Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27.07.2015, 13:51   #4 (permalink)
YeşiL6

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Osmanlıca Kelimeler


VÂCİB: Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her Müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah‘ın emirleri.
VÂCİBÂT: Yapılması gerekli olan şeyler, farzlar.
VÂCİBU’L-VÜCÛD: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Allah.
VADİ: 1. Bir nehrin yatağı. 2. İki dağ arasındaki uzun çukur. 3. Yol, tarz, metod, dere.
VAFTİZ: Hıristiyanlığa yeni girenin ve çocuğunun dine girmesi için gerekli sayılan, suya sokma töreni.
VAHDET: 1. Birlik, bir ve tek olma. 2. Yalnızlık, kendi kendine kalış.
VAHDET-İ VÜCUD: Varlıkların tek asıldan çıkma inanışı.. Tasavvufî bir görüş. Varoluşun tek kaynağa bağlılığı.
VAHİM: Ağır, sonu tehlikeli, çok korkulu.
VAHİY: İlâhî bilgi Allah‘tan peygamberlere gelen özelliği, Allah‘ın dilediği şeyleri peygambere bildirmesi.
VAÎD: İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kesin hadiseleri haber vererek korkutmak, Cehennemi haber vermek.
VAKAR: Ağırbaşlılık, kalp rahatlığı.
VÂKİ: 1. Vuku bulan, olan. 2. Olağan, olmuş, mevcut.
VÂLİD: Baba, doğurtan.
VALİDE: Ana, doğuran.
VALİDEYN: Ana-baba.
VÂRESTE: Afvedilmiş, halâs bulmuş, kurtulmuş, rahat, serbest.
VÂRİD: 1. Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. 2. Akla gelen. 3. Bir şey hakkında söylenen, uygulanan.
VÂSIL: Ulaşan, erişen, kavuşan.
VASIYYET: Bir işi birisine havale etmek, emir, bir malı veya menfaati ölümden sonrası için bir kişiye veya hayır cihetine teberru yolu ile temlik etmek.
VASÎYLE: Cahiliye döneminde bir koyun dişi doğurursa yavru sahibinin, erkek doğurursa ilâhlarının olurdu. Koyun dişi ve erkek yavru doğurduğu takdirde dişi yüzünden erkek yavru da kurban edilmezdi. Buna vasîyle denirdi.
VATI’: Ayak altına alıp çiğneme, uygun hale getirme, cima.
VEBAL: Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu.
VECD: 1. Aşk, muhabbet. 2. Kendinden geçmek, kendini unutacak kadar aşk hâli.
VECH: 1. Yüz, çehre, surat. 2. Tarz, üslub. 3. Alın, ön, satıh, cephe.

VECİBE: Çok gerekli ve şart olan şey. Borç hükmünde olan görev, yapılması mecburi iş.
VECİZ: 1. Özdeyiş. 2. Kısa, toplu.
VEDÛD: Çok şefkatli, kendisine çok sevgi beslenen. Esmâ-i hüsnâdan.
VEFD: 1. Delege, murahhas, elçi. 2. Gelme, vurma, ulaşma. 3. Hususi bir işle başkasının yanına varma, elçilik.
VEHBÎ: Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah‘ın lütfu ile olan.
VEHHAB: Çok fazla bağışlayan, ihsan eden, Allah‘ın isimlerinden biri.
VELÂYET: Veli olan kimsenin hali, dervişlik, dostluk, sadakat, başkasına sözünü geçirmek.
VELED: Erkek çocuk, oğul, çocuk.
VELED-İ ZİNÂ: Meşru olmayan birleşmeden doğan çocuk, nikah dışı birleşmeden doğan çocuk.
VELİ: 1. Sahip, malik, evliya, koruyucu, muhafaza eden, küçük çocukların durumundan sorumlu kişi, baba, ata. 2. Velâkin, fakat, amma.
VELİYYÜ’L-EMİR: Emir veren, emir sahibi olan.
VELYETME: Birbiri ardı sıra gitmek birini takip etmek.
VESÎLE: Bahane, sebep, fırsat, uygun durum.
VESVESE: Kuşku, kuruntu, tereddüt.
VETER: Yay kirişi.
VEYL: Vay haline, yazık, hüzün ve hüsran. Cehennemde bir çukurun adı.
VEYLETTİRMEK: Birbiri ardı sıra götürmek, birbiri ardı sıra gelmeyi sağlamak.
VİKAYE: Koruma, koruyuculuk, sahip olma, arka çıkma, kayırma.
VİLÂDET: Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak.
VİLÂYET: 1. İl. 2.Velilik, ermişlik. 3. Veli olan kimsenin hali. 4. Başkasına sözünü geçirme.
VİRD: Sık sık ve devamlı okunan dua.
VİSÂL: Kavuşma, sevdiğine ulaşma, ayrılıktan kurtulma.
VİZR: Günah, yük, ağırlık, yük götürmek, sırta vurulan ağır yük.
