Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu
 

Go Back   Forum Aski - Türkiye'nin En Eğlenceli Forumu > Eğitim - Öğretim > Dersler > Felsefe - Sosyoloji
Kayıt ol Yardım Kimler Online Bugünki Mesajlar Arama

canlı casino siteleri canlı casino siteleri sagedatasecurity.com casino siteleri takipçi satın al
porno diyarbakır escort bayan antalya escort malatya escort

Felsefi Terimler

Felsefe - Sosyoloji kategorisinde açılmış olan Felsefi Terimler konusu , ...


Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 21.11.2012, 21:08   #21 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Terimler


ARANEDENCİLİK (Okasyonalizm)

Bütün olayların tek gerçek nedeninin Tanrı olduğunu öne süren insana neden gibi görünen bütün öbür şeylerin Tanrının istencini yansıtan birer araneden olduğunu savunan felsefe öğretisi.

Descartes'ın ruh ve beden ikiliğini çıkış noktası olarak alan aranedencilik bu tözler arasında ancak Tanrının aracılığıyla bağ kurulabildiğini söyler.
(Savunucuları: Batı felsefesinde: Geulincx Malebranche; İslam felsefesinde: Gazali.)



Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 21.11.2012, 21:09   #22 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Terimler

ARKHE

Batı Anadolu kıyılarındaki kentlerde yaşamış Sokrates öncesi filozofların ilke “temel” “ana madde” anlamı kazandırdıkları sözcüktür unsurdur. Antik çağda Anadolu Yunanlıları düşünsel çabaya bir ilk nedeni araştırmakla giriştiler. İlk kez iki her zaman dört ediyorsa bunun tanrıların keyiflerinin üstünde bir ilk ve değişmez nedeni olmalıdır. Dünya nasıl yapılmıştır? Bitkiler hayvanlar insanlar nasıl oluşmuşlardır? Bütün bu varlıkların başı kökü kaynağı nedir? Gibi sorular sorulmuştur.

Bilinen tarih içinde sözcüğü felsefi anlamda ilk kullanan Batılı anlamda ilk filozof sayılan Thales’tir. Thales her şeyin arkhesi su demiştir. Thales sözcüğü her şeyin “ana maddesi””dayandığı ilk”çıktığı kaynak” gibi anlamlarda kullanıp doğaya ve doğadaki gelişmeler kendi içlerinde bulunan doğa ötesi açıklamalar gerektirmeyen bir kaynağa geri ***ürme çabasından söz eder. Böylece bilimsel düşüncenin öncüsü sayılır. Daha sonra Anaksimandres bu ilk nedenin belirsiz bir cevher Aneksimenes ise bunun hava olduğunu söylemiştir.

Aristoteles ise arkhe her şeyin temeli özüdür. Bütün öteki şeyler ondan çıkar ama o hep var olmakta devam eder.

Metafizik idealist felsefede bütünüyle bu ilk (arkhe) düşüncesine dayanır. Metafiziğin en belli ve açık biçimi olan dinsel düşünceye göre bu ilk tanrı’dır.

Arkhe düşüncesi “ilk”leri “başlangıç”ları “temel”leri arayan düşünüş biçimiyle daima iç içedir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 21.11.2012, 21:10   #23 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Terimler

ATEİZM

Tanrının varlığını yadsıyan görüş. Ateizm ruh ölümden sonra yaşam vb. her türlü metafizik inançların yadsınmasını kapsar. Ateizm Tanrıyı ne tinsel varlıkları kabul eden teizmin karşıtıdır. Ayrıca ateizm Tanrının var olup olmadığı sorusunu karşılıksız bırakan bu sorunun yanıtsız ya da yanıtlanamaz olduğunu savunan agnostizimden ayrılır. Ateistlere göre tanrının var olmadığı kesin bir doğrudur. Ateizmin felsefesel temeli özdekçilik ve bir ölçüde şüpheciliktir.


Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 21.11.2012, 21:11   #24 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Terimler

AYDINLANMA ÜZERİNE

Aydınlanma çağı 18. yüzyıl Avrupa'sına damgasını vuran;toplumsal bilimsel fdselsefdsi vb. alanlardaki köklü değişimleri ve gelişmeleri sağlayan bu çağa "Akıl Çağı" demek yerinde olacaktır. Çünkü Aydınlanma çağı fdseodal bağların ve kurumların topa tutulduğu fdseodalizmin içinde ortaya çıkan ve olgunlaşan burjuvazinin amaçlarının gözetildiği büyük değişimlerin görüldüğü bir çağ. Bugünü anlamak istiyorsak geçmişi gözardı ederek yapamayız bunu ve günümüz dünyasını hızla "globalleşen" dünyamızı -ya da Samir Amin'in deyişi ile "Kaos İmparatorluğu"nu- anlamak istiyorsak ve evrenin ve insanın yitişi karşısında daha fdsazla sessiz kalınamayacağı kanaatini taşıyorsak anlayamadan bilmeden değistiremeyeceğimizi biliyorsak anlama ve anlamlandırma çabasından kaçmamalıyız. İşte bu nedenlerden ötürü günümüz burjuva toplumlarını ve ideolojisini tanımlayabilmek için burjuva siyaset kuramının oluşturulduğu döneme fdselsefdsi söylemin çoklukla burjuvaziye hizmet ettiği ya da burjuvazinin bu söylemi kendi çıkarları için kullandığı Aydınlanma Çağı'na bakmak gerekir.

"Aydınlanma insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergen olmayış durumu ise insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil fdsakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapere aude!* Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır."** diyor Kant. Aydınlanma ile gerçekten de insan aklı üzerindeki dinsel siyasal geleneksel kurumların ve otoritelerin ipoteği kaldırılmaya çalışılmış insan aklının başka insanlar güçler ya da kurumlar tarafdsından yönlendirilmesi ve idare edilmesi kıyasıya eleştirilmiş aklın özgürleşmesi için metafdsizikle skolastik fdselsefdse ile ve -mevcut üretim ilişkileri kendi gelişimine ayakbağı olmaya başlayan güçlenmekte ve iktidar talebini haykırmakta sesini yükseltmekte olan burjuvazinin istemine paralel olarak-monarşik yönetim biçimi ve üzerinde yükseldiği fdseodal üretim ilişkileriyle mücadele edilmiştir. İnsan aklının bilgi ölçüsü olarak alındığı insan ve kültür sorunlarının gündeme getirildiği bilginin topluma yayılmasının amaçlandığı geleneklerin ve inançların bir "akla uygunluk" ilkesi ile değerlendirildiği Engels'in "Din doğa anlayışı toplum devlet örgütü herşey en acımasız bir eleştirinin konusu oldu; herşey aklın mahkemesi önünde kendini savunmak zorunda kaldı ya da mahkum oldu" dediği bu çağla birlikte insanlığın gelişimi önündeki bir çok engel kaldırılmış oluyordu.

Aydınlanma düşünürlerinin insan aklını esaretten kurtarma çabaları gerçekten takdire değerdir. Ve Aydınlanma hareketi çağının koşullarında ilerici devrimci olarak adlandırılabilecek bir sınıfdsa burjuvaziye omuz vermiştir. "Aydınlanma düşünürlerinin ekonomi alanındaki görüşleri akılcı bir biçimde örgütlenmiş burjuva işletme modeline dayanıyordu. Adam Smith'in The Wealth ofds Nations (Ulusların Zenginliği) adlı yapıtında övdüğü "manüfdsaktür" modeli üzerine inşa edilmiş genişleyen işbölümüne dayalı işletme yapısı fdsizyokratların ve Ansiklopedistlerin insan çalışmasını ve emeğini akılcı bir biçimde örgütleme eğilimleriyle uyum halindeydi. Diğer yandan burjuva özgürlükleri monarşi döneminde hatırı sayılır ölçüde gelişmiş Kralın ve merkezi otoritenin darbeleri altında yola getirilmiş aristokratik sınıfların zararına evrensel bir özgürlük anlayışının vazgeçilmez kurumları olarak yüceltilmişlerdir."***

Şimdi şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki: Aydınlanma insanın amaçlarının evrimleşmesi sürecinde önemli bir yerde durur. sakat bu evrimleşme yüzyıllardır araç olan insanın artık araçlığa son verip kendisini amaçlaştırması halini alamamıştır yine de bu yolda bir aşamadır. Halkın büyük çoğunluğunun araç din adamları ve aristokratların amaç olduğu sosyo-ekonomik düzen değişmiş Aydınlanma hareketiyle mevcut egemen güçlerin karşısında iktidar sahiplerine karşı burjuvazinin önünü açacak düşünceler oluşmuş ve halk kitlelerinin yine araç ama bu sefdser burjuvazinin amaç olarak tanımlandığı bir sistemin siyasal felsefi düsünsel zemini hazırlanmıştır. Ya da burjuvazi tarafdsından Aydınlanma düşünürlerinin düşünceleri bu amaçta kullanılmıştır.

18. yüzyıl Aydınlanması üzerine bunları söyledikten sonra klasik fdselsefdse tarihlerinde Antik Aydınlanma ya da Yunan Aydınlanması adıyla geçen ve I.Ö. V. yüzyılda Sofdsistlerin gerçekleştirdikleri bir Aydınlanmanın varlığından da söz etmek gerekir. Bu iki çağı fdsarklı asırlara karşılık gelen iki dönemi isimlendiren Aydınlanma adını veren Alman fdsilozofdsu Immanuel Kant'dır.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 21.11.2012, 21:12   #25 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Terimler

AYDINLANMA ÇAĞI DÜŞÜNÜRLERİ

18. yy. "Aydınlanma Çağı" düşünürlerine geçmeden önce ilkçağ aydınlanmacıları olarak adlandırılan sofistlere bir göz atmak anlamlı olsa gerek.

SOFİSTLER:

İ.Ö.V. ve IV. yüzyıl düşünürleridir. felsefesi düşüncelerinin merkezine insanı koydukları için Yunan fdelsefesinde doğa felsefesi önemce ikinci sıraya düşmüş insan felsefesi birinci sıraya yükselmiştir.

Yunan aydınlanmasının düşünürleri olan sofdstler inanç üzerinden yükselen geleneksel Yunan düşünüşüne karşın herşeyi akıl süzgecinden geçirme yolunu tutmuşlardır.

"Bütün şeylerin ölçüsü insandır" diyen Protagoras "Hiçbir şey yoktur varsa bile kavranılamaz kavranılır olsa da öteki insanlara bildirilemez ve anlatılamaz" diyen Georgias'ı "tabiattan hepimiz her şey'de aynı yaratılmışsızdır Hellen olsun barbar olsun." diyen Antiphon "Hak kudretlinindir" diyen Thrasymakhos İ.S. 19. yüzyılın düşünürü Nietzsche'nin "Ubermensch" (insan-üstü) doktrinin hatırlatan düşünceleriyle Kallikles en önemli temsilcilerindendir.

"Sofistlik için antik "aydınlanma devri" denir ve bu haklıdır zira gerçekte onunla İ.S. 18. yüzyılın aydınlanması arasında hem de bütün ruh yapısı bakımından sıkı bir akrabalık görülüyor. Bu sonraki aydınlanma da derine doğru inen eleştirisi ile özellikle Descartes ile Leibniz'in sistemlerinin oluşturdukları büyük spekülatif felsefe devrinden sonra gelmiştir. O da ön yargılamadan ve uzlaşımdan (konventiondan) kurtulma ve "doğaya dönme" için dövüşüyordu; o da yepyeni bir gençlik eğitimi getirmek istiyordu; onun da genişlemesine olan etkisi geçip gelmiş şekillerin devrim-doğuran tehlikeli bir yıkılışı idi. fdsakat yine burada da bu aydınlanma ile gerçek "aydınlatıcı" ve klasik felsefenin kurucusu Immanuel Kant'ın etki gösterebilmesi için gereken koşullar yaratılmıştır."(2)

Aydınlanma çağı düşünürlerini veren bu yazının amacı söz konusu düşünürlerin genel bir portresini çizmek Aydınlanma hareketi içinde yer alan aydınların birbirlerinden ne denli farklılaşabildiklerini bir nebze de olsa gözler önüne sermektir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 21.11.2012, 21:12   #26 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Terimler


JOHN LOCKE (1632-1704)

Yaşamının ergin dönemini 17. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış felsefesi ve siyasal yapıtlarını bu yüzyılın sonlarına doğru vermiş olan bir İngiliz filozofudur. 18. yüzyıl içerisinde sadece dört yıl yaşamış olmakla birlikte fikirlerinin ileriliği ve niteliğiyle Aydınlanma çağı düşünürlerinden sayılmıştır.

Locke'un genel felsefesi epistemoloji (bilgi kuramı) alanında-ön kabullenmeleri doğuran -bilgilerimizin deney- öncesi (a-priori) olduğunu kabul eden feodal aristokratik söylemin dogmatik tutumunun yadsınmasına dayanır. Skolastik felsefenin bilgilerin kaynağını kitabı Mukaddesteki dogmalar olarak kabul edişine karşı Locke bilgilerimizi gözlemlerimize duyularımıza yani deneye dayandırır. Ayrıca zihnimizde doğuştan getirdiğimiz bilgilerinde varolduğunu söyleyenleri eleştirir ve insan zihninin başlangıçta boş bir beyazkağıt (tabula rasa) gibi olduğunu ve deneyimle dolduğunu söyler.


Bilgilerimizin deney ile elde edildiğini öne süren John Locke uygar toplum öncesinde doğa durumunda yaşadıklarını kabul ettiği insanların eşitliliğin özgürlüğün ve mutlu bir hayatın egemen olduğu bu doğa durumunu akıllara Tanrı tarafından yerleştirilmiş bir doğa yasası ile sürdürdüklerini söyler. İnsanların birbirlerine zarar vermemelerini sağlayan ve yaşama hakkı özgürlük vb. doğal hakların korunmasına hizmet eden bu yasanın bir duygu değil bilgi olması Locke'un genel felsefesiyle siyaset felsefesi arasındaki çelişkilerden biridir: bir taraftan tüm bilgilerimizin kaynağının deneyim olduğunu söylemekte diğer taraftan siyaset felsefesinde Tanrının insan beynine kondurduğu bir bilgi olan doğa yasasından sözetmektedir. Yine genel elsefesinde bilgilerimizi deneyimden elde ettiğimiz Locke bahis siyaset felsefesi olunca hangi deneyimden çıkardığını ve hangi tarihsel belgeyle kanıtladığını anlayamadığımız bir "toplum sözleşmesi"nden söz etmekte doğa durumundan uygar topluma geçişi sağlayan -ve doğa durumundaki insanlar arasında kolayca savaş durumuna yol açabilecek olan "saldırganı yargılama ve cezalandırma hakkı"na herkesin sahip oluşu ilkesinin doğurduğu kargaşalardan kurtulma çabasıyla düzenlenen- bir sosyal sözleşmenin varlığı iddiasını taşımaktadır.

Locke kralların adem soyundan geldiklerini ve bu yüzden de kalıtımsal bir tanrısal hak elde ettiklerini söyleyenlere Adem'in soy çizgisinin çoktan yitmiş olduğunu söyler. Yönetimin kaynağının tanrısal hak değil halk olduğunu insanların doğa durumundan uygar topluma geçişlerini sağlayan bir toplum sözleşmesi yapmış olduklarını kabul ederek kanıtlayamaya çalışır bu bu sözleşmenin tarihsel gerçekliğine dair bir kanıtlama çabasına girişmez. "bu durumu ile Locke'un sözleşme kuramı İngiltere'deki anayasal (parlamenter) monarşinin yasallığını savunan ve kendinin siyasal görüşlerini ortaya dökmekte yararlandığı hukuksal bir fiksiyondur (yapıntıdır uydurudur)(3).

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 21.11.2012, 21:12   #27 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Terimler

MONTESQUIEU (1689-1755)

fransız düşünürü Aydınlanma çağı düşünürlerinden Charles de Secondant de Montesquieu mutlak monarşi karşısında aristokrasininin geleneksel haklarının ve çıkarlarının savunuculuğunu yap

Montesquieu'nun siyaset kuramının aristokrasinin çıkarları üzerine ustalıkla kurulduğunu bir başka deyişle aristokrasinin kazanımlarını korunması gerekliliği doğal ve zorunlu sonucuna ulaşmayı kaçınılmaz kıldığını söyleyebiliriz.

Montesquieu siyaset kuramında Locke ve Rousseau gibi spekülatif bir "doğa durumu" "doğa yasası" ve uygar topluma geçişi sağlayan bir "toplum sözleşmesi" iddiasından uzaktır ve siyasal düzenlerin ortaya çıkışını siyasal kurumların biçimlenmesini iklimsel çevresel geleneksel maddi ve tinsel birçok nedene bağlamaktadır. Siyasal sistemlerin oluşumu siyasi sosyal ve ekonomik kurumların varlaşması konusunda siyasal düşüncelerinde iklim ve çevresel koşullara yaptığı vurgu siyaset kurumunun en önemli noktalarından olup bu koşulların belirleyiciliği iddiası üzeriden evrensel her ülkeye uygunluk durumu içinde bulunabilecek bir sosyo-ekonomik sistemin geçerli olamayacağını her ülkenin kendi koşullarını değerlendirerek kendine uygun ve özgün bir sistem bulması gerektiğini söylemektedir.

Montesquieu'nun "kuvvetler ayrımı" ilkesi 19 ve 20. yüzyıl burjuva liberal devlet kuramının klasik bir örneğini oluşturmuştur. Montesquieu kuvvetler ayrımı fikrini 1748 tarihinde yayınlanan Yasaların Ruhu adlı yapıtında işlemiştir.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 21.11.2012, 21:13   #28 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Terimler



VOLTAİRE (1694-1778)

fransız düşünürü. Tüm aydınlanma düşünürlerince bu hareketin babası olarak kabul edilmiş olan françois Marie Voltaire'ın çalışmaları 16. ve 17. yüzyılda yepyeni bir kimlik kazanan Doğal Hak anlayışının -Protagoras'ın tarihsel sürece bakışını hatırlatan- insan deneyiminin tarihsel süreçte durmadan gelişip yetkinleştiği görüşü ile (aklın tarihsel evrimi anlayışı ile) birleşip burjuvazinin istemleri ve çıkarlarıyla çelişmeyen bir toplum ve devlet düzeninin kurulmasında kurumsal bir dayanak durumuna gelişine örnektir.

Voltaire'da diğer aydınlanma çağı düşünürleri gibi insan doğasına yaraşır bir düzenin bir tek koşulla aklın batıl inançların insan üzerindeki egemenliğini kırmasıyla bilimin korkunun özlemsel düşünüşün ve baskının doğurduğu boş inançları ortadan kaldırmasıyla kurulabileceğini söyler. Buunla birlikte Voltaire'in din üzerine düşünceleri özünde akla uygun bir doğal din ya da doğadini anlayışından beslenen sıkı bir Hıristiyanlık eleştirisi veren ve evreni yarattıktan sonra bir daha dönüp arkasına bakmayan bir tanrı tasarımı oluşturan deizme karşılık gelir. Aslında aydın bir despotizm yönetimi ile kurucu monarşi yönetimi anlayışlarını birlikte sürdürmüş aydınlanmış bir monarkın (tekerkin) yönetimini ideal bir yönetim tarzı olarak yaşamının sonuna değin savunmuş olan Voltaire'da din halkın aydınlanmış bir seçkinler öbeği aydın bir azınlık tarafından yöneltilmesi düşüncesine -Sokrates'teki entellektüel elitizmini akla getiriyor- destek sağlayıcı bir öğedir.

Voltaire toplumsal düzende sınıfların varlığını çok doğal karşılamış zengin ve fakirlerin olmasının kaçınılmaz olduğunu söylemiştir. fakat herşeye rağmen onun feodalizmin köleleştiren düzenine keyfi yönetime sansürü ve siyasal baskıya kilisenin hoşgörüsüzlüğü ve dogmatizmine karşı kararlı direnişi ve karşı çıkışı onun sınıfsal soruna bakış açısındaki yetersizliğiyle gölgelenemeyecek denli takdire değerdir.


Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 21.11.2012, 21:18   #29 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Terimler

JEAN-JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)

Rousseau'nun Yaşamı: Rousseau 1712 yılında Cenevre'de yoksul bir saatçi ve dans öğreticisinin oğlu olarak doğmuştur. Calvin'in püriten ahlak anlayışının yerleştiği bir kent olan Cenevre'de püriten bir eğitim anlayışıyla yetiştirilmişti. Bu onun eşitlikten ilkellikten arılıktan yana olan düşüncelerinin oluşmasında etkili olmuş yine püriten ahlakın baskıcı tutucu ve sıkı kurallarla örülü yapısı karşısındaki tepkisi ise özgürlükçü görüşlerini etkilemiştir. Rousseau'nun siyasal görüşleri yaşadığı kentten kaynaklanan bir kent devleti modeline oturtulmuştur.

Yedi yaşında Plutarkhos'un yapıtlarını dinleyen Rousseau bu yazarın özellikle -yalın ve eşitlikçi yapısı kafasında derin izler bırakacak olan- Sparta toplumu ve yasa koyucu Lykurgos'u anlatan yapıtından etkilenmiştir

Annesinin Rousseau doğarken ölmesi babasının da Cenevre'de ayrılması üzerine tek başına kalmıştı. On yaşındayken eğitimini yarıda bırakarak bir papazın yanında çalışmaya başladı. Bu sayede Latince öğrenen Rousseau daha sonra farklı işlerde de çalıştı.

Venedik büyükelçisinin yazmanı olarak çalıştığı sıralarda siyasal konularla ilgilenmeye başladı.

Kaldığı otelde çalışan Therese Levasseur adındaki bir hizmetçiyle tanışan Rousseau onunla evlenmemekle beraber evlilik hayatı yaşar ve ileride bulunmuş çocuklar yurduna bırakmak zorunda kalacağı beş çocuğu olur.

Aydınlanma düşüncesinin ürünü olan Ansiklopedi'ye müzik vb. konularda makaleler yazmaya başlaması 1745'de Diderot ile tanışmasıyla başlar. 1750 yılında Dijon Akademisinin açtığı "Bilimler ve Sanatların ilerlemesi Törelerin Bozulmasına mı Arınmasına mı Yardım Etmiştir?" konulu yarışmada bilimsel ve sanatsal gelişmelerin erdemi yok ettiğini ortaya çıkardığı yeni gereksinimlerle köleliğe kaynaklık ettiğini ileri sürdüğü "Bilimler ve Sanatlar Üzerine Konuşma" adlı yazısıyla yarışmayı kazanır. Onun bu yapıtı uygarlığın gelişimine paralel artan eşitsizliğin insani değerlerin yıkımını gitgide artırması gerçeğine karşı aşağı sınıfların uygarlığa karşı çıkma biçiminde şekillere tepkisini dile getirir.

1755 yılında Ansiklopedi'ye "Ekonomi Politik" makalesini yazar. Siyasal düşünüşünün merkezinde yer alan "genel irade" kavramını ilk kez burada kullanmıştır. Aynı yıl İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı adlı kitabı yayımlanır.

Başkent yaşamından zaten sıkılmış olan Rousseau Cenevre halkının çağrısını kabul ederek ülkesine döner. 1761'de özgürlükleri savunduğu ve aristokratik ahlakı eleştirdiği "Yeni Güneş" adlı yapıtını 1762'de ise siyaset üzerine "Toplum Sözleşmesi" ve terbiye üzerine "Emil" adlı yapıtlarını yayımlatmıştır.

Emil'in bir bölümünde bir papazın ağzından sunulduğu "deist" görüşlerinden ötürü parlamento hakkında soruşturma açılmasını ister. Paris piskoposu kendisine karşı buyrultu yayınlar. Cenevre'de ise cezaya çarptırılır. Bir ara Almanya'da kaldıktan sonra David Hume'un çağrısı üzerine İngiltere'ye geçer. fakat onunla da bozuşur ve bir süre orada burada dolanmak zorunda kalır. Nihayet 1770 yılında Paris'te yerleşme izni alır. Portekiz ve Polonya için kendisinden istenen anayasa taslaklarını hazırlar. Kendi yaşantısını anlattığı itiraflar'ını yazmaya başlar. Tamamlayamadan 1778 yılında yalnızlık ve yoksulluk içinde ölür.

Jean-Jacques Rousseau'nun çağının ilerisine geçmiş bir aydın olduğunu söylemek yanlış olmaz. Montesquieu tarihin silmekte olduğu bir sınıfın aristokrasinin çıkarlarını savunmaya kalkarak zamanın gidişine ters düşen bir duruma düşmüş ve çağının gerisinde kalan bir ideolojiyi temsil etmiştir. Oysa Rousseau zeminini 19. yüzyılda bulacak olan bir ideolojinin görece temsilcisi olmuş ve ileride işçi sınıfının önderlerine ve ideolojisine hizmet edecek düşünceler üretmiştir.

Eşitsizlikçi toplum eleştirisini insanların özgür ve eşit oldukları mutluluğun egemen olduğu -ve antropologların anlattıkları ilkel yabanıl sürü toplumlarına pek benzemeyen kendi kafasında biçimlendirdiği- bir ilkel topluluk modelini ülküleştirerek oluşturmuştur. Bu açıdan baktığımızda çağımızın çok gerilerinde kalmış bir döneme duyduğu özlem üzerinden yaptığı uygar toplumun eşitsizlikçiliği eleştirisi yetersiz kalmakta ve Rousseau da çağının gerilerinde kalmaktadır.

İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağını yani doğa durumundan uygar topluma geçişin kaynağını özel mülkiyette bulur ve şöyle der: "Bir tarlanın etrafını çitleyip 'burası bana aittir' diyen ve bu söze inanacak kadar saf kişiler bulan ilk insan uygar toplumun kurucusu olmuştur." (İnsanlar arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı II. Bölümün ilk sözü)

Rousseau İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı'nda uygar topluma özel mülkiyetin doğa durumu eşitliğini bozmasıyla geçildiğini söylemekle birlikte Toplum sözleşmesi adlı yapıtında bu geçişin bir sosyal sözleşmeyle yapıldığını söyleyerek birbirinden farklı iki görüş öne sürmüş olur.

Toplum sözleşmesi kuramında Rousseau hem doğa durumundaki özgürlüklerini korumak isteyen hem de doğa durumunda ortaya çıkan kavgalara son verecek bir egemenin yönetimi altına girmek isteyen insanın herkesin tüm haklarını topluma devrettiği ve aslında hiç kimseye devretmediği kendi kendine itaat ettiği bir durum doğuracak bir toplum sözleşmesiyle bu problemi çözdüğünü öne sürer.

"Rousseau'nun ideali toplumsallaştırılmış büyük üretimin değil de küçük mülk sahiplerinin toplumculuğudur."(1) Eşitliğin ve özgürlüklerinin korunduğu toplumsal yapının işleyişini ise toplumsal (ortak) yarara karşılık gelen bir genel irade egemenliği sağlayacaktır.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Alt 21.11.2012, 21:20   #30 (permalink)
Root Administrator

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Felsefi Terimler

DİDEROT (1713-1784)

fransız düşünürü. Denis diderot "yaygın olan düşünüş tarzını değiştirmek için kurulmuştur" dediği Ansiklopedi'yi Aydınlanma'nın temel metni haline getirme uğraşısı veren en önemli düşünürlerdendir. Aydınlanmaya verdiği önem bitmez tükenmez enerjisi ve ilgilerinin çeşitliliği ile Voltaire'e benzetilir. "Sağlam bir hümanist kültür edinmiş İngiliz edebiyatı güzel sanatlar ve müzik alanında kazandığı bilgilerle kültürünü daha da zenginleştirmesini bilmiştir."(4)

Bilgi dünyasının enginliği ve savaşçı ruhuyla çok güçlü bir düşünür olan diderot "belli bir felsefesi sistem ya da düşünsel bütünlüğe sahip değildi. Bu açıdan da en azından fransız Aydınlanması'nın "filozof" tipinin uygun bir örneğini oluşturuyordu."(5) D'Alembert'in materyalizminden etkilenmiş; d'Holbach'la birlikte duyumcu bir bakış açısı yakalamış ancak sonunda atomist panteist ve deneysel yaklaşımın üstünlüğünü ileri sürerek eklektik bir tavırla dünyayı anlama çabasına girişmiştir.

Diderot Hristiyanlık dinini reddetmiş ama insan tabiatına ve doğaya uygun bir din anlayışını kabul etmiştir. Bağnazlığın karşısına aklı ve eleştirel düşünceyi çıkarmış olan düşünürün 1746 yılında yazdığı filozofça düşünceler adlı yapıtı pek çok din adamının saldırısına hedef olmuş Jansenist mahkemesince eser yaktırılmıştır.

Diderot'un ahlak anlayışına gelince yine din konusundaki görüşlerini oluşturan tabiata uygunluk ilkesinin devreye girdiğini görürüz. Tabiat kendi içinde insan için en iyi olanı barındırdığına göre ahlak kuraları da doğaya uygunluk içinde olmalıydı.

Bütün bunların yanında Diderot tiyatro alanında da birçok yenilik getirmiş gerçeği ve toplumsal sorunları sahneye sokmaya çalışmış kimilerince modern tiyatronun gerekçi ve toplumcu kolunun öncüsü sayılmıştır.

Jaqen isimli Üye şimdilik offline konumundadır Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Yukarı'daki Konuyu Aşağıdaki Sosyal Ağlarda Paylaşabilirsiniz.


Yetkileriniz
Konu Açma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum hakkında Kullanılan sistem hakkında
Forumaski paylaşım sitesidir.Bu nedenle yazılı, görsel ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenmektedir.Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir.Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazılı, görsel ve diğer materyalleri 48 saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır. Bildirimlerinizi bu linkten bize yapabilirsiniz.

Telif Hakları vBulletin® Copyright ©2000 - 2016, ve Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.
yetişkin sohbet chatkamerali.net

Saat: 20:58