|
Aşka Dair Herşey kategorisinde açılmış olan Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar konusu , ...
| LinkBack | Seçenekler | Arama | Stil |
03.08.2013, 09:34 | #11 (permalink) |
| Cevap: Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar gün bir gölge dolaşıyordu... aşkın terkettiği bir güzellik, karşıdan karşıya geçerken bir an durdu iki katlı, ahşap, yıpranmış, düz binanın alt katında gölge baktı durana soğuktu hava esmiyordu rüzgar kimsesizdi sokaklar vakit erkendi, erkenden daha erkendi güzellik eteğinin uçlarına bakıp yere serildi gölge izledi hayat bitti ölmek o yaşta herkese kolay gelirdi Bir kahvaltı masasını paylaşabilmek de hayat, ölmek de hayattan. Eylemlerin adı başka, tadı başka, ardından yaşattıkları başka... o başka, bu başka, ben başka, sen başka; bambaşkalık dört tarafta... her şey aslında göründüğünden çok başka şiraze. Birşeyler yapıyorum. Birşeyler yaptığıma kendimi inandırma çabasında yıpranıyorum. Hastalıklar geliyor, sonra hastalıklar gidiyor şiraze. Varlık üzerine kendimce endamlı metinler diziyorum ipe, kurusunlar diye. Geceleri nefesim daraldığında soğuk suya tutuyorum ellerimi, uyandırsın beni diye. “Daralacak ne var” ferahlığı yağsın üzerime şiraze. Daralacak ne var şiraze? Yokluğun mu daraltan beni, varlığın mı her yanımda? İçimde dışımda, sağımda solumda, saçımda başımda, gözümde kaşımda... sensin bendeki her şey şiraze. “Yok” desem varsın, “var” desem hani neredesin? Ses ver şiraze. Bir feryat mı; bir haykırış, bir çığlık, bir fısıltı ya da... ses ver şiraze. Yüreğimin çatlama noktasındayım. Yüreğimin çatlama noktasında... Yani varla yok arası yaşıyorum ya da yokla var arası... ölümün varlığını daha bir sezerken hayatın kayışını çaresiz seyrediyorum. Dokunamıyorum ona. Yakasına yapışıp durduramıyorum. Öfkemi üzerine bırakamıyorum. Duymuyor beni şiraze, görmüyor beni şiraze, görse bile umursamıyor beni şiraze. Öyle çaresiz, öyle elim kolum bağlı, öyle bitkin, yorgun... gaflet içinde oluşun bilincidir işte bu. Dön yüzünü güneye; bırak hayat akıp gitsin, isterse çağlasın dökülsün, dilerse dursun, varsın var olsun herdaim... sen dön yüzünü şiraze, kendine dön. Şöyle bir bak nesin, neredesin; hangi çizgide, hangi sınırda, hangi zemindesin? Ölç kendini. Bırak geçenleri, bırak geçmede olanları, bırak geçip gidecek olanları. Sen kendini dinle şiraze. Ne söylediğini dinle, kime baktığını düşün, kim olduğunun farkına var bir de. Kimsin şiraze? Nerelerden geçip geldin, kimlerle hemhal oldun geldin, kimlere yön verdin de geldin... cümleleri yeniden oku şiraze, cümleleri yeniden hıfzet. Bir muhaseben olsun seni sen yapan. Sor kendine ne olduğunu. Nerede yanlış yaptığını, nerede yanlıştan döndüğünü, sığındıklarını, sarıldıklarını, kaçıp saklandıklarını bir bir gözden geçir şiraze. Kaç doğrun oldu? Kaç doğruda sebat ettin? Kaç doğru ile yürüdün yarına? Söyle şiraze sorularına kaç doğru cevap verdin? Bildiğini biliyorum. Bütün sorularının doğru cevabını bildiğini en iyi ben biliyorum. Kaçışlarını, kaç sokak ötede durup dönmeye çabaladığını, en üst kata tırmanıp kat kat aşağıya nasıl baktığını ben biliyorum şiraze. Neharda, leylde; en mutsuzluğum, en mutluluğum, en umudum ve en umudumu bitiren şiraze. Kendi kendini yoklamaya başlamanın anında, arınmanın kapısını çalma zamanıdır. Gel de sensizliğe tahammülün ne aşılmaz bir duvar olduğunu anlatayım sana. gel... ya ben bitireceğim beni ya sen bitireceksin... gel de bitmeler de bitsin Ş İ R A Z E
__________________ Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan, Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan, Ne görebiliyorsun,Ne duyabiliyorsun. "Hayret et! Çünkü hayrettir göğe açılan pencere. Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme." |
03.08.2013, 09:35 | #12 (permalink) |