VUKUF: Bir şeyi bilme, öğrenmiş olma.
VUSTÂ: Orta.
VÜCÛD: Varlık, var olmak, bulunmak, cesed, cisim, ten, gövde.

YAB f. “Yaften: Bulmak” mastarından emir kökü olup, birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şifayab $ : Şifa bulan, iyileşen.
YABAN f. Çöl, sahra.
YABANİ Yabana mensub. Issız yerlerde yaşıyan. Yabancı, alışmamış.
YABENDE f. Bulan, bulucu. * Keşfeden, kâşif.
YABİS Kuru.
YABNAK f. Bulan, bulucu.
YA’BUB Hızla akan nehir. * Suyu çok olan ark. * Bulut. * Hızla giden at.
YÂD f. Anma. Hatırda tutma. Zikretme. * Hediye. * Hâtıra. * Hatır, gönül. * Uyanıklık.
YÂD-İ HAZİN Hüzünlü hâtıra.
YÂD-I ŞEBÂBET Gençlik hâtırası.
YAD-BUD f. Armağan, yâdigâr.
YADBÜD f. Hâfıza kuvveti.
YADDAR f. Hatırda tutan, unutmayan.
YADDAŞT f. Hatırda tutulan şey. Hâtıra.
YADE f. Hâtıra.
YADİGÂR Hatıra. Bir kimseyi veya bir şeyi hatırlatan.
YADKERD f. Hazırlama.
YA EYYÜHEL HOTO Ey vahşi, kaba dağ adamı!
YAFE f. Saçma ve mânasız söz.
YAFES Hz. Nuh’un (A.S.) üçüncü oğlu. Tufandan sonra Hazar Denizinin kuzeyinde yerleşmiştir.
YAFTE f. “Bulunmuş, bulmuş, bulunan” mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şeref-yafte $ : f. Şeref bulmuş.
YAFUF Turaç kuşunun yavrusu.
YAFUH Bıngıldak. Yeni doğan çocukların baş kemiklerinin arasındaki yumuşaklık.
YA’FUR (C.: Yaâfir) Tüyleri toprak renginde olan ceylân. * Ceylân yavrusu. * Gecenin beşte veya altıda bir bölümü. * Peygamberimizin merkebinin adı.
YAĞFİRULLAH Allah mağfiret eyler, eylesin, günahlarını örtsün (meâlinde söylenir).
YAĞMA f. Zorla mal alma, çapul. * Bir Türk boyu.
YAĞMAGER (C.: Yağmagerân) f. Çapulcu, yağmacı, zorba.
YAĞMAGERÎ f. Çapulculuk, yağmacılık.
YAH f. Buz.
YAHAMİM (Yahmum. C.) Kara dumanlar.
YAH-AVER f. Buzlu şerbet, buzlu su.
YAHBESTE Buz tutmuş, donmuş, buz bağlamış.
YAHÇE f. Donmuş yağmur taneleri, dolu taneleri.
YAHMUM (C.: Yahâmîm) Kara duman. * Tütün. * Kara nesne.
YAHMUR Yaban eşeği.
YAHNİ f. Et yemeği, yahni. * Azık, zahire. * Pişmiş şey.
YAHPARE f. Buz parçası.
YAHTE f. Benzer, misil, eş, nazir. * Oda. * Küçük küp.
YAHTEMİL İhtimal.
YAHUD f. İsterseniz, veyâ. İyisi.
YAHUDİ Hz. Yakub’un (A.S.) oğullarından Yehuda’ya mensub olan. Benî İsrail. Musevî. (Bak: İsrail)Yahudilerin vaziyetlerine ve seciyelerine işaret eden âyetler şunlardır: 2: 60-66 arası. 5: 62-64 arası ve 17: 4.(Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’anî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müdhiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip, fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzâaf riba yapıp bankaları te’sise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem-i mal eden o millet olduğu gibi, mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükümetlerden ve galiplerden intikamlarını almak için her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor. S.)
YAHYA (A.S.) Zekeriya’nın (A.S.) oğludur. Benî İsrail Peygamberlerinden ve İsa Aleyhisselâm’ın şeriatı ile amel edenlerden olmuştu. Hz. İsa’dan (A.S.) önce Tevrat’a göre hareket ederdi. Kudüs’ün o zamanki reisi, Hz. Yahya’nın, Hz. Musa şeriatı üzere amel etmediğini ileri sürdüklerinden şehid ettiler.
YAHYAH “Beri gel” demektir.
YAİS (Ye’s. den) Ümitsiz, kederli, me’yus.
YAKAZA (Bak: Yakza)
YAKAZAN Uyanık kimse. * Tozu yükselen toprak.
YAKIK Katı nesne.
YAKITÎ (YAKUTÎ) Kırmızı üzüm.
YAKIZ (C.: Eykâz) Uyanık.
