Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu
 

Go Back   Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu > Eğitim - Öğretim > Kişisel Gelişim
Kayıt ol Yardım Kimler Online Bugünki Mesajlar Arama

canlı casino siteleri canlı casino siteleri sagedatasecurity.com casino siteleri takipçi satın al
porno diyarbakır escort bayan antalya escort malatya escort

Önyargı Üzerine Araştırmalar

Kişisel Gelişim kategorisinde açılmış olan Önyargı Üzerine Araştırmalar konusu , ...


Like Tree1Beğeni
  • 1 Post By Ela

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 19.05.2013, 22:24   #1 (permalink)
Ela
Boşver gitsin...

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Önyargı Üzerine Araştırmalar

ÖNYARGI


Önyargı, kelimenin de anlattığı gibi, bir şey ya da kişi hakkında önceden hüküm verme anlamını (aşır. Önyargılı insan, belirli bir konuda o konuyla, ilgili bilgileri gözden geçirmeden karar vermiş olan kişidir. Bu önceden karar vermiş olma hissi, önyargının sosyal psikolojideki anlamının temelini oluşturur. Önyargılı inançların üç özelliği vardır:

a) Tipik olarak önyargı, sosyal gruplara ilişkin inançlarda görülür, eğer bir birey belirli bir sosyal grubun üyesi olarak ele alınıyorsa, bireye yönelik önyargılı inancın olduğundan söz edilebilir,
b) inanç
ya da yargı, esas olarak olumsuz karakterdedir. Mantıken bir grup hakkında olumlu önyargıya sahip olunabilse de, önyargı pek çok kez bir gruba karşı olumsuz ve saldırgan bir tutumu gösterir:Yahudilerin, yahudi olmayanlara karşı bakış açılan, son zamanlara kadar devam edegelmiş olan A.B.D. deki zencilere karşı gösterilen aşağılayıcı uygulamalar ve cinsiyet ayrımı güden (se-xist) tutumlar önyargıya en iyi örnektirler, c) Önyargılı bir inanç ya hatalıdır, ya da inananı hataya sürükler. Bir önyargı ne bir sosyal grubun gerçekçi biçimde değerlendirilmesine dayanır, ne de o grupla ilişki kurmak önyargıyı kolay kolay değiştirebilir. Bu yüzden, Aüport, önyargıyı tartıştığı eserinde, "erken-yargılar" yeni bilgilerle yüz-leşince değişmiyorsa, önyargıya dönüşmüşler demektir" diye yazıyordu.
Önyargılı kişinin hatası, kısmen, sosyal grupları stereotipler şeklinde algılama eğiliminden kaynaklanır. Stereotipler konusundaki ilk sosyal psikolojik araştırmalardan birinde Katz ve Braly (1935) Amerikan Kolej öğrencileri arasında değişik sosyal grupları klişe tanımlarla damgalama konusunda yaygın bir eğilimi tesbit ettiler. Yani, siyahların stereoûpleri, "batıl itikatları olan" ve "tembel"; Yahudüerinki, "menfaatperest" ve "açgözlü"; Türklerinki "kaba" ve "güvenilmez" olma özelliklerini içeriyordu. Böyle stereotipler içinde düşündüğünde önyargılı kişi, yalnızca bir bütün olarak gruplarla ilgili hoş olmayan düşünceler taşımakla kalmaz, aynı zamanda stereotipik özellikleri şans eseri taşıyan bireylerin yüzdesini de abartır; önyargının en aşırı durumunda tüm Yahudilerin veya tüm siyahların sözü edilen olumsuz özellikleri taşıdığına inanacaktır.
Önyargı ile ilgili ilk araştırmalar, önyargılı inançlara sahip olmak ve belli dış grupların üyelerine karşı farklı davranışlar içinde olmak arasında doğrudan bir ilişki alacağını varsaym ıslardı. Ancak genelde tutumlar teorisi konusunda yapılan araştırmalar, tutumları belirlemek için yapılan soruşturmalarda belirtilen görüşlerin davranışı yansıtmadığını göstermiştir. Sonuç olarak, şimdi artık önyargı ve ayınm yapma arasındaki ilişkilerin daha eskiden düşünüldüğünden daha karmaşık olduğu kabul edilmiştir.
Önyargının psikolojik kökenlerini açıklamak için kullanılan birçok teori arasında motivasyon (dürtüleme) teorileri ve öğrenme teorilerini ayrı ayrı ele almak mümkündür. Motivasyon teorileri önyargılı tutumları, kişilikteki eksikliklere veya bireyin tatmin olmamış arzularına bağlamaya çalışmışlardır. Bunlar genellikle "günah tekesi" teorileri olarak adlandırılır, çünkü önyargı kurbanları genellikle önyargılı kişinin iç dünyasındaki yetersizlikler nedeniyle mantıksız bir biçimde suçlanmaktadırlar. Böyle günah tekesi teorilerinden birisi de engel-lenme-saldırganlık teorisidir. (Dollard ve arkadaşları tarafından 1939'da öne sürülmüş ve 1962'de Berkowitz tarafından yeniden formüle edilmiştir.) Bu teori önyargının; birey bir engel tarafından kızdırıldığı ve bu kızgınlığı şu veya bu nedenle o engele doğrudan yansıtma imkanı olmadığında ortaya çıktığını ileri sürer. Bu teori örneğin, azınlık grupların ekonomik yetersizlik durumlarında neden artmış önyargılara hedef olduklarını açıklama konusuna uygulanabilir. Bİr başka motivasyon teorisi Adorno ve arkadaşlarına aittir. Bu teori önyargıyı otoriter-tip kişiliklerin baskılanmış düşmanlıkları bağlamında açıklama çabasındadır.
Genel önyargı teorileri olarak motivasyon teorileri sınırlıdır. Örneğin önyargı konusunda niçin belli hedeflerin seçilip diğerlerinin seçilmediğini açıklamakta başarısız kalmakladırlar; aynı zamanda önyargılı inanışların önemli bir Ölçüde öğrenme sonucunda oluşmuş olabileceğini de görmezden gelmektedirler.
Sosyal psikolojideki son zamanlarda yapılan araştırmaların çoğu, Önyargının bilişsel yönü üzerinde yoğunlaşmış olup önyargı kişilerin genellikle dünyayı algılayışı ve anlayışına dayanarak İncelenmektedir. Bu araştırma önyargılı düşüncenin önemli bir miktarının 'anormal' psikolojik süreçlerin sonucu olmadığını öne sürer. Jerome Bru-ner ve Hcnri Tajfe insanların bilginin pasif uygulayacılari olmadıklarına, tersine gelen uyarıların anlamını kavramaya çalıştıklarına işaret etmişlerdir. Yani normal algılama; bilginin sınıflandırılması ve önceki yargılara göre özümlenmesi, algılanan veya yaşanan şeyi belirlediğine göre, bu sırada bir miklar hata ve basitleştirmenin yapılmasını gerektirir. Slereotipik düşünce bu tür süreçlerin uç noktasıdır, slcrcotip sosyal dünyanın hangi yönlerinin dikkatin yoğunlaşması için seçileceğini ve bu yönlerin nasıl yorumlanacağını etkiler. Örneğin, belli bir grubu tembel olarak gören bir kişi, sık sık bilinçsiz bir biçimde kendi stereotipini doğ rulamaya çalışacak ve buna ters düşen delilleri görmezlikten gelecektir. Buna ek olarak belirsiz deliller, grubun tembel olduğuna ilişkin fikri desteklemek üzere yorumlanacak ve sonuç stereotipi destekler görünen bir biçimde o grupla ilgili algıların sistemsel bir şekilde bozulması olacaktır. Eğer bustereotip, toplum içinde yaygın kabul görü yorsa bu yalnızca ortak görüşe dönüşüp sosyal baskıların stereotipi teşvik etmesiyle kalmayacak, aynı zamanda bilişsel süreçlerde inananların kendi ikilemlerini görmesini de engelleyecektir.
(SBA)






Önyargının Nedenleri


İbrahim GÜRSES

Özet

Önyargı öteki şahıs ve gruplara karşı hoşgörüsüz, haksız ve ayırımcı tutumlardır. Dogmatik kanaatleri içerdiği için değiştirilmesi oldukça zordur. Bireylerin ve toplumların ilişkisini bozan önyargılar psikolojik, tarihsel, ekonomik, durumsal ve başka sosyo-kültürel faktörlerden kaynaklanabilmektedir. Dindarlık önyargı ilişkisi karmaşıktır. Dindarların önyargılarını din ile değil, başka psikososyal motifler ile açıklanmak gerekmektedir.

GİRİŞ

Harding ve arkadaşları önyargı (prejudice)yı başka şahıslara veya gruplara karşı hoşgörüsüz, haksız ve ayrımcı tutumlar olarak tanımlar.

Goldstein ise, bir grup veya o grubun üyeleri hakkında olumsuz bir değerlendirme olarak tanımladıktan sonra önyargıyı iki tipe ayırır: “Öteki”ni olumsuz bir değerlendirme ve “öteki”ne karşı olumsuz bir davranış.

Schleiermacher’e göre ise "önyargılar yan tutma ve acelecilikten kaynaklanır". O'na göre, yan tuttuğundan dolayı otoritelere itaat eden kişide peşin hükümler bulunur. Bireyi belirleyen peşin hükümler onun yan tutmasından kaynaklanır. Önyargı (veya hoşgörüsüzlük), hissedilebilir ve açığa vurulabilir bir şeydir. Bir grubun tamamına veya bir şahsın doğrudan kendisine yöneltilebilir. Çünkü o şahıs, artık bir grubun üyesi olarak algılanmaktadır.

Yapılan tanımlarda da görüleceği üzere, önyargıda diğer insanları grup aidiyetlerine göre değerlendirici bir tutum söz konusudur. Önyargılar, belirli bir dış grup hakkındaki olumsuz dogmatik kanaatleri içerdikleri için bir taraftan çok önceden ifade edilmiş, olgunlaşmamış, her türlü kanıttan önce peşinen karar verme ve diğer taraftan da bireyden ziyade gruba yönelik oluş söz konusudur. Eğer önyargılar davranışa dönüşür ise, artık bunun adı dışlama (discrimination) dır. Yani önyargı bir tutum, dışlama ise bir davranıştır.

Önyargıda muhakeme etmeden bir konum alış söz konusudur. Önyargı akıl öncesidir, rasyonel bir teste tabi tutmadan yaptığımız bir tercihtir ve rasyonel terimlerdeki motivlere yoramayacağımız sezgiler ve içgüdüler ile belirlenir.

Her tür usavurumsal işlemden önce gelen önyargılar üç değişik biçimde kendini gösterir:

1. Gelişigüzel bir gelişmenin ve büyümenin sonucu olarak ortaya çıkabilir (bu akılcılık normuyla başlayabilir).

2. Bazen tecrit, dışlama ve hakların inkarına götürebilir (bu da adalet normundan hareket eder).

3. Ve sonuçta önyargı küçük görmeye, reddetmeye götürür; bu da insan hissiyatının bir biçimidir.

Bu ayırımlarda duygusal, düşünsel ve davranışsal ögenin bulunduğu görülmektedir. Bu ögelerin etkisi altında kişi dışlama davranışında (discrimination) bulunur. Başka bir deyişle aynı koşullar altında aynı biçimde davranılması gereken iki kişiye farklı farklı davranışlarda bulunur. Örneğin lokantaya giden iki müşteriden birine dış görünüşünden dolayı daha kötü muamele edilebilir. Dolayısıyla önyargı olumsuz bir tutumdur ve birçok sosyal durumda kendini gösterebilir.

Bireylerin veya herhangi bir şeyin lehinde ya da aleyhinde önyargıya dayalı fikir, peşin hüküm olarak tanımladığımız önyargı, psikolojideki kullanımında, sadece inançlar ve fikirler hakkında peşin hükmü değil, aynı zamanda duygusal çağrışımı da içerdiğinden geniş bir anlam kazanmıştır. Fakat, birey veya şeylerin bizatihi kendisinden ziyade onların toplumsal grupları ve grup üyelikleri hakkındaki görüşlere hasredilmiş olması bakımından da psikolojik kullanımda anlamı daralmıştır. Onun için psikoloji biliminde önyargı iki görünüşe sahip bir tutum olarak değerlendirilir: Belli sosyal gruplar hakkındaki görüş, inanç ve fikirlerin muhtevasından ve tabiatından meydana gelen bilişsel (cognitive) görünüş; duygu ve değer birleşmesinden oluşan duygusal (affective) görünüş.

1. ÖNYARGININ NEDENLERİ

İnsan davranışı boşlukta oluşmaz. Bir nedeni (determination) gerektirir. Peki, bir ferdin farklı ve yabancı şahıs, grup ya da düşüncelere karşı peşin hükmü nereden gelmektedir?

Önyargı nedeni sayılabilen ferdî motifler hakkındaki anlayışların çoğu, direkt veya dolaylı olarak Freudyen teorilerden etkilenmiştir. Freud'un önyargı ile ilgili iki temel görüşü vardır: Dışgrup (outgroup) düşmanlığın kaçınılmazlığı ve önyargının grubu bir arada tutma işlevi. Örneğin bir keresinde O şöyle yazmıştı: "Önyargının, bir kısım insanların saldırganlık göstermelerini istiab etmesi kadar, önemli sayıda insanı da sevgide birbirine bağlaması her zaman mümkündür". Tabii ki bu görüş, Sosyal Darwinizm'in görüşlerine oldukça uygun düşmektedir.

İnsana ait ürünü her durumu insan psikolojisine ve insan kişiliğine bağlayan psikanalitik yaklaşıma göre önyargı psikodinamik bir süreçtir. Psikanalistlere göre önyargılar ve kalıpyargı (stereotype)lar insanın doğal bir eğilimiyle ilişkilidir. Bu yaklaşım sahipleri, ilk çocukluk yıllarında yaşanan engellenmelerin duygusal gerilimler yarattığını ve ileriki yıllarda içinde bulunulan durum tarafından haklılaştırılmayan birtakım saldırganlık ve düşmanca duygular duyulduğunda, bunların yansıtma mekanizması (projection) vasıtasıyla başkalarına yüklendiği şeklinde bir model geliştirmişlerdir. Aslında kişinin önyargılı tutumu, kendinin de farkında olmadığı bir gereksinmeyi karşılamaktadır. Bu gereksinme, yıpranmış olan egosunu tamir etmek ve yükseltmektir.

Freud'un kişilik teorisinin çok yoğun tesirinde kalmış olan Otoriteryen Kişilik yazarları (Adorno ve ark.)na göre de önyargı bilinçaltı ihtiyaçların, çatışmaların ve savunma mekanizmalarının bir ifadesidir. Onlar, önyargı ve stereotipleri kişiliğin bir boyutu olarak değerlendirmişlerdir. Bu perspektif, ana-babanın çocuklar üzerindeki etkilerinden yola çıkmaktadır. Bu görüşe göre önyargı, olumsuz erken çocukluk çağı tecrübeleri ve engellenme sonucu beliren saldırganlık duygusunun yön değiştirerek dışgruplara yöneltilmesidir. Onlara göre, önyargılı kişiler, diğer insanlarla onların kişisel niteliklerinden ziyade, onların sosyal rollerini ve etnik grubunu betimleyen hazır klişelerle bakarlar. Farklı insanlar, milliyetler ve etnik gruplar hakkında katı ve kapalı kanaatleri vardır. Diğer gruplardan katı bir şekilde söz ederler. Çocuklukta ana-babalarına hissettikleri çift yönlü duygularını ifade edememeleri nedeniyle zihinlerinde bir klikleşme oluşur; bu duygular iyi ve kötü diye ikiye ayrılır. Olumlu yanlar ana-babaya bağlı kalır, olumsuz ve düşmanca duygular ise başka hedeflere, örneğin azınlıklara veya sosyal normlardan sapanlara yöneltilir. Sonuçta ana-baba figürleri tüm erdemlerin somut sembolü olurken, diğerleri kötülüklerin sembolü olmaktadır. Bu anlayış önyargılı ayırımı kişilik psikodinamiğine dayayarak açıklamaktadır. Kişinin güdülerinin doyumu engelleniyorsa ortaya çıkan sıkıntı saldırganlığa dönüşecek, bu saldırganlığın doğrudan ifadesi toplumca hoşgörülmediğinden, yön değiştirerek toplumun horgördüğü azınlık gruplarına ya da dışgruplara karşı ayırımcı önyargı şeklinde ifade edilecektir.

Yapılan değerlendirmelerden hareketle önyargı hakkındaki psikodinamik teorileri iki grubta toplamak mümkündür. Bunlardan birincisi, önyargıyı insanî durumlarda aramaktadır; çünkü, engellenme insan hayatında kaçınılmazdır. Engellenme ve mahrumiyet, kontrol edilemeyen ve muhtemel olarak etnik azınlıklara boşaltılan düşmanlık içtepilerine kılavuzluk eder. Engellenme sonucunda, saldırılabilir bir hedef bulunamadığında engellenmeden doğan sonuçlara karşılık asıl hedef yerine başka hedeflere, "şamar oğlanı" (veya günah keçisi-scapegoating) hedefine saldırılır. Zencileri linç etme, sinegogları yakma ve azınlık gruplarının temsilcilerine saldırma böyle davranışların örnekleri olmuştur.

Psikodinamik teorilerden ikincisi, önyargının ancak zayıf bir karakter veya kusurlu bir kişilik yapılanmasına sahip bir insanda gelişeceği noktasına odaklanmıştır. Bu perspektif, önyargıyı normal bir durum olarak kabul etmez; önyargı nevrotik insanların güvensizliği ve şiddetli anksiyetenin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Pettigrew, psikodinamik yaklaşımların her birini, bir haricileşme süreci olarak tanımlamaktadır. İnsanlar harici olayları kendi kişisel algılarına göre yorumlamaktadır. Örneğin titizlik takıntısı olan bir kişi, insanları dağınık ve düzensiz olarak görebilir. Böyle bir durumda kişi kendi psikolojik "takıntıları"nı yansıtmaktadır. Bu teoriye göre, eğer önyargıyı değiştirmek istiyorsak, direkt olarak önyargılı kişinin üzerinde odaklanmak gerekmektedir. Fakat yine de bazı önyargılı insanların durumunu açıklamada, psikodinamik yorumlar uygun düşmeyebilir. Bu açıdan, psikodinamik yaklaşım, sosyal yapının her yerine sinmiş olan önyargı ve diskriminasyonu izah etmede tek başına yeterli değildir.

Önyargıyı yalnızca psikolojik acıdan ele alış, kişi düzeyinde durumu açıklasa bile, toplum düzeyinde bazı sorulara cevap verememektedir. Bu nedenle önyargıyı sadece psikolojik açıdan incelersek, psikolojik indirgeme yapmış oluruz. Oysa sosyal-psikolojik ele alış, gözleme dayanan sosyal olgu düzeyinden başlayıp kişilik düzeyinden geçerek gene sosyal düzeye geçmektedir. Bu açıdan önyargıyı incelerken tarihsel, sosyo-kültürel nedenleri gözönünde bulundurmak gerekmektedir. Çünkü insan davranışları içinde oluştuğu bağlam (context)dan bağımsız incelenmezler. Az önce de ifade ettiğimiz gibi, önyargıyı uyaran koşullar hakkında bilgiye sahip olmaksızın tek tek bireyler düzeyinde analiz yapmak, sadece kişilik özelliklerinin bir betimlemesi olmaktan öteye gidemez. Peki, öyleyse önyargıyı uyaran faktörler nelerdir? Deaux ve arkadaşları, önyargı nedenlerini şu başlıklar altında sıralamaktadırlar: Tarihsel, ekonomik, durumsal (fenomenal), kişiliksel ve sosyokültürel nedenler. Önyargı psiko-sosyal nedenlerin yanısıra, pratikte sağladığı sosyo-ekonomik avantajlar açısından da değerlendirilmiştir.

Klineberg, önyargıların pratik bir amaca yönelik olabileceğini ve bazılarının bundan yarar sağladığını, çeşitli örnekler vererek ustalıkla ortaya koymuştur. Kölelik ve sömürgecilik dönemlerinde önyargıların ekonomik yararları açıktır; bu sayede beyazlar istedikleri her şeyi ele geçirmişlerdir. Nazi Almanyası'nda Yahudilerin işgal ettiği mevkiler, seçimler öncesinde partizanlara vadedilmiş ve bu az çok yerine getirilmiştir. Fakat, yine de önyargılı kişiler genelde ekonomik motivasyonları gizleyerek daha soylu nedenler gösterirler.

Herder ise, "önyargı zamanında iyidir" der. Çünkü insanı mutlu kılar. Halkları kendi merkezine getirir ve onları köklerine sağlam bir şekilde bağlar. Allport'a göre de önyargı -özellikle de dışgüdümlü dindarlar için- pratikte yararlar sağlayan bir oluşumdur. Freud açısından da önyargı önemli sayıda insanı sevgide birleştirme kapasitesine sahiptir. Önyargı, bize verilmiş olan hayatı korumaya yönelik iş görür. Bireylerin ve sosyal hayatın savunma mekanizmalarından biridir. Bireyin, grubun ve cemaatin varlığını sürdürmesini sağlayarak bozulma ve dağılmaya karşı mukavemet eder.

Prothro’nun bir "Amerikan açmazı" olarak değerlendirdiği önyargılar, aileden, öğretmenlerden ve akradaşlardan edinilmiş tutumlardır. Bu nedenle önyargıları sadece insanın doğal eğilimine bağlamak yerine öğrenme sürecinin bir parçası olarak da görmek gerekmektedir. Önyargılar, bizim deneyim yoluyla elde ettiğimiz tüm değer sistemlerine veya tutumlara uygulanan açıklayıcı ilkelere tabidir. Kaldı ki önyargının gerçeklik üzerinde yaptığı çarpıtmalar ilk çocukluk yıllarında görülmez, sonradan belirir. Eğer sosyal hiyerarşinin dayattığı engeller yoksa, fiziksel görünüş bakımından farklı insanlar arasında derin dostluklar kurulabilir.

Sosyal öğrenme yoluyla edinilen önyargılar çok küçük yaşlarda aile içinde öğrenilmeye başlar. Çocuk, sen kimsin diye sorulduğunda etnik veya dinî grup üyeliğine göre cevap verebilir. Bunun yanında bazı grup etiketlerini öğrenmiştir; bu grup etiketleri küçümseyici sıfatlar içeriyorsa, çocuk bu kelimelerin yalnızca öfkeli olunduğunda ya da kötü söz söylenirken kullanıldığını bilir. Çocuk biraz büyüyüp okula gitmeye başlayınca, içinde yetiştiği mahalle, kasaba onu etkilemeye devam eder. Çocuğun çevresinde söylenilen sözler, yapılan davranışlar, yargılamalar, dedikodular, uydurulan lakaplar çocukların zihinlerinde izlerini bırakırlar ve onların da ana-babaları veya komşuları gibi aynı önyargıları benimsemelerine yol açar. Böylece çocuk kesin özdeşleşmeler kurarak hayatta bazı "yerleri"nin olduğunun farkına varmaya başlar. Gelişen egosu, "ben neyim"in yanısıra "ben ne değilim" den oluşur. Kendi tarafındakilere ve başkalarına "nasıl davranırım" üzerinde kavramlar geliştirir. Akran grupların etiketlerini kullanır. Liseye vardıklarında ise çocukların kalıpyargıları neredeyse erişkin topluluğunun kalıpyargılarının düzeyine yaklaşır. Bu esnada kalıpyargıların oluşmasında ana-babanın ve akranların rolü unutulur ve bunun eskiden de böyle olduğu düşünülür. Yetişkinlik çağında ise o, artık daha geniş bir sosyokültürel yapının neden olduğu önyargılara sahip biridir.

Sosyologlar ve antropologlar, önyargı ve dışlama nedenleri olarak sosyokültürel faktörlere vurgu yapmaktadırlar. Bu sosyokültürel faktörler arasında (1)şehirleşme, makinalaşma ve karmaşanın artma fenomeni (2) belli grupların yukarı doğru yükselme hareketliliği (3) yetenek ve eğitime fazlaca vurgu, iş (meslek) yetersizliği ve “öteki” ile rekabet (4) zaten sınırlı olan kullanılabilir alan üzerinde nüfus artışı ve yeterli konut olmayışı (5) birçok insanın geçim standardındaki yetersizliğin başkalarına (diğer insanlara, organizasyonlara, kitle iletişim araçlarına...) bel bağlamaya neden olması ve davranışların uydumcu tiple sonuçlanması ve de (6) ahlakî değişmelerle birlikte ailenin rolü ve fonksiyonunun değişmesi ve bir de medya sayılabilir.

Thomas Pettigrew önyargıda kişiliğin ve kültürel olarak öğrenilmiş tutumların her ikisinin de rolünü test etmiş ve bunun kültürden kaynaklandığı sonucuna varmıştır. O, önyargıyı kişilik dışı süreçlerle açıklarken bu süreçleri şöyle tasnif etmiştir:

a. Sosyal uyum (conformity): Kişi önyargılı tutumunu, değer verdiği- ve aynı tutuma sahip- kişilerle iyi ilişkilerini sürdürmek için kullanabilir.

b.Nesne değerlendirmesi (object apprassial).

Buraya kadar ifade ettiklerimizden de anlaşılacağı üzere önyargıyı anlamada psikolojik ve sosyal faktörlerin ikisinin de önemli olduğu görülecektir. Açıkçası, önyargı gibi sosyal bir durumu yalnızca ferdi kişiliğin bir sonucu olarak anlamak mümkün değildir. Öncelikle, sosyal ve kültürel etkiler çok daha güçlüdür. Diğer taraftan da bu alışkanlıkları gerçekleştirenler fertlerdir. Bu açıdan önyargıyı incelerken, bir tarafta psikolojik diğer tarafta da sosyal indirgemecilikten kaçınmak için önyargı fenomenini durumsal, kişiliksel ve sosyokültürel faktörlerin karşılıklı ilişkisi açısından ele almak daha doğru görünmektedir. Böylece önyargının, psikodinamik, tarihsel, ekonomik, durumsal, sosyal öğrenme, kitle iletişim ve kültürün oluşturduğu faktörler yumağının ortak etkimesi sonucu oluştuğu görülmektedir. Goldstein'ın dediği gibi, önyargılar daha çok, belki de en önemli olarak durumsal, tarihsel ve kültürel düzeyde ortaya çıkmaktadır. Eğer bu argümanlar doğruysa, ne zaman ki büyük ölçüde sosyalpolitik-tarihsel-ekonomik bağlam (context) değişir, o zaman önyargı ve ayrımcılık (discrimination) da değişecektir.



Diğer bir makale ise:


Önyargı ve Şizofreni
Kişi ya da toplum olarak bilmediğimiz, bizi ürküten, rahatsız eden şeylerle karşılaştığımızda onu uzaklaştırma, damgalama, yabancılaştırma, o şey hakkında olumsuz düşünme eğiliminde bulunuruz. Farklı ırklara, cinsiyetlere, dinlere, mesleklere, kişilere, hastalara, farklı görünenlere karşı tutumlar geliştiririz. Bu tutumlarımızın güncel boyutlu olduğunu düşünmek bizi yanıltır. Tutumlarımız kültürden gelen deneyimlerimizden etkilendiği gibi felsefe ve inançlardan da etkilenmektedir. Tutumlarla ilişkili kavramlardan olan önyargılar da bu süreç içinde oluşmaya başlar ( Aker ve ark., 2002). Günlük yaşama bakıldığında, yukarıda örneklerini verdiğimiz gruplar ve kişilerden mutlaka bir veya bir kaçı hakkında ön yargılarımız olduğunu söyleyebiliriz.
Önyargı, bir tek ya da bir grup bireyin öncelikle grup üyeliği temelinde değerlendirilmesidir. Ön yargı duygusaldır ve peşin hükme dayalıdır. Algılayıcı insanları bireyler olarak özellikleri temelinde değil de grup üyelikleri temelinde değerlendirir (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
Önyargı, çoğunlukla kalıpyargı ve ayrımcılıkla birlikte anılır. Her biri birbirleri ile iç içe olmalarına rağmen aralarında temel bazı farklardan söz edilebilir. Kalıpyargılar, belirli bir grup ya da toplumsal kategorideki insanlar tarafından paylaşılan özelliklere ilişkin inançlardır. Kısaca, kalıpyargılar bilişsel bileşenlidir. Gerçekte her ikisi de biliş ve duygu karışımını yansıtmaktadır. Ayrımcılık ise, grup üyelikleri temelinde bireylere yönelik olumsuz davranışlardan oluşur. Ayrımcılıkta davranışsal bileşen dikkati çeker (Taylor, Peplau, Sears, 2007). Önyargı, kalıpyargı ve ayrımcılık birbirlerinden bağımsız değildirler. Olumsuz bilişsel ve duygusal tepkilerle oluşan önyargılar, davranışsal tepkiler aracılığı ile ayrımcılığa neden olur ve olumsuz kalıpyargıları güçlendirir (Kaya & Ünal, 2006).
ŞİZOFREN HASTALAR ve ÖNYARGI
Önyargı, kalıpyargı ve bunlara ilişkin olumsuz duygu ve düşünceler sadece toplumdaki farklı mesleklere, dinlere, cinsiyetlere karşı değil hastalıklara karşı olan tutumları da etkilemektedir. Özellikle akıl hastalıklarına karşı yüzlerce olumsuz tutum vardır. Akıl hastaları davranışları önceden kestirilemeyen bireyler olarak kavranmış ve bu kavrayış neredeyse çok temel ve tehdit edici bir şema haline gelmiştir. Önceden kestirilemezlik şeması, yüzyıllardır insanın hayatını öngörebilme varsayımını tehdit eden önemli bir unsurdur. Bu nedenle, akıl hastalığı kötü olan her şey olarak düşünülmüş, sonuçta ortaya çıkan ise daha çok bir korku, mesafe koyma veya etiketleme olmuştur ( Aker ve ark., 2002).
Hastalıklara yönelik bu tür olumsuz önyargılardan nasibini alan hastalıkların başında psikiyatrik bozukluklar gelmektedir. Önyargılar, sokaktaki insana gereksinim duyduğu basit açıklamayı sağlamakta düşmanca tutumları için mazeret oluşturmakta ya da kişisel çatışmalarını başkasına yansıtmasına yardım etmektedir. Günlük konuşmalarda “akıl hastası” ya da “ruh hastası” hemen her zaman muhatabını aşağılayan, küçük düşüren bir anlamda kullanılır. Uygarlığın ilk dönemlerinden beri var olan bu leke neredeyse genetik yolla günümüze kadar gelmiştir ( Üçok, 2003).
Şizofreni, psikiyatrik bozukluklar arasında belki de en ürkütücü olanıdır. Bunda gidiş özelliklerinin diğerlerine göre daha olumsuz olmasının yanı sıra, şizofreni tanısının taşıdığı etiketlemenin de önemli rolü vardır. Etiketleme sadece hastayı değil, onunla ilişkili her şeyi ve herkesi olumsuz etkilemektedir ( Üçok, 2003).
Şizofreni, düşünce, duygu ve davranışlarda temel bozukluklarla kendini gösteren bir bozukluktur. Bu hastalıkta, bozuk düşüncede fikirler mantıksal değildir, algı ve dikkat bozuktur. Motor faaliyetlerde bozulmalar vardır. Uygunsuz ya da donuk duygulanım görülür. Hastanın diğer insanlardan ve gerçeklerden sıklıkla varsanı ve sanrılara kaçmasına neden olur ( Davison & Neale, 2004).
Şizofren bireylerin dış görünümündeki bazı özellikler bu kişilerin hasta olarak tanınmalarını kolaylaştırmaktadır. Örneğin, antipsikotiklerin yan etkileri olarak ortaya çıkan, maske yüz, parkinsonizme özgü hareket biçimi gibi özellikler doğrudan şizofreniye bağlı olmasalar bile bu kişilerin hasta olarak tanınmalarına neden olur. Hastalar için “robot gibi”, “zombi gibi” yakıştırmasına neden olan bu tür yan etkiler damgayı kolaylaştırmaktadır (Üçok, 2003).
Türkiye’deki ilk çalışmalarda halkın ruhsal hastalığı olanlardan uzak durma ve reddetme eğilimleri belirgin olarak baskın bulunmuştur. Sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda da ruhsal hastalıkları tanıma oranında belirgin bir yükselme görülmekle birlikte, olumsuz tutumların sürdürüldüğü ve halkın bu hastalıklarla sosyal yakınlıktan çekindikleri görülmüştür (Taşkın, Şen, Aydemir, Demet, Özmen, İçelli, 2002).
ABD’de daha önce şizofreni tanısı almış olmasına karşın son beş yılını tamamen iyi durumda ve çalışarak geçirmiş bir bireyin toplumca kabul edilmesi aynı durumdaki bir eski mahkuma göre daha güç olmaktadır. Çünkü şizofreni etiketlemesi ( stigması) bireyleri bazı hak ve menfaatlerden yoksun bırakmaktadır ( Sungur, 2000). Bu şekilde şizofren hastalara olan önyargı, yazının başında tanımlanan ayrımcılığa kadar neden olabilmektedir. Bu kişiler, şizofreni hastalarına olan önyargıdan dolayı işe alınmama sağlık hizmetlerinden yararlanamama, yasalar karşısında zor durumda kalma ve sosyal ilişkiler açısından engellenmelerle karşı karşıya kalmaktadırlar (Gümüş, 2006).
Şizofreni hastaları üzerindeki bu olumsuz önyargılar sadece hastayı değil onunla ilişkili her şeyi etkilemektedir. Kullanılan ilaçlardan hastaların yakın akrabalarına, tedavisini üstlenen hekimlerden, hastaneye hatta hastanenin bulunduğu şehir ya da semte kadar her şey “şizofren”, “deli” gibi ifadelerden nasibini almaktadır. Hastanın geçmişte kullandığı ilaçlar arasında antipsikotik ilaçlardan birinin adı geçtiği zaman psikiyatristler dahil çoğu hekimin zihninde bu hastanın şizofren olduğu yargısı belirir (Üçok, 2003).
Şizofreni hastalarının yakınları önyargılara ilişkin olarak birçok yaşantıya sahiptir. Kendilerine toplum içinde farklı davranıldığı için kaygı duymakta ve yakınlarının hastalığını gizlemeye çalışmaktadırlar. Sağduyu ve arkadaşlarının çalışmasında (2003), hasta yakınlarının kendilerinde de şizofreniye yönelik ön yargı ve damgalama olduğu belirlenmiştir (Akt. Bahar, 2007).
Sağlık çalışanlarının şizofreni hastalarına yönelik tutumlarını değerlendiren çalışmalar incelendiğinde; sağlık profesyonellerinin tutumlarının da genel halkın sahip olduğu tutumlar gibi olduğu görülmektedir (Bahar, 2007).
Toplumda yaşayan bireylerin ruhsal sorunu olan insanlara karşı oluşturduğu negatif tutumlar, hastanın toplumsal yaşamda yerini almasında ciddi bir engel oluşturmakta ve ruhsal sorunlu bireylerin topluma uyumunu sınırlandırmaktadır.
ÖNYARGININ KÖKLERİ
Öğrenme Kuramları
Önyargının tutumlarla ilişkili olduğundan yazının başında kısaca değinilmişti. Toplumsal öğrenme kuramı, önyargının tutum ve değerler gibi öğrenildiğini savunur. Çocuklar kalıpyargı ve önyargılarla birlikte doğmazlar. Onları ailelerinden, akranlarından, kitle iletişim araçlarından ve kendilerini saran toplumdan öğrenmek zorundadırlar. Toplumsallaşma, çocukların toplumlarının normlarını öğrendikleri sürece verilen addır. Önyargılar evin içinde ya da dışında öğrenilebilir. Bu öğrenme, standart toplumsal öğrenme mekanizmalarından herhangi biri yoluyla olabilir. Örneğin, çocuklar arkadaşlarının veya yetişkinlerin önyargılarını taklit edebilirler, kötüleyici etnik mizah kullandıkları için pekiştirilebilirler (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
Kitle iletişim araçları olası diğer bir toplumsal öğrenme kaynağını oluşturur. Kitle iletişim araçları grup kalıpyargılarını pekiştirmede önemli bir rol oynar. Çünkü belirli herhangi bir grubun kitle iletişim araçlarındaki temsil oranı toplumun o gruba ilişkin şimdiki kalıpyargılarını yansıtmaktadır. Televizyonda görünme ayrıca kalıpyargıları pekiştirme eğilimindedir (Taylor, Peplau, Sears, 2007). Örneğin, ana haber bültenlerinde bir şizofren hastanın işlediği suçlar abartılı bir şekilde verildiğinde şizofreniye karşı var olan önyargıları daha da pekiştirebilmektedir. Bazen kitle iletişim araçları yalın kalıpyargısal imgelerin üstüne çıkmaktadır (Taylor, Peplau, Sears, 2007). Örneğin, kitle iletişim araçları sayesinde şizofreni hakkında gerçek bilgilere ulaşılabilmektedir.
Güdüsel Kuramlar
Güdüsel kuramlar önyargının bireyin gereksinimlerinin doyurulmasına nasıl yardım ettiği üzerinde odaklaşırlar. Güdüsellikleri başlıca iki nedene dayanır. İlk olarak insanların güdüleri üzerine odaklaşırlar. İkinci olarak da insanların önyargılı tutumlar benimsemelerine yol açan özendiriciler üzerine dururlar. Psikodinamik kuram, önyargıyı yön değiştirmiş saldırganlık olarak görür. Diğer bir psikodinamik kuram, önyargıyı bir kişilik bozukluğu olarak ele alır. Güdülerle ilgili ikinci bir görüşe göre, önyargılar gruplar arası rekabetten doğmaktadır (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
Bilişsel Temeller
İnsanların algılanmasında çevremizdeki karmaşık dünyayı yalınlaştırma gereksinimimiz doğal sistematik hataların yapılmasına neden olmaktadır. Zararsız görünen bilişsel yanlılıklar önyargılı toplumsallaşmanın, kişilik bozukluklarının ya da gruplar arasında kaynaklar için rekabetin olmadığı durumlarda bile kalıpyargı ve önyargıların biçimlenmesine neden olur. Burada ilk adım gruplara ayırmadır. Algılayıcılar doğal olarak insanları gruplandırırlar. İnsanların siyah mı, beyaz mı, genç mi, yaşlı mı olduğunu anlar ve anında bir gruba sokarız. Bu, büyük ölçüde otomatik, bilinçsiz ve isteğe bağlı olmayan bir süreçtir. İkinci adımda kategorileme gelir. Kişi bir kez bir gruba sokulduktan sonra kalıpyargıların kategori- temelli olarak hazırlanması çabuk, bilinçsiz ve isteğe bağlı olmaksızın gerçekleşir. Örneğin, hemen hepimiz belirli yaş grupları, ırksal gruplar ve yaygın olarak karşılaşılan öteki gruplar hakkında standart bir kalıpyargılar takımını öğreniriz (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
Yukarıda değinilen kuramlardan biri veya bir kaçı şizofreni hastalarına olan önyargının oluşumunda etkili olabilir gözükmektedir. Sungur (2000), şizofreni ile ilgili önyargının oluşmasında etkili olan bazı yanlış bilinenlerden (mitlerden) bahseder ve onları şu şekilde sıralar:



  1. Şizofreni kötü prognozlu bir hastalıktır ve bir kez şizofren olmak hep şizofren kalmak anlamına gelir.
  2. Şizofren hastalar arasındaki bireysel farklılıklar tedaviyi etkileyecek boyutta değildir.
  3. Şizofreni tedavisinde psikoterapinin yeri yoktur.
  4. Rehabilitasyon tedavinin bir parçası değildir ve ancak hastanın hastalığı stabilize olduktan sonra başlayabilir.
  5. Şizofren hastalarda tedaviye uyumu sağlamak oldukça güçtür.
  6. Atipik antipisikotikler ilk tercih edilen antipsikotikler değildirler ve klasik nöroleptiklere dirençli olgularda kullanılmalıdırlar.
  7. Şizofreni semptomlarının bir kısmı mevcut olsa da çok gerekli olmadıkça antipsikotik ilaç kullanmayınız.
  8. Antipsikotik ilaçların kullanımı sırasında ortaya çıkan yan etkiler, ilacın tedavide etkili olduğunu gösterir.
  9. Düzenli ilaç kullanamamak nükslerin en önemli nedenidir.
  10. İlaç tedavisine uyum yönünden kullanılan atipik antipsikotiklerle klasik nöroleptikler arasında bir fark yoktur. Bir başka deyişle şizofren hastaların ilaçları kullanmaya yönelik motivasyonları genel olarak düşüktür.
  11. İleri yaşta ortaya çıkan şizofreni grubu ile genç yaşta başlayıp ileri yaşta devam eden şizofreni grubu arasında fark yoktur.
  12. Yaşlı şizofrenler antipsikotiklere iyi yanıt vermez ve antipsikotikler bu grupta ilk tercih edilen ilaçlar değildirler.
  13. Şizofren hastalar yaşam boyunca ilaç kullanmak durumundadırlar.
  14. Şizofren hastalar ancak sınırlı beceri geliştiren işlerde çalışabilirler.
  15. Aileler hastalığın nedenidir.
Üçok (2003), batı kültürünün ülkemizde giderek artmasına ve batıda damgalamayı doğuran ve yaşatan etkenlerin ülkemizde de kendini giderek göstermesine dikkati çekmekte ve şizofreni hastalarına ilişkin önyargıların nedenini şu şekilde özetlemektedir:
  1. Yirminci yüzyılda batı tipi uygarlığın temel ilkelerinin tüm dünyada yayılması: “Bireyselcilik” ve “birey olma” teşvik edilirken, bireyin değeri ne kadar başarılı olduğu ile ölçülür hale gelir. Şizofren, hastalığı nedeni ile toplumdaki yarışma temposuna ayak uyduramamakta ve toplumdan dışlanmaktadır. Ayrıca büyük ailelerin kendini çekirdek aile yapısına bırakıyor olması şizofren hastaların gereksindiği sosyal desteğin zayıflamasına yol açmaktadır.
  2. Eğitim düzeyinin giderek yükselmesi: iş bulmak için gerekli nitelikler giderek yükselmekte üniversite ve bir yabancı dil yetmemektedir. Şizofrenisi olan kişiler bilişsel işlevlerindeki bozulmalardan dolayı eğitimlerine devam etmekte zorlanmaktadırlar.
  3. Görsel ve yazılı basındaki hatalı yorumlar: gazete, dergi ve televizyonlar şizofreni ve diğer ruhsal hastalıkları hakkında kötü materyallerle doludur.
  4. Şizofrenlerin hoşgörü eğrisinde ortada bir yerde yer alması: Toplumun farklı olana tepkisi farklı olanların sayısına göre değişmektedir.
ÖNYARGILARI AZALTMA
Önyargılar hem kendimize hem de ilişkili birey ve gruplara dolaylı yoldan zarar vermektedir. Peki önyargılar nasıl azalır?
Daha önce de işaret edildiği gibi, önyargılar yaşamda oldukça erken öğrenilmekte ve birçok yıl kararlı kalmak eğilimindedir. Bu nedenle bir yaklaşım erken toplumsallaşmayı değiştirmektir. Her yeni kuşakta değişiklikler gözlenmektedir. Daha genç bireyler daha az önyargıyla büyürler. Toplumsallaşmadaki bu değişikliğin bir bölümü bazı önyargıların hedeflerinin kendilerinin değişmeleri ve eski kalıpyargılara eskiden olduğu kadar iyi uymamalarıdır (Taylor, Peplau, Sears, 2007). Örneğin, ruh hastalıklarının içine şeytan kaçtı düşüncesi bu gün geçerliliğini korumamaktadır.
Önyargıların azalmasındaki bir başka neden, örgün eğitim düzeyinin artıyor olmasıdır. Eğitim düzeyi arttıkça insanlarda önyargıların gücü azalmak eğilimindedir. Bu özellikle üniversite mezunu olanlar arasında doğrudur. Yüksek eğitim düzeyinin bu etkisinin nedeni kesin olarak bilinmemektedir (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
Önyargıların azaltılmasına ilişkin diğer bir yöntem, eğer çok az gruplar arası temas yanlış kalıpyargılara neden oluyorsa, gruplar arası temasın artması önyargıları azaltabilmektedir (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
Çağdaş diğer bir ana yaklaşım, kalıpyargıların bilişsel temelleri üzerinde odaklaşır. Bu yaklaşımda yeniden gruplandırma ve kategorileme yapılmaktadır. Yanlış gruplama ve kategorileme bilişsel temelde değiştirilip yeniden yapılandırılır (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
Şizofren hastalara karşı olan önyargının azaltılmasına yönelik çeşitli araştırmalar yapılmış ve bu konu ile ilgili önerilerde bulunulmuştur. Toplumdaki şizofreniye yönelik damgalama eğilimi, toplumun şizofreni konusunda yetersiz bilgi sahibi olması ve yanlış inançlarla doğrudan ilişkilidir. Hastalığa ve hastalara yönelik tutumların, yanlış inançların ve önyargıların değişmesi ise toplumun eğitilmesi ile mümkündür. Toplumdaki anahtar kişilerin doğru bilgilendirilmesi hastaların damgalanmasını ve buna bağlı ayrımcılığı hafifletmede en etkili yöntem olarak görünmektedir. Bir çalışmada bilgilendirmenin olumsuz düşünceleri önemli ölçüde azalttığı belirlenmiştir ( Akt.Bahar, 2007).
Bir psikiyatri hastasını, onun fiziksel, çevresel ve kültürel ortamı ile ele almak, toplumla iç içe rehabilite etmek önemlidir. Bu bağlamda gündüz klinikleri ve dernekler önemli yer tutmaktadır. Ayrıca medyanın topluma yönelik olarak şizofreni hastalığı ve damgalama ile ilgili eğitim programlarına yer vermesinin de sağlanması gerekmektedir ..

Laura beğendi.
__________________
Ela isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Yukarı'daki Konuyu Aşağıdaki Sosyal Ağlarda Paylaşabilirsiniz.


Yetkileriniz
Konu Açma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum hakkında Kullanılan sistem hakkında
Forumaski paylaşım sitesidir.Bu nedenle yazılı, görsel ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenmektedir.Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir.Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazılı, görsel ve diğer materyalleri 48 saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır. Bildirimlerinizi bu linkten bize yapabilirsiniz.

Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2016, ve Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.
yetişkin sohbet chatkamerali.net

Saat: 00:28