Nasreddin Hoca fıkralarından mesajlar ve içindeki öğütleri Nasreddin Hoca fıkralarından mesajlar ve içindeki öğütleri Nasrettin Hoca Türk halk bilgesi. Halk dilinde, duygu ve inceliği içeren, gülmece türünün öncüsü olmuştur. Sivrihisar'ın Hortu bölgesinde dünyaya geldi., Akşehir'de vefaat etti.. Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gördü. Babasının ölümü üzerine Hortu'ya geri dönerek o bölgenin imamı oldu. 1237'de Akşehir bölgesine yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerine katıldı. İslam diniyle alakalı çalışmalarını devam ettirdi. Bir rivayete göre medresede ders verdi, kadılık yaptı. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hoca adı verilmiştir Nasrettin Hoca'nın hayatıyla alakalı bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi nedeniyle, söylentilerle karışmış, daha çok olağanüstü özellikler kazanmıştır. Bu rivayetler içinde, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlânâ Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü bile vardır. Nasreddin Hoca'nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin incelenmesinden, bunlarda geçen sözcüklerin açıklanışından anlaşıldığına göre o, belli bir dönemin değil Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir. Onunla ilgili gülmeceleri oluşturan öğelerin odağı sevgi, yergi, övgü, alaya alma, gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişkiye sürükleme, Şeriat'ın katılıkları karşısında çok ince ve iğneli bir söyleyişle yumuşaklığı yeğlemedir. O, bunları söylerken bilgin, bilgisiz, açıkgöz, uysal, vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz, korkak, atılgan gibi çelişik niteliklere bürünür. Özellikle karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma, gülmecelerinin egemen öğesidir. Bu öğeler Anadolu insanının, belli olaylar karşısındaki tutumun yansıtan, düşünce ürünlerini oluşturur. Nasreddin Hoca, halkın duygularını yansıtan bir gülmece odağı olarak ortaya çıkarılır. Söyletilen kişi, söyletenin ağzını kullanır, böylece halk Nasreddin Hoca'nın diliyle kendi sesini duyurur. Nasreddin Hoca, bütün gülmecelerinde, soyut bir varlık olarak değil, yaşanmış, yaşanan bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir biçimde ortaya çıkar. Olay karşısında duyulan tepkiyi ya da onayı gülmece türlerinden biriyle dile getirir. Tanık olduğu olaylar genellikle halk arasında geçer. Hoca, soyluların, yüksek saray çevresinde bulunanların aralarına ya çok seyrek girer ya da hiç girmez. Sözgelişi onun tanıştığı söylenen Selçuklu sultanlarıyla ilgili gülmecesi yoktur. Timur'la ilgili "hamam, Timur ve peştemal" gülmecesi de, Timur'dan çok önce yaşadığı için, sonradan üretilmiştir. Halk beğenisi Hoca'yı Timur gibi çevresine korku salan bir imparatorun karşısına hamamda çıkarak, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit" türünden bir yergi yaratmıştır. Burada yerilen, dolaylı olarak kendini toplumun, halkın üstünde gören saray insanlarıdır. Nasreddin Hoca gülmecelerinde dile gelen, onun kişiliğinde, halkın duygularını yansıtan başka bir özellik de eşeğin yeridir. Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez. Onun taşıtı, bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve alay öğesidir. Anadolu insanının yarattığı gülmece ürünlerinde atın yeri yoktur denilebilir. Eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın en yaygın simgesidir. Soyluların, sarayların çevresinde üretilmiş gülmecelerde eşek bulunmaz, oysa at geniş bir yer tutar. Bu konuda başka bir çelişki sergilenir. Gülmecede güldürücü öğe ile yerici öğe yanyana getirilir. Bunun örneği de kendisinden eşeği isteyen köylüye, "eşek evde yok" deyince ahırda onun anırmasını duyan köylünün "işte eşek ahırda" diye diretmesi karşısında, Hocanın "eşeğin sözüne mi inanacaksın benimkine mi" demesidir. Onun gülmecelerinde, kaba sofuların "ahiret" le ilgili inançları da önemli bir yer tutar. "Fincancı Katırları", "Ben Sağlığımda Hep Burdan Geçerdim" başlıklı gülmeceler katı bir inanç karşısındaki duyguyu açığa vurur. Toplumda neye önem verildiğini anlatan "Ye Kürküm Ye" gülmecesi, Hoca'nın dilinde, halkın tepkisini gösterir. |
Cevap: Nasreddin Hoca fıkralarından mesajlar ve içindeki öğütleri O zamanda ben bulunmadım Nasreddin Hoca << işlerinin çokluğu dünya tel''şeleri hastalık sağlık vs gibi >> çeşitli bahanelerle ibadetten birçok zaman kaytaran birileri ile sohbet ediyormuş. Mazeretleri de bir sürü imiş. Bir ara söz yemekten içmekten açılmış. - Bugünlerde canım bir helva yemek istiyor ki! bir türlü pişirip de yiyemedik.demiş Nasreddin Hoca. - O kadar zor bir şey mi helva pişirmek a Hoca demişler. -Ne yapalım demiş Hoca. Şeker ve un bulundu tere yağı bulunmadı. Tere yağ ve şeker bulundu un bulunmadı. Un ve tere yağ bulundu şeker bulunmadı. - Hiç bir araya getiremedin mi bunları? demişler. - Hepsinin bir araya geldiği de oldu demiş Hoca. Amma o zaman da ben bulunmadım. Öğüt : Atalarımız Bu günün işini yarına bırakma demişler. Söz ancak öğüt dinlemesini bilene k''r eder. -------------------------------------------------------------------------- İkinizin arasında gidiyorum Nasreddin Hoca bir Kadı ile Bir tüccara yoldaş olmuş. Ortada Hoca sağında Kadı efendi solunda Tüccar efendi hem konuşuyorlar hem de yürüyorlarmış. Hoca efendi yeri geldikçe yol arkadaşlarının yaşamları ve ibadetlerindeki gevşeklikleri konusunda söz dokundururmuş. Makamına güvenip kendini çok büyük bir adam sanan Kadı efendi Hocaya: - Sana da l''f yetişmez ki demiş İstersen öyle kurnaz kesilirsin ki en yaman muzırları bile geride bırakırsın. İstersen yaban öküzünden daha şaşkın görünürsün. - Yok canım abartıyorsun bak ben haddimi nasıl biliyor muzırla yaban öküzünün arasında gidiyorum. demiş. Öğüt: Atalarımız Kişi kendin bilmek gibi irfan olamaz demişler. Ne olduğumuzu ve ne olacağımızı iyi düşünmemiz gereklidir. Gönül kırmak çok kolay gönül adamı olmak ise çook çoook zordur. Gönül kırmamayı becerenlere ne mutlu ! -------------------------------------------------------------------------- Ördek çorbası Nasreddin Hoca erkenden yola koyulmuş. Akşam hava kararmadan gideceği köye varmak için acele ediyormuş. Öğle vaktine yaklaşırken bir pınarın başında durup hem namazını kılmak hem de kuru peksimetten ibaret olan azığını yemek istemiş. Pınara yaklaşırken yaban ördeklerinin suda oynaştıklarını görünce Şunlardan bir tanesini yakalayıp kızartıp yesem diye düşünmüş. Sessizce ördeklere yaklaşmaya çalışırken ördekler Hoca'yı fark edip uçmuş kaçmışlar. Hoca pınarın başına oturmuş çantasından peksimetini çıkarmış suya batıra batıra yemeye başlamış. Oradan geçen bir yolcu : - Afiyet olsun Hocam demiş ne yiyorsun ? Hoca peksimetini suya batırırken : - Ördek çorbası demiş. Öğüt: Konuşurken gereksiz ve anlamsız konuşmamağa dikkat edelim. Bakıp gördüğümüz durumların çok belirgin yönlerini fark etmeden konuşmayalım. -------------------------------------------------------------------------- Buna değmiş buna değmemiş Nasreddin Hoca'nın Köylüsü iri yarı bir delikanlı olan Ali Can sıcak bir yaz gününde ormana gidip odun hazırlamağa karar vermiş. Gittiği baltalık ormanda su yokmuş. Herkes heybesine bir testi su koyar öyle gidermiş. Ali Can “Su testisini taşıyacağıma iki üç karpuzu taşırım daha iyi olur. Nasıl olsa dönüşte odunları sırtlayıp getireceğim. Birde toprak testimi kırmadan geri getirmeye uğraşmayayım” diye düşünmüş. Torbasına karpuzlarını koyup ormana gitmiş. İşe koyulmadan evvel bir karpuz yiyeyim demiş. Karpuzu kesmiş. Beğenmemiş bir kenara atmış. Öbür karpuzu kesmiş o karpuz da çok hammış kaldırmış atmış. Kızmış karpuzların üstüne işemiş. Ormana gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş. Yanına yaklaşınca Ali Can'a : - “Delikanlı ham da olsa o nimete işenmez tövbe et. Nimeti vereni gücendirirsin !” demişse de delikanlı öfkesini yenip tövbe edememiş. Öğlen vaktine doğru hem sıcaklardan hem de çalışmaktan dolayı iyice susamış. Etrafta su isteyebileceği hiç kimse yok. Su yok. Varmış ham karpuzların yanına. “Ona değdi buna değmedi” diye diye Ş u Bizim Nasreddin Hoca'mız 33 attığı bütün karpuzları yemiş. Son parçalardan birini yemekteyken ormanda işini bitirip eşeğine odunlarını yükleyip dönen Nasreddin Hoca ile tekrar karşılaşmış. Hoca bir yenmiş karpuzların kabuklarına ve birde Ali Can'a bakmış : - “Suphanallah bak Ali Can becerip tövbeni yetiştiremedin. Rabbim ne kadar çabuk senin çişini sana yedirdi! ...” demiş. Öğüt: Büyüklerin tecrübelerini ve söylediklerini yabana atmayalım. Alican'ın edindiği bu tecrübeler yaşlandıkça çokça artacaktır. O halde her şeyin tecrübesini üzerimizde yaşayıp birinci yani ilk kafa olacağımıza akıllı adamların yaptıkları gibi <bizden evvelkilerin binlercesinin akıllarını da kullanıp> düşünen bininci kafa olalım. (Ben yaşlılığı şöyle de tarif ediyorum. <<yaşlılık: Ömrün bereketli kullanılması hakkında “hayat tecrübelerini gençlere aktarmak isteyen kişilerin sözlerini” hiç dikkate almayan gençlerin Amerika’yı yeniden keşfetmek için harcadıkları yıllarından sonra ulaştıkları istasyonun adıdır |
Cevap: Nasreddin Hoca fıkralarından mesajlar ve içindeki öğütleri Söylediğine söyleyeceğine... Köylünün biri diğerinin kuzusunu çalmış kesip yemiş. O da onun keçisini aşırmış kesip yemiş. Nasreddin Hoca olayı incelediğinde kimin ne yaptığını fark etmiş. Olayın kahramanları bir gün çayhanede oturuyorlarken keçinin sahibi keçisini övmeye başlamış: - “İki arşın tüyü vardı gerdanı üç karıştı başı şöyleydi gözleri böyleydi vs” diye hayvanını methediyormuş. Keçiyi kesip yiyen bu abartmalar karşısında çok sıkılmış. Amma ne yapsın adam susmak zorunda. Nasreddin Hoca keçiyi çalıp kesen adama dönmüş : - “Yahu bu adam ne kadar atıp tutuyor. Şimdi git evine. Şu uyuz keçinin postunu getir de bu adam söylediğine söyleyeceğine pişman olsun.” Öğüt : Bir topluiğne değerinde bile olsa hiç kimsenin bir malını kendisinin rızası olmaksızın alıp kullanmayalım. Bizden razı olmayanlar çoğaldıkça ahiretteki hesabımız da çok çok zorlaşır. Kendimizi “ahirette sopa yemek ve azarlanmaktan” burada fırsat elimizdeyken kurtaralım. -------------------------------------------------------------------------- Bu karanlıkta Nasreddin Hoca’nın bir konuğu gece yatısına kalmış. Adam zayıf inançlı biriymiş. Ben görmediğime inanmam Ahirete gidip gelen var mı? Görülmeyen şey bilinir mi? gibi şeyler dermiş. Hoca sabır göstermiş. Konuğunu incitmeden bir şeyler anlatmağa çalışmışsa da konuk ikna olmuyormuş. Yatma vakti gelince Hoca odaya iki yatak sermiş. Birinde konuğu diğerinde kendisi yataklarına girmişler. Hoca sağ tarafındaki mumu söndürmüş. Bir süre sonra Konuk; - “Hoca efendi sağ tarafındaki mumu yakar mısın” deyince : - “Sen deli misin be birader” demiş Hoca “bu zifiri karanlıkta ben sağ tarafımı nasıl bileyim!” Öğüt: Atalarımız “Kendi noksanını bilmek gibi irfan olamaz” demişler. Kendi noksanını bilen öğrenmeye hazır bir kişidir. Ona öğretmeye ve zaman harcamaya değer. “Kendini bilen haddini bilir.” Demişler. “Ya öğrenen ol ya öğreten ol. Asla ikisinin arasında olan olma” öğüdünü unutmayalım. Acaba her gördüğümüze inanabilir miyiz?... Örneğin; Gökte gördüğümüz bütün yıldızların halen var olduklarını söyleyebilir miyiz? Biz o varlıkları bize gelen ışıkları ile bilebilmekteyiz. Bize ışığı üç milyar yılda ancak gelebilen bir yıldız iki milyar yıl evvel çökmüş ve yok olmuşsa Dünyamızda bir milyar yıl sonra yaşayacak olan insanlar h''l'' daha o yıldızın var olduğunu göreceklerdir değil mi!... -------------------------------------------------------------------------- İpe un sermişler Komşusu Hoca'dan urganını ( y''ni kalın ipini ) istemiş. Hoca içeriye girip çıkmış. - “İp boş değil” demiş “kadınlar üstüne un sermişler.” Komşusu: - “Bu nasıl iş efendi?” demiş “hiç ipe un serilir mi?” - “Serilir” demiş Hoca “vermeye gönlün olmayınca ipe un da serilir.” Öğüt : Bir olumsuzluğu bir tersliği bildirirken bizler de yumuşak bir tarzı kullanmayı becerebilmeliyiz. -------------------------------------------------------------------------- Gizlisi - açığı Bir kıtlık zamanında Hoca'yı çarşıda ekmek yiyerek giderken görenler : - “Hoca efendi herkesin gözü önünde böyle ekmek yemek ayıp değil midir?” demişler. - “Komşusu açken bol bol tıkınmanın gizlisi ayıp olmazsa açıkta yapılanı ne diye ayıp olsun” demiş Hoca “ Komşusu açken tok yatmak ya her zaman her yerde ayıptır ya da hiç ayıp değildir.” Öğüt :Bizler de etrafımızdakilerin ihtiyaçlarına duyarlı olmağa çalışalım. -------------------------------------------------------------------------- Kim Daha Büyük Hoca’ya: - “Efendi” demişler “padişah mı büyük yoksa çiftçi mi ?” - “Çiftçi büyük elbet” demiş Hoca ve eklemiş; “Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse p''dişah acından ölür.” Öğüt: İnsanların kendileri gibi işleri de toplumun bir parçasıdır. Bir meslek grubunun eksikliği vücudumuzdaki bir uzvumuzun eksikliği gibidir. Değil mi ? -------------------------------------------------------------------------- Gönlüm razı olmadı Nasreddin Hoca kasabadan Kur’an-ı kerim tefsir ve ilmihal gibi bazı kitaplar almış. Bir çuvala yerleştirmiş. Çuvalı sırtına almış eşeğine binmiş köyüne doğru gidiyor. Yolda Hoca'yı görenler : - “ Bre Hoca çuvalı niye kendi sırtına aldın ?” diye sormuşlar. - “Ne yaparsın” demiş Hoca “zavallı hayvan zaten benim bütün kahrımı çekiyor. Kendi bindiğim yetmiyormuş gibi çuvalı da ona taşıtmağa gönlüm razı olmadı.” Öğüt: Aslında her iki halde de eşeğin taşıdığı yük aynı. Olaylara yeteri kadar dikkatli ve inceleyici bir gözle bakmalı sonra tepkimizi ortaya koymalıyız. Çuvalın içindekilerin üzerine oturulabilir mi? |
Cevap: Nasreddin Hoca fıkralarından mesajlar ve içindeki öğütleri Ya Tutarsa Nasreddin Hoca azığını heybesine koyup yola çıkmış. Öğlen vakti Akşehir gölü kenarında bir ağacın altında oturmuş. Ekmeğini zeytinini ve bir çanak yoğurdunu gölgede keyifle yemiş. Yoğurt çanağını gölde çalkalarken birisi görüp sormuş. - “Ne yapıyorsun Hoca ?” -“Göle maya çalıyorum” demiş Hoca. Adam üstelemiş : - “İl''hi Hoca göl maya tutar mı hiç ?” -“Ben de biliyorum tutmayacağını ammaaa ya tutarsa !...” Öğüt: Bu söz 750 yıldır bütün insanların hay''l hudutlarına hitab ediyor. Yaşantımızda güzel örneklerden faydalanalım. -------------------------------------------------------------------------- Sesimin Arkasından Koşuyorum Hoca ikindi ezanını okumağa başlamış. O sırada bazı komşuları evlerinin önlerinde birbirleriyle konuşuyorlar sanki ezan sesini duymuyor gibi davranıyorlarmış. Aslında O komşular camiye de pek sık gelmiyorlarmış. Hoca sesini biraz daha yükseltmiş amma bakmış ki fark eden bir şey yok. O tarafa doğru koşmağa ve koşarken de ezanı okumağa devam etmiş. O komşulardan birkaç kişi Hoca'ya bir şey olduğunu düşünerek yanına koşuşup sormuşlar : - “Ne oldu Hoca Efendi niçin koşarak ezan okuyorsun.?” - “Sesimin nerelere kadar gittiğini merak ettim de; arkasından koşuyorum” demiş. Öğüt: Ezanların insanları ebedi kurtuluşa çağırdığını unutmayalım. Her an eksilmekte olan ömür sermayemizi en mükemmel şekilde kullanma gayreti içinde olalım. -------------------------------------------------------------------------- Hanımla Muhabbet Hoca bir gün karısına : - “Hatun” demiş “Şu bizim komşu çarıkçı Mehmet ağanın adı neydi ?” - “Kendin söyledin ya efendi” demiş karısı “Mehmet ağa.” - “Canım dilim sürçtü işte... Ne iş yapar diyecektim.” demiş Hoca. - “A efendi” demiş karısı “kendin çarıkçı demedin mi?” - “Anlasana işte” demiş Hoca “nerede oturuyor demek istedim.” - “Efendi bugün sana ne oluyor?” demiş karısı “Komşu” dedin ya...” Hoca birden sinirlenmiş. - “Aman be karı... Seninle de bir türlü konuşulmaz ki!” Öğüt : Sohbetler basit konularla da kolaylıkla açılabilirler. (örneğin: “Bu gün hava çok güzel” diyene “görüyorum kör değilim” denir mi ?) Sohbetlerimizi sıcak ve faydalı konularda yoğunlaştırabilirsek kazançlı çıkarız. -------------------------------------------------------------------------- İnsanlar gibi düşünür Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken bir papağanın on iki altına satıldığını görünce şaşıp kalarak yanındakilere sormuş: - Bu kuş neden bu kadar para ediyor ? - Bu papağandır demişler konuşur. Hoca doğru evine gitmiş. Hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş. - Kaça hindi ? diye sormuşlar. - On beş altın demiş Hoca. - Bir hindi on beş altın eder mi ? demişler. - Görmüyor musunuz ! demiş Hoca yumruk kadar papağanı on iki altına satıyorlar. - Onun marifeti var insan gibi konuşur. Ya seninki ne yapar ? diye sormuşlar. - O düşünmeden konuşur demiş Hoca Bu da insanlar gibi düşünür. Öğüt: Düşünmeden konuşanın kendisine ve diğer insanlara pek yararı olmadığı gibi büyük zararları da olabilir. Konuşabilmek insanlara verilmiş büyük bir lütuftur. Düşünerek idrak ederek konuşabilmek ise çok daha büyük bir lütuftur. Olgun insanlar iyi düşünürler faydalı konuşurlar. -------------------------------------------------------------------------- Bindiği dalı kesmesi Nasreddin Hoca köy meydanındaki koca çınar ağacının üzerine çıkmış elindeki balta ile bindiği dalı kesmeğe başlamış. Görenler : -Aman Hocam bindiğin dalı kesiyorsun düşeceksin! diye bağırmağa başlamışlar. Hoca kesmeğe devam ederek seslenmiş: -Bu dalı kesenin yere düşeceğini hepiniz akıl ettiniz de ben size yıllardır ahiretin dalı olan dünyanızı keserseniz cehenneme düşersiniz diyorum neden h''l'' akıl edemiyorsunuz!!!... Öğüt : Gerçek akıllı kişi dünya işlerini pl''nlayıp ona göre hareket eden ve dünya işleriyle meşgul olurken öldükten sonraki ahiret hayatı için de hazırlık yapan insandır. |
Cevap: Nasreddin Hoca fıkralarından mesajlar ve içindeki öğütleri Oğlumun babası öldü de Bir gün Nasreddin Hoca yı siyah elbiseleriyle görenler: - Ne oldu Hoca efendi demişler bu gün karalar giymişsin? - Oğlumun babası öldü de ... demiş Hoca O'nun yasını tutuyorum. Öğüt : Kültürümüze ve ahl''kımıza uygun her renk ve model elbiseyi giyebiliriz. Tereddüt ettiği konuları bilene danışmak akıllı insanın özelliğidir. -------------------------------------------------------------------------- Su dediğin böyle olur Nasreddin Hoca bir yaz günü yolculuk ederken öğle vaktine doğru bir hayli susar. İlerde bir göl görür. Şöyle kana kana su içmeyi düşünerek gölün kenarına gelir avucunu doldurur hızla bir kaç yudum yutar; amma midesi bulanır tükürmeğe çalışır. İlk defa karşılaştığı bir su olan Acıgöl'ün sodyum sülfatlı suyu midesini berbat etmiştir. Hoca civarda aranırken küçük bir su kaynağına rastlar. Suyun tatlı su olduğunu anlayınca önce ağzını iyice çalkalar sonra da kana kana su içer Eşeğini de sular. Şakır şakır dalgalanan Acıgöl'e şöyle bir bakar su içtiği kaynaktan avucunu doldurarak gölün kenarına gelir; - Cimri zenginin zek''tsız malı gibi şişinip durma!... Su dediğin böyle olur diyerek avucundaki suyu şak diye gölün yüzüne savurur. Öğüt : Yerinde ve zamanında yapılmış ikramın küçüğü büyüğü olmaz. Allah ın rızasını kazanmak için fırsatları iyi değerlendirelim. -------------------------------------------------------------------------- Birinin anası ağlayacak Hoca'nın oğullarından biri yakın köylerin birinde çömlekçilik yapıyormuş. Bir gün Hoca yanına gidince : - Baba bütün paramı şu çömleklere yatırdım demiş. Hava güneşli olurda zamanında hepsi kurursa zengin olacağım. Ama yağışlı olursa anam ağlayacak! Hoca oradan ayrılıp başka bir köyde oturan büyük oğluna uğramış. Oğlu : - Baba varım yoğum şu tarlada zamanında rahmet yağarsa zengin oldum gitti. Kuraklık olursa anam ağlayacak demiş. Hoca eve canı sıkkın dönmüş. Karısı : - Hayrola efendi yüzün neden asık demiş. - Benimki bir şey değil demiş Hoca asıl Sen kendi halini düşün. Yağmur yağsa da yağmasa da bizim oğlanlardan birinin anası ağlayacak. Öğüt : İşlerimizde gerekli tedbirleri önceden almağa tesadüflerin etkilerinden olumsuz etkilenmemeğe dikkat edebilmeliyiz. Başarının bir sırrı çok çalışmaksa diğer bir sırrı da işimizin gerektirdiği tedbirleri zamanında almaktadır. -------------------------------------------------------------------------- Körüğün havası Nasreddin Hoca körüğü ile ateş yakar, içine böcek, fare vs. girmesin diye kullandıktan sonra körüğün ağzını tıkayıp duvara asarmış. Körüğün ağzını ne için tıkıyorsun Hoca? diye sormuşlar. Yaa!, tıkamayayım da içindeki onca hava boşa mı gitsin demiş Hoca, ben savurganlıktan hoşlanmam! Öğüt: Çok az düşünülse bile hikmeti anlaşılabileceği için doğrudan cevabı lüzûmsuz gören Hocamız, dolaylı bir cevapla savurganlığın iyi bir şey olmadığını anlatıyor. -------------------------------------------------------------------------- Mevsimlerden yakınanlara Bir toplulukta soğuklardan yakınanlar olmuş. İçlerinden biri: - Şu insanoğlu haline şükretmesini hiç bilmez; kışın soğuktan yazın sıcaktan yakınırlar. demiş. Konuşmaya kulak misafiri olan Hoca : - Öyle deme bre cahil bak bahara kimsenin bir şey dediği var mı? demiş. Öğüt: Olayları bir bütün olarak değerlendirebilmek olgunluk belirtisidir. Dünyayı insanlar için sonsuz güzelliklerde ve sonsuz bir il''hi sanatla yaratan ve her an varlıkta tutan Rabbimize teşekkür etmeyi şükretmeyi unutmayalım -------------------------------------------------------------------------- Acemi bülbül Hoca bir gün yol kenarındaki hayrat ağaçlardan birine çıkmış incir yemeğe başlamış. Yanından geçen bir yolcu seslenmiş: - Hey ! Sen kimsin ? Ne yapıyorsun orada ? - Ben bülbülüm demiş Hoca. Adam : - Öyleyse öt bakalım deyince Hoca karga gibi acayip sesler çıkarmış. - Bu ne biçim bülbül sesi yahu demiş adam. Bülbül hiç böyle mi öter. - Ne yapalım demiş Hoca acemi bülbül bu kadar öter! Öğüt: Türk - İsl''m kültürünün çok güzel bir örneği olan vakıf müessesesini sevelim. Bizim de <bir dikili ağaç dahi olsa> bir vakfımızın olmasına çalışalım. -------------------------------------------------------------------------- Ay alıp sattığım yok Nasreddin Hoca Konyada akşam namazından çıkmış, yatsıya kadar biraz çarşıda gezinmek istemiş. Tanımadığı kellifelli bir adam gökteki yusyuvarlak aya bakıyormuş. Hoca yaklaşınca, adam seslenmiş: Efendi demiş, Bugün ay kaç? Bilmem ki evl''dım demiş Hoca, Bu günlerde ay alıp sattığım yok. Öğüt: Ayın on dördü gibi bir tabirimiz vardır. Ay yusyuvarlak olduğunda on dördüdür. Kalıp kıyafetin yerinde olması yeterli değil, aklımızın da yerli yerinde olması gerekli. |
Cevap: Nasreddin Hoca fıkralarından mesajlar ve içindeki öğütleri Akıl sır ermiyor Hoca'nın iki yüz akçe parası kaybolmuş. Bulunması için dua etmeye başlamış. O sırada Akşehir'in zenginlerinden birinin bindiği gemi yolda fırtınaya tutulmuş. Eğer sağ salim memleketime varırsam Hoca'ya iki yüz akçe vereceğim diye adakta bulunmuş. Adam kurtulup gelmiş Hoca'yı bulup parayı vermiş. Hoca bir süre düşündükten sonra: - Allah ım bu ne dolambaçlı yol ! Bu parayı ben nerede yitirdim Sen bana nerede buldurdun ! ... İşine gerçekten de akıl sır ermiyor demiş. Öğüt : Sebeplere sarılmayı hiç ihmal etmeyelim. Denizde balık tutmayı bekleyen bir insanın en azından denize atılmış bir oltası olmalıdır. -------------------------------------------------------------------------- Mesele çatallaştı Kasabalılar, Nasreddin Hocaya Kadıdan yakınmışlar Kadı efendi çok menfaatçi bir adam. Aynı suça bazen beraat, bazen de çok ağır ceza veriyor. Hak hukuk tanımıyor, nereden menfaati varsa o taraftan oluyor. Münafık bir adamdır. Bundan nasıl kurtuluruzdemişler. Hoca durumu mülki amirlere bildirmişse de, onları pek inandıramamış. Nasıl ispat edersin demişler. Hoca'mız, Kadı efendinin tanımadığı bir müfettişin kendisine gönderilmesini ve beraberce Kadı'yı ziyaret etmelerinin yeterli olacağını mülki amire, (vali'ye) anlatmış. Kabul etmişler. Kararlaştırılan günde müfettiş bey kasabaya, Nasreddin Hoca'nın konuğu olarak gelmiş. Kimliğini gizli tutarak, kasaba eşrafından beş altı kişiyle beraber kadı efendiyi ziyarete gitmişler. Hoş beşten sonra, Hoca , Kadı efendiye : -Efendidemiş. Kırda sığırlar yayılırken bir alaca inek, -sanırım sizinki- bizim ineği karnından boynuzlayıp öldürmüş. Buna ne gerekir ? - Bunda sahibinin ne kabahati var ?demiş Kadı, hayvandan kan davası edilmez. Hoca sözünü değiştirmiş: - Yok yok yanlış söyledim, bizim inek sizinkini öldürmüş ! Bunu duyan kadı efendi hızla yerinden kalkıp, raftaki Kanun kitabına uzanırken; - Haa mesele şimdi çatallaştı, bakalım kara kaplı kitap ne diyor?demiş. Öğüt : Mevki ve makamlar kimseye kalmaz. Eskilerimiz mahkeme Kadı'ya mülk değilderler. Aklımızı en iyi şekilde kullanıp, ömrümüz boyunca bütün işlerimizi en doğru şekilde yapmağa gayret edelim. -------------------------------------------------------------------------- Ben küçük yangınlara karışmam Kasabanın en zenginlerinden olan Murat ağa, kendisinin çok akıllı olduğu için servet sahibi olduğunu sanırmış. Cumadan cumaya camiye gelirmiş. Caminin yakınında, etrafı sağlam taş duvarlarla çevrili, içinde çok çeşitli meyve ağaçları olan büyük bir bahçe içinde, üç katlı kocaman bir evi varmış. Süslü ve pahalı elbiseler giyer, gururla dolaşırmış. Nasreddin Hocanın cuma vaaz ve hutbelerini dinledikten sonra, vaaz işine gelmiyorsa; -Hoca, sen dünya işlerine karışma, din işi ayrı, dünya işi ayrı der bilgiçlik taslarmış. Bir gün Murat ağanın evinde yangın çıkmış. O sırada cemaat öğlen namazından çıkmaktaymış. Murat ağa camiye doğru koşup, Nasreddin Hocaya ve cemaate hitaben: - Aman Hocam yetişin! Evimden alevler çıkıyor. Şu yangını söndürelim diye feryat eylemiş. Hoca sakin ve aldırışsız bir sesle: - Bak komşu, Kırk yılda bir de olsa bugün senin sözünü dinleyelim. O yangın bizim asla karışmamamızı istediğin bir dünya işidir. Hem meraklanma. Ev birkaç saat içinde kül olur ve yangın da söner. Ahrette, ateşten bir evde sonsuz yaşamaktan korkmayan, senin gibi cesur, yiğit, zengin, akıllı bir adamın böyle ufak bir yangın için tel''şı da ne demek olur! demiş. Öğüt: Kibir, gurur insanları yanlış düşüncelere götürebilir. Hatta cehenneme bile gönderebilir. Kendimize zulüm etmeyelim. -------------------------------------------------------------------------- Bulmanın keyfi Nasreddin Hoca kasabanın pazarına gitmiş. Eşeğini bir yere bağlamış. Alış veriş yapmış. Döndüğünde eşeğini bağladığı yerde bulamamış. Hemen bir tell''l tutmuş. Şöyle bağırtmağa başlamış : - Eşeğimi kim bulup getirirse, Semeriyle, yularıyla ve üstündeki her şeyle beraber eşeğimi ona vereceğim. - Hoca efendi demişler, eşeği bulana verecek olduktan sonra ne diye arıyorsun ? - Kaybolan şeyi bulmanın keyfini bilmezsiniz siz! demiş Hoca; Eşeği bulup getirene mük''fat olarak o eşek yeter. Gençliğimi bulup getirene bütün servetimi veririm. Cenneti bulsam, canımı da veririm. Öğüt : Çalıntı mal haramdır. İnsanlar hayatları boyunca hoşgörülü , geniş düşünceli olmalılar. Kendi zararımıza da olsa, başkalarının hukukunu da koruyalım. ------------------------------------------------------------------------- İp olur Köylüler EYYÛB ismini, Eyip, İyip, iyp gibi bozuk şekilde tel''ffuz ediyorlarmış. Bir gün Nasreddin Hoca vaazında: - Ey Müslümanlar! Oğlunuz olursa adını sakın Eyyûb koymayın. Halkın dilinde çokça söylene söylene, incele incele İp olur demiş. Öğüt : Güzel Türkçemizi çok sevelim. Onu en değerli bir varlığımızı korur gibi koruyalım. Türkçeyi doğru dürüst konuşamayan, Türkçemizde asla yeri olmayan sesleri kullanmadan, en basit meramını bile anlatamayan bir Türk, Ord. Prof. dahi olsa sizce ne kadar Türk tür ? -------------------------------------------------------------------------- Belki ağaçtan öteye bir yol düşer Mahallenin çocukları Nasreddin Hoca;ya muzip bir şaka yapmak istemişler. Pl''nlarını kurmuşlar. ;Hoca'yı ağaca çıkaralım. Pabuçlarını alıp uzaklaşarak biraz şaka yapalım; diye düşünmüşler. Hoca'nın yoldan geçeceği saatlerde uçurtmalarını büyükçe bir ağaca taktırmışlar. Hoca;yı beklemeye başlamışlar. Hoca oradan geçerken de hemen etrafını sarmışlar : - ;Hocam uçurtmamız ağaca takıldı. Biz çıkıp kutraramadık. Bize yardımcı olur musunuz?; deŞ u Bizim Nasreddin Hoca'mız 27 mişler. - ;Hay hay; demiş Hoca. Ayakkabılarını çıkarıp sırt çantasına yerleştirmeye başlamış. Çocuklar : - ;Hoca efendi onları niye yanına alıyorsun? Ağaçta pabuçları ne yapacaksın ?; demişler. - ;Belli olmaz ki evl''tlarım; demiş Hoca; ;Bu iyiliğime karşı Rabbim belki bana ağaçtan öteye bir yol ikram eder.; Öğüt: Akıl akıldan üstündür demişler. Bazılarının bizden daha iyi akıl edebileceklerini daima hatırımızda tutalım. Biz de davranışlarımızda zarafeti efendiliği ve gönül kırmamayı ilke edinelim. -------------------------------------------------------------------------- Şu koca tasla Nasreddin Hoca yeni öğrencilerine [mollalarına] dünya ve ahireti genel anlamı ile anlatmaya kavratmaya çalışmış. Ahiret hayatımızın tarlası dünya hayatımızdır. Burada kazanırken usulüne uyarsak orada da biriktirmiş oluruz. Herkes önceden buradan ne gönderdi ise orada karşılığını bulur. Hiç bir işimiz amelimiz karşılıksız kalmaz.vs. diye anlatmış. Bakmış mollalarda gevşeklik ve uyku hali var. Vakitte öğle yemeği vakti : - Haydi çocuklar ders tamam. Namazımızı kı lar kılmaz hep beraber bizim eve etli pilav ve yoğurt yemeye gidelim demiş. Hocanın evine gelmiş salona doluşmuşlar. Hoca içeriye Karısına seslenmiş; - Hatun hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik. İçerden Karısı : - Aman efendi Evde o kadar ne pirinç ne et ne yağ ne de yoğurt var. Hatta o kadar yemeği pişirebilmek için odun bile yok. diye seslenmiş. Hoca içeri gitmiş. Eline koca bir kazan bir kepçe koca bir tepsi büyük bir yoğurt bakracı ve bir sürü kaşık alarak salona gelmiş. - Kusura bakmayın çocuklar demiş. Eve yeteri kadar et pirinç yağ süt ve odun getirebilmiş olsaydım şu koca kazanla pişirip bunlarla da sizlere ikram edebilecektim ! ... Öğüt: Eskiler ne doğrarsan aşına o gelir kaşığına demişler. Bir şeyler ummak beklemek için evvelden gerekli çalışmaları yapmamızın lüzumunu unutmamalıyız. "Balık tutmak isteyen" bir insanın en azından suya atılmış bir oltası olmalıdır. Yoksa hiç kimse su kenarında bekleyerek balığın çantasına girmesini bekleyemez. |
Saat: 01:10 |
Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.