YAKÎN Şüphesiz, sağlam ve kat’i olarak bilmek.(Yakîn: Ma’rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma’rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine ilm-el yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona ayn-el yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi’den olan ilmimizin derecesine de hakk-al yakîn deniyor. (Hakkalyakîn: Abdin sıfatları, Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhuden ve hâlen beka bulmaktadır. Ö. Nasuhi)
YAKÎNEN Hiç şübhesiz olarak, kat’i surette.
YAKÎNÎ Şüphe edilmeyecek ilmî halde, hiç şeksiz bilinmeğe dair.
YAKÎNİYYÂT Yakînî bir surette bilinenler.
YAKTÎN Kabak, kavun ve karpuz gibi dalları yerde yayılan bir nebat adı.
YA’KUB (A.S.) Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlerdendir. Yusuf Aleyhisselâm’ın babası ve İshak Aleyhisselâm’ın oğludur. Bir adı da İsrail olduğundan bu sülâleden gelenlere İsrail oğulları mânasına, Benî İsrail denilmektedir. Büyük oğlunun adı Yehud olduğundan sonradan bunlara Yahudi denilmiştir. (Bak: Yusuf A.S.)
YAKUT Çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı.
YAKUT-U MÜZAB Erimiş yakut. * Göz yaşı. * Kan. * Kırmızı şarap.
YAKUT-U ZERD Sarı yakut. * Güneş.
YAKZA Uyanıklık. Dikkatte olma.
YAKZÂN Uyanık.
YAKZATEN Uyanık olarak. Şuurlu ve dikkatli surette.
YÂL f. Kuvvet, güç. Boyun, gerdan.
YÂL Ü BÂL Boybos düzgünlüğü.
YALAK Hayvanların su içmelerine mahsus içi oyuk kütük veya taş. Çeşmelerin musluğu altına konulan tasa da bu ad verilir.
YALAN (Bak: Kizb)
YALDIZ t. Cilâ. * Parlatmağa yarıyan şey.
YALE f. Sığır boynuzu.
YA LEYTE Keşke, ne olurdu.
YALMEND f. Aile reisi. Aile başkanı.
YA’LUL (C.: Yeâlil) Beyaz bulut. * Su üzerinde peydâ olan kabarcık. * Çift hörgüçlü deve.
YALVANE f. Kırlangıç kuşu.
YAM f. Posta beygiri.
YAMAK Yardımcı, yardak, muavin.
YA’MELE İşe dayanıklı cins dişi deve.
YA’MUR (C.: Yeâmir) Bir nevi ağaç. * Oğlak. Kuzu.
YAMUR Başının ortasında bir sürü boynuzları olan bir cins geyiğin erkeği.
YAN f. Hastanın sayıklaması.
YANESUN Anason otu.
YANİ’ Kıvama gelmiş, olmuş. Pişkin.
YA’Nİ (Yâni) Bundan maksat, demek, demek isteniyor ki.
YANKESİCİ Biçimine getirerek insanın üzerinden gizlice birşey çalan hırsız.
YÂR f. Dost, ahbab, tanıdık. * Yardımcı. * Âşık. Mâşuk, sevgili.
YÂR-I BÎVEFÂ Vefasız dost.
YÂR-I CİHAR (Bak: Çar yâr)
YÂR-I GAR Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın en sâdık sahabesi Hazret-i Ebubekir Radıyallahü Anh’ın ünvanı. Hicret esnasında en tehlikeli bir zamanda mağaraya girdiklerinde Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’a sadakatla hizmet ettiğinden bu nam ile anılır. (Bak: Sıddık)
YÂR-I KADÎM Eski dost.
YARA f. Güç, kuvvet, kudret, takat.
YÂRÂN f. Dostlar. Sâdık arkadaşlar. Sevgililer.
YÂRÂN-I AŞK Âşıklar, aşk dostları.
YÂRÂN-I SAFÂ Zevk ve eğlence ile vakit geçiren dostlar. Safâ dostları.
YARANE f. Dostça.
YÂRE f. Bilezik.
YÂRE Yara.
YÂRE-İ HİCRAN Ayrılık yarası.
YAREK f. Dölyatağı. Meşime.
YARI ÜMMİ Yazıyı tam yazamayan. * İlmi daha ziyade ilhama istinad eden.
YÂRÎ f. Yardım. * Dostluk.
YARMEND f. Dost, muin, yardımcı.
YARRES f. İmdada yetişen.
YASEMİN f. Güzel kokulu, beyaz ve güzel çiçekler açan sarmaşık cinsinden bir ağaç.
YASIB Yeşim taşı.
YASIF Yeşim taşı.
YASİN Yâ Seyyid yâ insan gibi muhtelif manalar rivayet edilir. Şifredir Hazret-i Peygamber’in (A.S.M.) fıtraten, hilkaten, edeben ve ahlâken en yüksek olduğu herkesçe bilindiğinden bu isim kendisine verilmiştir. (Bak: Huruf-ı mukattaa)
YASİN SURESİ Kur’an-ı Kerim’in 36. suresinin ismidir. Mekkîdir.
YASİR Sol tarafa giden.
