Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu

Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu (https://www.forumaski.com/)
-   Psikoloji (https://www.forumaski.com/psikoloji/)
-   -   Aşk, Sevgi ve Duyguların Kontrolü (https://www.forumaski.com/psikoloji/28441-ask-sevgi-ve-duygularin-kontrolu.html)

Leia 13.03.2013 13:19

Aşk, Sevgi ve Duyguların Kontrolü
 
Aşk, Sevgi ve Duyguların Kontrolü

İlk gençlik yıllarını yaşayanlar yeni yeni aşık olup anılar denizini oluşturadururken, bu süreci geride bırakanlar geçmişi hatırladığında çok farklı anılar depreşir.
Kimileri, o ilk aşk’ın, o ilk büyülü algılamaların yürek kıpırtılarını duyar gibi olur.
Kimileri geçmişe özlem duyar. Kimilerinde kırgınlık-kızgınlık hissedilir. Bazıları ise, efkarlı bir iç çekiş ve geri gelmesi mümkün olmayan an’ların kırılgan duyarlılığı ile “şimdi”ye döner.
Şimdide hepsi bambaşka realiteler içerisinde yaşamaktadır.
Bazıları da, geçmişteki realitesini “ne kadar sığ, duygusal ve çocuksu imiş” diyen bir bilgelik ile yad edip uğurlar. Şimdiki realitesi olan ‘şuurlu yani bir amaca hizmet etmenin idraki içerisindeki aşk ve sevgi anlayışı’nın kıvancı ile dolar. Bu hissediş; kibirlilikten uzak bir alçak gönüllülükle, bilgilenmenin verdiği sevinçten kaynaklanır. “Sevginin ne olması gerektiği tartışılan” duygusal ve sübjektif realitelerden uzaklaşılmış, “sevginin ne olduğunun yaşandığı” realitelere gelinmiştir. Duygusallıklar geride kalmış, duyarlılığın Tanrısal şefkatine yaklaşılmıştır. Gelişen farkındalığı ve gösterdiği şuur ataklarıyla, her şeye olduğu gibi, aşk ve sevgiye de, günlük ve beşeri anlayışların dışında bir yaklaşımla bakmaktadır. Bu ise ‘bilgi’ ile yaşamaktan, ‘bilgi’ ile hareket etmekten kaynaklanmaktadır.
Anlayışın bu genişliğe yükselmiş olması, bir ve tek olanın sonsuz yansımalarının tümünü, aynı gönül zenginliğiyle sevebilmek idrakine ulaşılmış olması, bireyin, Tanrı’sına yaklaşmasından başka nedir ki?
Bugün gerek modern bilim alanındaki çalışmalar, gerekse ruhsal tebliğler kanalıyla alınan bilgiler ışığında; Kainatın, çok çeşitli enerji vibrasyonlarından oluşmuş bir bütün olduğunu biliyoruz. Enerji ve maddenin birbirine dönüştüğünü, maddenin şuurlandıkça şuurlu varlıkların isteği ve iradesine boyun eğerek çok çeşitli canlılık sistemlerinin oluşturulmasında kullanıldığını biliyoruz.
Ruhsal bilgilere göre tüm evreni dolduran çok çeşitli enerjiler vardır. Bunlardan hayat enerjisi, canlı ve cansız sistemlerin tümünü kapsar. Ancak canlı dediğimiz varlıkların şuurluluk kazanması, o sisteme ruhsal enerjinin enkarne olması ile mümkündür. Gerek kozmik birimlerin gerekse canlı varlıkların hayatiyetini sürdürmelerinde en önemli bir diğer enerji ise Evrensel Sevgi Enerjisidir. Bu enerji adeta kozmik yapıştırıcı gibi iş görür.
SEVGİ ENERJİSİ
Metapsişik açıdan sevgi, evrende bulunan bir güçtür ve sınırlı değildir. Hayat enerjisi gibi, zaman enerjisi gibi bir enerjidir. Bu özelliğinden dolayı hiçbir engel tanımadan tüm evreni dolduran, tüm uzaysal objeleri tararcasına yayılıp giden ışık fotonlarından pek farkı yoktur. Eğer bu çekim gücü, yani sevgi enerjisi ortadan kalkarsa, tüm bu yerleşik düzen, birlik, ahenk darmadağın olur.
Silver Birch adlı bedensiz varlığın vermiş olduğu bir tebliğde şöyle denmektedir: “Tüm evren sevgi yüzünden varoluşunu sürdürür. Evrenin ve tüm varoluşlarda yaşamını sürdüren her varlığın kaderini belirleyen şey bu sevgidir. Sevgi, bir itici, canlandırıcı güçtür ve madde ile ruh dünyası arasındaki engellerin aşılmasındaki tek etkendir. Bizim dünyamıza gelene kadar sevginin gerçek anlamını anlayamayacaksınız; çünkü sevgi özde ruha aittir. Sevgi ruhları ve düşünceleri birbirine bağlayan niteliktir.”
Sevgi enerjisi, varlıklar arasında birliği sağlar. Toplum halinde yaşamanın gerçek nedeni, tüm varlık alemini içten ve dıştan saran sevgi enerjisinin tezahürü içindir. Böylece varlıklar, bu enerjiyi psişik bünyelerinden direnç göstermeden geçirebilme uygulaması yapar. Çok çeşitli duygu realitelerini tanır, dirençlerini kırar. Bu durum hem kendilerinin beslenmesine hem de kozmik bütünlüğün dinamizminin sürekliliğine hizmettir. Varlıkların kozmik bütünlüğün bir neferi olarak şuurlu bir vazifeyi üstlenebilmeleri ise başlangıçta otomatik uygulamalara bağlıyken giderek şuurlu bir tekamül süreciyle olmaktadır. Tekamül etmekte sevgi enerjisinin de rolü büyüktür.
İNSANLAR SEVGİ ENERJİSİNE DİRENÇ GÖSTERİR
Dirençlerimiz yüzünden sevgi enerjisini düzenli bir titreşim halinde algılamakta beceriksiz davranırken, dirençsiz olduğumuz anlarda da çok becerikli oluveriyoruz. Önyargılarımız, geçirmiş olduğumuz çeşitli tecrübelerin üzerimizde bırakmış olduğu izlenimler, duygusal beklentilerimiz, egoist ve nefsani davranışlarımız vs. sevgi enerjisini kullanmamızı engelleyen dirençlerimizdir. Zihni, manevi, felsefi, fiziki dirençler vardır.
Dirençlerimizi saptamanın en iyi yolu kendimizi gözlemekten geçer. Böylece niçin sevemediğimizi, niçin sevilmediğimizi anlayıp kendimizi yeniden yapılandırma cesaretini bulabiliriz. O halde sevemeyişimizin nedenlerini önce kendi iç uzayımızda aramalıyız, dışımızdaki dünyada değil.
Kendimizi tanıma çalışması süreklilik kazandıkça; zaaflarımızı, takıntılarımızı, korkularımızı kısaca eksik ve fazlalıklarımızı saptayabiliriz. Bu, yaşam boyu sürmesi gereken bir iç çalışmadır. İnsanın kendini eğitme sürecidir. Kimse kimseyi eğitemez, değiştiremez. Değişim isteği varlığın kendisinden gelmelidir. Örneğin insanlarla hep kendi çıkarları doğrultusunda ilişki kurduğu için sürekli terk edilen birini yakın çevresi ne kadar eleştirirse eleştirsin, ne kadar öğüt verirse versin o insan değişemez. Ancak bu olumsuz tavrının yarattığı sebep sonuçları bizzat kendisi idrak ettiğinde değişime adım atabilir. Değişim için gerekli anahtar ise bilgidir. Doğru kanallardan bilgilendikçe, makûl vicdan ve sezgisel aklın sesine kulak verdikçe, ruhsal yasaları idrak ettikçe, tüm Evren bizimle işbirliğine hazırdır.
Bu işbirliğinden habersiz olduğumuz gibi sevgiyi de mantal düzeyde değil, duygusal ve içgüdüsel seviyede yaşamaya çalıştıkça kendimize ve çevremize zarar veriyoruz. Düşük vibrasyonları yayıp düşük vibrasyonları çekiyoruz. Sonra da, duygusal tavırlanmaları sevgi zannedip yalnızlığımızı pekiştirdikçe ıstıraplarımızı çoğaltıyoruz. Çünkü yaşamın dayatmalarını çoğu kez hiç sorgulamadan benimsiyoruz. Böylece dış tesirlerin yönlendirdiği, çok benlikli, hoşgörüden yoksun, bencil ve kibirli, gereksiz kıskançlıklar sergileyip tahakküm uygulamak isteyen, savunma mekanizmaları içinde boğuşup duran ve bu nedenle özgür bir akılla hareket edemeyen bireyler olarak benzerlerimizi çekip dramalar yaşıyoruz. Yalan söylüyoruz. Rol yapıyoruz. Oynuyoruz.
Bünyelerimizden akmak için çevremizde dönüp dolaşan sevgi enerjisinin karşısına, dirençlerimizi, birer zırh gibi dikiveriyoruz. Sonra da ondan soğumaya, uzaklaşmaya, yüz çevirmeye başlıyoruz. “Onun için ölürüm” dedirten duygusallıktan sıyrılırken, duygusallığın değişik tonlarında dolaşıp duruyoruz. Kendimizi gözden geçirmek dururken, duygusallığımızı bir üst realite olan duyarlılığa yükseltmek dururken, bir başka aşk’ta karar kılıyoruz. Yapraklar gibi edilgen bir şekilde savrulup hayata kahrediyoruz. Sonra da ‘ne kadar talihsizim’ diyerek yaşadıklarımızın sorumluluğunu sözüm ona kaderimizi belirleyen Tanrı’ya yüklüyoruz. Böylece bizim zaaflarımızın çetelesini tutan ve belirleyen bir Tanrı anlayışını büyütürken, Tanrısallığa hakaret ettiğimizi de düşünmüyoruz. Istırap çekmeye devam ediyoruz.
Istırap çeke çeke esnemeyi öğreniyoruz. Başkalarına karşı yargıç gibi davranmaktan vazgeçip “anlama”nın peşine düşüyoruz. Nitekim geçmişimize bir göz atarsak, belirli sıkıntılardan sonra belirli bir anlayış ve olgunluk düzeyine ulaştığımızı görürüz. Istıraplarımız, varlığımızın derinliklerine uzanmamızı sağlayan, sebep-sonuç ilişkisini kurduran, gözümüzdeki perdelerden hiç olmazsa birkaçını aralayan birer uyarandır. Istıraplarımız, şuurumuza kendi dışından gelen tesirlerin sonucudur. Şuur bu tesire hakimiyet kurmak için çabalar ve bu çaba da ayrıca ıstırap verir. Öyle bir gün gelir ki idrakimizde bir yükselme, anlayışımızda bir genişleme ile daha önce ıstırap veren etkenin artık ıstırap vermediğini gözleriz, çünkü şuur o tesire artık hakim duruma geçmiştir.
Sevecenliğimizi bile sevgisizlik eprövlerini yaşadıktan sonra çoğaltıyoruz. Bir yerde, negatifi yaşayarak pozitifin değerini anlıyoruz. Öyleyse, ıstıraplara şükran borçluyuz...
DİRENÇLER ve DUYGULARIN KONTROLÜ
Zaman zaman hepimiz; bir bebeğe, kardeşimize, bir dostumuza, sevdiğimize, anne veya baba isek çocuğumuza kısaca karşımızdaki insana baktığımızda taa yüreğimizden yükselen bir sevgi titreşimini hissetmişizdir. Beslediğimiz sevginin çok güçlü ve inanılmaz akışkanlıkta geldiği anlarda yaşanılan, çok derinden hissedilen ve karşımızdakini sarıp sarmalamak isteyen bir duygudur. İşte bu duygu, beslediğimiz varlıksal sevgi veya bu niteliklerle beslenen aşk, “Evrensel Sevgi Enerjisi”nin bünyelerimizden geçebileceğinin kanıtıdır. Demek ki hepimiz belli duyarlılıklara sahibiz. Potansiyel olarak tüm Kainat enerjilerine kendimizi açabilir, Kainat yasalarını kavrayabilir ve bu yasalar çerçevesinde gelişimimizi sürdürebiliriz.
Gelişimimizi sürdürürken sevmenin, hoşgörmenin, vicdanlı yaşamanın uygulamalarını yaparken aşık da oluruz. Çok çeşitli halleri yaşarız. İşte aşık olmak, bir yerde, otomatik de olsa, evrensel sevgi enerjisinin varlığından bizi haberdar eden, o enerjinin bünyelerimizden geçebileceğini gösteren önemli bir yaşam deneyimidir. Bizi, daha şuurlu sevmelere doğru yükseltebilecek bir adımdır.
Daha sonra gelişen dirençler ise, duygularımızı kontrol edemeyişimizden doğar. Esnek olamayışımızdan doğar.
Tüm varlıkları sevebilmek, sevgi enerjisini alıp yayabilmek için daha önce de değindiğimiz gibi ‘kendini tanıma çalışması’ yapmak ve duyguları kontrol edebilmek gerekir.
Duyguların kontrol altına alınması demek onların bastırılması, şuur altına itilmesi veya yüzeysel bir şekilde seviyormuş gibi davranılan rollere bürünülmesi değildir. Düşük vibrasyonlu duygusal hallerin daha yüksek bir şuur seviyesi ile gözlenmesi, bertaraf edilmesi ve daha yüksek bir realiteden olay ve insanlara bakabilmek, değerlendirebilmek, realiteleri doğru tesbit edebilmek demektir. Aksi takdirde bastırılan, şuur altına itilen gerçek duygu halleri her fırsatta su yüzüne çıkar ve olaylar karşısında kişinin kendini kontrol edememesine, sevgi enerjisinin alınmamasına ve yayılmamasına neden olur.

Leia 13.03.2013 13:19

Cevap: Aşk, Sevgi ve Duyguların Kontrolü
 
SEVGİNİN İFADE BİÇİMİ ÇOKTUR
Dirençler azaldığında veya yok edildiğinde ise, insanlar arasındaki sevgi titreşimlerinin akışı çoğalır. Genellikle bu akışın ifadelenişi “Seni seviyorum”olur.
Ancak, dünyanın tüm dillerinde kullanılan bu iki sözcük tüm beşeri duygulanımları da ifade eder. Dünya insanlığının büyük çoğunluğu, evrensel sevgi enerjisinden habersizce, kendi dirençlerinden habersizce yaşayıp giderken arzularının tatmini olarak gördüğü karşı cinse olan duygulanımlarını da “Seni seviyorum” sözcükleriyle ifade eder. Yani bu iki sözcüğe yüklenilen anlamlar, bu sözcükleri sarf eden kişilerin realite farklılığına göre çeşitli anlamlar ve boyutlar kazanır.
İşte bu nedenle birbirimizi anlamamız zorlaşır. Çünkü her birimizin yüklediği anlam farklıdır. Olması gereken anlam üzerinde fikir birliğine varacak yerde, kendi subjektif değerlerimizi birbirimize dayatmaya çalışırız. Sevgiden ne anlıyorsak ancak o kadar derinlik kazanır ‘seni seviyorum’ sözcükleri. Ama gene de ‘en derin sevgi benimki’ derken aslında en sığ sevgilerde; arzuların ve tutkuların giderilmesi olarak görülen sığlıklarda dolaşabiliriz.
“Seni seviyorum” lafı acaba bugün ne durumdadır?
Çok sık kullanılmasa bile, en çok içi boşaltılan, eksik anlayışları ifade eden, maddi veya manevi çıkar duygularına aracılık eder konumdadır. Duyulur duyulmaz “her şeyin mükemmel olacağı zannını” doğurarak, sonsuza kadar sürecek bir aşkın sözleşmesi yapılmış gibi anlaşılır. Bütün dünyayı ele geçirmiş gibi sarhoşluk içinde koşturur.
“Sevincimiz hala o ilk günkü kadar tazedir” diyebilecek kaç kişi vardır?
Kaç kişi vardır “hiç bitmez bu aşk” derken, şimdi “ne kadar da çocukça bir duyguymuş” demeyen?
Sevmek, “Seni seviyorum” ifadesinde gerçek edimini bulan bir kavram değildir. Dil bu, her şeyi söylediği gibi onu da söyler. Kişilik bu, yalancı ‘ben’lerinden hangisi işine gelirse onunla söyletir. İmajinatif benlerimizin kurgularıyla hayal aleminde yaşayıp dururken, hayalde yarattığımız sevgiyi birilerinde bulduğumuzu zannederiz. Sevmek, duygusal hallerimizi birbirimize açtığımız, beşeri duygulanımlarımızı el ele, göz göze, diz dize paylaştığımız an’la sınırlı değildir.
Sevmek, duygulanımlarımızı, o taa içimizden, özümüzden, fışkırıp taşan ruhsal haleti, tam olarak ifade edemediğimizde yaşanan ruhsal potansiyelin dışa vurumudur. Sözcüklerin sınırlılığına ihtiyaç duymayan, onların kalıplarını çatlatıp atan bir ışık, bir enerji selidir. Öyle bir enerji ki, sevileni kendi gibi görebilmek, kendi zaaf ve ihtiyaçlarımızı nasıl doğal karşılıyorsak onu da öyle bilebilmek, anlayabilmektir. Kendimize olan toleransı kimseden esirgememektir. Beşeri beklentilerle değil, evrensel hakikatin o yüce duygularıyla hareket etmeye gayret etmektir. Seni benden, beni senden ayıran kabukların, dirençlerin hakkından gelmektir. Duru bir su gibi içi dışı bir olmak ve öfkeyi, kızgınlığı, kibri, eleştirip buyruklar yağdıran egoyu yenmektir. Sevileni, onun varlıksal gelişimine uygun olacak tarzda yönlendirebilecek özgürlüğü sağlamaktır. Kıskaç altına almadan serpilip gelişmesine yani varlığın ruhsal tekamülüne hizmet etmektir. Hizmeti, beşeri duyguların çok ama çok üstünde tutabilmektir. Aşkı da sevgiyi de bilgece, sığ suların bulanıklığında değil, derin suların berraklığındaki o saflıkta yaşayabilmektir. Evrendeki her varlığın sevilmeye değer olduğunu kavramak ve Kozmik küredeki macerayı şuurlu bir şekilde sürdürmektir.
Gerçek aşk, kayıtsız şartsız bir varlığı tüm yönleriyle kabul etmek, onun seçim ve gelişim çabalarına destek olmak, yaşam deneyimlerinde her şeyi paylaşmaya doğru insanı çeken pozitif bir girdaptır. Fiziksel ve duygusal çekimlerde takılıp kalmak ise bu akışın yönünü ve seviyesini belirleyici olan tercihlerdir. Bu yüzeysel çekimleri, okun yaydan rastgele fırlaması olarak düşünürsek, oku hedefine ulaştıracak ve hedefi bulduracak şey ise bilgi ve şuurlu olarak gösterilen çabalardır. Bilgi ile davranış, sevgi ile davranıştan üstündür. Bilgi ile davranmakta adalet duygusu ve makul vicdan uygulamaları vardır ki bunlar sevmekten üstündür.
Sevgi hakkında Üstat Ergün Arıkdal şöyle diyor:
“İnsanlar muhakkak birbirlerini sevmelidir. Sevmelidir’den maksat, sevgiden maksat, pozitif enerji sirkülasyonunu artırmaktır. Birbirlerimize karşı olan düşüncelerimizde pozitif enerji sirkülasyonunun akışını artırdığımız zaman negatife karşı büyük bir savunma, bir kalkan meydana getiririz ve süpürürüz. Onun için insanların birbirini sevmesi, sayması, kabul etmesi, hoşgörmesi gerekir. Bunlar tamamen enerjetik, pozitif ve negatif sirkülasyonların birbirini dengelemesi meselesidir. İnsanlar, asırlarca bu pozitif değeri dengelemede çok zayıf kalmış bir durumdadır. Pozitif enerjinin bulunması yeterli değildir, çünkü bir yerlerden akıp geçmiyorsa, dolanmıyorsa, hiçbir işe yaramaz. Bir sevgi enerjisi bizde de var ama sirkülasyon yok, bir türlü bir dolanım meydana gelmiyor. Büyük zorluklar içerisinde kalıyoruz.”
Gerçek sevgi varlıkların gelişimine hizmet etmektir. İşte bu anlayış, çok yukarılarda olan ve bizim için anlaşılması bir hayli zor olan “bir”lik ilkesini kavrayabilmekten geçer. Bu yüksek anlayışa, bu özdeki “bir”lik şuurunu sezen Anadolu mistiği Mevlana bu prensibi görebildiği için: “Gel, kim olursan ol gel...” diyebilmiştir.
i.r.a.d


Saat: 12:01

Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.


SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.