| Cevap: Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar sabahları yağmur düşerdi yollara ben düşerdim yağmur damlalarına, bir başka hoşluk içimde tanıyan tanırdı, tanımayan tanımazdı bir dokundular mı bir dahası olmazdı kaçardım ya ben, ya kaçarlardı benden bir günah koşardı peşimden korkardım... Çok eskidendi sanki şiraze. Bundan kırk asır mı öncedeydi, yoksa bin asır mı geride yaşandı bitti. Hiç bilmiyorum, bilemiyorum. Birbirine giriyor yaşanmışların tümü. Çözemiyorum düğümlerini, çetrefilleşen dönemleri ayıramıyorum birbirinden. Beceremiyorum şiraze. Yaşandı bitti’ler hep öyle kenetlenmiş duruyorlar sayfaların üzerinde. Belli ki istemiyorlar dokunulmayı, belli ki onlar da küsmüşler birşeylere, belli ki terkedildikleri yerde kalmak arzuları şiraze. Ben de anlıyorum ki birileri hep küsüyor. Birileri hep kızıyor. Birileri hep çekiliyor hayatımdan. Her şeyi kaybediyoruz şiraze. Sen beni, ben seni... her şeyimizi zamanın “geçmiş” safına bırakıyoruz. Kimileri eskiyor şiraze. Kimiler yitiyor şiraze. Kimileri kayboluyor şiraze. Ne kadar da üzülsek, ne kadar da dövünsek, ne kadar da devirsek yüzümüzü... eskiyen, yiten, kaybolan gelmiyor şiraze. Boynumdaki fular uçuyor rüzgara kapılıp. Bir acip bakıyorum uçuşuna, nasıl böyle deli divane. Rüzgara aşık olmak zordur şiraze. Bilir misin rüzgar acıtır hep. Ne hızına yetişir sevdalı, ne dokunabilir tenine, ne görür güzelliğini, ne de aşk cümleleri duyar dilinden. Bir deli hırçınlıktır onunkisi şiraze, eser geçer. Sevdalı kanatlanır ardısıra. Rüzgar umursamaz, rüzgar dönüp bakmaz şiraze. Hep haşin, vurur yerden yere, yetmez alır yerinden yurdundan fırlatır uzak ve alakasız yerlere, yetmez savurur da savurur. Şiraze ben rüzgarın girdabında, ıslıkları kulağımda, içimde o titreten hep üşüten soğuğu, durmak nedir bilmez yorgunluktayım. Yağmur da yağıyor üstelik. Eskimeyen bir fistan üzerimde, az kala sona döküyor çizgilerini. Bir çilek en kırmızı haliyle yanaşıp, “ye beni” diyor. “Ben çilek severim.” Elimi uzatıyorum tutayım diye. Avucuma düşer düşmez yakıyor elimi. Bir çığlık bırakıyorum havaya, karşımda asılı kalıyor. Çığlık çığlık bağırıyor, çığlık çığlık bağırıyor; kulaklarım acıyor, içim bulanıyor. Avucumda kalan bir çilek acısı, bir de karşımda çığlıklarım; yağmur da yağıyor üstelik. Eskimeyen fistanım en çizgisiz haliyle, üzerimde. Bir delinin arta kalan yanıyım şiraze. Bir delinin en deli haliyim. Neredesin şiraze? Şiraze sen arayıp bulamadığım, şiraze sen sesini duyamadığım; şiraze sen en uzağım, en yakınım, en telaşım, bir de en aşkım. Yağmur da yağıyor üstelik. Aşk bu anlatılmıyor işte. Yaşansa farkına varılmıyor, bulunsa tanınmıyor, yakalansa hemen kaçıyor, ben “mor” desem yeşil çıkıyor. Yeşil de aşk’a bence şiraze hiç yakışmıyor. Üstelik yağmur da yağıyor. Islak bütün yeni çiçeklenmiş ağaçlar. Islak bütün şemsiyesi olanlar. Islak bütün şarkılar. Islak şiraze. Bir ıslandım mı bitiyor, ne acı ki uçamıyorum şiraze. sen beni bırak şiraze, nasılsa ben hep seninleyim... Ş İ R A Z E
__________________ Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan, Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan, Ne görebiliyorsun,Ne duyabiliyorsun. "Hayret et! Çünkü hayrettir göğe açılan pencere. Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme." |
03.08.2013, 09:36 | #13 (permalink) |
| Cevap: Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar Güçlü olmak artık beni yoruyor Şiraze,herkese karşı dimdik olmak... bir çınar gibi asırlara direnebilecekmişim gibi görünmek... Liman olmaktan yoruldum Şiraze, artık ben de ağlamak istiyorum uluorta susturulmuş hikayelerime ses vermek istiyorum. haykırmak...çılgınca bağırmak... en cart pembeyi giyip yürümek yollarda, kimseyi umursamadan ve önemsemeden kurulacak cümleleri. artık ben de ağlamak istiyorum Şiraze; sakınmadan gözlerden, sakınmadan kendimi. Kurumuş rengi bakıra çalmış, bir bahar sonu kırgınlıklarım var içimde İçimden içime, düşlerimden gecelerime, gecelerimden gündüzlerime... uçurduğum turnalarım var seher vakti kavak yelleriyle salınan, salındıkça cama tıklayan; beni benden alıp bilmediğim diyarlarda bana öyküler yaşatan düş kanatlarım var turnalar uçarken, başımdan allı yazmalar düşer... ben düşerim; toprak, kokusunu salar içime; içim ürperir, hasret türküleri yakar ‘bilemedim kıymetini kadrini/hata benim, günah benim, suç benim’ düşer bakışlarım... sen masal uykularındayken gönderilmiş beyaz güvercinler uçuşur etrafımda çırp çırp kanat sesleri; çırp çırp... ben buralarda bilmem ki hangi uykunun hangi köşesinde beklemedeyim hiç gelmeyecek olanı bir beyaz kelebek olur umut, avuçlarıma konan…… biliyor musun, bir zemheri gününde, yine elimde mektuplar yola çıktığımda tam da başımın üzerinde beyaz bir kelebek... hafif , kanatları huşu içinde dönüyor... dönüyor... dönüyor... işte o gün sonrası Şiraze, ben her bahar beyaz kelebekleri aradım her güne beyaz kelebek görme umuduyla başladım uyan Şiraze, doğrul... kelebekler seni bekliyor, düş değil gerçek kelebekler seni bekliyor... revnakı güzelliğinin, tüm zamanlarımı doldurduğunda en onulmaz derdin tam orta yerine düştüğümün idrakinde değildim elbet…. kimseye düş bahçelerimden geçen katarların ağırlığını duyurmadım; duymayın da artık beni... bundan sonrasında mı lâl rengi masallara yelken açacağız Şiraze? lâl olup lâl’e mi boyanacağız Şiraze? gözümüzden akan lâl, gönlümüzden taşan lâl... hepsinin içinde ben de bir lâl... bir yerlerde hep yanlış yapmanın telaşlı kıpırtısını yaşıyorken, o yanlışın artık sonsuza dek düzeltilemeyeceğini bilmenin kıstırılmışlığı ile pusuyorum bazen… uzun süre gecelere küsüyorum... uzun süre kendime küsüyorum... uzun süre kaleme, kağıda küsüyorum... denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şiraze, şimdi kara görünmüyor gerimizde…. küsmeyide boş verelim, hep ileri... hep ileri... bizi bekleyen sahilin taşlarında ışıltı var Şiraze. denizin dalgalarından anemonları toplayıp dolduralım çıkınımıza; onlar da mor, düşlerimiz gibi... varacağımız sahilleri mor’a boyayıp, mor uykulara dalalım biz, denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şiraze. düş bahçesi ile... ŞİRAZE
__________________ Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan, Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan, Ne görebiliyorsun,Ne duyabiliyorsun. "Hayret et! Çünkü hayrettir göğe açılan pencere. Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme." |
03.08.2013, 09:37 | #14 (permalink) |
| Cevap: Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar birgün’dü birgün’ün bir günüydü, yazıldı ....... Yolun sonu hayat. Yolun başı hayat. Yol boyu hepten hayat. Sıkışıp kaldım şiraze. Diyorum çoğu zaman göklere dönüp yüzümü “emanet çok ağır.” Büküldükçe bükülüyorum şiraze. Çatlayan ellerim acıyor. Tırnaklarım acıyor. Saçlarım, kaşlarım, kirpiklerim acıyor. Kanıyorum gün boyu. Nasıl olayım işte, bunca sıkışmışlığın arasında heyhat’ım şiraze. Düşünüyorum çok zaman, “hayat üzerine kaç cümle kurdular” diye. Cümleler de hayatın kendisi de, hayattan olmayan bir ben miyim ne? Bul beni şiraze. Daha girmeden karanlığa tüm aydınlığımı yuttum. Başıma bir ayla takıp, olamayacağım her ne var ise el ettim. Bul beni şiraze. Gözümden tut, dilimden tut... çek çıkar beni kuytularımdan şiraze. Bazen gecenin en sessiz anında göğe bir merdiven dayayıp çıkmak geçiyor içimden yukarılara. Aşağıda hayat. Yukarıda hayat. Aşağı yukarı hepten hayat şiraze. Tutup askıya asamıyorum. Dolaba koyup saklayamıyorum. Sandığa kilitleyemiyorum. Kilit üstüne kilit vuramıyorum. Şiraze, ben en var halimle yok olmanın telaşındayım. Dünyanın her anını hayata döndürememenin telaşındayım. Sonsuzluğumu yeşertememenin telaşındayım. Her mevsimi ruhuma aşılayamamanın telaşındayım. Telaş içinde bir ben’im şiraze. İhsanı bol olana sevdalıyken, insana dair her şey ne kadar da az görünüyor gözüme. Verseler verseler ne kadarını verirler şiraze? Verirken kaç ölçer, kaç biçerler şiraze? Buralardayım. İkinci paragrafın üçüncü satır, sekizinci kelimesinde... Sayfalardan iki-yüz-yetmiş-dokuz... Okuya okuya bul beni şiraze. “Boşluk” diye bir şey yok, her kelime arası dolu. Her satır arası dolu. Her paragraf arası dolu. Sayfa kenarları dolu. Dopdoluyum şiraze. “Aşk” desen aşk. “Hasret” desen hasret. “Acı” desen acı. “Sevda” desen sevda. “Renk” desen renk. “Yol” desen yol. “Işık” desen ışık. Ne ise aradığın onunla doluyum şiraze. Gül verdiler, dikenini de istedim. Dikensiz gül kokmuyor şiraze. Gökyüzü verdiler, bulut da istedim. Bulutsuz gökyüzü dalgasız deniz gibi şiraze. Kağıt verdiler, kalem de istedim. Kalemsiz kağıt boş şiraze. Anladım ki, verenden hep isteniyor şiraze. Verdikçe isteniyor, verdikçe dahası isteniyor şiraze. Buralarda kalakaldım gibi. Öyle bir his işte. Durağanlaşmak. Lakin... hiçbir şey kalmıyor şiraze. Benimle birlikte hiçbir şey kalakalmıyor. Rüzgar katıp bulutları önüne götürüyor, pazardaki meyveler akşama satılıyor, sular akıyor, saat tik tak’larını sürdürüyor, buzdolabı gürültüyle çalışmaya devam ediyor, akşam oluyor, sabah oluyor, ağaçlar bir yapraklanıyor bir çiçekleniyor... Hiçbir şey kalakalmıyor şiraze. “Önüm arkam, sağım solum sobe” diyorum. Kimseler yok. Sobeleyecek kimseler yok şiraze. Ben de duvardaki tabloyu, çekmecedeki düğmeleri, pencereden görünen evleri, yoldan geçen arabaları sobeliyorum. Sonra kaçıp saklanıyorum kendime. Kimse beni bulmuyor, bulamıyor şiraze. hep seninle... Ş İ R A Z E
__________________ Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan, Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan, Ne görebiliyorsun,Ne duyabiliyorsun. "Hayret et! Çünkü hayrettir göğe açılan pencere. Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme." |
03.08.2013, 09:37 | #15 (permalink) |
Root Administrator | Cevap: Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar Şehirler değişiyor şiraze, ben değişiyorum. Ben değişiyorum, dünya değişiyor şiraze. Bir, yaşanmışlar olduğu gibi duruyor. “Sen yok desen de, ayın tamamı orada” diyorum. “Hayat zaten zor, onu daha da zorlaştırmak için neden bu çaba?” diye soruyorum. “Yanlışlar birbirini izler” gerçeğine uyanıyorum. “Yapmamız gereken, bize zaman verildiğinde yapacağımıza karar vermek” diyerek bir gayret yerimde doğrulup göğe avuç açıyorum. Ve hayatlardan bir gölge gibi çekiliyorum uzaklarına... Paylaşımın için teşekkür ederim |
03.08.2013, 09:38 | #16 (permalink) |
| Cevap: Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar şakayık ki dağların lâlesi, seni bekler gizli gizli her sabah umutla döner yüzünü göğe, bir dua belki dilinde ve her akşam çöküşünde büker boynunu, döker yüzünü ertesi güne... Ben... nereden geçersem geçeyim, hangi kapıyı çalarsam çalayım ve her kimle oturup sohbete dalarsam dalayım bir şekilde sen çıkıyorsun karşıma şiraze. Giderken hiç gitmeyen, kaçarken hep beni izleyen, her adreste karşıma çıkan... dağ başı olsun ya da çöl... sensin şiraze atamadığım. Bak yağmur yağıyor yine, üstelik gri. Burada yağmurların rengi hep gri. Az gri, çok gri; ama hep gri şiraze. saat dört yönünde bir yakamoz dansı büyülerken görenleri bir necva ulaştı kulaklara, titrek dedi “olanı biteni aşk imiş” sen alevlendin, sen dillendin, sen çöktün birdenbire çöle damladım, zamansız yine... Sen, yağmur ve bir bardak demli çay... birbirinize ne de çok yakışıyorsunuz. Ben aranızda ancak bir gölge gibi dolaşıyorum. Dizelerden sayısız ilham devşirme telaşındayken, adınla süslüyorum her mürekkebin değdiği yeri. Şiraze... çay kadar ısıtıyorsun içimi. Şiraze... yağmurlar kadar yıkıyorsun beni. Şiraze... bilmiyorsun, “bir ömrü harcamak” dedikleri gerçeğin altını seninle çiziyorum. billur kaseler dolaşıyordu elden ele, şerbet kokusu havada bir eğlentiye gelmişti insanlar, güle oynaya etekleri zilli göz ucuna hüzün takılmışların yeri değildi tennurelilerin yeri hiç değildi... ne avludaki ağaç bir anlam verdi, ne çatıya serilip keyif süren asma... aradığım neydi orada, sormalıydım hem doğuyu, hem batıyı uyandıran adama Umay ana hiç çıkmadı karşıma. Bohçacı Ester, Martinikli cariye, kazak güzeli Ayzada... Yolculuklarımda kimseler yoktu satırlara boyanan. Kalabalıklarda mırıltılı günlerdi yaşanan çoğu zaman şiraze. Hep birileri mırıldanıyordu. Kimi ağıt, kimi ninni, kimi destan... hep birileri mırıldanıyordu şiraze. Duyuyordum. Ben de bozkırın türkülerini söyledim kendi kendime. Mor kadife fistanları diz boyunda dökülürken yanı ucumda, ben de türküler yaktım hep sana. İçimden geçenlarin adı şiraze, yağmurlu günlerin tadı şiraze; söyledim seni. Duyurmak için değil, duymak için. Duyurmak için hiç değil, duymak için şiraze. Yağmurlar eşliğinde yola koyulduğum kaçıncı gece bu. Kaçıncı akşam hem senle hem sensiz gidişim guruba. “Bu gitmeler hep sürecek” nakaratı kulaklarımda saçlarına hoş kokulu buseler konduruyorum. kehribar, kekik, zencefil bir de karanfil kokusu sarmıştı havayı ipek yolu üzerindeydim, içimde arkeoloğunu bekleyen kalıntılar ne kadar değişikti tümsekler, ne kadar başkaydı kasisler ve ne kadar sığ kalmıştım derinlerde seni özlüyorum, yağmur penceremde seni özlüyorum hep şiraze... Ş İ R A Z E
__________________ Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan, Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan, Ne görebiliyorsun,Ne duyabiliyorsun. "Hayret et! Çünkü hayrettir göğe açılan pencere. Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme." |
03.08.2013, 09:39 | #17 (permalink) |
| Cevap: Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar Al yalnızlığımı ört üzerine şiraze. Al şiraze yalnızlığımı, ört üzerine. Belki o vakit bırakıp her şeyi, gelirim biryerlerden başlamak için yeniden. Hani yalnızlığa pek alışmışların cesareti de gün gün kırılırmış da aydınlıktan dahi korkar olurlarmış. Bir yaprak hışırtısı, en şiddetli yağmurlardan birinde gökte damar damar çizilen şimşek ve ardından patlayan gürültü; konuşmalar, konuşmalar, konuşmalar... Korkular çok, bil ki korkular ille de sebepli şiraze. Al yalnızlığımı ört üzerine. Bitsin benliliğin hükmü üzerimde. “Sevdiğini incitir insan” diyenleri haklı çıkaracak kadar kapanışım. Rüzgar ektiğim günlerin sonrasında biçilen fırtınalarım. Geceleri katettiğim menzillerim. Bir şiire vurulup da hiçbir şiiri çözemeyişim. Yapmak istediklerimi yaptıklarımla bir türlü örtüştüremeyişim. Ve nerede, nasıl, ne zaman sonlanacağını bilemediğim hayatım. Hepsi bir “yaşandı bitti” noktasının etrafında gezinen cümlelerim. Al yalnızlığımı ört üzerine şiraze. Buralardayım uzun zamandır. Birgün’ü bekliyorum sanırım, birgün’ü. Öyle büyük fırtınalarım var ki, o fırtınaların birinde “artık yeter” feryadına kapılıp kaybolacağımı sanıyorum. Yutuluyorum şiraze. İzin vermeyeceğimi bile bile dik duruşların ardında bir söğüt eğikliği tavrında, hemen apartmanın ucunda kıvrılan sokak köşesinde, önümden gelip geçen her şeyi derin bir huşû içinde göz hapsinde tutuyorum. Sonbaharın yaprak dökümünde her yer sarı rengin hükmünde. Bu yüzden işte, al yalnızlığımı ört üzerine şiraze. Orhan Pamuk’un dediği gibi, doğru olanı yapmak her zaman mutlu etmiyor şiraze. Mutlu olmak adına tüm düşüncelerimi bir kenara bırakma arzusuyla yırtarken yazılmışları, hani “niye mutlu olmaya bu kadar çaba” cümlesiyle kol kola geçiyorum ara yolları bir bir. Biliyorum ki artık, kendi istemedi mi gelmiyor, konuk olmuyor hayatımıza şiraze. Bu yüzden al yalnızlığımı ört üzerine. Al yalnızlığımı şiraze. “İnsanın hiç unutmadığı şeyler var” diyor Jean-Christophe Grange. Ya unutamadığından, ya unutmaya meyli olmadığından, ya da hep hatırlatmaya hevesli ayrıntıların bir boşluk bulup gözlerle buluşuverdiğinden... Ben zihin çıkınımı karıştırdığımda öyle çok unutulmuşlarla karşılşıyorum ki, “Hayret” diyorum kendi kendime. “Nasıl olmuş da bir çizgi geçmişim üzerinden.” Bu bir zihin oyunu. Bu benim zihnimin bana oyunu şiraze. Oyunlarım. Ben oyun oynamayı sevdiğim günlerin peşine takıldım bak yine. Hemen. Bir cümlede kayıverdim anıların içine. Anılarda mutluluk göz kırparmış. Hani insan mutlu olduğunu mutluluk anında değil de sonraları anlarmış. Şiraze oyun oynayalım seninle. Oynayalım ama, içinde yalnızlık olmasın. Al yalnızlığımı ört üzerine şiraze. Al yalnızlığımı. Ört üzerine. Ve uyut ninnilerle. Ş İ R A Z E
__________________ Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan, Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan, Ne görebiliyorsun,Ne duyabiliyorsun. "Hayret et! Çünkü hayrettir göğe açılan pencere. Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme." |
03.08.2013, 09:40 | #18 (permalink) |
| Cevap: Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar “seninle konuşmalıydım Şiraze çok çok önceleri ilk karşılaştığımda, bir park duvarı üzerine oturmuş yoldan geçenlerin nereye gittiklerini merak eden bakışlar taşımaktaydın yanında ben de belli ki senin henüz farketmediğin o eşsiz güzelliğini doya doya seyredebilme telaşıyla bir köşe buldum kendime affına sığınarak aşık oldum sana bilmedin üzerindeki küçük çiçekli, fırfırları ayak bileğinizi okşayan bordo etek tüm sadeliğiyle içime akıyordu hep gözlerindeki o pus hiç gitmedi... hiç gitmedi... anladığım oydu ki; hiç de gitmeyecekti neden bu kadar üzgün sardunyalarla süslüyordun gördüklerini? neden hep aynı yere geçip, aynı yalnızlığın içinde kayboluyordun? neden hep susuyordun? neden hep susuyorduk? neden hep... seninle konuşmalıydım Şiraze ne kadar da benden olduğunu anlatmalıydım her sabah yumuşak bir buse ile seni uyandıran... her kahvaltıda demli çayını ince belli bardağına dolduran... her aynanın karşısına geçtiğinde saçlarını okşayan... her kapıyı kapatışında ardında peşine takılan... her sokakta adım adım seni izleyen... ve içinden taşanları bir bir tutmaya çalışan... işte hepsini... hepsini... yapan benim hâsılı; ben Şiraze, sen Şiraze... seninle konuşmalıydım Şiraze kendini artık dinlemek zorunda olduğunu bir şekilde anlatmalıydım sana boş boş baktığın kalabalıklardan değil, kendinden medet... o, benim evet; yani sen ben Şiraze, sen Şiraze... seninle konuşmalıydım Şiraze zaman aktı geçti yanından, durdun hep birşeylerin geçip giderken, sen dursan bile, senden çok şey alıp götürdüğünü, parçaların bir bir eksildiğini artık farketmeliydin sevgililer gider Şiraze... sevgililer hep gider biz kalırız artakalan onlardan ve bize artabıraktıkları... sevgililer hep gider Şiraze... seninle konuşmalıydım Şiraze birgün ‘yarın’ diye bir şey olmayacak o olmayacak yarın’ımız bize varmadan ne mümkünse yapmalıyız beraberce tut elimden Şiraze rüzgarlara katıp kendimizi uçalım, altımızda atlas tut elimden Şiraze yağmurlarla sulayıp yüreğimizi turnaların izini sürelim, ışık yol tut elimden Şiraze uyanmak için geç olmadan yola çıkalım, rüyalar bizi kilitlemeden seninle konuşmalıydım Şiraze ben Şiraze, sen Şiraze...” ........... her dilden söyleniyorum sana işte, her telden çalıyorum... hayat devam ediyor Şiraze; bazen kıyısında dünyanın, bazen en içinde... hayat, her şeye rağmen devam ediyor Şiraze Ş İ R A Z E
__________________ Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan, Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan, Ne görebiliyorsun,Ne duyabiliyorsun. "Hayret et! Çünkü hayrettir göğe açılan pencere. Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme." |
03.08.2013, 09:41 | #19 (permalink) |
| Cevap: Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar Bıraktığım hiçbir şeyin bıraktığım gibi olmadığını olmadığını kendimin bile o şehirdeki gibi... biliyorum zaman tepeleyip geçiyor her şeyi; beni, seni, damdaki kediyi, kaf dağı’nı, anıların her an’ını... zaman ilerledikçe netleşiyor geçmiş, geçmişin satıraraları canlanıveriyor isimler yüz hatlarına bürünüp çıkıyorlar karşıma, ‘bak’ diyorlar bana, ben de bakıyorum tanıdık gelen çok çizgi var yüzlerinde, onlarda bir parça benden harf görüyorum ‘zaman’ diyorum bir potin gibi ayağımda, koncu uzun mu uzun, dolanıyor... dolanıyor... dolanıyor... ürperiyorum zamandan yapılma potinler her geçen gün biraz daha sıkıyor beni sen yoksun diye belki sen hiç olmadın diye belki sen hiç olmayacaksın diye belki sen hiç... oysa seni şarkıların en manidar kelimelerinde gizledim oysa seni ebrulî hayatların penceresinden seyrettim oysa seni bir resim atölyesinin en karanlık köşesindeki ışık belledim oysa... bana yakıştırılan gitmek oldu Şiraze, sen kal ben gideyim şimdi sen kal ben gideyim şimdi eğer biri gitmek zorunda ise ille de, sen kal ben gideyim şimdi bir kere gitmeyi başarmış olan, artık sürekli gidebiliyor çünkü bir kere gittim Şiraze, sen kal ben gideyim şimdi ben ürkek yaşadım hep, ürkek dolaştım yollarda, ürkek baktım dağlara, ürkek konuştum insanlarla ürktüm hep farkederler varlığımı diye farkederler de gözlerime bakarlar diye hani gözlerime baksalar seni görürler diye seni görür sorarlar diye ‘kim’ ben ürkek yaşadım hep, ürkek boyadım resimlerimi, ürkek yazdım, ürkek çıktım evden dışarı ürktüm hep adımı sorarlar diye ‘sorsalar ne çıkar’ ben adımı bile unuttum Şiraze, ben adımı bile unuttum ben ürkek yaşadım hep, ürkek giydim eteklerimi, ürkek baktım aynalara, ürkek okudum şiirleri ürktüm hep beni fotoğraflarına hapsederler diye beni ak yeleli, hırçın atın sırtından alırlar diye ne desem az, ne desem çok ne desem boş, ne desem yersiz ve yetersiz Aşk’ına vurdum başımı, iflah olmam; ne kadar su verirsen ver, artık susuzluğumu gideremezsin ne kadar ışık tutarsan tut, artık karanlığımı ışıtamazsın içimde hiç dinmeyen bir fısıltı olarak kalacaksın Şiraze... seni kaybetmek bir daha bulamamak demekti, geç anladım Şimdi gölgemizi de alıp yanımıza, ‘ufuk’ dedikleri yeri hedefleyelim gel seninle gel seninle Şiraze... Ş İ R A Z E
__________________ Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan, Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan, Ne görebiliyorsun,Ne duyabiliyorsun. "Hayret et! Çünkü hayrettir göğe açılan pencere. Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme." |
03.08.2013, 09:42 | #20 (permalink) |
| Cevap: Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar buz tutmuş türkülerin dilinden damlıyorum; ben hep yabancıyım, nereye gitsem yabancı dediğim güz başka, eylül başka, havada dolaşan bulutun tadı başka bilmiyorsun, kaç gece namludan baktım göğe; senden bittim, senden son uçurumundan düştüm derinlere, ‘pat’ diye kuru bir yaprak gibi çatladı yanlarım, seni aramıyorum uzun zamandır seni yabancı topraklarda yabancılaştığım kendimde bile aramıyorum artık bulduğum yerde yitirdiğim, yitirdiğim yerde bulacağım, bile bile kuytusunda gizli ölümlere mezar kazıyorum en’inde piramidin dalgalanıyorum, şlapp... şlapp... ellerim havalanıp yüzüme tokat gibi iniyor gidemediğim yerlerin hasretiyle boyadım seni, girmek isteyip giremediğim sırların giziyle sırça saraylara, elyazma evraklara kilitledim seni; boğazımda bıçak sancısı kanadıkça yanıyorum, bundan sonrası hep bu sancı, ötesi silikleşecek her habbede medet umarak, gözlerimi geceye kapatıyorum sus ebede kadar, sus ebedden de öteye kadar; ne sesini duymak dileğim ne sessizliğini... yok olmak mümkünse eğer, hiç olmamış gibi ol diliyorum bilmiyorsun içimdeki sancının kanayan yarasının derinliğini sen ‘ol’ dediğin an olsun diyenlerdensin, kendini insanlıktan çıkarmanın bedeli mor kadar sıcak mıdır? bu kadar az olma, bu kadar az olup tükenme kimse bir cesaret altın halatlarla uzanamaz sana, ben hem var hem yok arası serzenişlerde, bir metamorfoz öncesi aşk’ına ok saplayan divaneyim ey’leme beni, artık hiçbir ey’ine dönmeyeceğim kararan yüzümü seni her sabah suskun uyandırışımda bıraksaydım bu kadar yok olmayacak bu kadar tiz’leşmeyecektin ne bir çınarım yıkılışım dört bir yandan görünsün, ne bir kasırgayım savururşum dört yanı dağıtsın, ne bir afet, ne bir güneş, ne bir... ne bir... ne bir... dünya içinde kaybolduğumu seziyorken dünya, gözlerinin parlaklığının farkındayım bu kadar büyük bir hapisanede bile daralıyorum, öylece yükseliyorum yukarılara oradan yıldız toplayıp heybeme atacağım, göktaşlarıyla oynarken biri elimden uçup dünyaya doğru havalanacak belki, belki senin olduğun bir alana yönelecek sen korkuyu yerleştirip bakışlarına, kaçacak yer arayacaksın küçük bedenine bulamayacaksın... bulamayacaksın postallarını çıkarmadığın yaz sıcağında terleyeceksin, alnından düşen damlaların gümbürtüsü sallayacak zemini, her hâlinden endişeye kapılacak yüreğine ‘dursun artık’ istemleriyle bakacaksın, nafile... nafile... bir kere başladın mı artık ‘bitmek’ denen kayboluyor, sürekli başlıyorsun, sürekli ardı ardına bağlanmış ip gibi asılı kalıyorsun zamana dursa ne çıkar, başladı ve bitmeyecek, yön değiştirecek, görüntü değiştirecek, isim değiştirecek, renk... mekan... dil... ama bitmeyecek hiç her şeye bir sözünüz vardı, ben ne kadar her şeye susuyorsam siz o kadar her şeye çok tanıdıkmışsınız gibi görünüyordunuz, bilmediğimdendi susuşum, parmağına büyük gelen kara taş yüzüğün büyüklüğünden utandığım kimin aklına gelirdi, kim bendeki benden başka bir ben oluşturmadan beni kabul etmeyi ta baştan kendine söylemişti kış kadar dayanılmazdı zaman, kitap raflarında aradığım asıl bulmak istediğimdi kış önümü kesmeyi sevdi hep, bir cümle yeterdi ısıtmaya içimi, içim kedi kadar mır’layan bir sevgi düşkünüydü, ‘hep olmayacakları mı ister insan, hep olmayacağa mı yönlendirir yoksa olayları’ takvim kağıdından damladılar ellerime, onları alıp yüzüme sürdüm şimdi yabancı takvimlerle sarılıyım, okuduğumda anlamadığım kelimelerle dolu damlıyorlar belki, parmaklarımın arasından kayıp gidiyorlar mazgallara buralarda çok mazgal var buralarda üstü açık çok mazgal var bir gece birisinin içinde kırılacağım, ‘çat’ diye ritmik tik tak’larımı duyurmak çabasından çok uzaklaştım, benim tik tak’larım benim tik tak’larım hepsini mora boyayıp, boynuma astım; tik tak... tik tak... tik tak... bunlar eylülün dansından geri kalanlar ver elini Şiraze, aşk’ın bizi bıraktığı sahilden başlayıp açalım içimizdeki tüm gereksiz kuşkuları, kanat takıp uçsunlar ben cebimden bilyelerimi çıkarayım, sen cebinden topacını çıkar bir hacıyatmaz yerden yere savursun kendini ver elini Şiraze, ‘her şey iyi olacak’ diye diye yolu yarıladık bak hiç çocuk olmamışım gibi geliyor bana, hepsi bir rüyaydı başladı bitti havasında unuttuklarımı bir bilsen, hatırladıkça yeniden doğuyorum pırıl pırıl gökte gök bana beşik Şiraze, bir ucu bir ucuna erişmeyen bir beşik... salla beni, gözlerime çöken uykunun tadına bakayım, hiçbir tam değil Şiraze hiçbir sona götürmüyor Şiraze... Ş İ R A Z E
__________________ Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan, Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan, Ne görebiliyorsun,Ne duyabiliyorsun. "Hayret et! Çünkü hayrettir göğe açılan pencere. Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme." |
Yukarı'daki Konuyu Aşağıdaki Sosyal Ağlarda Paylaşabilirsiniz. |
| |
Forum hakkında | Kullanılan sistem hakkında |
| SEO by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc. |