YA’SUB Arı beyi. * Emir, bey, reis. * Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir atının ismi. * Atın alnındaki beyazlık. * Bir nevi kuş.(Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz bırakmayan Kudret-i Ezeliye; elbette beşeri nebisiz bırakmaz. M.)
YÂVE f. Hezeyan. Yalan. Yaygara. Saçma sapan söz. * Sahipsiz hayvan.
YÂVE-GÛ (C.: Yâve-guyân) f. Saçmasapan konuşan, saçmalayan.
YÂVER f. Yardımcı. Mededkâr. İmdatçı. * En yakın memur. * Devlet büyüklerinin yanında bulunan en yakın memur.
YÂVER-İ EKREM Cenab-ı Hakk’ın emrinde çalışan en makbul yâver, en kerim olan Hazret-i Muhammed. (A.S.M.)
YÂVERÂN (Yâver. C.) f. Yâverler. Yardımcılar.
YÂVERÎ f. Yâverlik, yardımcılık.
YAVUZ şiddetli yanan. * A’lâ, fevkalâde. * Pek sert.
YAZDEH f. Onbir.
YAZDEHÜM f. Onbirinci.
YA’ZİD Acı marul.
YEAKİB (Ya’kub. C.) Erkek keklikler.
YEALİL (Ya’lul. C.) Suları berrak ve saf akan göller. * Beyaz bulutlar. * Su üzerinde meydana gelen kabarcıklar. * Çift hörgüçlü develer.
YEASİB (Ya’sub. C.) Reisler, başkanlar, başlar. * Arıbeyleri.
YEBAB f. Yıkık, bozuk, harap, virâne.
YEBAN f. Sahra, çöl. * Issız ve tenha yer.
YEBANİ f. Görgüsüz, kaba. * Yabâni, kırlarda biten. * Sıkılgan, ürkek. (Bak: Yabani)
YEBES Sonradan kuruyan yaş mevzi.
YEBREM “Gelberi” ismiyle bilinen bir cins demir kürek.
YEBS Islak şeyin kuruması.
YEBUSET Kuruluk, nemsizlik, rutubetsizlik.
YE’CÜC VE ME’CÜC Kur’ân-ı Kerim’de bahse konu edilen ve kısa boylu olacakları söylenen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin adı.
YED El. * Mc: Kuvvet, kudret, güç. * Yardım. * Vasıta. * Mülk.
YED-İ BEYZÂ Musa Aleyhisselâm’ın mu’cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında kullanılır.
YED-İ EMİN Kanunen güvenilir kimse olarak seçilen şahıs. * Mahkemece kendisine bir şey emanet olunan kimse. * Emniyetli, tehlikesiz ve korkusuz yer. * Hz. Muhammed’in (A.S.M.) bir lâkabı.
YED-İ KUDRET Allah’ın kudreti ve kudretinin tasarrufu.
YED-İ RAHMET Rahmet eli, Rahmetle ihsan edilmesi.
YED-İ TASARRUF Sahibolma, sâhiblik.
YED-İ TULÂ En uzun el. * Geniş nüfuz. * Tam, çok geniş ilim ve ihtisas. * Büyük kudret.
YEDAN Eller. İki el.
YEDEYN İki el.
YEDİYY El ile dokunmuş.
YEDULLAH Cenab-ı Hakk’ın kudreti, yardımı.
YEFA’ Yüksek yer.
YEFEN Bunak adam.
YEFTENC Sevgililerin zülüfü kendisine benzetilen siyah renkli büyük bir yılan.
YEGÂN f. (Yek. C.) Birler. Tekler. Teker teker.
YEGÂNE Tek, bir.
YEGÂNE-GÎ f. Teklik, yegâne ve tek oluş.
YEGÂN YEGÂN f. Ayrı ayrı. Birer birer.
YEGDEN f. Birden, birdenbire.
YEGUS Nuh Aleyhisselâm’ın kavmine ait bir put.
YEHHİR Katı ve sert taş. * Serap.
YEHMA Sahra, çöl.
YEHMUM Kömür gibi simsiyah olan şey. * Zifir ve kara duman. * Cehennem ahalisini ihata eden perde.
YEHMUR Çok sözlü, çok konuşan adam. * Çok çalışkan ve işe cür’etli olan kişi. * Yeri götüren balık.
YEHR İnat etmek.
YEHUD Yakub (A.S.) ın büyük oğlunun adıdır. (Bak: Ya’kub)
YEİS (Ye’s) Ümitsizlik. (Bak: Ye’s, Himmet)
YEK f. Bir, münferid. * Bir oluş, birlik.
YEK-ÂVÂZ f. Tek sesli, bir sesli. * Mc: Bir tarzda, bir şekil üzerine. * Edb: Başından sonuna kadar aynı kuvvette güzel olan manzume.
YEKÂYEK f. Birer birer. Tek tek. * Ansızın.
YEKBAR (Yekbâre) f. Bir defa, bir kere. Bir defada.
YEKCİNS f. Aynı cinsten.
