Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08.06.2013, 21:37   #13 (permalink)
Asrevya
Son/suz Söz,Öz/söz Olmalı!

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Asrevya / Tuba Özdemir



13



Bir harf düşürüyorum gözümden.
Şimdi sustuğum kadar konuşmanın vakti midir?

Yenik bir ihtilalden çıkmış devrik masaldan geçiyorum. Harabe olmuş düşün içinde inciniyorum. Dünleri kefenlemek isterken ölesiye, yarınları kundaklıyorum. Zamandan seyyahlığımı dilenip gidişlerime elvedalar kazıyorum.

Parmaklarım ölümler sunuyor harabe alfabeme. Adını düşürme elimden Asrevya! Adını düşürme!

Neydi amacım? Kaç yıl biriktirmiştim suskunluğumun yanında? Hangi günüme bulaşıyordu da adı sen olan bir hüzne yürünmüyordu ki Asrevya?
Bir yıl kaç acıya pay edilirdi?
Korkma!
Her aya yetecek acım. Ben nefeslerimi acıya uladım…

Perde gipürlerinden dökülürken bir bir yere, güneşin yüzünü örtmekti amacım. Tüm gölgelerimi kuşandım. En güzel ışığımın üstüne çekilmiş bir güneşlik kadardım.

Ağzımda susmuşluğum, elimde dilim…
Ben neydim?
Neden hep satırlara seni dizdim?

Adı bilinmezdi tüm yaraların. Ve zamandı bilinir/bilinmez tüm yaraların merhemi. Zaman diye avutuldum/kandırıldım. Zaman, neden bana deva olmadın?

Yorgunum Asrevya!
Adımı kaç kez silersem seni unuturum?
Mahlasımı her bilediğimde neden hep yanı başında sen buldum?

Hep bir masaldın. Yaşadığımı sandığım demlerde seni de yaşıyor sandım. Oysa masaldın. Masal kadardın… Kötü ve iyi kahramanların yoktu, sen tüm senaryoları kendin oynadın. Mekânın yoktu, sen hangi mekânı tutsan düşüyordu adına. İstanbul bile sen oluyordu. İstanbul bile figüran kalıyordu masalına. Zamanın yoktu, imleçler arası “an” biriktiriyordun. Mutlu bir masal değildin. Gözümü yummam için okunamazdın uykusuzluğuma. Masal sonrası üç elman yoktu, bir bir düşüreceğin. Masalım bitti diyemezdin. Bilmeliydin; yazılana inatla bile yazarken kalemim masalına en güzel son olurdu ölümüm…

Benden bir son bekleme Asrevya!
Ve inanma kalemimden yazılan hiçbir SoN’a…
Güz her hali ile masalımda. Bir yağmur oluyor kuraklığıma bir de rüzgâr oluyor sararmış yapraklarıma…

Hiçbir gidişi başaramayacaktım, biliyordum. Bir acıyı intikamın ellerine verip, en iyi bildiklerimi en çok inkâr edip ardıma bakmadan gidişlerim olmayacaktı benim.

Azrail’i beklemekti ölümün ılık korkusu. Gözlerimi kaç kez tavanıma astım. Kaç kez gelecek sandım. En yanımdaki öldü, öleceğim sandım. Sandıklarım doğruyu bulup da ölseydim ve sorulsaydı soğuk bir mermerin yanında “nasıl bilirdiniz?” hiç bilir miydin ki iyi bilecektin Asrevya? Hangi suale cevap verecek kadar yaşıyordun ki?

Son satırlarım kalırdı gitmişliğimin ardında;
Şimdi ağlasınlar halime, tek heceye gömülen bütün hecelerim hürmetine…

Asrevya! Hüznüme yakıştı varlığın.
Az gittim uz gittim doğru yolu bulamadım.
Anladım
Dönüşsüz gidişler için inildiği anda yakılmalıydı gemilerim. Gidememeliydim…

Fazlaca üzgündüm ve fazladan da fazla kırgın; ama sadece kendime hesabım. Hiçbir el gözlerimi asmadı ölüme. Kendi ipimi kendim çektim boynuma. Sandalyemi kendim ittim. İnfazda değil intihardayım… Yazılmış ve yırtılmış sayfalarca şiiri atamadım. Anılarımın süzgecine yakılmış şiir çöpleri sıkıştırdım…

Yazıldıkça hayata düşülen “ahh, vahh” ettiren, sonu gelmeyen şiirsi bir duruştun. Kafiyen, redifin saklıydı. Başlayan cümlelerinin sonunu merak ettimse de hiçbir sona şahit olmadım.
Ağzında dolandı sözcükler, şaşkındın. Konuşmanı beklemekle hata yaptım. Bir masal kahramanı hiçbir zaman ses veremezdi ömrüme.

Uslanmaz bir fırtına oluyorum. Ne varsa içimde dolaşan yalın ayak, hepsini bir uçurumun kıyısına sürüklüyorum. Madem bir gidişe kördüğümlüyse adımlarım ve beceriksizse bu gidişte ayaklarım o halde kendi fırtınamda tek kendime zararım…
Ne kadar eğri bir duruş sergiledim ki hiç doğru anlaşılamadım.

Karakalemler düşüyor alınyazıma.
Ne kadar kulak dayasan da masalına, sana sen bile uzaksın Asrevya!

Geçmişi dillendirilmeyen ötesi mahfi bir masaldın, acıtmak ve yazmak kadardın…
Düş kurup kendi düşlerimi parçalayınca anladım, sola yaslanan harflerden oluşmuş devrik bir cümleydin hayat satırlarıma. Ne zaman silmeye kalkışsam, toplanmamış bir kitabın önsözünde en hatırlanan cümle olarak yerini aldın.

Seni yazdım, kendimi sildim; bir tek sen kaldın…

Masalına tam inanmamış yazılanı oynadın.
Geç söylenmiş bir doğru yalan mı sanılırdı? Peki, gözyaşlarımın içinde seni kim böylesi büyüttü ki Asrevya? Ve kim sakladı dünüme, günüme, yarınlarıma…

Şehirlerim kayıp, yollar gitti ayaklarımın ucundan. Canımdan can söküyor yüzünü göremediğim bir el. Dur diyemeyecek kadar takatsiz, yaşamak için direnmeyecek kadar güçsüzüm. Susmuyorum, yazıyorum inadına. Bir ölüme değil hayata yazıyormuşum gibi…

Vakit; vakitsizlikte…
Zaman bilinmiyor gözümde…
Sürekli düşüyorum dizlerimin üstüne. Düşlerim hep yara / bere…
Kulağımın ardından titrek bir itiraf, hayali öldüren gerçek ; “masal işte…”

Tarihim yok altına imzamı attığım masalımda. Bir zamanlar diye başlayan cümlelerde kalmayacak masalın hangi zaman aralığına karalandığını hatırlamak gereksiz…

Günlerdir biriktirdiğim uykusuzluğumu bir uyku ile israf etmek istiyorum şimdi. Yok, gözlerimin kapanmasına değer bir düş. Başkalarına uyku olan masalım, beni hep uykusuzluğa attın.

Korkuyorum Asrevya. Cesaretimin aynalardaki yüzünü kırıyorum. Adımlarıma taş bağlıyorum, artık mutluluğu aramayacak sokak sokak. Anladım geç olsa da bulmak için yanlış şehirdi. Yanlış bir masal… Hatırlar mısın; cevapsızlığının ağzından dökülen sözde sanki iki şıktan birini ötelercesine “İstanbul” demiştin. En sevdiğim şehre en çok kırılmaktı bu. Ne İstanbul ile baş edebilecek kadar gücüm vardı ne de seçtiğin şıkları değiştirme hakkım…

Ben hiç yaşanmayacak olan masalı ölü bir kahramanın ellerine bıraktım. Artık ne yazsam geceme gözyaşı niyetine ve ne yazsam sürüklenir bir dehlizden diğerine… Ve sen Asrevya, hadi öl kalemimde de… Kendi ellerinle…

Dönüşü olmayan hiçbir gidiş düşmüyor enseme. Öğleden yolculuk vaktidir ikindiye. Gün geceye dönüyor. İçimden hüzün sızıyor, sabırla tükenen yas zerreciklerine.

Bir ölümün kaç kez acıtma hakkı vardı? Hangi hak beni yakardı? Yalandı… Üstüne bulaşan lekelere aldırmadan adımlar düşürmekti yaşamak. Yanılmadan kavranmıyordu doğrular. Ama yanılmak yakıyordu her hayali. Koca bir musalla kalıyordu geriye. Bir ölüm düşüyordu yüreğime ve bir ağıt düşüyordu yüreğimden dizlerime. Oysa kurgulanmış hayallerim vardı. Uyku indiğinde göz kapaklarımın karsız eteklerine, yummak için kirpiklerimi birbirlerine, önce masal dokuyacaktım. Ardından bir yastığın altına kazılmış sayısız düşümden birini çıkarıp uyku sebebim kılacaktım, gözlerimin inat etmişliğine. Sonra sabah… Gün ayacaktı şehrin gözlerine. Vur-kaç kadar olacaktı hayalim. Arkamı dönüp ilk adımda sobe demek kadar… Sus desen bitecekti masal. Sus desen yıkılacaktı camdan diktiğim kuleler. Sus denilmeyiş bir teselli değildi. Sade bir sessizlik…

Sorularım vardı; hangi aşk içinde bulunduğu dili anlamazdı? Aşka kurulan hangi cümle yalın kalırdı? Aşkı bilmeyen bir yüreğe aşk nasıl anlatılırdı?



Mutlu bir masal değildin Asrevya. Gözümü yummam için okunamazdın uykusuzluğuma…
Seni en çok susabilirdim bir şeylerin ardında.
Yeniden seni susuyorum
Yeniden yazana dek…
Asrevya!


__________________

Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan,
Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan,
Ne görebiliyorsun,Ne duyabiliyorsun.

"Hayret et! Çünkü hayrettir göğe açılan pencere.
Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme."
Asrevya isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla