Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu

Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu (https://www.forumaski.com/)
-   Mitoloji (https://www.forumaski.com/mitoloji/)
-   -   Sümerler - Mitolojik Düşünce Yapısı (https://www.forumaski.com/mitoloji/59718-sumerler-mitolojik-dusunce-yapisi.html)

YeşiL6 07.10.2013 13:56

Sümerler - Mitolojik Düşünce Yapısı
 
Sümerler - Mitolojik Düşünce Yapısı


1- Mitolojik Düşünce Yapısı İlkel Bir Diyalektik Yapı İçerir.

Ana ve ataerkil düzenlerin sentezi üzerine kurulmuş gibi bir anlam içermektedir. Gök (En) ve yer (Ki) karşıtlığı Enki de içerilmiş ve yeni toplumsal düzenin uygulama gücü açığa çıkarılmıştır. Enki bu zıtların birliğinin erkek ağırlıklı biçimi olup başlangıçta tanrıçayla uzlaştığının tamamen bilincindedir. Neolitik toplum değer yargılarının güçlülüğü ve toplumdaki etki gücü inkarcı yaklaşımın önünün almakta ve mitolojiye Tanrı-Tanrıça uzlaşması biçiminde yansımaktadır. Enki birçok Sümer mitosunda tüm tanrıçalarla evlenmekte ve bolca özellikleri olan doğumlarda rol oynamaktadır. Yeni toplumun çekirdek yapılanması olan ataerkil ailenin etrafında şekilleneceği erkek karakterini ede yansıtmaktadır. Kadına kutsallık atfeden erkeğin yerini binbir çeşit hile ve kurnazlığıyla Enki almakta adeta Baba kavramının yaratıcısı olarak tarih sahnesine çıkmaktadır. En son doğdurulan oğul Marduk Ana tanrıça Tiamat’ı Tanrılar Panteon’undan kovacak kadının üretimdeki azalan rolüne paralel olarak toplumsal statüsünü yitirmesinden güç alarak bu eylemini geliştirirken tanrıçaya ölümcül darbeyi vurmaktan geri durmayacaktır. Demek ki Enki’nin Tanrıçayla uzlaşma karakteri bir tercih olayı değil neolitik toplumun güçlü etkilerini koruması sonucu açığa çıkan bir zorunluluktur. Ancak giderek güçlenen eril karakter toplum ve devlet yapısında hakimiyetini güçlendirir. Marduk adeta Enki ile başlayan eril karakterli toplumsal düzeninin zirveleşmiş ifadesi gibidir. Tanrı-Tanrıça arası ilişkilerde somutlaşan yeni toplumsal yapının yaşadığı ideolojik ve ahlaki dönüşümün mimarı olan Enki sistemin en yoğun uygulama gücüdür.

2- Düşünce Sistemi Gök Düzenine Dayanmaktadır.

Yeryüzünün yasaları gök düzenine dayanmalı ve yıldız ay ve güneşin değişmeyen hareketleri ile çelişmemelidir. Gökyüzü düzeni ile yeryüzü düzeni arasındaki uyumu sağlama görevi Zigguratındır. Ziggurat bir anlamda bu ikisi arasındaki köprü rolünü oynamaktadır. Tabi burada Ziggurattan kastedilen devlet ve rahip krallardır. Tüm yaratımlarını tanrı adına gerçekleştirecek. Yarattıkları tanrılar ve ilişki düzenlerini kendileri ile toplum arasında bir maske gibi kullanacaklardır. Tanrıların sözleri yasa ve iradeleri kutsal olduğuna ve Ziggurat tanrılarla insanlar arasında köprü olduğuna göre tanrının kutsanması Zigguratın kutsanmasıyla yakından bağlantılıdır. Bir anlamda Ziggurat ve efendi sınıfına tanrılar adına kutsallık içerilmiştir. Bu gerçeğin yaşamsallaşmayacağı bir tek toplumsal saha düşünülmemelidir. Yeryüzünün tüm kuvvetlerinin birer tanrısı olduğu gibi toplumsal güçler de tanrısız düşünülemez. Aslında yapılan biraz da kendi kavramların ve yansıttıkları olgunun farklılaştırılması ve zihinlere yerleştirilmesidir.


3- Mitolojik düşüncenin en temel rolünün toplumsal ilişkileri şekillendirme olduğunu kanıtlarcasına efendi-köle ayrımı tanrı-kul ilişkisinde yansıtılmaktadır.