YEKÇEŞM Tek gözlü. * Âhir zamanda gelecek olan Deccal’ın bir ismi. “Sadece dünya hayatını şiddetle isteyip âhireti unutan ve inkâr eden” meâlinde mecazen söylenilmiştir. * Güneş. (Bak: Deccal)
YEKDANE f. Eşi, benzeri olmayan. Tek.
YEKDEM f. Bir nefes, çok az, çok kısa.
YEKDEST f. Bir elli, tek elli. * Bir çeşit, bir cins. * Eskiden yapılmış bir çeşit rende.
YEKDİĞER Bir başkası.
YEK-DÜ-SE f. Bir-iki-üç.
YEKE f. Yalnız, bir, tek.
YEKNESAK Devamlı aynı halde olan. Biteviye. Değişmez bir hal.(Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuddan ziyade şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider. L.)
YEKPA f. Tek ayaklı. Topal.
YEKPARE Tek parçadan meydana gelen. Bütün. Parçasız.
YEKREH f. Riyasız, doğru.
YEKRİŞTE f. Uygun, muvafık, yaraşır. * Şefkatli.
YEKRU(Y) f. İki yüzlülük yapmayan, riyasız. * Hâlis ve itimad edilir dost.
YEKRUZ f. Bir günlük. Geçici, muvakkat.
YEKSAL f. Bir yıllık. Bir yaşında.
YEKSAN Beraber. Bir. * Düz. * Her zaman.
YEKSER f. Baştan başa. * Ansızın. * Yalnız başına.
YEKSÜVARE (C.: Yeksüvârân) Yalnız başına ata binen. * Mc: Arkadaşı olmayan kimse.
YEKŞEBE f. Bir gecelik.
YEKTA Tek, yalnız, eşsiz. * Bir kat.
YEKTENE f. Tenha, yalnız başına.
YEKÛN Toptan, hepsi. Netice. Toplam. (Arapçada; olur-oluyor mânâsınadır)
YEKVÜCUD Tek kişi gibi. Hep birden.
YEKZEBAN Söz birliği. Ağız birliği. Sözde beraberlik. * Aynı dili konuşan. Bir dilde.
YEL (C.: Yelân) Pehlivan. şampiyon.
YELAN (Yel. C.) f. şampiyonlar, pehlivanlar.
YELDA f. Uzun.
YELE f. Kuvvetle saldıran. * Otlağa salınmış hayvan sürüsü. * Koşan, koşucu, seğirten. * Bazı hayvanların ensesindeki kıllar.
YELEB Beyaz deve. * Polat demir. * Toplamak, cem’etmek. * Deriden yapılmış cübbe, zırh ve gömlek. * Kalkan.
YELEK(A) Her nesnenin beyazı. * Beyaz keçi.
YELEL Üst dişlerin kısa olması.
YELEM Aslâ yemişi olmayan sert ve katı ağaç.
YELENDED Etli, semiz kimse.
YELMA’ Yalancı. * Serap.
YELMEK (C.: Yelâmık) Kalın kaftan.
YELEMLEM Deri. * Bir yerin adı. (Yemenliler ihramı orada giyerler.)
YELPEZ Yelpaze. * Serinletmek için el ile havalandırma âleti.
YELTENMEK t. Bir şeye başlamağa niyet etmek. Teşebbüse kalkışmak. Özenmek. Taklide çalışmak.
YEMAME Ehlî güvercin.
YEMEN Arap diyarında bir vilayet ismi.
YEMHUR Uzun boylu adam. * İt sineği.
YEMİN Sözü Allah’ı (C.C.) zikrederek kuvvetlendirmek. Kasem. * El tutuşarak, Allah’a bağlılıklarını bildirerek, Allah’a ve birbirlerine söz vererek ahitleşmek. * Mübarek. * Sağ taraf, sağ el.
YEMİN-İ LÂĞV Alışkanlıkla veya dil sürçmesiyle veya sehven yapılan yemindir (ki; şer’an kefâret lâzım gelmez).
YEMM Deniz, bahir, derya, umman. * Güvercin kuşu.
YEN’ Yemişin olgunlaşması.
YENABİ’ (Yenbu’. C.) Kaynaklar, pınarlar, çeşmeler. * Kedi yavruları.
YENABİ’-İ ULÛM İlim kaynakları, çeşmeleri.
YENARIK Yassı bilezik.
YENBAGİ Münasib, uygun, şâyân. Lâzımgelir, icab eder, gerekir.
YENBU’ (C.: Yenâbi) Pınar, kaynak. * Kedi yavrusu.
YENBUB Dikenli bir ağaç.
YENGEÇ t. Çok ayaklı ve yan yan yürüyen, başının iki tarafında iki kıskacı olan deniz veya durgun sularda yaşayan bir küçük hayvan.
YENHUB Korkak.
YENME (C.: Yünem) Bir nevi ot.
YERA (Yerâa. C.) Yontulmamış kamış kalemler. Kamışlar. * Ateşböcekleri.
YERA’ Sığır buzağısı.
YERAA (C.: Yerâ) Kamış düdük. * Yontulmamış kalem.
YERABİ’ (Yerbu’. C.) Tarla fareleri.
YERBU’ (C.: Yerabi’) Arap tavşanı adı verilen yaban faresi.
YEREKAN Sarılık hastalığı. * Ekin âfetlerinden bir âfet.
YERER Katı ve sert nesne.
YERHAMÜKÜMULLAH “Allah (C.C.) size rahmet ve merhamet eylesin” meâlinde dua olup, aksıran kimseye söylenmesi sünnettir. (Bak: Teşmiyet)
YERHUM Erkek kartal.
YERKU’ Şiddetli açlık.
YERMA’ (C.: Yerâmi) Alçı taşı.
YERUN Ağu, zehir. * Aygır suyu.
YE’S Emelinden kesilmek. Ümidsizlik. Nevmid olmak. Matlubunun hâsıl olmasına ümidini kesmek.(Arkadaş! Amele ve taate muvaffak olmayan azaptan korka, ye’se düşer. Böyle me’yusun gözüne, dinî mes’elelere münafi edna ve zayıf bir emare, kocaman bir bürhan görünür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez; diğer emarelerin saikasıyla ilân-ı isyan ederek İslâm dairesinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder. M.N.) (Bak: Ucb)
YESAG f. Kanun, nizam. * Yasak.
YESAR Sol, sol el. * Varlık, zenginlik. * Gençlik. * Bolluk. * Kolaylık.
YESARET Zenginlik. * Kolaylık.
YESARÎ Sola ait. Sol ile alâkalı.
YE’S-AVER f. Ümitsizlik veren. Me’yus eden.
YESBEHUN Yüzerler. (manasında)
YE’S-EFZA Kederi, ye’si ve elemi artıran.
YESER Kolaylık, sühulet. * Birinin sağ tarafından gelme. * Yün, ip gibi şeyleri bükme.
YESİR Az şey, az, kalil. * Kumarbaz. * Kolay.
YESR Öldürmek.
YESRİB Medine-i Münevvere’nin müslümanlıktan evvelki ismi. (Bak: Medine)
YESSİR Kolaylaştır (meâlinde duâ).
YESTEUR Medine yakınında bir yer. * Deve sağrısına yapılan palas. * Belâ. * Bâtıl. * Misvak ağacı.
YESUR Kumarbaz.
YEŞB (YEŞF-YEŞM) Yeşim denilen taş.
YEŞK f. Köpek dişi adı verilen sivri diş.
YETAMA (Yetim. C.) Yetimler. Babaları ölmüş çocuklar.
YETEM (Bak: Yütm)
YETİM Babası ölmüş olan çocuk. * Tek, eşsiz, yalnız. (Çocuk baliğ olduktan sonra yetimlik ondan kalkar. Anası ölene ise daha çok öksüz denir.)
YETİM-ÜT TARAFEYN Anası ve babası ölmüş çocuk. Anadan babadan yetim kalmış çocuk.
YETİME Yetim kız. * Eşsiz.
YETİM-HÂNE f. Yetim çocukların bakılıp beslendiği yer.
YETN Doğum ânında çocuğun ayaklarının evvel çıkması.
YETU’ Sütleğen otu.
YEUK Nuh Aleyhisselâm’ın kavminin putlarından bir putun ismi.
YEUS (Ye’s. den) Ümitsiz, ümidi kesilmiş, me’yus.
YEVM Gün. Yirmidört saatlik zaman. * Sene. * Asır. Devir. * Devre.
YEVM-İD DİN Din günü, ceza günü, mâneviyat günü.(…Nasıl dünya; maddiyat ve maddî harekâtın ve amellerin günüdür. Elbette o harekâtın neticelerini ve o hizmetlerinin ücretlerini ve o maneviyatın semeratlarını, belki o fâniyat ve zailâtın bâki ve dâimî eserlerini ve âlem-i misal sinemasıyla ve fotoğrafıyla alınan umum o fâniyat ve zaillerin sahife-i amellerini gösterecek ve neşredecek bir gün gelecektir, diye ifade ediliyor. E.L.)
YEVM-İ FASL İnsanların kısım kısım ayrıldığı ve davalarının halledildiği kıyamet günü. Bundan başka kıyamet gününe aşağıdaki isimler de verilir: Yevm-ül cem’, yevm-ül cevab, yevm-ül cezâ, yevm-üd din, yevm-ül ahd, yevm-ül feza-ul ekber, yevm-ül haşr, yevm-ül hisâb, yevm-ül ivaz, yevm-ül karar, yevm-ül karia, yevm-ül kıyam, yevm-ül kıyame, yevm-ül mev’ud, yevm-ül miâd, yevm-ül misak, yevm-ül mizan, yevm-ül va’d, yevm-ül vâkıa, yevm-üs suâl, yevm-ül arz.
YEVM-İ MİSAK Sözleşilen gün. * Kıyâmet Günü.
YEVM-İ NÜŞUR Kıyamet günü, mahşer günü. Herkesin amel defterinin açılıp neşredilip gösterileceği gün.
YEVM-İ ŞEVK Şaban-ı Şerifin otuzuncu günü. Ramazan olması zannedilip ancak hilâl görülmedikçe oruç tutulması münasib olmayan gün.
YEVM-İ TENAD Kıyamet günü.
YEVM-ÜL FETİH Fetih günü. * Mekke-i Mükerreme’nin fethi.
YEVM-ÜL HAMİS Perşembe günü. Beşinci gün.
YEVM-ÜL HULUD Kıyamet günü.
YEVM-ÜL HURUC Kıyamet günü.
YEVM-ÜN NAHR Zilhiccenin onuncu günü.
YEVM-ÜT TELÂKİ Kıyamet günü. Ruz-u mahşer.
YEVMEN FE YEVMEN Günden güne, gittikçe.
YEVMÎ Günlük. Güne ait.
YEVMİYE Gündelik. Bir günlük çalışmanın neticesi alınan ücret. * Günlük hadiseleri günü gününe kaydetmeğe yarıyan defter, gazete.
YEZ f. Bağ, bahçe, tarla vs. gibi arazilerin etrafına çekilen dikenli çalı. Çit.
YEZDAN f. Cenab-ı Hak. * (Mecusilerce) : Hayırları yaratan hayır ilâhı dedikleri mevhum mâbud.
YEZDANÎ İlâhî. Yezdan’a ait ve müteallik.
YEZEK f. Bekçi, gece bekçisi.
YEZİD (Hi: 26-64) Hz. Muaviye’nin (R.A.) oğlu ve Emeviye Devletinin ikinci halifesi. Şam’da doğdu. Zamanında Kerbelâ hâdise-i elîmesi meydana geldi.
YEZİD BİN EBİ SÜFYAN Ebu Süfyan’ın oğlu. Hz. Muaviye’nin büyük kardeşi idi. Ashab-ı kiramdan ve çok sâlih bir zât olup, Mekke-i Mükerreme’nin fethinde müslüman oldu. Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık Radıyallâhü anh’ın Şam’a gönderdiği orduda bir birliğin kumandanı idi. Hz. Ömer zamanında Filistin valisi olmuştu. Taundan vefat eyledi. (R.A.)
YOGA Bâtıl Hind felsefe sistemi. Bunlar tam bir dalgınlık ve hareketsizlik ile ve çile çekmekle gayelerine ulaşacaklarını sanarlar.
YOGİ Hindistan’da çilecilere (yogalara) verilen isim.
YOL-DAŞ Yol arkadaşı.
YORDAM t. Edâ. * Alâyiş, tantana, debdebe. * Meleke, çalım, çeviklik, alışkanlık, yatkınlık. Çabukluk.
YORUM Uydurma bir kelimedir. (Bak: Tefsir)
YORUMLAMAK (Bak: Tefsir etmek)
YUCE f. Damla, katre.
YUDA Hz. İsa’nın (A.S.) havarilerindendir ve onu ihbar edip ihanet etmiştir. Yehuda veya Yuda Şem’un da denir. (Ol hangi acib sır ki, çıkar göklere İsa. Kimdir çekilen çarmıha, kimdir yine Yuda. E.L.)
YÛDLÛN Tarhun otu.
YUG f. Boyunduruk.
YUH (Yuhâ) Güneşin isimlerindendir. * Türkçede, birisine karşı hakaret için söylenen kelimedir. Kalabalıkla haykırılan hakaret kelimesidir. Buna “yuha çekmek” denir.
YUHANNA Hz. İsa’nın (A.S.) havarilerinden birisidir. İncillerden birisini yazmıştır. İbranicede Yahya mânasına gelir. Yuhannes, Ohannes, Con (Fr.: Jan) denir.
YUNUS SURESİ Kur’an-ı Kerim’in 10. suresidir. Mekkîdir.
YUSUF SURESİ Kur’an-ı Kerim’in 12. suresidir. Mekkîdir.
YUZ f. Kaplanı andırır yırtıcı bir hayvan, pars.
YUZE f. El açan, dilenci.
YÜBS Kuruluk.
YÜBUSET Kuruluk.
YÜDİ (Yed. C.) Eller.
YÜMKİN Olabilir, mümkün olur.
YÜMN (Yümün) Kuvvetli, uğur, bereket.
YÜMN-İ İMAN Kuvvetli imandan gelen bereket ve kuvvet, saadet.
YÜMNA Sağ taraf, sağ el.
YÜMNE Yemen alacalarından bir alaca kumaş.
YÜMNÎ Uğura, berekete ait. Uğurlu.
YÜMUM (Yemm. C.) Denizler.
YÜRNA Kına.
YÜSCAN Yeşil taylasanlar.
YÜSR (YÜSÜR) Kolaylık. Genişlik. Rahatlık. Zenginlik. Gına. Refah.
