle tam olarak iyileşir.
-Ramsay-Hunt Sendromu: Virüslerin neden olduğu bir hastalıktır. Bell paralizisindeki bulgulara ilave olarak ağrı ve dış kulak yolunda bazı lezyonlar vardır. Tam iyileşme oranı Bell paralizisine göre biraz daha azdır.
-Orta Kulak İltihapları: Çocuklarda akut orta kulak iltihabı büyüklerde de kronik orta kulak iltihabı çevresindeki kemiği eriterek ya da mevcut açıklıklardan ulaşarak yüz sinirine ulaşabilir ve yüz felci yapabilir.
-Sistemik Hastalıklar: Şeker hastalığı, hipertansiyon, nörit(sinir iltihabı), vitamin eksikliği gibi vücudun diğer bölgalerinide ilgilendiren hastalıklar.
-Tümöral Hastalıklar: Yüz sinirinin kendisinde veya yolu boyunca geçtiği bölgelerdeki tümörler de yüz felci yapabilirler. Bu sinirler iyi ya da kötü huylu olabilirler. Yüz siniri, kaslara gitmeden önce kulak önündeki tükrük bezinin içinden de geçtiği için, bu tükrük bezi tümörleri de yüz felci yapabilir.
-Travmalar: Kulak çevresine veya yüze gelen travmalar (darbeler) yüz sinirini hasara uğratarak yüz felci yapabilirler.
-Ameliyatlar: Kafa içinde, kulakta veya tükrük bezinde başka sebeplerle yapılan ameliyatlar sırasında yüz siniri yaralanabilir.

Ne Gibi Belirtiler Olur: Yüz sinirinin çalışmamasının en belirgin bulgusu yüz hareketlerinin azlması veya kaybolmasıdır. Kaş kaldırma, göz kapama, diş gösterme, gülme, yanak şişirme gibi hareketler bozulur. Bunun dışında gözyaşı azalması, tükrük salgısının azalması, tat duyusunun bozulması, gürültüye duyarlılık artışı gibi bulgularda bulunabilir. Yüz felcini yapan asıl sebebe göre ilave bulgular görülebilir.

Muayenede Ne Görülür: Muayenede ilk göze çarpan hastanın yüz hareketlerini yapamamasıdır. En sık yüz felci nedeni olan Bell paralizisinde başka bulgu yoktur. Ancak diğer sebeplerde ilave bulgular olabilir. Bunlar arasında dış kulak yolunda lezyonlar, orta kulak iltihabı bulguları, diğer nörolojik bulgular sayılabilir. Orta kulak iltihabı veya bir orta kulak tümörü yoksa kulak muayenesi normal görülür.

Ne Gibi Tetkikler Yapılır: En sık görülen Bell paralizisi için muayenede başka bir hastalıktan şüphelenilmiyorsa genellikle bir tetkik yapılmaz. Ancak tedavide verilen ilaçların yan etkisi olarak tansiyon ve şeker yükselmesi olabildiği için tansiyon ve açlık kan şekeri ölçümleri yapılabilir. genel olarak yapılabilecek tetkikler şunlardır:
-Açlık kan şekeri, tansiyon, kolesterol ölçümleri
-Kafa içinde veya tükrük bezi tümörlerinden şüpheleniliyorsa bilgisayarlı tomografi veya manyetik resonans
-İşitme testleri
-Gözyaşı miktarının test edilmesi (schirmer testi)
-EMG
-Elektrofizyolojik testler adı verilen ve sinir ileti hızını yada sinirin hastalanma yüzdesini göstermeye yarayan testler (Bu testler özellikle tedavi için ameliyat düşünülüyorsa uygulanır).

Teşhis Nasıl Konur: Yüz Felci teşhisi hastanın yüz hareketlerinin bozulduğunun görülmesi ile konur. Ancak önemli olan asıl sebebin ne olduğudur. Bunu araştırmak için şüphelenilen duruma uygun tetkikler yapılır ve bir hastalık bulunursa onun tedavisi yapılır. Eğer ilk muayene sırasında yüz felci dışında bir bulgu bulunmadıysa kan şekeri ve tansiyon ölçümleri yapılır ve Bell paralizisi olduğu düşünülerek tedaviye başlanır. İlaç tedavisi ile geçmeyen veye tekrar eden durumlarda özellikle bilgisayarlı tomografi veya manyetik resonans gibi tetkikler başta olmak üzere araştırmalar yapılabilir.

Nasıl Tedavi Edilir: Yüz felcinin tedaviside yine sebebe göre yapılır. Bell paralizisinde tedavi ilaç tedavisidir. Hastanın diğer hastalıkları izin verirse (tansiyon, şeker yüksekliği veya mide problemleri) kortikosteroidler ve B vitamini ilaçlar verilir. Buna ilave olarak mide için ilaçlar, göz kurumalarını önlemek için yapay gözyaşı veya antibiyotikli kremler verilir. Hastanın dikkat etmesi gereken durumlar olarak yüz kasları üzerine masaj yapılması, sıcak uygulamaları, yüz kaslarını hareket ettirmek için sakız çiğnenmesi sayılabilir. Ramsay-Hunt sendromunda ilave olarak virüslere karşı da ilaç verilir. Eğer yüz felcinin başka bir sebebi bulunursa bu hastalık ilaç ya da ameliyatla tedavi edilir. Bu tedaviler o hastalıkla ilgili bölümlerde anlatılmıştır. Örneğin iç kulak tümörleri veya kronik orta kulak iltihaplarına bağlı yüz felçleri ameliyat gerketiren hastalıklarken, akut orta kulak iltihabına bağlı yüz felci kulak zarını çizmek ve antibiyotik ile tedavi edilir.

Ameliyat Gerekli midir?: Yüz felcinin bazı sebepleri ameliyat gerektirir. Yukarıda da bahsedildiği gibi tümör (kafa içinde veya tükrük bezlerinde), kronik orta kulak iltihapları ameliyat gerektirir. Ancak genellikle ilaçla tedavi edilen Bell paralizisi gibi hastalıklarda bazen ameliyat gerektirir. Ne zaman ameliyat gerektiği kesinlik kazanmış bir konu değildir. Buna karar verirken ilaca ne derece yanıt alındığı, yüz felcinin derecesi, elektrofizyolojik testlerin sonuçları ve başlangıçtan beri geçen zaman dikkate alınarak karar verilir. Bu karar doktorunuz tarafından uygun şekilde alınacaktır.

Ne Gibi Ameliyatlar Yapılmaktadır: Yüz felci sebebine göre değişik ameliyatlar yapılmaktadır. İç kulak tümörlerinde kafa kemiklerini açarak ya da kulak arkasından girerek tümör çıkartılmaya çalışılır. Bazı iç kulak tümörlerinde henüz yüz felci gelişmemişse de ameliyat sonrası oluşabilir. Yüz sinirinden kaynaklanan bir tümör varsa tümörle beraber sinirin bir kısmıda çıkarılır. Geride kalan sinir kısmı onarılmaya çalışılır ancak bunu için bazen başka sinirleri yüz sinirleriyle birleştirmek gerekebilir. Kronik orta kulak iltihaplarına bağlı yüz felcinde orta kulaktaki iltihap temizlenir ve yüz sinirini saran kılıf açılarak iltihabın temizlenmesi sağlanır. Tükrük bezi tümörlerine bağlı yüz felcinde tükrük bezi ile beraber yine sinirin tümörle tutulan kısmıda çıkarılır. Bell paralizisi veya Ramsay-Hunt sendromundaki yüz felcinde ilaç tedavisinin sonucuna göre eğer ameliyat gerekirse genellikle yapılan işlem kulak arkasından girilerek sinire ulaşmak ve etrafındaki kılıfı açmaktır.
Yüz sinirinin ilaçla ya da ameliyatla tedavi edilemeyeceği görüldüğünde bazı yardımcı ameliyatlar yapılır. Bunlar arasında başka sinirlerle hareket eden kasların yüze transferi, başka sinirlerin yüz sinirine birleştirilmesi, göz kapaklarına altın ağırlık yerleştirilmesiile gözlerin kapanmasının sağlanması gibi ameliyatlar yapılabilir.

Fizik Tedavi Gerekli midir?: Yüz kaslarına fizik tedavi yöntemlerinin uygulanması yüz sinirine yeniden fonksiyon kazandıran yöntemler değildir. Ancak özellikle uzun süren yüz felçlerinde yüz kasları hareketsizlikten güçsüzleşirler ve daha sonra yüz siniri çalışsa bile yüzde asimetri ve güç kaybı olabilir. Bu nedenle hastanın kendi kendine uygulayabileceği masaj ve sakız çiğneme dışında fizik tedavi uygulanması önerilmektedir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 16.11.2012, 21:47   #369 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dahiliye

Yüzücü kulağı kulakta mantar

YÜZÜCÜ KULAĞI

Kulak Kaşıntısı ve Mantar Enfeksiyonu

"Yüzücü Kulağı" Ne Demektir?

Dış kulak yolu iltihaplarından birine verilen isimdir. Kulağın mantar enfeksiyonu da denir. Bazen mantarlar tarafından oluşturulsa da, özellikle ağrılı vak'alarda doğada sık rastlanan bir bakteri tarafından oluşturulur.

Nasıl Korunursunuz?

Su kulağınıza girdiğinde beraberinde mantar ve bakterileri de getirebilir. Çoğunlukla su geri gelir, kulak kurur ve bakteri ile mantarlar problem oluşturmazlar. Fakat su bazen dış kulak yolunda hapsolur ve buradaki cildi yumuşatır. Nemli ortamda bakteri ve mantarlar ürer, beslenir ve kulağı iltihaplandırabilirler.

Başlangıçta kulaklarda tıkanıklık hissedilir ve kaşıntı olabilir. Kısa zamanda dış kulak yolu şişer, tıkanır ve bazen süt gibi bir akıntı olur. Çok ağrı yapmaya başlar. Kulak kepçesi ve önü çok hassaslaşır. İltihap bu duruma geldiğinde hekim tedavisi gerekir. Bu, boyun bezleri şişerse de geçerlidir.

Kulağınızda su hapsolduğunu hissettiğinizde koruyucu antiseptik damlalardan kullanarak bütün bu olaylar zincirini önleyebilirsiniz.

Şayet kulak hekiminiz kulak zarınızın normal ve güvenli olduğunu söylerse, yüzme sonrası kulak damlalarınızı kullanabilirsiniz. Basit alkol damla kullanmak önerilebilir. Alkol, suyu emer, dış kulak yolunun kurumasına yardımcı olur ve aynı zamanda yüzücü kulağında oluşabilecek bakteri ve mantarları öldürebilir. Asetik asit ihtiva eden beyaz sirke de kullanılabilir. Eczaneden alkol veya sirkeyi muhafaza edecek damlalık alabilir ve çantanızda taşıyabilirsiniz.

"Yüzücü Kulağı"ndan Korunmak

Şayet yüzme, duş veya banyo sonrası kulağınızda suyun hapsolduğunu veyahut kulağınızın nemli kaldığını hissederseniz, bu kulağınız yukarıda kalacak şekilde başınızı eğiniz ve kulak kepçenizi yukarı ve geriye doğru çekerek damlalarınızı damlatınız.

Damlaların heryere ulaşmasını sağlamak için kulağınızı ovalayınız, daha sonra kulağın kuruması için kulağınızı aşağı yönde çeviriniz.

Şayet kulak probleminiz tekrarlayan bir eğilim gösteriyorsa, kulak, burun, boğaz hekiminiz yüzmeden önce kulaklarınızı nasıl koruyacağınızı anlatacaktır.

Dikkat!

Şayet kulağınız hâlen iltihaplı, kulak zarınız delinmiş veya önceden delik ise, hasar görmüşse veyahut kulak operasyonu geçirmiş iseniz, yüzmeden ve kulak damlası kullanmadan önce kulak, burun, boğaz hekimine danışmanız lazımdır.



Kulaklar Neden Kaşınır?

Kaşınan her türlü kulak, kişiyi deli eder. Ani oluşan kaşıntılara sıklıkla mantar enfeksiyonu sebep olur, daha uzun süreli durumlarda sıklıkla kronik dermatit denilen deri inflamasyonu kaşıntının sebebidir. Başta oluşan kepek gibi dış kulak yolunda da kuru, ince ve bol miktarda kepek oluşabilir, buna "seboreik dermatit" adı verilir. Bazı kişiler, yiyeceklerinde değişiklik yaparak (yağlı yiyecekler, karbonhidratlar, çikolata gibi yiyeceklerden uzak durarak) bu durumun önüne geçebilirler. Hekimler kulaklar kaşındığında genellikle yağlı veya kortizonlu damlalar önerirler. Uzun süreli tedavisi olmasa da kontrol altında tutulabilirler. Nadir olarak kulak kaşıntısı alerjik de olabilir ve bu durumun tedavisi farklıdır.

Kaşıntılı, kepekli kulaklar veya kulak akıntısının biriktiği kulaklar, "yüzücü kulağı"nın gelişmesine yatkındırlar. Bu kişiler özellikle kulakları ıslak kaldığında koruyucu kulak damlaları kullanmaları konusunda bilinçli olmalıdırlar. Yüzme mevsimi başlamadan önce kulaklarını temizletmeleri de çok yardımcı olur.



Tatarcık, Sinek ve Yabancı Cisimler?

Kulak içerisine giren birçok böcek vardır, tatarcık, güve, hamamböceği bunların başında gelir. Tatarcıklar kulak akıntısı içerisinde hapsolur ve uçamazlar. Daha büyük böcekler kulak içerisinde dönemezler ve geri çıkamazlar. Bu yüzden sürekli hareket ederek kişide kulak ağrısına, sese ve korkuya sebep olurlar.

Tatarcıklar ılık su ile yıkanarak kolayca çıkartılabilirler (Yıkadıktan sonra hem kulağın kuruması hem de antiseptik amaçla alkol damlatmayı unutmayınız). Büyük böcekler için ilk yapılacak şey kulağın mineral yağ ile doldurulmasıdır, yağ böceğin nefes deliklerini tıkayarak ölmesine sebep olur. Bu durum 5 ilâ 10 dakikada gerçekleşir. Bundan sonra böceğin çıkartılması için hekime başvurmanız gerekir.

Boncuklar, kalem uçları, silgiler, plastik oyuncak parçaları, kuru fasulyeler çocukların kulaklarına soktukları sık yabancı cisimlerdendir. Bunların çıkartılması çok hassas bir iştir ve mutlaka bir kulak burun boğaz hekimince yapılmalıdır.

Kulaklar, Yükseklik ve Uçak Yolculuğu

Uçak yolculuğu sırasında niçin kulaklarınızda "pop" diye bir basınç hissettiğinizi hiç merak ettiniz mi? Veya niçin basınç hissetmediğiniz zaman kulak ağrınız olduğunu düşündünüz mü? Uçaklar inişe geçtiğinde çocukların niçin yaygara çıkartıp ağladığını hiç merak ettiniz mi?

Uçak yolculuğu sırasında karşılaşılan en sık tıbbi problem kulak problemleridir. Çoğunlukla basit rahatsızlıklar olur, nadiren geçici ağrı ve işitme kaybı oluşur. Bu broşür uçak yolculuğunuz esnasında karşılaştığınız hafif kulak problemlerinizi ve nasıl korunacağınızı anlamanız için hazırlanmıştır.

Yapı

Kulak genel olarak üç bölüme ayrılır:

a)Dış kulak: Başın yan tarafında görülen kulak kepçesi ile içeriye kulak zarına kadar devam eden dış kulak yolundan oluşur.

b)Orta kulak: Kulak zarı ile iç kulak arasında kalan ufak boşluktur. Burada üç adet kemikçik, kulak kemiğinin hava boşlukları bulunur.

c)İç kulak: Kulak kemiğinin iç kısmında bulunan ve işitme ile denge sinir uçlarını ihtiva eden bölümdür.

Hava yolculuğu sırasında probleme yol açan, orta kulak bölümüdür. Ufak bir hava boşluğu olduğu için, basınç değişikliklerinden etkilenir.

Normal olarak her yutkunduğunuzda (veya ikinci üçüncü yutkunduğunuzda) kulaklarınızda ufak bir çıt sesi veya basınç oynaması hissedersiniz. Bu esnada geniz ile orta kulak arasındaki östaki borusu vasıtası ile orta kulağınıza hava kabarcığı geçmiştir. Orta kulaktaki hava burayı döşeyen doku tarafından sürekli emilir fakat "östaki borusu" her yutkunuşta sürekli hava sağlar. Bu sayede kulak zarının her iki tarafındaki hava basıncı eşitlenir. Şayet bir şekilde basınç farkı oluşursa, kulaklar tıkalı imiş gibi hissedilir.

Östaki Borusu ve Kulakların Tıkanıklığına Neler Sebep Olur?

Östaki borusu, birçok sebepten dolayı tıkanabilir veya ağzı kapanabilir. Bu durumda, orta kulak basıncı eşitlenemez.

Orta kulaktaki hava sürekli emilir ve yenilenemediği için vakum oluşur, kulak zarı içeri doğru çöker. Gergin kulak zarı normal olarak titreşemez ve sesler donuk, az gelir. Kulak zarının gerginleşmesi de ağrı oluşturabilir. Şayet bu durum bir süre devam ederse, ota kulaktaki basıncı eşitleyebilmek için, orta kulağı döşeyen dokudan kan serumuna benzer bir sıvı sızarak burayı doldurur. Bu duruma "orta kulakta sıvı", "seröz otit" veya "aero-otit" ismi verilir.

Östaki borusunu tıkanmasına yol açan en sık sebep basit soğuk algınlığıdır. Sinüs iltihapları ve burun alerjileri de (saman nezlesi gibi) sık sebeplerdendir.

Östaki borusu ve onu döşeyen döşeyen doku, burun ve genizin devamıdır. Bu devamlılıktan dolayı çoğunlukla burunun tıkalı olması, kulakların da tıkalı olmasına ve böyle hissedilmesine sebep olur.

Östaki borusunun tıkanmasının bir diğer sebebi dokularda şişliğe yol açan orta kulak iltihaplarıdır.

Östaki borusu yetişkinlere göre daha dar olduğu için çocuklar tıkanıklığa daha yatkındırlar.

Hava Yolculuğu Nasıl Problem Yaratır?

Hava yolculuğu esnasında ani basınç değişiklikleri olur. Bu basınç değişikliklerinin eşitlenmesi için östaki borusunun o esnada hemen açılıp kapanabilmesi lazımdır. Bu olay özellikle uçak inişe geçtiğinde görülür.

İlk dönemde basınç eşitlenmesi sağlanamayan uçaklarda bu gerçek bir problem oluşturmaktaydı. Günümüzde bu olay en aza düşürülmüştür. Buna rağmen hâlâ bazı önlenemeyen basınç değişiklikleri olabilmektedir.

Gerçekte, basınç değişikliğine yol açan her türlü durum problem yaratır. Aynı durumla, yüksek binalarda hızla hareket eden asansörlerin içinde veya suya dalarken karşılaşırsınız. Derine dalan dalgıçlara ve pilotlara bu durumla nasıl başedecekleri öğretilir. Siz de kendi metodunuzu öğrenebilirsiniz.

Kulaklarınızın Tıkanmasını Nasıl Önlersiniz?

Yutma işlemi östaki borusunu açan kasları harekete geçirir. Sakız çiğnerken veya naneli şeker yerken daha sık yutkunursunuz. Bunlar inişe geçmeden önce yapılabilecek iyi egzersizlerdir. Esnemek daha bile iyidir. Esnerken bu kas daha iyi uyarılır. İniş sıasında uyumamaya dikkat etmeniz gerekir çünkü uyurken yutkunma işlemi çok yavaşlar (uçuş ekibi inişe geçildiğinde sizi uyandırmak ister).

Şayet yutkunmak ve esnemek etkili değilse şu metod en iyi sonucu verir: 1)Burun kanatlarınızı elinizle sıkıca kapatınız 2)Ağızdan kuvvetli bir soluk alınız 3)Ağzınız ve burnunuz kapalı olduğu halde bu nefesi yanak ve yutma kaslarınızı kullanarak dışarı üflemeye çalışınız, böylece basınçlı hava östaki borusundan orta kulağa geçebilir. Kulağınızda basınç veya ses hissttiğinizde başardınız demektir. İniş sırasında bunu birçok kez yapmanız gerekebilir.

Bebekler bu işlemi yapamazlar fakat bir şey emerlerse rahatlarlar. İniş sırasında bebeğinizi emziriniz veya besleyiniz ve uyumalarına müsaade etmeyiniz.

Hangi Tedbirleri Almalısınız?

Kulaklarınuıza hava ile basınç yaparken karnınızı ve göğsünüzü kullanmayınız çünkü bu durumda çok fazla basınç oluşur. Uygun basınç sadece yanak ve yutma kaslarınızı kullanarak sağlanır.

Soğuk algınlığınız, sinüs iltihabınız veya alerjiniz varsa en iyisi uçuşu ertelemektir.

Son günlerde bir kulak müdahalesi geçirmişseniz, doktorunuzdan uçuş hakkında bilgi alınız.

Burun Açıcı İlaçlar ve Burun Spreyleri?

Deneyimli yolcular inişe geçmeden yaklaşık bir saat önce burun açıcı bir ilaç veya sprey kullanırlar. Bu ilaçlar kulağa giden dokuları büzerek orta kulak havalanmasına yardımcı olurlar. Aynı sebepten dolayı alerjisi olan kişiler de alerji ilaçlarını uçuş öncesi almalıdırlar.

Burun açıcı ilaçların yüksek tansiyonu, kalp problemi, kalp ritm bozukluğu, tiroid hastalığı, aşırı sinirliliği olan kişilerce kullanılmadan önce mutlaka bir hekime danışılması gerekmektedir. Aynı şekilde hamile bayanlar da hekimlerine danışmalıdırlar.

Kulaklarınız Açılmazsa Ne Yapılmalı?

İnişten sonra da basınç eşitleyici hareketler yapabilir ve burun açıcı ilaçlara devam edebilirsiniz (burun açıcı spreyleri kullanmayı alışkanlık haline getirmeyiniz ve uzun süre kullanmayınız aksi takdirde daha fazla tıkanıklığa yol açabilirler). Kulaklarınız hâlâ açılmıyor ve ağrıyorsa kulak hekimine başvurmanız gerekir. Hekiminiz, kulak zarınızı çizerek orta kulağınızdaki basıncı veya sıvıyı boşaltmaya ihtiyaç duyabilir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 13.09.2013, 18:41   #370 (permalink)
Dasdivanya
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
tick Cevap: Dahiliye

Dahiliye (İç Hastalıkları)

İç hastalıkları departmanı çocukluk çağını aşmış bireylerin iç organ sistemleri ile ilgili incelemeleri yapar. Bu sisteme ait organların fonksiyon bozukluklarıyla ilgili teşhis ve tedavi hizmetini verir. Bunun yanı sıra sağlık hizmeti verdiği her bireyi kendisini hastalıklarda koruması için alınması gereken önlemler konusunda bilinçlendirir ve yönlendirir.
Genel dahiliye tıbbın tüm klinik branşlarına temel teşkil eden bir disiplindir. Sağlık kuruluşlarına başvuran hastaların büyük çoğunluğunun problemleri iç hastalıklarının ilgi alanına girmektedir. Üst ve alt solunum yolu hastalıkları, hiper tansiyon, mide-bağırsak sistemi hastalıkları, böbrek hastalıkları, tiroid hastalıkları, şeker hastalığı, romatizmal hastalıklar gibi çok geniş bir skalayı kapsar.

İç Hastalıkları Bölümü Alt Birimleri
1. Acil Dahiliye
2. Romatoloji
3. Gastroenteroloji
4. Hematoloji
5. Nefroloji
6. Göğüs Hastalıkları
7. Endokrinoloji
8. Enfeksiyon
9. Dahili Yoğun Bakım
10. Check-up ve koruyucu hekimlik

İç Hastalıkları

İç hastalıkları departmanı her biri kendi alanında uzmanlaşmış, genel dahiliye, gastroenteoloji-endoskopi, göğüs hastalıkları-alerji, hepatolojiı,
enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji, nefroloji, hematoloji ve medikal onkoloji bölümleri bulunmaktadır.

Genel Dahiliye
Genel dahiliye tıbbın tüm klinik branşlarına temel teşkil eden bir disiplindir. Sağlık kuruluşlarına başvuran hastaların büyük çoğunluğunun problemleri iç hastalıklarının ilgi alanına girmektedir. Üst ve alt solunum yolu hastalıkları, hiper tansiyon, mide-bağırsak sistemi hastalıkları, böbrek hastalıkları, tiroid hastalıkları, şeker hastalığı, romatizmal hastalıklar gibi çok geniş bir skalayı kapsar. Hastanemizde genel dahiliye hizmeti, iç hastalıkları uzmanları tarafından 24 saat süre ile kesintisiz sürmektedir.
Bu hizmet kapsamında ayakta poliklinik rnuayneleri, yatarak takip ve tedavi, acil servis ve check-up bulunmaktadır. Bu hizmet sırasında iç hastalıkları alanına giren tüm branşlar ile sıkı bir iş birliği söz konusudur. Hastanemizde bununla ilgili olarak kardioloji, gastro-entereloji, nefroloji, hematoji, endokrinoloji, göğüs hastalıkları ve enfeksiyon hastalıkları alanında uzman staff kadrosu yanı sıra geniş konsultan hekim kadrosu bulunmaktadır.
Check-up, kişinin herhangi bir şikayeti olmaksızın belirli periyodarda yapılan geniş kapsamlı sağlık taramasıdır. Günümüzde birçok ölümcül hastalığın tedavisi bu şekilde yapılan check-uplar sonucu konulan erken tanıya bağlıdır. Hastanemizde kadın ve erkeklere yanı sıra farklı yaş gruplarına farklı check-up programları uygulanmaktadır.
Burada amaç,farklı cins ve yaş gruplarına göre, artan risk faktörleri doğrultusunda tarama yapılmasıdır. Bu check-up programları kapsamında, dört uzman hekim tarafından yapılan fizik muayneler, detaylı laboratuar (kan, idrar, dışkı tahlileri), radyolojik ve kardiyolojik tetkikler bulunmaktadır. Hastanemizde 45 yaş altı ve üstü olmak üzere, kadın ve erkek dört farklı check-up programı uygulanmaktadır.
Son zamanlarda radyoloji departmanımıza dahil edilen gelişmiş modern görüntüleme sistemleri sayesinde check-up kapsamındaki tanı ve tedavilerde çok büyük aşamalar kaydedilmiştir. Periyodik muayne; hastanemizde Türk Hava Yolları dahil olmak üzere diğer tüm özel hava yolları kuruluşlarının periyodik plotaj muayneleri yapılmakta ve uçuş sertifikaları verilmektedir.
Bu kapsamda ortalama yıllık 1200 pilotun periyodik (altı aylık) uçuş muaynesi yapıimaktadır. Ayrıca, başta Belçika ve Almanya olmak üzere birçok ülkenin vize işlemleri sırasında gerekli olan sağlık raporları düzenlenmektedir.
Enfeksiyon Hastalıkları Bölümü ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü
İnfeksiyon hastalıkları, eski adıyla intaniye, mikroorganizmaların neden olduğu hastalıkların tanı ve tedavisi ile uğraşan uzmanlık alanıdır. Tüm dünya ülkelerinde infeksiyon hastalıkları en sık görülen hastalıklardır. İnfeksiyon hastalıkları tedavileri mümkün olan hastalıklardır.
Çok büyük bir kısmı uygun tedavi verilerek tam şifa ile sonlanırlar. Departmanın tanı kısmını oluşturan klinik mikrobiyoloji laboratuvarında hastalık etkeni mikroorganizmaların tespitine yönelik testler yapılmaktadır. Bakteriyoloji (bakteri bilimi), viroloji (virus bilimi), mikoloji (mantar bilimi), parazitoloji (parazit bilimi) ve seroloji (kanda mikroorganizmalara karşı oluşan antikorları araştıran bilim) klinik mikrobiyoloji laboratuvarının alt birimlerini oluşturmaktadır.
Ayrıca PCR laboratuvarında da mikroorganizmaların DNA ve RNA’larını saptayan moleküler testler yapılmaktadır. Kliniğimizde; poliklinik, servis, hastane infeksiyonları kontrolü, seyahat hastalıkları merkezi, erişkin aşılama merkezi alt başlıklarında hizmet verilmektedir. Seyahat hastalıkları merkezimizde dış ülkelere giden kişilere gerekli aşılar (hepatit A, hepatit B, tifo, tetanoz vs.) yapılmakta ve hastalıkları önleyici ilaçlar (sıtma proflaksisi) verilmektedir. Seyahat sırasında karşılaşılabilecek sorunlar ve önlemler için gidilen ülke ile ilgili bilgiler verilmektedir.
Her yıl A.B.D. ve Avrupa ülkelerinden gelişmekte olan ülkelere giden 50 milyon kişinin %20-70’inde seyahat ile ilişki bir rahatsızlık gelişmektedir. Çoğu rahatsızlık bir sorun yaratmamasına rağmen, seyahat edenlerin %1-5’i seyahatleri sırasında veya sonrasında bir sağlık kuruluşuna başvurmaktadır. %0,01-0,1’i hastaneye yatırılmakta, 100 binde biri ölmektedir. Risk özellikle Afrika, Güneydoğu Asya, Güneybatı Asya ve Güney Amerika’da fazladır. Ülkemizde 2000 yılında yaklaşık 5 milyon kişi dış ülkelere seyahat etmiştir.

Sigarayı Bırakmak

Her gün dünyada 5.000 çocuk sigaraya başlamaktadır. Sigara içmeyi bir kez deneyen 4 kişiden 3 tanesi sigara tiryakisi olmaktadır. Dünyada her yıl 4 milyon insan sigaradan hayatını kaybetmektedir.

SİGARA İLE İLGİLİ BAZI ÇARPICI GERÇEKLER

Her gün dünyada 5.000 çocuk sigaraya başlamaktadır.
Sigara içmeyi bir kez deneyen 4 kişiden 3 tanesi sigara tiryakisi olmaktadır.
Dünyada her yıl 4 milyon insan sigaradan hayatını kaybetmektedir.
Türkiye'de her yıl 100.000 kişi erken yaşlarda sigara nedeniyle hayatını kaybetmektedir.
Sigaranın yol açtığı ölümler; trafik, terör, iş kazaları vb. tüm ölümlerin toplamından beş kat daha fazladır.
Günde bir paket sigara içilen evlerde çocuklar 5 sigara içmiş gibi zehirlenmektedirler.
Pilotlarda sigara kullanımı üzerine yapılan bir araştırmaya göre, uçuştan bir saat önce bir sigara içen pilotun, görme alanında ve renk algılama yeteneğinde %20 oranında azalma olmaktadır. Bu nedenle pilotlar gibi sürücülerin de sigara kullanmaması gerektiği belirtilmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü'nün (WH0) verdiği rakamlara göre, dünyada her 13 saniyede bir kişi sigara yüzünden hayatını kaybetmektedir.
İçilen her, sigara yaşamdan 5.5 dakika çalmaktadır.
Sigara içenler, içmeyenlere göre, daha çok sırt ve eklem ağrısı çeker.
Ağır derecede sigara içenler, sözlü anlatım sırasında hafızalarını toparlamada güçlük çekerler.

Sigara içilen ortamda maruz kalınan duman, pasif içicilerden çok çocukları ve hamile kadınları etkiler.
Pasif sigara içiciliği, ileriki yaşlarda akciğer kanserlerinin en önemli nedenlerinden biridir.
Çevresel sigara dumanı, herkes için tehlikelidir.
Türkiye'de her yıl 10.000 insan, kendi sigara içmediği halde, yanında sigara içildiği için hayatını kaybetmektedir.
Sigara, her nefeste 50.000 hücrenin ölümüne sebep olur. SİGARA VE SAĞLIK
Sigara dumanı içinde 4.000' den fazla zehirli madde bulunmaktadır.
Boya sökücü aseton, akü yapımında kullanılan kadmiyum, roket yakıtı metanol, çakmak gazı bütan, temizlik maddesi amonyak, fare zehiri arsenik, öldürücü zehir hidrojen siyanür, naftalin, bu 4000 maddeden sadece birkaç tanesidir. Nikotin ise sigarada bulunan bağımlılıktan sorumlu ana maddedir.
Sigara kullanımının risk faktörü olarak rol oynadığı hastalıkları sistematik olarak inceleyecek olursak:
Solunum Sisteminde: Kronik faranjit, larenjit, tekrarlayan üst solunum yolu enfeksiyonları, ses teli nodülleri, boğaz, larenks ve akciğer kanserleri, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (kronik bronşit, amfizem), astımın ortaya çıkmasını kolaylaştırır ve atakların sıklık ve ağırlığını artırır. Sigara içenlerde akciğer kanserinden ölüm oranı 15-20 kat daha fazladır.
Dolaşım Sisteminde: Damar sertliği gelişimi, kol ve bacak damarlarında tıkanıklık, yüksek tansiyon, kalp krizi, çarpıntı, kan akışında azalma ve pıhtı oluşması.

Santral Sinir Sisteminde: Beyin damarlarında daralma ve beyin kan akımında azalma, beyin kanaması, felç gelişimi.
Sindirim Sisteminde: Mide asidinde artma, gastrit, mide ve incebağırsak ülserleri, ağız, dudak, yemek borusu ve mide kanserleri yapabilir.
Diğer organlarda etkileri: Mesane ve böbrek kanseri, safra kesesi ve pankreas kanserleri, kemik erimesi, dişlerde sararma, ağızda kötü koku yapabilir. Erkekte impotans ve sperm anomalileri, kadınlarda erken menopoz ile ilişkilidir. Katarakt ve diğer göz sorunları yapabilir. Sigara, hamililerde erken doğum ve düşük nedenidir. Ayrıca, yüzde kırışma, saçlarda grileşme, saç kaybı ve erken yaşlanmaya yol açar.
SİGARA NASIL BIRAKILIR ?
Sigara bırakmak için salt irade gücü yetmemektedir. Sigarayı bırakmak için bir tedavi süreci gereklidir. Sadece irade gücü ile bırakmaya çalışanların bu girişimlerinin çok büyük bir bölümü başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Doktorunuzdan tavsiye almak, sizin için doğru olan bırakma yöntemini belirlemek ve başarmanıza yardımcı olacak bir plan yapmak, başarı olasılığınızı yükseltecektir. Yapılan bir araştırmaya göre, irade gücüyle sigarayı bırakabilenler %5 oranında başarılı olurken, tıbbi yardım ile sigarayı bırakanların oranı %30 olmaktadır.
Sigarayı bırakmaya karar vermek, başarı için en önemli malzemedir.
Fakat, sigarayı bırakmak isteyenlerin ilk veya ikinci denemelerinde başarısız olmaları, sık rastlanılan bir durumdur.
SİGARAYI BIRAKIRKEN HEKİMİNİZ YANINIZDA
Alman Hastanesi Akciğer Hastalıkları Merkezimizde uzman hekimlerimizin sizin için hazırladığı bir programla, bu kararınızda size destek ve yardımcı olacağız.
Sigara Bırakma Polikliniğimize başvurduğunuzda, önce sizin sigara bağımlılık dereceleriniz değerlendirilerek, sigaranın akciğerlerde yapmış olduğu hasar tespit edilecek, sigara bırakma programınız düzenlenecektir.
Sizin bağımlılık derecenize göre sigara bırakmaya yönelik yöntemlerden biri veya gerekirse birkaçı birlikte kullanılarak, sigaradan uzaklaşmanız sağlanacaktır.
Tüm hastaların program başlangıcında ve sonunda akciğer kapasiteleri değerlendirilir, tam muayeneleri yapılır ve tüm hastalar 3 ay boyunca polikliniğimizce takip edilirler.
Sigara bırakma polikliniğimizdeki takipler sırasında hastaların nefesler indeki karbon monoksit miktarı ölçülerek, sigarayı gerçekten bırakıp bırakmadıkları saptanır.
Karbon monoksit miktarındaki düşüş, hastaların akciğerlerinin sigara ve toksinlerinden kurtulmasının bir göstergesi olarak kullanılır.
SİGARAYI BIRAKTIKTAN SONRA NELER KAZANACAKSINIZ ?
• 20 dakika sonra kan basıncı ve nabız normale döner.
• 8 saat sonra vücudunuz kendi kendini tamire başlar,
karbon monoksit düzeyi düşerken oksijen seviyesi normale
yükselir.
• 24 saat sonra karbon monoksit vücudunuzdan tamamen
atılır. Akciğeriniz sigaranın neden olduğu mukusu
temizleye başlar. Kalp krizi geçirme şansı azalır.
¦ 48 saat sonra tat ve koku hissinizde artış kaydedilir.
Vücudunuzdaki nikotin tamamen temizlenir. ® 72 saat sonra akciğer kapasitesi artar ve solunum daha
kolay hale gelir.
• 2 hafta-3 ay sonra dolaşım düzelir, yürüme rahat hale
gelir ve akciğer fonksiyonları %30 artar.
• 1-9 ay sonra akciğerin kendini temizleme kabiliyeti artar. Enfeksiyon riski, öksürük, geniz akıntısı ve nefes darlığı azalırken, vücudunuzun enerjisi artar.
• 1 yıl sonra kalp krizi riski, sigara içmeye devam eden
birinin taşıdığı riskin yaklaşık yarısına iner.
• 5 yıl sonra akciğer kanserinden olan ölümler %50 azalır,
kalp krizi riski hiç içmeyenlerin seviyesine iner.
• 10 yıl sonra akciğer kanserinden ölme riski, hiç
içmeyenlerin seviyesine iner.
• 15 yıl sonra felç geçirme ve kalp krizi riski, hiç sigara
içmemiş birinin taşıdığı riskle aynı seviyeye iner.

Gastroözofageal Reflü Hastalığı
Gastroözofageal reflü özofagusun en sık rastlanan hastalığıdır. Normal bireylerde de, kısa süreli, şikayete ve özofagusta hasara yol açmayan reflü atakları olur.

Gastroözofageal reflü özofagusun en sık rastlanan hastalığıdır. Normal bireylerde de, kısa süreli, şikayete ve özofagusta hasara yol açmayan reflü atakları olur. Bu fizyolojik bir durumdur. Özofagusa kaçan mide içeriği şikayetlere veya özofagusta hasara veya her ikisine birden yol açarsa, bu durumda gastroözofageal reflü hastalığından söz edilir. Endoskopik olarak görülebilen erozyonlara yol açmış ise reflü özofajit olarak adlandırılır. Buna karşılık, bir hastada reflüye ait şikayetler var fakat endoskopik hasar yok ise, buna eroziv olmayan reflü hastalığı denir.
Gastroözofageal reflü hastalığının en önemli belirtisi retrosternal (göğüs kemiğinin arkasında) yanma hissidir. Bunun dışında yutma güçlüğü, lokmaları yutarken göğüste ağrı, yenen yemeklerin geri ağıza gelmesi, ağızın acı bir su ile dolması ve geğirti gibi şikayetlere de neden olabilir. Bunlara klasik reflü belirtileri denir. Gastroözofageal reflü hastalığı bu klasik belirtiler dışında atipik reflü semptomları dediğimiz birtakım şikayetlere de yol açabilir. Bunlar kalp benzeri göğüs ağrısı, astım, bronşit, ses kalınlaşması, ses teli nodülü, kronik öksürük, ağız kokusu, larinks kanseri ve dişte mine kaybıdır.
Gastroözofageal reflü hastalığı oldukça sık rastlanan bir hastalıktır. Ülkemizde yapılan bir çalışmaya göre Türkiye'de yaşayan kişilerin %3'ü sürekli, %23'ü her gün, %46'sı ise seyrek olarak reflü belirtileri tanımlamaktadır. Erkeklerde bayanlara göre 2-3 kez daha sık görülür. Nadiren ölüm nedenidir ancak komplikasyonlar nedeniyle önemli ölçüde morbiditeye yol açar. Gastroözofageal reflü hastalığının komplikasyonları kanama, perforasyon (delinme), striktür (darlık) ve Barret özofagusudur.
Endoskopik inceleme, biopsi ile uygulandığında, reflü özofajit tanısı için altın standarttır. Özofagus mukozasının doğrudan görülmesini, hasarın derecesini saptanmasını, darlık olup olmadığını görülmesini ve Barret özofagusu gibi şüpheli prekanseroz lezyonlardan biopsi alınmasını sağlaması nedeniyle, klinik pratikte genellikle ilk tercih edilen tanı yöntemi endoskopidir.
Gastroözofageal reflü hastalığının tedavisinde ilk basamak yaşam tarzı değişiklikleridir. Bunlar reflüyü arttıran yağlı gıdalar, alkol, çikolata ve kafein içeren gıdalardan kaçınmak, yemekten sonra en az 2-3 saat süreyle yatmamak, normal kiloda olmak, sigara içmemek ve yatak başını 15 cm. yükseltmek gibi düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerle hafif belirtileri olan hastalar rahatlayabilir.
Proton pompa inhibitörleri (omeprazol, lansoprazol, rabeprazol, pantoprazol ve esomeprazol), reflü hastalığının tedavisinde en etkili ajanlardır.
Gastroözofageal reflü hastalığı kronik bir hastalıktır. Özofajit iyileştikten sonra ilaç bırakıldığında olguların büyük bir kısmında şikayetler tekrar başlar. Bu nedenle uzun süreli idame tedavisine gereksinim olabilir.

İNFLUENZA (GRİP)

Her yıl dünyada yaklaşık 500 milyon kişi gribe yakalanmaktadır. Grip insandan insana hızla yayılan viral bir infeksiyon hastalığıdır. Grip mevsiminde birçok insan işinden olmakta, çok yaşlılarda ve altta yatan hastalığı olanlarda öldürücü olabilmektedir.

Her yıl dünyada yaklaşık 500 milyon kişi gribe yakalanmaktadır. Grip insandan insana hızla yayılan viral bir infeksiyon hastalığıdır. Grip mevsiminde birçok insan işinden olmakta, çok yaşlılarda ve altta yatan hastalığı olanlarda öldürücü olabilmektedir. 1918-1919 yıllarında saptanan pandemide 21 milyon kişi hayatını kaybetmiştir.

ETKEN
Grip, influenza A ve B viruslerinin neden olduğu viral bir infeksiyondur. İnsanlarda yaygın hastalığa yol açan influenza A virusudur. İnfluenza A ve B virusleri, hemaglutinin ve nöraminidaz olarak isimlendirilen glukoprotein yapısında iki yüzey antijenine sahiptirler. İnsanlarda yaygın hastalığa yol açan influenza A viruslerinde hemaglutinin’in (H1, H2, H3) ve nöraminidaz’ın (N1, N2) alt tipleri tanımlanmıştır. Alt tiplerde antijenik shift ve antijenik drift olarak isimlendirilen değişiklikler sonucu yeni suşlar ortaya çıkmaktadır. Değişikliğin büyüklüğüne göre pandemi ve epidemiler ortaya çıkmaktadır.

EPİDEMİYOLOJİ
İnfluenza A virusu insan ve domuz, kuş, at gibi hayvanlarda, influenza B sadece insanda, influenza C virusu ise insan ve domuzlarda hastalık oluşturmaktadır. Sadece hayvanlarda hastalık oluşturan influenza A virusunun alt tipleri de vardır. Bunun en bilinen örneği kuş gribidir. Son yıllarda bu virusun insanlara da bulaşabildiği gösterilmiştir. Bunlar az sayıda vakalar olmakla birlikte, büyük salgınların olmasından endişe edilmektedir.
Grip, hastalığa yakalanmış kişinin hapşırma, öksürme ve konuşma sırasında havaya saçtıkları virus içeren damlacıkların solunması ile bulaşır. Bu damlacıklar birkaç saat boyunca havada kalabilir ve insanlara hastalığı bulaştırabilir. Bu nedenle okul, iş yeri gibi kalabalık ortamlarda bulunan kimseler özellikle risk altındadır. Virus ile kontamine el ve cansız nesnelerle temas sonucu da hastalık bulaşabilir, fakat bu olasılık daha azdır. Hastalık dünyanın her bölgesinde ve her yaşta görülebilir. Okul çağındaki çocuklar gibi kalabalık ortamlarda bulunanlarda hastalığa yakalanma oranı yüksek iken, yaşlılarda ve altta yatan hastalığı olanlarda gribe bağlı ölüm oranı yüksektir. Salgınlar ılıman iklim kuşağında, kuzey yarım kürede Ekim-Nisan ve güney yarım kürede Mayıs-Eylül aylarında görülür. Tropikal bölgelerde tüm yıl boyunca saptanabilir.

KLİNİK BELİRTİ VE BULGULAR
Grip, 1-2 günlük bir kuluçka döneminden sonra birdenbire başlar. Yüksek ateş, baş ağrısı, kas ağrısı, halsizlik, iştahsızlık sıklıkla saptanan şikayetlerdir. Ateş, genellikle üç gün sürer. Ateş düştükten sonra tekrar bir yükselme saptanabilir. Boğazda yanma, burun akıntısı, kuru öksürük, aşırı yorgunluk diğer semptomlardır.
Soğuk algınlığı yanlış olarak grip ile karıştırılmaktadır. İki hastalıkta viral bir infeksiyon olmakla birlikte, farklı hastalıklardır ve farklı viruslerle oluşturulmaktadırlar.
Belirtiler Grip Soğuk algınlığı
Ateş 3-4 gün süren yüksek ateş Nadir, hafif
Baş ağrısı Bazen şiddetli Nadir
Kas ağrısı Genellikle şiddetli Hafif
Kırıklık, halsizlik 2-3 hafta sürebilir Hafif
Burun akıntısı Bazen Sık
Hapşırma Bazen Genellikle
Boğaz ağrısı Bazen Sık
Hayati tehlike Var Yok
Aşı ile korunma Var Yok
Yorgunluk ve halsizlik daha uzun sürebilmesine rağmen sağlıklı kimselerde grip semptomları yaklaşık bir hafta sürer. Altta yatan hastalığı, bağışıklık yetmezliği olanlarda, küçük çocuklar ve yaşlılarda yaşamı tehdit edici komplikasyonlar oluşabilir.
Akciğer komplikasyonları en sık görülen grip komplikasyonlarıdır. Virüsün direkt etkisine bağlı primer viral pnömoni veya sekonder bakteriyel pnömoni şeklinde görülebilir. Kronik kalp ve akciğer hastalarında primer viral pnömoni sık görülür ve mortalitesi çok yüksektir. Sıklıkla Staphylococcus aureus, Streptococcus pneumoniae ve Haemophilus influenzae gibi bakterilerin etken olarak saptandığı sekonder bakteriyel pnömoni, yaşlılarda, kronik akciğer, kalp ve metabolik (diabet gibi) hastalığı olanlarda sık görülür. Hastalık mortalitesi düşüktür ve antibiyotik tedavisine yanıt verir.

TANI
Tanı, boğaz sürüntüsü, burun akıntısı, balgam gibi örneklerde virusun saptanması veya kanda hastalığa karşı gelişen antikorların saptanması ile konabilir. Bu yöntemler zaman alıcıdır. Ancak aşı üretimi, salgına neden olan suşların saptanması açısından araştırma amacıyla yapılması gereken testlerdir.
Bir salgın sırasında genellikle klinik bulgular ile tanı koymak kolaydır. Ancak son yıllarda hızlı tanı testleri de geliştirilmiştir. Bu testler ile klinik örneklerden dakikalar içinde virusun antijenleri saptanabilmektedir. Bu sayede tedavi kolaylıkla yönlendirilebilmektedir.

TEDAVİ
Yatak istirahati, bol sıvı alımı, ağrı kesici ve ateş düşürücüler, öksürük kesiciler gibi ilaçlar ile semptomatik tedavi önerilir. Komplikasyonlar yakından takip edilmeli ve uygun şekilde tedavi edilmelidirler.
Amantadin ve rimantadin influenza A’nın tedavisi ve proflaksisinde uzun yıllardır kullanılan antiviral ilaçlardır. Zanamivir ve oseltamivir son yıllarda kullanıma sunulmuş influenza A ve B’ye karşı etkili ilaçlardır. 36-48 saat içinde başlandığında semptom süresini kısalttıkları ve komplikasyonları azalttıkları saptanmıştır.

KORUNMA
İnaktif aşılar influenzadan korunmada etkinliği kanıtlanmış olan aşılardır. Canlı atenüe aşılar ve DNA kökenli aşılarla ilgili çalışmalar devam etmektedir ve ümit vermektedirler.
Dünya Sağlık Örgütü virusun değişikliklerini yakından izleyip, aşı bileşimi için yıllık önerilerde bulunur. Her yıl aşı içeriği Dünya Sağlık Örgütünün önerileri dikkate alınarak hazırlanır. Son yıllarda kullanılan aşılarda iki influenza A alt tipi ve bir influenza B suşları yer almaktadır. Örneğin 2004-2005 dönemi için önerilen aşılarda A/New Caledonia/20/99 (H1N1), A/Fujian/411/2002 (H3N2), B/Shanghai/361/2002 suşları yer almaktadır.
Hazırlanan aşı ile salgında saptanan viruslerle antijenik benzerlik varsa aşı %50-80 korunma sağlayabilir. Sağlıklı erişkinlerde aşı ile sağlanan koruyucu antikor düzeyi influenza A için %80’in üzerinde bildirilmiştir. Yaşlılarda koruyuculuk oranı daha düşük olmakla birlikte komplikasyonları ve ölüm oranını azalttığı saptanmıştır.
İnfluenza aşısı, o senenin yeni aşısı ile, her yıl kasım ayına kadar uygulanmalıdır.
Aşı, grip komplikasyonlarının sık görüldüğü, bu hastalara hastalığı bulaştırma olasılığı yüksek olan kimselere, influenzadan korunmak isteyen 6 aylıktan büyük ve yumurta alerjisi olmayan herkese önerilir.
İnfluenza ile ilişkili komplikasyon ve mortalite riski yüksek olan gruplar;
65 yaş ve üzerindekiler,
Huzur evinde kalan veya kronik bakım verilen bir sağlık ünitesinde kalan her yaştan kişiler,
Kronik akciğer ve kalp hastaları,
Uzun süreli aspirin tedavisi verilen 6 ay-18 yaş arası çocuklar,
Kronik böbrek ve metabolik hastalığı olanlar, bağışıklık yetmezliği olanlar,
Yüksek riskli gebeler.
Yüksek riskli kişilere influenza bulaştırma olasılığı olanlar;
Doktorlar, hemşireler ve hastanede çalışan diğer personel,
Huzurevi ve kronik bakım veren sağlık ünitelerinde çalışanlar,
Yüksek riskli kişiler ile aynı evde yaşayanlar.

Check-Up

Hastalıklarla savaşmanın en kolay yolu, erken teşhisdir. Hastalığın ilerlemesinden sonra uygulanacak tedavi hem yorucu hem masraflı olacaktır. Check-up ile o anki tıbbi durumu değerlendirilen hasta, herhangi bir rahatsızlığı olmaksızın sahip olduğu hastalıkları öğrenebilir, tedavi için gerekli önlemleri alabilri.

1) Check-up nedir?
Check-up herhangi bir şikayet olmaksızın belirli aralıklarla yapılan ve kişinin sağlığı hakkında genel bilgi veren sağlık taramasıdır. Günümüzde bir çok ölümcül hastalığı tedavi edebilmenin başlıca yolu erken
tanıdır.
2) Check-up'ın kapsamı ne olmalıdır?
Check-up kişinin cinsiyetine, yaşına ve sahip olduğu genetik faktörlere bağlı olarak sağlığı hakkında tüm sistemlerle ilgili yeterli bilgi verebilecek kapsamda olmalıdır. Belirli şartlarda bazı tetkikler ön plana geçmelidir.
Bu kapsamın belirlenmesinde kişinin ayırabileceği zaman ve ekonomik şartları göz önünde bulundurulmalıdır.

3) Check-up kimlere uygulanmalıdır?
Check-up her yaştaki bireylere uygulanabilir ama genel uygulamada özellikle 35 yaş sonrası daha önemli hale gelmektedir.
4) Check-up hangi sıklıkta uygulanmalıdır?
Keskin sınırlar olmamakla beraber 35 yaş üstü bireylerde yılda bir kez yapılması önerilir.
5) Kapsamlarına göre check-up çeşitleri nelerdir?
Kişinin yaşı, cinsiyeti ve sahip olduğu risk faktörlerine göre farklı kapsamda check-up programları uygulanmaktadır. Genç bireylerde koruyucu hekimliğe yönelik dar kapsamlı check-up programları uygulanırken 50 yaş ve üzeri erkek bireylerde kalp damar hastalıkları başta olmak üzere, akciğer, prostat ve kolon kanserleri üzerine odaklanılır. 50 yaş ve üzeri bayan bireylerde ise menepoz ve beraberinde getirdiği rahatsızlıklar, kalp ve damar hastalıkları, meme ve rahim kanserleri üzerine odaklanılır.
6) Check-up uygulamalarında en sık rastlanan sorunlar nelerdir?
Yetersiz kapsamda uygulanan check-up programlarının sonucu olarak bireyin var olan veya oluşabilecek rahatsızlıkları saptanamamakta ve zaman kaybedilmektedir. Ülkemizde yaşanan başlıca sorun belirli şikayetlerle
başvuran bireylerin genel check-up'a yönelmesi ve bunun sonucunda yanılgıya düşülmesidir. Örneğin, midesi rahatsız olan bir bireyin önceliği check-up yerine gastroskopi olmalıdır ki mide rahatsızlığının (örneğin ülser) spesifik nedeni tespit edilebilsin. Bunun gibi baş ağrısı şikayeti ile gelen bir hastanın öncelikle hiper tansiyon ve nörolojik yönden tetkik edilmesi uygun görülür. Bu gibi durumlarda check-up yaptırmak önemini yitirir.

7) Günümüzde uygulanan yeni tarama yöntemleri nelerdir?
Teknoljideki hızlı ilerlemeye paralel olarak tanısal branşlardaki yenilikler takip edilmesi zor bir hızla günümüz tıbbında yerlerini almaktadır. Son jenerasyon Multi-Dedektör Bilgisarlı Tomografi (MDCT) ile dünyada bir numaralı ölüm sebebi olan koroner kalp hastalıklarında ve başta akciğerkanseri olmak üzere prostat, meme, kolon ve pankreas kanserlerinde erkenteşhis imkanı bulunabilmektedir.

8) Check-up konusunda iş adamlarına neler önerilir?
İş dünyasındaki aşırı stres vücüdu olumsuz etkilemektedir, fakat buna rağmen yoğunluk nedeni ile sağlığa yeterli zaman ayrılmamaktadır. İş adamlarına özellikle Multi-Dedektörlü Bilgisayarlı Tomografi ile geniş kapsamlı check-up programını öneririm.
Dönüşü olmayan bir yola girmektense senede bir gününüzü sağlığınıza ayırarak
hayatınızı kurtarabilrisiniz.

Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Yukarı'daki Konuyu Aşağıdaki Sosyal Ağlarda Paylaşabilirsiniz.


Yetkileriniz
Konu Açma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum hakkında Kullanılan sistem hakkında
Forumaski paylaşım sitesidir.Bu nedenle yazılı, görsel ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenmektedir.Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir.Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazılı, görsel ve diğer materyalleri 48 saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır. Bildirimlerinizi bu linkten bize yapabilirsiniz.

Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2016, ve Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.
yetişkin sohbet chatkamerali.net

Saat: 11:21