Neolitik toplumun Ana tanrıçasından doğal özelliği olan doğurganlık çalınmış yeni sistemin efendilerine mal edilmiştir. Neolitik toplumun üretim ilişkileri etrafında şekillenen doğal ilişkilerin yerini yeni toplumun siyasal karakterli ilişkisi efendi-köle ilişkisi almıştır. Mitolojilerle gerçekleştirilen en temel yaratım köleci toplumu yaşamsal kılacak insan tipinin yaratımıdır. Yüz binlerce yıllık toplumsallık tarihinin temel yaratıcısı olan insanın yeni şekillenen sistemde hangi konuma düşürüldüğünü ve ne büyük bir hileyle bu yaratım eyleminin gerçekleştiğini göstermesi açısından mitolojik ifadesi çarpıcıdır:

“...aslında ihmalden kaynaklanan ürünün yetmediği zaman gelmiştir. Ve Nammu eski soyunun acıklı durumunu kavrayarak hepsinin akıllısı Enki’yi aramıştır. (... ) “Oğlum” der ve Ara tanrıları bekleyen sıkıntıyı anlatır. “Divandan kalk ve zekanın eserini ortaya koy. Tanrılara işlerini görecek hizmetçiler yarat” ve akıllı Enki yerinden doğrulur “... bu elbette yapılabilir” der. (J. Campbell Doğu Mitolojisi syf. 134)

Çünkü Sümer uygarlığının üzerinde yükseldiği neolitik toplum değerleri henüz güçlüdür ve kadın tanrılar düzeninde yarı yarıya yer kaplamaktadır. Sonuçta Ana Tanrıça’nın isteği gerçekleştirilir. Ve bilinen tanrılar suretinde insan yaratılır. Gerçekte MÖ. 4. ve 3. bin yıllar da gelişen kuraklığa neolitik sistemle yanıt olunamayacağına üstesinden gelinemeyeceğine toplum inandırılmaktadır. Ancak bu etkisi güçlü olan Ana tanrıça kültüne dayanmadan da yapılamamaktadır. Çok pasif gibi görünse de gerçekleşen yeni sisteminin yaratım gücünün Enki de içerildiğini mitosun devam eden kısımları açıklığa kavuşturmaktadır.

“Yürekleri kibirle doldu ve tanrıça açıklığa kavuşturmaktadır.
İnsan gövdesi gerçekten ne kadar iyi veya kötü olabilir?
“İçimden geçtiği gibi gövdeyi iyi ya da kötü yapacağım” ve Enki büyük anlayışlıkla yanıtladı:

“Elinden nasıl gövde çıkarsa çıksın hepsine bir yer bulacağım” (J. Campbell Doğu Mitolojisi syf.135)

Enki toplumsal ihtiyaçların yeniden düzenlenmesi için insanlara statüler buluyor ve onları ayrıştırıp sınıflandırıyordu. Bir başka deyişle Ziggurat toplumsal ilişkilerin temel yaratım merkezi olarak yaşamsallaştırılıyordu. Aslında insan yaratımı bir tapınak içi düzenlemesi gibi gerçekleştiriliyordu. Ancak özünde yapılan insanlığın yaşamında ve beyninde yeni bir toplumsal biçimlenişin tohumlarının atılmasıydı. Bu biçimde yaratılan insanın pek çok kusurlar taşıyacağı ve neolitik toplum özelliklerinin birçoğunu başta cins kimlikler olmak üzere yitireceği açıktır. Nitekim mitosun devam eden bölümlerinde yaratılan insanların anatomik yapılarının bile çok farklı olduğu tanımlanamaz ucube varlıklar olduğu belirtilir. Kadın da erkek de neolitik toplumdaki özgür gelişmelerinden ve kimliklerinden sıyrılıp üretkenlikten uzak bir biçime bürünmüşlerdir. Hatta bazı mitoslarda tanrıların insanı bir nevi dışkılarından yarattıkları gibi bir aşağılama ifadesi de anlatımlardan rahatlıkla çıkmaktadır.Çok uzun olduğu için mitosu burada açmayacağız. Ancak mitosun gelişiminde göze çarpan en temel özelliklerden biri başta Ana tanrıçanın yaratım gücüne dayanılarak girişilen insanı yaratma eyleminde artık Enki’nin tüm hükmedici özelliğiyle ortaya çıkmasıdır. Ana tanrıçanın yaratılan insan için öngördüğü gelecekle Enki’nin yarattığı yeni toplumsal biçimlenişteki insanın konumu oldukça farklıdır. Kadın eksenli sistemin değer yargılarının çarpıtıldığı ve köleci toplum düzenini kendisini hakim kıldığı temel dayanaklardan biri olmaya başladığı yine yukarıdaki mitosun devam eden bölümlerinden çıkarabileceğimiz bir sonuçtur.

Mitosun ilerleyen bölümlerinde Enki oyunu kazandığını hissederek tanrıçayı yer değiştirmeler için kışkırtır. Kendisinin yaratacağını ve tanrıçanın yer bulmasını söyler.

Karaciğeri ve kalbi büyük acılar içinde gözleri hastalıklı elleri titrek ruhu uçmuş “Doğum günüm çok uzakta kaldı” adını verdiği bir yaratık yapar. Sonra tanrıçaya seslenerek yaratığa yer bulmasını söyler. Tanrıça yaratıkla konuşmaya çalışır. Ama yanıt alamaz. Ona ekmek sunar uzanamaz. Yaratık oturamaz ayakta duramaz dizlerini de bükemez. Tanrıça ona bir kader biçemez. (Bkz. J. Campbell. Doğu Mitolojisi. Syf. 136)

4- İlk Cennet-Cehennem Kavramlarının da Kaynağı Sümer Mitolojisinde Oluşturulmuştur.

Sınıflaşmaya paralel olarak yaşam standartları da köle ile efendi açısından değişikliğe uğramış tanrıların yaşanması için Dilmun adı verilen cennet yaratılmıştır. Sümer mitolojisinde Dilmun saf temiz ve parlak bir ülkedir. Ne hastalık ne de ölümün bilinmediği bir “Yaşayanlar Ülkesi” dir. Efendilerin gerçekte köle emeğinin yarattığı artı ürün üzerinde şekillenen maddi yaşamlarına dayalı olarak oluşturulup kölelerin ütopyalarını besleyen bir kavram olarak şekillenmiştir. Cennet tasvirleri efendilerin yaşam koşulları ile biri bir uygunluk içindedir. Enki’nin Eridu kentindeki Abzu adlı sarayı (havuz kelimesinin kaynağı ve havuzlu sarayın ilk örneği) bu hayalin somutlaşmış biçimidir. Sonraki Babil Asma Bahçeleri ve tüm gelişkin saray ve park kültürleri bu ilkel modelden esinlenmişlerdir. Ancak köl için artık eşitliğe dayalı bir sistem içinde yaşamak söz konusu olmadığından cennetle ifade edilen yaşam biçimi ancak ütopyalarda yer almaktadır. Bir anlamda cennet kavramı efendilerin gerçekte yaşadıkları ile kölelerin ütopyalarının kesiştiği kavram olmaktadır.

Yaşayanlar Ülkesi olarak ifade edilen kavram karşısında yer alan ve Sümer mitolojisinde önemli yer tutan gelişmelerden birisi de ölüler ülkesi olarak da isimlendirilen dönüşü olmayan karanlık ülkedir. Tek tanrılı dinlerdeki cehennem kavramının tarihsel arka planını oluşturan bu kavram sistem dönüşümünün gerçekleştirildiği bir diğer temel kavram olarak rol oynamıştır. Sümerce'de Kur adı verilen ölüler ülkesinin kuralları tüm kutsal kitaplarda yer alan cehennemin yaptırım kurallarının da ilk örneğidir. Sümer mitolojisinde Tanrıça İnanna Kur’a gönderilerek siyasal etkinliğini yitirdiği anlatılır. Dönem dönem çıkar savaşlarından yenik çıkan kesimleri temsil eden tanrılar da yer altına gönderilmekle birlikte Kur kavramı asıl etkisini köleler üzerinde göstermiştir. Ölümlüler olarak tanımlanan köleler için Kur kaçınılmaz bir sonu da ifade edip öldükten sonra da acı ve cezalandırmalarla dolu bir dünyayı anlatmakla köleler üzerinde gerçekleştirilen iradi kırılmayı derinleştirir. Dünyada maruz kalınan uygulamalar bu yolla meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.

5. Cennetten kovulma kavramı da Sümer mitolojisinin önemli bir ideolojik kimlik bileşeni olarak rol oynamaktadır.

Sümer mitolojisinin tümü henüz aydınlatılamamış olduğundan dolayı nasıl dönüşüm geçirdiği tam açığa çıkmakla birlikte cennette Ana tanrıçanın yarattığı bitkileri yediği gerekçesiyle kurnaz Tanrı Enki’nin Ana Tanrıça tarafından sekiz ayrı organında ölümcül hastalıklara mahkum kılınarak cezalandırıldığı anlatılmaktadır. Sümer mitolojisinin sınıflı toplumun gelişimine paralel olarak geçirdiği dönüşüm (Enki-Marduk gibi) göz önüne alındığında kutsal kitapların tümünde yer alan cennetten kovulma öyküsünün köleci toplumda yaşanan sınıf farklarının derinleşmesiyle yakından bağlantılı olduğu açığa çıkar. Bir yandan ayrışan üst sınıfın kendini eski soy bağalarından koparışı diğer yandan hizmetçi kullar durumuna düşürülen kesimin aralarındaki farkın derinleştiğini ifade etmektedir. “Günah meyvesi” kavramı saraylarındaki sofrada kendilerine artık yer olamayacağı gerçeğine karşı suçlayıcı bir iddia olarak bir başka ideolojik saldırıyla bağlantılıdır. Yani kendileri gibi ve kendilerinin yaşadıkları cennet gibi yerlerde hizmetçi insana yer alamaz. Bu kavram üst sınıfın kendi sınıf farkının gerekçesini tüm uygarlık tarihi boyunca kırmızı bir çizgi kalın bir perde ve yıkılmaz bir duvar gibi örmesini yansıtmakta ve temsil etmektedir.” Bu kavramın ifade ettiği diğer bir anlam da cennetten kovulmanın gerekçesinin insana dayandırılması dolayısıyla sınıf ayrışması eyleminin kölelerin suçlu ve yetersiz kişilikleriyle izah edilmesidir. Bu nedenle sistem karşıtı sorgulamaların pasifize edilmesinde en etkin kavram olarak rol oynamıştır.

6- Köleci sistem kurumlaşmasının temelinde yatan Sümer mitolojisinin bir başka önemli ideolojik kimlik bileşeni de ‘Tufan’ olayıdır.

Daha sonra tüm kutsal kitaplarda yer alacak olan Nuh Peygamber efsanesi ve Tufan olayının kaynağı da Sümer yaratımı birçok destanda -başta Gılgameş Destanı olmak üzere- işlenmiştir. MÖ 3 binlerde okyanus yüzeyinde yaşanan yükselmenin toplum üzerinde bıraktığı etki mitolojik ifadeye kavuşturularak önemli bir ideolojik kimlik bileşeni durumuna yükseltilmiştir. Okyanus seviyesinin yükselmesi sonucu yerleşim yerlerinin su altında kalması tanrıların insanları lanetlemesine bağlamıştır. Artan nüfusa tepki olarak da yansıtılmış olabilir. Bununla birlikte Tufan mitosunun temel işlevi tanrı yasalarının dışına çıkma toplumda yaygınlaştıkça bir lanetlenme ve toptan yok olmayla karşı karşıya gelineceği fikridir. Bir anlamda günümüzün “Tarihin Sonu” teoremlerinin ilkel biçimi Sümer mitolojisindeki Tufan mitosuyla biçimlendirilmektedir. Daha Sümerlerin doğuşundan var olan sistemin ömrü ile insanlığın ömrü özdeşleştirilmekte sistem dışılıkların yoğunlaşması halinde tüm insanlığı cezalandıracak kapsamda bir saldırının ideolojik kılıfı hazırlanmaktadır.

Sistemin giderek kendisini kurumlaştırması Sümer Mitolojisine içerilen bu temel kavramların zihinlere yerleştirilmesiyle yakından bağlantılıdır. Sümer rahiplerinin toplumsal sistemi şekillendirme eyleminden önce üretim faaliyetlerini gök cisimlerinin hareketlerinden yola çıkarak yaptıkları iklim ve hava koşullarının tahminine dayandırılmış olmaları sonucu yeni toplumsal sistemin gök düzenini esas alması gerektiği noktasında bir inancın kendilerinde de oluşması ihtimal dahilindedir. Bütün yönleriyle kandırmaya kandırılmaya dayalı bir sistem kurumlaşmasından çok inanmışlık-inandırılmışlık oluşum süreçleri açısından geçerli olabilir. Sistem kurumlaşmasının ideolojik kimlik temelinde yaratımı ve yaygınlaşmasının bu temelde kolaylaştırıcı bir nedene dayanması muhtemeldir. Ancak mitolojik yaratım işi süreklileştikçe üretim pratiğini rahipte kendi yaratımlarına duyacağı inancı zayıflattığı ve köle üzerinde ideolojik hegemonya aracı olma rolünün ön plana çıktığı açıktır. önce ekonomi mi ideoloji mi tartışması Sümer örneğinde en gerçekçi yanıtlanabilir kanıtlara kavuşmaktadır.tüm göstergeler rahibin karargahı olarak tapınakların hem maddi üretimin hem de manevi yaratımın merkezi olduğunu kanıtlamaktadır. Rahibin tapınak merkezi dışında gerçekleşen üretim varlığına rastlanmamaktadır.toplumun ideolojik kimlik gücü olmadan üretimin gerçekleşemeyeceği Sümer örneğinde kanıtlanmaktadır. Üretim biçimi üstünlüğü yalnızca yarattığı bolluk ve refah gücüne değil ideolojik gerçeklere de dayanılarak toplumda yaygınlaştırılmıştır. Nitekim İnanna-Dumuzi-Tammuz mitosunda çobanlık tarımın üstünde bir verimliliğe sahip olarak gösterilmiş İnanna’nın tercihi olarak da yansıtılmıştır. Yine yeni üretim tekniğinin üstünlüğü de edebi anlatımlara kavuşturulmuştur. Örneğin aşağı Mezopotamya’da sulama kanalları yapmada önem taşıyan kazmanın sabana üstünlüğünü anlatan bir örnek (S.N. Kramer. Tarih Sümer’de Başlar. Syf.412) tanrı Enlil’in kazma lehine verdiği kararla sonuçlandırılmıştır. Bu vb. bir çok örnek ideolojik üst yapının iktisadi yapı üzerindeki belirleyici rolünü ortaya koymaktadır.

Sümer örneğinde kanıtlanan diğer önemli bir gerçeklik de uygarlık ideolojilerinin toplumsal sahayı en temel üretim sahası olarak ele alıp kendi sistemlerini kurumlaştırdıklarıdır. “Egemen sınıftan önce veya onunla birlikte senaryosu yazılıp tiyatrosu tüm zihinlere ve ruhlara kutsal bir ibadet biçiminde nakşettikten sonra artık hakim sınıf bütün görkemiyle tanrısal veçheye bürünmüş olarak kullaştırılmış hizmetçilerine görünebilir. Büyük bir ikiyüzlülük olduğu kadar büyük bir inanmış-inandırılmışlıkla tüm zihinler ve ruhları işleten ve teslim alan yeni düşünce ve din mekanizması mevsimsel kalıplar halinde tekrarlanıp değişe dönüşe günümüze kadar gelecektir. Ortadoğu insanlarının genlerine çok güçlü kazınan ve belki de halen gücümüz kadar güçsüzlüğümüzün de temelinde yatan bu düzen inancı ve toplumsal töre gerçeğidir. Adına hangi dini hangi düşünceyi koyarsanız koyun temeli böyle sağlam atılmış ve eski değirmen taşları gibi halen zihinlerimizi ve ruhlarımızı öğüten de bu düzen düşüncesi ve inancı çarkıdır.” (A. Öcalan. Sümer Rahip Devletinden Demokratik Cumhuriyete Doğru. Cilt-I syf.97)

Sümer düşünce ve inanç tarzı uygarlık tarihi boyunca etkisini göstermiştir. Farkında olmasak da içinde yaşadığımız çağda bile bu zihniyet şekillenmesinin belirgin izlerini taşıyoruz. İçinden geçtiğimiz çağda bile bu zihniyet şekillenmesinin belirgin izlerini taşıyoruz. İçinden geçtiğimiz çağ çoğu zaman bilgi çağı olarak değerlendirilse de bilim ve tekniğin kullanılış tarzından tutalım tüm sistem kurum ve kurumlaşmalarında hala etkisi güçlü olan bir zihniyet yapılanması Sümerlerde oluşturulmuştur.

Sümer mitolojisiyle insan düşünce ve ahlak yapısına çok güçlü bir düzen normu yerleşmiştir. Uygarlığı gerçekleştirip kendisinden önceki toplumsal sistemlerin etkilerini geleceğe taşırmalarını zayıflatmak kadar tüm insanlık yaratımlarını yazılı belgelere dökerek sahiplenirler ve Tarih Sümerlerde Başlar deyişlerine konu olan geçmiş hafızamızda yarattığı çarpıklıkla bu düzen normunu uygarlık sınırlarında algılamamızın temel yaratıcı güçlerinden birini de uygarlığa armağan etmiş olmaktadır. Sistemin tüm kurum ve kurumlaşmaları bu düzen normları etrafında şekillenmek durumundadır. Kadının düşürülmesinde yeni sistemin özerinde şekilleneceği kadın tipinin yaratılmasında temel rol oynayan Musakaddim (İlk genelev) den tutalım ilk edebiyat akademilerine (Edduba) ilk hukuk kurumlaşmalarına askerlik kurumlaşmalarına kadar tüm kurumlaşmaları yeni ideolojik kimliğin topluma yedirilme merkezleri olmak durumundadır. Bir o kadar da yeni toplumsal sistemden duyulan rahatsızlıkların sistem içinde çözülmesi bu kurumların yaratılan zihniyet çarpıtmasına dayalı olarak toplumsal sorunları çözüm merkezi gibi sunulmasıyla sağlanmaya çalışılmaktadır. Yürütülen çıkar savaşlarının eksenine neolitik toplum değer yargılarına dayalı halkın istemlerinin temel bileşenleri oturtulacaktır. Bu durumu S. N. Krammer şöyle değerlendiriyor; “Her durumda kralların ülkede adalet ve eşitliği güven altına alma iddiaları kraliyet ilahilerinde edebi bir kalıp haline gelmiştir.” (Tarih Sümer’de Başlar 315).

Hepsinden öte sistemi ayakta tutan temel kurum olan ailenin oluşumu da Sümerlerde başlamıştır. Özel mülkiyetin kolektif mülkiyet yanında giderek ağırlık kazanmasına paralel olarak ve erkeğin üretimde artan rolüne dayanarak ataerkil aile şekillenmesi de süreçle ortaya çıkmıştır. Ana tanrıça uzunca bir dönem panteondaki yerini korumuş olsa damusakaddim de yeni biçimlere kavuşturulan kadın-erkek ilişkisi ile neolitik sistemdeki kadın-erkek ilişkisinin yerini alacak olan ataerkil ailenin cinsler arası ilişkilerinin de ilkeleri oturtulmuş ve toplumsal bir kültür halinde yaygınlık kazandırılmıştır. Sümerler neolitik toplum değerleri üzerinde şekillendiğinden ve neolitik toplum değer yargılarının güçlülüğünden kaynaklı olarak kadın etkileri silinmiş değildir. Sistem dönüşümünün mitolojilerde tanrı-tanrıça savaşımı biçiminde yansıması bu gerçeği doğrular niteliktedir. Ancak köleci toplum ideolojisi olan mitolojiler yaygınlaşıp kendi sistemlerini oluşturdukça bu etkilerin de silinmeye başladığı görülür. İnanna’nın yeraltına gönderilişi Dumuzi-Tammuz mitosları etkileri silinen kadın gerçekliğini anlatan mitoslardır. (Dumuzi Çoban tanrısı olup Tarım tanrısı olan Tammuz karşısında üstünlük kazanan ataerkil sisteme geçişi ifade eden tanrılardan biridir.)

Kadın toplumsal etkinliğini yitirdikçe Panteon’daki konumunun da silikleşmesi gerçekleşmesi kaçınılmaz olan bir gelişmedir. Nitekim köleci ideolojinin Semitik yorumu ön plana çıktıkça örneğin Babillilerde tanrı Marduk’ta olduğu gibi despot yönetimlerin önü açıldıkça Panteondaki Tanrıçalar da savaşımlarında yalnız kalırlar. Tiamat’ın Marduk ile savaşımındaki yalnız kalışı ve tüm savaşımına rağmen varlığını yitirişi ana soylu ailenin yerini giderek eve kapanan etkinliğini yitiren kadının ve ataerkil ailenin almasının bir ifadesidir.

Cinsler arası ilişkiler önce mitolojilerde erkek tanrılara cinsellikte ve üretimde biçilen rolün arttırılması ve tanrıçanın erkeğin yarattığı değerlerin bekçisine dönüştürüldüğü Sümer mitolojilerinde anlatılmıştır. S. N. Kramer’in Tarih Sümerlerde Başlar adlı yapıtının 33. bölümünde bu konuda verilen örnek oldukça çarpıcıdır. İnanna-Dumuzi ile olan evliliği sonucunda şu sözleri sarf etmekte ve kadının ana tanrıça olma statüsünden uzaklaşmaya başladığı noktayı aile kurumu ile özel mülkiyet ve devlet sistemi arasındaki bağı işaret etmektedir;

“......
Senin yaşam evini ben gözeteceğim
Ülkenin ışık saçan harika yerini
Tüm ülkelerin yazgısının belirlendiği
Halka ve tüm canlı varlıklara kılavuzluk eden evi
Ben İnanna senin için koruyacağım
........
Yaşamevini uzun ömürlü ambarını
Ben İnanna senin için koruyacağım

Mitolojik düşünce tarzının en tehlikeli yönü çok güçlü dogmatik özelliğidir. Günümüze kadar da varlığını sürdüren tüm dogmatik düşünce ve inançların temelinde Sümer mitolojisinin yarattığı dogmatizm yer almaktadır. Bu düşünce tarzının güçlü etkileri nedeniyle tüm özgürlüksel çıkışlar ideolojik kimlik oluşumlarında -kendi dönem koşullarında- açığa çıkmasa da biçim değiştirmiş kölelikle sonuçlanan bir sistem gerçekliği yaratımının aracına dönüştürülmüşlerdir.

“Mitoloji ve dini dogmaya dayalı toplumsal zihniyet tam köleleşmeye veya ancak kendini mutlaka birbirlerine dayayarak ve adayarak yaşanabileceğine duyulan inançtır. Bu zihniyet yapısında dogmadan inanç ve ibadet tarzından uzaklaşmak veya dışlanmak ölümle bitimle özdeştir. Bu en büyük cezadır. Dogmatik ideolojinin gücü de güçsüzlüğü de bu özelliğinde yatmaktadır. Bireyi toplumun sorgusuz sualsiz mutlak tabisi olarak bağlıyor. Böylesine bir ideolojik yapılanmada toplum inandığı imgeler ve değerlere atfettiği güçler vasıtasıyla kendini güçlü hissedebilir. Ama bir bunalım sürecinde alternatif üretecek bağımsız bir zihni yapı olmadığından o toplum ya çökecek ya çok daha geri toplum biçimlerine savrulacak ya da hakim ve ileride bir güç tarafından asimilasyona alınacaktır.”

Dogmatik zihniyetin köklü yerleşmesi açısından Ortadoğu’ya etkileri dünyanın diğer tüm bölgelerinden daha güçlü olmuştur ve günümüzde de varlığını sürdüren despotik yönetimlerin dayandıkları temel olma rolünü sürdürmektedir. Sümer mitolojisiyle gölge ya da kul durumuna gelme insan zihniyetinde kabul edilebilir ölçüler olarak yerleştirilmişkendine yabancılaşma özgüvenini yitirmede belirleyici rol oynamıştır. Bu temelde geleceğe dair tasarımlarda güçlü olan hükmeden iradiye bırakılmakta ve çizilen “kader”in dışına çıkabilme gücü daha başlangıçta bu düşünce tarzıyla etkisizleştirilmektedir. Tüm özgürlük ütopyalarının yerini adeta hükmeden iradeye adaklar sunma almakta giderek varlığını da bu iradeye adayan adeta cennet ütopyasına ölüme sarılarak koşan birey gerçekliği açığa çıkmaktadır. Bir anlamda tanrı kralların öldüklerinde kendileriyle birlikte diri diri mezara gömülen kölelerin yerini kendi istemiyle ölüme koşan çağdaş köleler almaktadır. Oysa daha Sümerlerde aynı zihniyete dayalı şekillenen sistemin basit çöl kabilelerine yenilmekten kurtulamadığı kanıtlanmıştır.

Sümer’in yarattığı uygarlık çevresinde bulunan diğer kabile ve halklar üzerinde doğal olarak çekici ve iştah açıcı bir etki yarattı Neolitik toplumun yayılma aşamasında da benzer gelişim farkları vardı. Bu farklar nedeniyle Semitik kabilelerin Aryen topluluklara saldırıları geçmişte de olmuştu. Ancak bu saldırılar yağma ve talan amacını geçmediği gibi bir anlamda meşru savunma diyebileceğimiz bir karşı koyuştan daha şiddetli yanıtlarla karşılaşmamıştır. Sümer’de gerçekleşen ise bunun çok dışındadır. Sümer rahip devletinin ideolojik yapılanma karakterine dayalı kendisini sürekli büyütme çabaları ile çevre halkların uygarlık değerlerini elde etme istemi birleşince yaşanan savaşların boyutu da neolitikle kesinlikle karşılaştırılamayacak kadar kapsamlı olmuştur.

Sümer uygarlığına bu amaçlı saldırı gerçekleştiren Aryen ve Semitik topluluklar içinde Semitik kökenli Akad hanedanlığı Sümer şehir devletleri arasındaki çatışmadan da yararlanacak ve Sümer devlet yapısının çevre ilişkilerinde hakim kılmak istediği düzen anlayışını ilk sömürgecilik ve imparatorluk oluşumuna imza atarak somutlaştıracaktır. Akad kralı Sargon Sümer şehir devletlerinin birleştirilmesi ve güçlerinin dışa yayılması temelinde bugünün uluslar arası ilişkilerinin tüm gelişkin kurumlaşmalarına damgasını vuran mantığın ilk uygulayıcısı olmuştur. Böylece planlı ve talan amaçlı saldırı ve yok etme de sömürücü egemen sınıfın bir uygulaması olarak geliştirilmiş sistemleştirilmiş ve sanki normal bir tarih eylemiymiş gibi meşrulaştırılmıştır. Daha sonra egemen dinin ve törenin kutsallaştırılmasıyla “kahramanlık eylemi” bir hak durumunda anlam kazanıp destanlaştırılmıştır. Böylece adeta bir meslek mertebesine yükseltilen askerlik kurumunun temel ruhsal özelliği de şekillenmiştir. Sümerlerin en önemli destanı “Agadenin lanetlenmesi” kutsal kent Nippur’un Akadlarca yerle bir edilişi üzerine yazılmış olup tarihte ilk defa bir kentin lanetlenmesi gerçeğini dile getirmektedir. Günümüzde etkinliğini koruyan psikolojik savaş yöntemlerinin de ilk defa Sümer icadı olduğu belgelerle kanıtlanmıştır. (S.N. Kramer. Tarih Sümer’de Başlar. Syf. 37)

Sümer mitolojisi ve ona dayalı uygarlığın neolitik toplumun çok yabancı olduğu bir yaşam biçimi açığa çıkardığı net olup etkilerinin çok yönlü değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Bu değişikliklerin belki de en önemlilerinden biri de uygarlığın yaşam biçimi ve yayılma karakterinden kaynaklı açığa çıkan toplumsal sorunlardır. Aşağıdaki ilahi İşme Dağa’nın kendini öven ilahilerden biri olmakla birlikte bugün varlığını sürdüren bir çok toplumsal hastalık ve bozukluğun temelinin de daha Sümerlerde atılmış olduğunu ve halkların var olan sorunlar karşısında duydukları özgürlük eğiliminin neolitik toplumun temel kriterleri üzerinde şekillendiğinin ip uçlarını taşıması bakımından önemlidir.

“Kötülüğü ve şiddeti ben engelledim
Sümere doğruluğu ben getirdim
Ben adalet aşığı bir çobanım
Sümer’de doğmuş biri Nippur yurttaşıyım ben
Eşitsizliği hoş görmeyen bir yargıcım
.......
Her zaman için rüşvetle verilen hükmü dönülen sözleri yasak ettim.
Uygunsuzu ağzı bozuğu........ silip attım.
Sapkını yalanı dolanı doğru yola döndürdüm
Haksızlığa uğramışın dulun yetimin
‘Ey Utu ey Nanna!’ haykırışlarına yanıt verdim. (S.N. Kramer. Tarih Sümer’de Başlar. Syf. 316)

Enki’nin tanrıça kültürünün yaratımı olan insan üzerindeki hükmediciliğinin aksine tanrıça yeni sistemin yaratımı olan insan tipi üzerinde en küçük bir etkiye sahip değildir. Her bakımdan eksik insanlar yaratılarak tanrıçanın hükmü geçersiz kılınmıştır.


Saat: 18:10

Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.


SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.