YÜSRA Sol taraf. Sol el. (Eyser’in müennes)
YÜSRET Kolaylık, sühulet. Rahat.
YÜSRUG Ot arasında olan kırmızı bir böcek.
YÜSUR Ekşi yüzlü olmak.
YÜSÜR Kolaylık, sühulet, yüsr.
YÜTM (Bu kelime esasen infirad mânasına gelir) Bir çocuğun pederi vefat etmekle pedersiz kalması ki: Bu, yalnız insanlara mahsustur. Hayvanatta ise vâlidesiz kalmaya denir. Yetim de denir. (L.R.)
YÜUS (Ye’s. C.) Yeisler, ümitsizlikler, kederler.

ZABT: 1. Sıkı tutma. 2. İdaresi altına alma, kendine mal etme. 3. Silah zoru ile bir yeri alma. 4. Anlama, kavrama. 5. Kaydetme, özetini yazma.
ZÂHİB: 1. Gidici, giden. 2. Bir fikre veya zanna uyan, kapılan.
ZÂHİR: Açık, belli, görünür, meydanda olan.
ZÂHİRÎ: Dıştan görünen, meydanda olan.
ZAİL: Sona eren, sürekli olmayan.
ZAMİR: 1. Her şeyin iç yüzü. 2. Yürek, vicdan. 3. Gizli fikir. 4. Zamir, ismin yerini tutankelime.
ZÂNİ: Zina eden erkek.
ZÂNİYE: Zina eden kadın.
ZARAR: Ziyan, eksiklik, kayıp.
ZARF: Yer ve Zaman bildiren edat.
ZAT: Kendi, asıl, öz, cevher, saygıdeğer kişi.
ZAYİ’: Elden çıkan, yitik, kaybolan.
ZAYİAT: Kayıplar, yitikler.
ZEBÂNÎ: Zebanî, CehennemlikleriCehenneme atan melek.
ZEBERCED: Zümrütten daha açık renkte bir süs taşı.
ZEBH: Boğazlama, kesme, kurban kesme.
ZECR: 1. Yasaklama, yaptırmama. 2. Zorlama, zorla yaptırma, angarya işletme sıkma, eziyet.
ZEKER: Erkek, erkeklik organı.
ZELİL: Hor, hakir, alçak.
ZELLE: 1. Ayak sürçüp kayma. 2. Hata, suç.
ZEM (ZEMM): Birinin kötülüğünü söyleme, ayıplama, yerme, çekiştirme.
ZEMHERİR: Karakış.
ZEMZEME: 1. Ezgili ses, terennüm, teganni. 2. Mezamir’i okuyanların teranesi (Zebur).
ZENB: Günah, suç, kabahat.

ZEVAL: 1. Zail olma, sona erme. 2. Aşağılama, inme. 3. Güneşin başucunda, tam tepeden bulunma Zamanı zeval vakti, öğle vakti.
ZEVC: Çift, eş.
ZEVCYEN: Karı-koca, iki eş.
ZEVİ’L-UKUL: Akıl sahipleri, akıllılar.
ZİKR: 1. Zikir, anma, hatıra getirme. 2. Ağıza alma, adını söyleme. 3. Anlatma, ifade etme. 4. Övme, iyilikle anma. 5. Tasavvufi anlamıyla Allah adını anarak zikretme.
ZİKR-İ CEMİL: Güzel zikir, övgü.
ZİKRULLAH: Allah‘ı anma.
ZİLLET: Alçaklık, aşağılık.
ZİMMÎ: 1. İslâm devletinde yaşayan gayr-i müslim. 2. Haraç veren, raiyye.
ZİNET: Süs eşyası, bezek.
ZİRA’: Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü, 75-90 santim arasında değişir.
ZÎRAHİM-İ MAHREM: Nikah düşmeyen akraba kadın.
ZİŞAN: Şanlı, ünlü, gösterişli.
ZİYA: Işık, aydınlık.
ZUHR: Öğle Zamanı, öğle namazı.
ZULM: Zulüm, haksızlık, eziyet.
ZULMET: Karanlık.
ZÜBDE: Bir şeyin en seçkin parçası, öz, özet.
ZÜBUR-ZÜBÜR: Kitaplar, yazılı şeyler.
ZÜHD: Dünya lezzetlerinden el çekerek ibadetle meşgul olma, sofuluk.
ZÜHÛL: İsteyerek veya elde olmayarak unutma, geçiştirme, yanılma.
ZÜLCELAL: Celal sahibi, Allah.
ZÜLKARNEYN: İki boynuz sahibi, Kur’ân-ı Kerim’de adı geçen bir hükümdar, iki yönlü.
ZÜLL: Horluk, hakirlik, alçaklık.
ZÜRRİYET: Soy, nesil, kuşak.

__________________
all the best.




Konu YeşiL6 tarafından (27.07.2015 Saat 13:57 ) değiştirilmiştir.
YeşiL6 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla